29 Eylül 2020 Salı

MEHMET ÖCAL İLE KIRKLARELİ'NİN MÜZİK TARİHİNE BİR YOLCULUK


Akın Güre

Kırklareli'nin tarihinde müzik dernekleri ve topluluklarının ayrı bir önemi vardır. Ali Rıza Dursunkaya'dan öğrendiğimize göre ilk bandonun hayata, geçirilmesi Birinci Dünya Harbi başlarına dayanır. O zamanki mutasarrıf Şevket Süreyya bey zamanında hükümet tabipliği yapan Dr. Fuat Umay önderliğinde idadi ve Kocahıdır Ortaokulu öğrencileri arasından seçilen yetenekli gençlerden oluşan bir bando kurulur. Başına Rum ve İdadi mekteplerinde müzik öğretmenliği yapan Niko bey getirilir. Fakat bandonun ömrü uzun sürmez, mütareke sonrasında  aletler çocukların elinden alınır bando dağılır. Cumhuriyet ile birlikte  Kırklareli Musiki Cemiyeti'nin kuruluşuna kadar giden süreç ve sonrası bize şunu öğretiyor: Kırklareli'nde batlı çalgılarla icra edilen, bando müzik faaliyetleri olarak başlayan, hatta caz müziği olarak da sesini duyuran bir gelenek mevcuttur. Bu gelenek1970 ve sonrasında şehirde faaliyet gösteren müzik topluluklarıyla devam ederken, geleneksel Türk müziği alanında da çok değerli isimlerin ortaya çıktığına tanık oluruz.
Günümüzde bu isimlerin başında gelen uluslararası bir sanatçımız olan Burhan Öcal ile bu konuları sık sık konuşuyoruz. Bu gün sizlere, bu sohbetlerin  ve birlikte yapacağımız ortak çalışmaların detaylarını biraz öteleyerek sevgili babası Mehmet Öcal beyden söz etmek istiyorum. Çünkü Mehmet Öcal çoğu kişi tarafından sinemacı lakabıyla bilinirken benim yaptığım hazırlık çalışmaları sırasında öğrendiğime göre kendisi aynı zamanda müzisyendir. Nazif Karaçam arşivinde yer alan  Vahit Lütfi Salcı ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafı Burhan Öcal'a gösterdiğimde çok mutlu olmuştu. Bu fotoğraftan anlıyorduk ki kendisi Vahit Lütfi ile birlikte yukarıda sözünü ettiğim bando faaliyetleri içinde yer alan biriydi. Bu konuyu açtığımda Burhan bana başka bir sürpriz daha yaptı ve babası hakkında bilmediğimiz pek çok  şeyi anlatmaya başladı. Babasının gençlik günlerinden, aldiği eğitimlerden, yetenekli, tutkulu, coşkulu kişiliğinden bahsederken karşımda Burhan'ı görüyor gibi oluyordum. Demek ki Burhan, babasıyla olan fiziki benzerliklerinin ötesinde bir çok özelliğini rahmetli babasından almıştı. Mesela, Mehmet Öcal'ın en büyük tutkusu sinema oyuncusu olmaktı. Özellikle Amerikan filmleriyle başlayan sinemaya merakı daha sonra sinema işletmecisi olmasını sağlayacaktı. Kırklareli'nde sinema salonu işletmeciliği alanında  uzun süre yaşayacak ilk girişim  onun sayesinde olmuştu. Bu konudaki detayları ilerde yazacağım. Ama onun kadar önemli bir diğer yanı Amerikan caz müziğine duyduğu ilgiydi. Vahit Lütfi ile beraber  bandoda baterist olarak çalıyordu. Daha sonra oğlu da babasının izinden yürüyecek ve ünlü bir vurmalı çalgılar virtiözü ve sinema oyuncusu olacaktı. Burhan babasını anlatırken bunları bana büyük bir keyifle aktarıyor, her defasında Mehmet Öcal'ın bilinmeyen bir yönüyle tanışmamı sağlıyordu. Mesela Kırklareli'nde ilk Modern Jazz Quartet'i babası kurmuştu. 4O'lı yıllarda Kırklareli'nde müzik kültürünün seviyesi nerelerdeymiş diyerek şaşırdığınızı görüyor gibiyim. Ama Burhan çok önemli bir gerçeği dile getiriyordu. Kırklareli Musiki Derneği tarihini incelerken ben de benzer bilgilere erişmiş ve Milli günlerde marş çalan Bando üyesi gençlerin akşamları düğünlerde caz müziği icra ettiklerini öğrenmiştim. Hatta bu gençlerden kimisi o kadar yetenekliydiler ki içlerinden bazıları Cumhurbaşkanlığı Orkestrası'na davet edilmişlerdi. Mehmet Öcal da bunlardan biriydi.
Burhan babasından gururla bahsederken, onun efendi kişiliğini, arkadaş severliğini, eli açık biri olduğunu, giyimine ve yaşantısına gösterdiği özeni de anlattı ve bana verebileceği fotoğrafları olduğunu müjdeledi. Bunları daha sonra bana gönderdi.
Burhan'dan  Mehmet Öcal'ın ilginç hayatıyla başlayan bir yolculuğu dinlerken aklımdam geçen yazının bir öykü tadında olmasını isteyerek  bu öğrendiklerimi nasıl yazmalıyım  diye tatlı bir hayale de kapıldım. Bu konuda daha sıkı bir çalışma yapmalıydık ikimiz de. Hem Burhan'ı ve sevgili babasını daha yakından tanımanızı hem de bir tarih kesiti içinde canlanan karakterler ile yakın tarihimizin kültürel ve sosyal hayatını bize tattıracak zevkli bir öyküyle tanışmanızı sağlayacaktık bu sayede.

KIRKLARELİ'NDE GEÇMİŞİN İZLERİ VE KENT BELLEĞİ

Akın Güre

Dostumuz Ahmet Rodopman son yazısında Kırklareli’nde kaybolan yapıların izlerini arıyordu. Kırklareli   Osmanlı döneminin son yıllarındaki yıkım sürecini halk ve kültür varlıkları olarak büyük kayıplarla geçirmiş, ağır bedeller ödemiş bir şehirdir. Osmanlı Avrupa’da ve Balkanlarda ilerlerlerken Kırklareli ve çevresi batıya açılan bir eşik kapıydı. Buraları kültürü ve coğrafi zenginliği ile göz dolduran bir dokuya ve toplumsal bir  hayata sahipti. Çok dinli çok kültürlü bir yapı Osmanlı’nın fetih dönemlerinde buradaki insanlara belli bir huzur ve canlılık kazandırmıştı. Ama ne zaman Osmanlı’ nın gerileme ve çöküşü başlamış işte o andan itibaren bu coğrafyanın beraberliği, bütünselliği bozulmuş, insanlar arasında toplumsal siyasal didişmeler başlamıştı. 19. Yüzyılın getirdiği bağımsızlaşma ve  uluslaşma süreci Osmanlı Yönetimini zorluyordu artık. Devletin örgütlenme biçimi çağın farklı uluslarını bir arda tutacak bir esneklikte ve beceride olmaktan çok uzaktı. Çağın gerisinde kalmıştı Osmanlı Devleti. Her yeni tehdit ve yenilgiden sonra kendini bu değişime karşı dayanıklı kılabilmek  uğruna yönetim reformlarına girişti ama bunlar her defasında başka askeri yenilgileri ve ekonomik teslimiyeti önlemeye yetmedi. Ağır borçlanma batı devletlerinin  kontrolüne geçmiş bir mali yönetim demekti ve bunun bedeli siyasi otoritenin devletin sonunu hazırlayan kararlar almasına yol açtı. Gerilme dönemi Balkanların tamamen kaybedilmesi olarak sonuçlanırken, 1908 sonrasının reform dönemi de önce Balkan Savaşları sonra da Birinci Dünya Savaşı sonundaki ağır yenilgilerle noktalandı.
İşte bu yüzden bu şehre bütün bu karanlık dönemin acıları   sinmiştir. İnsanlar arasında barış bozulmuş, kavga ve yağma başlamış, huzur kalmamıştır. İşte bu yüzden Trakya batısı ve doğrusuyla göç demektir, acılara katlanmak, yıkımlar yaşamak demektir. 
Bu gün yaşadığımız kentin belleğinin izini sürmeye başlarken yaşadığımız hayal kırıklığının sebebi bu parçalanmışlıkta aranmalıdır. 
Bu gün Kırklareli’nde eskiye dair ayakta kalabilmiş, yeteri kadar, olması gerektiği gibi korunabilmiş tarihi eserler, binalar, anıt sayılacak değerde yerler fazla kalmamış ise bu yokluğun  sebepleri işte buralarda aranmalıdır. 
Bu gün bu şehirde yaşayanlar çoğu bu coğrafya içinde kalan çok uzak olmayan komşu yerlerden göç etmiş büyüklerinin çocukları ve torunları olarak bu topraklarda yaşıyorlar. Onları yetiştirenlerin hatıraları artık onlara ait olmayan  başka ülkelerde,  kökleri  yukarıda anlattığım yaşanmış acıların gölgesinde kalmış. Sonuçta  şehirdeki hayatların işgal edilerek,  el değiştirerek, yabancılaşarak uğradığı yıkımlar, hayal kırıklığı ve küskünlükler insanlarda bir sahiplenme ve koruma  eksikliğine yol açmış sanırım. 
Bu konuda anlatılacak konuşulacak çok şeyler var. Biraz kasvetli konulara girdiğimin farkındayım ama bunları düşünmeden de   peşine düştüğümüz izlerin akıbetini yorumlamak biraz zor. 
Aradığımız izleri bulurken neler kaybettiğimizi de görüyor ve hayıflanıyor insan. İşte size bu konuda küçük bir örnek: Bilindiği gibi Hapishane Binası bu günlerde restore ediliyor. Proje umarım kent belleğinde yakışan bir tarza uygun olarak tamamlanır. İlk fırsatta gidip son durumunu  görmek istiyorum. Fakat üzücü olan şey şu ki bu binanın tarihi ve kuruluşu ile ilgili yanlış bilgiler de dolaşıyor ortalıkta. Bu konuda en doğru bilgi Ali Rıza Dursunkaya ‘ya aittir. Onun Kırklareli Vilayeti Tarihi hakkında yazdığı iki ciltlik kitabının 2. Cildinden öğrendiğimize göre bu bina Hicri 1307 yılında yapılmıştır. Miladi olarak 1889/1890 yıllarına karşılık geliyor bu. Binanın 125 mahkum alacak kapasitede yapılmış  20 odası var. Hemen kenarından Bağlıca Dere geçiyor. Şimdilerde hala kullanılan Hapishane Çeşmesi daha sonra binanın yanına ekleniyor. Daha ilginci bu hapishane o zamanki Hükümet Konağının karşısında bir yerde, Barış Toptaş’ın kitabından anlıyoruz ki biraz güney batısına düşüyor. Hatta yine Ali Rıza Dursunkaya ‘nın yazdığına göre hükûmet Konağının alt katında bir bölüm  bir süre Hapishane olarak da kullanılıyor. Daha bitmedi, hapishanenin kuzeyinde yine Hükümet Konağının karşısındaki bir mevkide Jandarma Tabur Komutanlığı binası var. Bu bina sizlere yabancı değil. Çünkü bu gruba üye olanlar sayfaları okumaya başlarken gördükleri pano fotoğrafına dikkatlice baktıklarında bu iki binayla karşılaşırlar. Yazımın altında paylaştığım yine çok bilinen başka bir fotoğrafta Jandarma Komutanlığı binasının zarafeti fark ediliyor. Elbette içlerinde en ihtişamlı olanı Hükümet Konağı. Onun hikayesini yeni yapılan şimdiki Hükümet Binası ile birlikte başka bir yazıda anlatırım. Onun yapıldığı tarih tahminen 1886 sonrasına tekabül ediyor. Çünkü o yılda aynı yerdeki konak yıktırılıyor ve binanın inşaatı başlıyor. Hükümet Konağı belki biliyorsunuz 1921 yılında Yunan işgali sırasında askeri karargah olarak kullanılıyor ve bir yangın sonucu tamamen yıkılıyor. Bu binanın karşısında 1891 yıllında yapılan jandarma Komutanlığı olarak yapılan bina 60 yılı bulan bir süre  hizmet verdikten sonra yıkılıyor ve izleri tamamen siliniyor. Aynı şekilde komutanlık yakınındaki bir arsada yapılan ahır ve depo binalarına ait hiç bir iz kalmamış bu gün. Ama bir tane ayakta kalan bina var ki onun fotoğrafını araştırmacı Barış Toptaş’ın kitabında buldum. Yanan Hükümet Konağının evraklarını saklanması için yapılmış tuğla bir bina bu ve şaşılacak bir şey, hala yıkılmamış, ayakta! Kırklareli’ne gittiğimde bu tarihi Hükümet Kanağı’ndan kalan tek hatırayı gözlerimle göreceğim inşallah... Yazımın sonuna gelirken ilginç bir bilgiyi de paylaşayım izninizle: Aynı bölgede, jandarma Komutanlığı bahçesinde İsmet İnönü heykelinin olduğunu biliyor muydunuz? Jandarma Tabur Komutanı Remzi Ergün zamanında 19 Mayıs 1942 tarihinde komutanlık bahçesine o zaman Milli Şef olarak kabul edilen İsmet İnönü’nün bronz heykeli   törenle konur. Törende vali, komutan ve subaylar, Halk temsilcileriyle bir arada bulunurlar. Kırklareli’nde hatta Trakya’da İnönü’ye ait tek anıt budur. 

Kaynak: 
-Ali Rıza Dursunkaya. Kırklareli Vilayetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik. Cilt 2.
- Barış Toptaş. https://www.trakyagezi.com/kaybolan-tarih-kirklareli-hukumet-sarayi/
- Fotoğraf: Kırklareli Hükümet Konağı’na ait Evrak Depsu fotoğrafı Barış Toptaş’a aittir. 
- Fotoğraf: Hapishane Çeşmesi ve Binasına ait fotoğraf Zekeriya Kurtulmuş(Kırklareli Kültür ve Turizm Müdürlüğü) ‘a aittir. 
- Fotoğraf: Millet Bahçesi'ne ait fotoğraf Mustafa Gültekin’e aittir.

"KIRKKİLİSE' YE HOŞ GELDİNİZ"

Akın Güre

Sayın Hasan Çalıkuşu yerel tarih araştırmacıları için hazine sayılacak belge niteliğinde fotoğraflar biriktirmiş değerli bir koleksiyonerdir, kent hafızası gönüllüsüdür. Kendisini kurucusu olduğum Kırklareli Hatırlamalısın grubuna davet etmiş ve memnuniyetle kabul etmişti. Zaman zaman bu grupta Hasan beyin fotoğraflarına yeniden bakar ve yazılarım için yararlanırım. Aşağıdaki fotoğraf Kırklareli yakın tarihi için çok  önemli bir  dönemi yansıtıyor. Merak edenler için döneme ait   ipuçları  var bu çerçevede. Fotoğrafı yeniden paylaşmamın nedeni de bu. Aşağıdaki açıklamalar Hasan beyin. Hatırlamalısın grubundan aldım.

Hasan Çalıkuşu notu ve yorumu:

""KIRK KİLİSE'YE TEKRAR HOŞ GELDİNİZ.” 1913 yılında Bulgar işgalinden kurtulan Kırk Kilise'de Türklerin dönüşünü kutlayan halkın arasında Ermeni, Rum ve Musevi din adamları hep birlikte.." 

İlk defa yayınlamış olduğum bu fotoğrafı Amerika kaynaklı bir yayında 2011 yılında bulmuştum. Araştırmacı arkadaşlarla bu fotoğraf üzerinde çalışmıştık..
...
Şimdiki Müzenin karşı taraflarında bulunan ama şu anda var olmayan yıkılmış eski Hükümet Binası olabilir diye düşünüyorum.. Arkada bulunan ağaçlık alan ise Eski Belediye (şimdi Müze) önündeki Belediye Bahçesi olarak 1922 yılına ait belgelerde görülen park olması muhtemel..."

TRAKYA MANEVRALARI VE BÜYÜKKARIŞTIRAN

Akın Güre

1937 yılında 17-20 Ağustos tarihleri arasında Trakya Manevraları olarak bilinen, Kırklareli, Tekirdağ, Edirne illerini kapsayan 200 bin askerin katıldığı askeri tatbikat yapılır. İkinci Dünya savaşının başlamasına çok az kalmıştır. Türkiye bu savaş öncesinde savunma hazırlıklarını yapmaktadır. Tatbikat Avrupa'da Hitler önderliğindeki faşist tehditlere  karşı bir güç gösterisidir. İşte bu çok önemli yıllara ait bir tarihi fotoğrafı değerli arkadaşım Ali Arslan 'nın izniyle sizlerle paylaşıyorum bu gün. Fotoğrafın Kırklareli ile ayrı bir ilgisi var. Çünkü bu fotoğrafın çekildiği mekan Büyükkarıştıran Köyü İllkokuludur. Fotoğraflarda Atatürk' ün yanındakiler Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve Başbakan İsmet İnönü. Bu fotoğrafın tarihi öyküsü kadar Ali Beyin bana anlattığı bir  anı  açısından da ayrı bir anlamı var. Tarihçi dostum o zamanlar Büyükkarıştıran köyünde Atatürk'ün konakladığı  bu okulun müze olması için kolları sıvar. Refet Rodoplu da bu girişime destek verir, açılışına katılmak ister. Ali Arslan Atatürk'ün kullandığı masa ve oturduğu iskemleyi de gözü gibi korumaktadır. Ancak hayalleri gerçekleşmez. Masa ve iskemle okulun bekçisi tarafından bilinçsizce yakılır, okul da daha sonra yıkılacak ve yerine yenisi yapılacaktır zaten. Ali Arslan buna rağmen Büyükkarıştıran Belediyesi'nde  bu anıyı yaşatmak için  daha sonra digital  pano şeklinde bir Atatürk Köşesi hazırlar.  
Ben bu hikayeyi dinledikten sonra paylaştığım fotoğrafı kendisinden rica ettim. Yolunuz Büyükkarıştıran'dan geçerse bu Atatürk köşesini görün derim.

MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA PINARHİSAR DA İSMİ BİLİNMEYEN 16 YİĞİT KADIN

Ahmet Rodopman

Mondros Mütarekesinin hemen ardından, daha antlaşmalar imzalanmadan Yunanlılar ezelden beri besledikleri Trakya’ ya sahip olma emellerine ulaşmak için harekete geçmeye başladıkları haberleri alınınca, Trakya’ lı yurtseverler de topraklarını korumanın yollarını aramaya başlamışlardır. Bunun için de uzun konuşmalardan sonra Edirne’ de 19 Temmuz 1919 da Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi adıyla bir direniş teşkilatının kurulmasına karar verilmiştir. Trakya’da bulunan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinde faaliyete geçen cemiyet, Sivas Kongresinden sonra Anadolu-Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak adlandırılan bu cemiyetin kuruluşu ve işleyişi ile ilgili anlatımları daha sonraki bölümlerde işleyeceğimiz için, bugün burada, tarih sayfaları arasında sıkışıp kalan ama bizce çok önemli bir noktaya değinmek istiyorum.
Milli Mücadele Tarihimizde ulusumuzun her türlü zorluğa göğüs gererek verdiği uğraşılarda, kadınlarımızın da erkeklerden geri kalmadıklarına şahit olmuşuzdur. Kadınlarımızın Ulusal Mücadeleye erkeklerin yanında büyük bir kararlılıkla katılışlarının en önemli göstergelerinden biri de 9 Aralık 1919 da merkezi Sivas’ ta olan ANADOLU KADINLARI MÜDAFAA-İ VATAN CEMİYETİ’ ni kurmalarıdır. Sivas Valisi Reşit Paşa’ nın eşi olan Melek Reşit Hamım ve arkadaşlarının kurduğu cemiyet kısa zamanda büyümüş ve Anadolu’ da pek çok il ve ilçede merkezlerini açmıştır. Mustafa Kemal Paşa’ ya cemiyetlerinin kuruluş ve işleyişleri ile ilgili açıklama yapan kuruluşu, Mustafa Kemal Paşa büyük bir memnuniyetle karşılamış ve bu gibi oluşumları yurdun her yerinde görev yapmaları gerekliliğini belirten bir tebliğ yayınlatarak tüm yurda dağıtmıştır. Düşman işgallerini büyük bir üzüntü ile izleyerek İtilaf Devletleri ve İstanbul Hükumetine karşı zaman zaman protestolar yayımlayan, Milli Ordu’ya para ve mal yardımı kampanyaları açarak, Kurtuluş Savaşı boyunca maddi, manevi desteklerini esirgemeyen bu cemiyet Türk Kadınlarının iftiharla söz edip, çalıştıkları bir kuruluş olmuştur.
Kırklareli’ mizle ne ilgisi var diye elbette akla gelecektir. Ben de ilk öğrendiğimde şaşırdım, sevindim ve büyük bir onur duydum. Mustafa Kemal Paşa’ nın tüm yurda dağılmasında yarar gördüğünü belirttiği bu cemiyetin kısa zamanda pek çok ilimizde şubelerinin kuruluşlarını takip ederken, gözlerimiz Trakya’ da bulunan üç şehrimizdeki kuruluş haberlerini aradı durdu. Beklentilerimizi Kırklareli’ nin Pınarhisar ilçesinin karşılaması hem ilginç hem çok sevindirici olmuştur. İki ay gibi kısa bir zamanda örgütlenip kuruluşunu tamamlayan Pınarhisar’ lı 16 hanım,14 Şubat 1920 günü, PINARHİSARLI KADINLAR MÜDAFAA-İ VATAN şubesinin çalışmaya başladığını, vazifeye hazır olduğunu bildiren telgrafı, şube başkanı Refia Hanım adına Sivas Merkezine gönderilmiş olduğunu biliyoruz. Pınarhisar kadınları ve tüm Kırklareli’ liler olarak hepimizin gururu olan bu telgrafta Trakya’ nın bu ilk şubesinin hanımları, Milli Mücadele’ de, cemiyet merkezinin vereceği görevleri, hiç bir fedakarlıktan kaçınmayarak, geciktirmeyerek istenildiği gibi yapacaklarını açıkça, bu kutsal mücadelenin birer isimsiz fertleri olacaklarını yazmışlardır. Tabii bu yıllarda Pınarhisar’ da efsane Kaymakam Sadullah Koloğlu’ nun görevde olduğunun bilinmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. Birinci Dünya Savaşından sonra sırayla Pınarhisar, Vize ve Saray da kaymakamlık yapan namı diğer Arap Kaymakam (Sadullah Koloğlu)' nun, akıl almaz yaşam öyküsünü çok değerli bir arkadaşım kaleminden sürükleyici bir roman gibi Kırklareli Yerel Tarihi sayfalarında yakın bir gelecekte okuyabileceksiniz.
Gerçekten de acı bir gerçektir isimsiz kahramanlar oluşları. Cemiyetin çalışmaya başlamasının ardından bir yıl kadar sonra Yunan işgali Trakya’ yı sarınca il ve ilçelerde ki özellikle devlet dairelerindeki resmi evraklar işgal kuvvetleri tarafından yakılıp ortadan kaldırırken Pınarhisar’ da ki Kadın Müdafaa-i Vatan Cemiyetinin evrakları da yanıp kül olduğu için bu 16 yiğit kadının adlarını dahi bilemiyoruz.
Yerel Tarih Çalışmaları böyle bir şey işte, bir konunun kıyısından giriyorsunuz, bir başka dünya çıkıyor karşınıza. Sonra dolaşıp köşe bucak dünyayı, yine geliveriyorsunuz başladığınız yere. Bu yolculuklarda edindiğiniz bilgiler yetiyor insana.
Eğer bu sayfaları okuyan arkadaşlarımızdan 100 yıl önce Pınarhisar’da yaşamış annesi, dedesi, büyük annesi veya komşusu, yakını varsa sorar mısınız acaba bu konuda bir bildikleri var mı? Böylece sizde sözel tarihin bir parçası olarak, geçmişten günümüze köprü olabilme şansını yakalamış olabilirsiniz. Bilgi veya belgelerinizi bekliyoruz efendim.
Milli Mücadelenin en başında, yurt savunmasına omuz vermiş bu öngörülü, muhteşem kadınlar ne yazık ki artık aramızda değiller. Bu 16 yiğit kadınımıza Tanrıdan Rahmet dileyip ışıklar içinde yatmalarını dilemekten başka elimizden bir şey gelmiyor ne yazık ki.
Yararlanılan Kaynaklar:
1 - V.Türkan Doğruöz
Milli Mücadelede Kırklareli
Doktora Tezi
İstanbul - 2005
2 - Ali Rıza Dursunkaya Kırklareli Vilâyetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik. Cilt:1 ve Cilt:2. Kırklareli-1948
3 – Nazif Karaçam Efsaneden Gerçeğe Kırklareli Kırklareli - 1995
Not-Resim: Pınarhisar' da Arap Kaymakam (Sadullah Koloğlu)' nun zamanında yapılan ilkokul.

VEFİK SÖZEN

Ahmet Rodopman 

1906 Yılında Bulgaristan’ nın Darıdere kasabasında doğmuş olan değerli müdürümüz Vefik Hoca,  7 Ocak 1969 yılı,her tarafın buzla kaplı olduğu bir günde,çok emek verdiği Ahmet Mithat İlkokolu önünden ebediyete yolcu edildiğinde on beş yaşında yazmaya hevesli bir genç olarak günlüğüme şu satırları düşmüşüm:
‘’ Dün akşam sevgili Vefik Eniştenin öldüğünü babam söyledi. Çok üzüldüm. Hasta olduğunu biliyordum. Ama bu kadar çabuk hayata veda edeceğini hiç düşünmemiştim. Çok iyi bir insandı. Bana çok şey öğretti. Allah rahmet eylesin.’’
Evet Bulgaristan Türkleri için en zor yıllarda doğup, küçük yaşta annesini kaybetmiş, çocuklukta başlayan hayat mücadelesi yakasını hiç  bırakmamıştır. İlk okulu İstanbul’ gelip tamamlamış, acar bir öğrenci olduğundan okulda ki başarısız öğrencilere ders çalıştırarak öğretmenliğe ilk adımlarını atmıştır. Öğretmenleri çok başarılı bir öğrenci olması nedeniyle mühendis veya doktor olabileceğini söylemelerine karşın  Vefik Hoca kendisine en çok yakışan Hoca lığı seçerek, Edirne’ ye gelip 1925 yılında Edirne Öğretmem Okuluna kaydını yaptırmıştır. Öğretmenliğin, sonradan olma değil anadan doğma olabileceğini kanıtlar gibi  hep çalışarak zorlukları aşmış, iyi bir öğretici, örnek bir insan olmak için elinden geldiğince gayret göstermiştir. 1950 yılında milletvekili yapılma ısrarlarını eliyle iterek çok sevdiği öğretmenlik mesleğini sürdürmüş. O klasik bir ilk okul öğretmeni, bir müdür olmaktan öte tam bir halk adamı olarak, her zaman adaletin, yoksulun, güçsüzün yanında olmayı seçmiştir. Ekonomik gücü olmayan insanların çektiği zorlukları çok iyi bildiği için, zorda olanları duyunca, bir iş,bir ekmek elde etmeleri için, işini gücünü bırakır onlar için koştururdu. Hele öksüz, yetim çocukları öğrendiğinde hemen üstlerine kol kanat gerer, yiyeceklerini,  içeceklerin ayarlar, bayramlarda üst, baş harçlıklarını bulup, buluşturur onların mutlu olmaları için elinden geldiğini yapardı. Ömrünün son günlerine kadar ülkesi için çalışmış bir örnek kişiden söz ederken bu gün boğazım düğümleniyor. Öylesine vatanı, milleti için kendini feda eder bir yapısı vardı ki, bu görev aşkı onun hayatına mal olduğu halde hiç sözünü etmeden, gözünü kırpmadan metanetle kaderine boyun eğmişti. Yıllarca süren büyük bir  mücadele ile yoktan var ettiği Ahmet Mithat İlkokulu yeni binasında bir Cumartesi günü öğleden sonra tek başına çalışırken, bodrum kattan dumanların geldiğini görünce hemen kömürlüğe iniyor, üst üste yığılan kömürlerin içten, içe tutuşup yandığını görüyor, ve tek başına eline küreği alıp, yanmak üzere olan kömürleri ayırmak için çalışmaya başlamış, bu işlem uzun süre devam etmiş, yangın çıkmasını önlemiş ancak, saatlerce süren kesif yanık kömür dumanlarını soluması sonucunda akciğerleri geriye dönüşümsüz şekilde zarar görmüş ve devamında da hayatını kaybetmesinin nedeni olmuştur.
Öğretmen Okulundan mezun olunca Pınarhisar İlçesinde 2 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra Kırklareli Merkeze tayini çıkmıştır. Kırklareli’ mizin şairi Niyazi Akıncıoğlu ile ilk karşılaşması burada olmuştur. Pınarhisar da öğretmenlik yaptığı ilk okulda Niyazi Akıncıoğlu’nun öğrenci olması nedeni ile başlayan dostlukları, Kırklareli’ de devam etmiş, Niyazi Akıncıoğlu’na haince kurulan bir kumpas ile hapse girmesini içine sindirememiş, hapishanede onu ziyaretine gidip masum olduğuna inandığını defalarca Kırklareli’nin her tarafında haykırmıştır. Tarihin ilginçliğine bakın ki, Vefik Sözen, Ahmet Mithat İlk Okulunda Müdür iken, bu sefer Niyazi Akıncıoğlu’nun eşi Rahmetli Şaziye Hoca’ nın müdürlüğünü yapmıştı.
1931 yılında meslektaşı olan Hacer Öğretmenle evlenmiştir. Hacer Öğretmen ile evliliğinden dört çocukları olmuştur. Gülören, Gökçen, Dilay ve İlter den şu anda hayatta kalan Eczacı Gökçen ablamız uzun yıllar Kırklareli de eczacılık yapmıştır. Bizim ailenin içinde aydın kişiliği ve cumhuriyetin ilkelerine sadık bir eğitimci olarak kendisini her zaman sevgi ve saygı ile andığımız Vefik Sözen’den çok şey öğrendik. Sadece biz değil tüm Kırklareli’ liler de çok şey öğrenmişlerdir kendisinden. Kırklareli ye gelmeden hemen önce genç bir öğretmen olarak 1930 yılında Atatürk Kırklareli’ ye geldiği gün yaptığı konuşmada kendini göstermiş, bu spontane  konuşmadan sonra, uzun yıllar ulusal bayramlarda günün anlam ve önemini belirten konuşmaları yapan bir kişi olarak tanınmıştır.
Çalışmaya doyamayan, hep bir şeyler yapmaya gayret eden yapısı onu boş zamanlarında tarım ve hayvancılıkla uğraşmaya yöneltmiştir. Ahmet Mithat İlkokulunun arka bahçesinde kendi elleri ile hazırladığı tarhlara (ekip biçmek için yapılan toprak bölümler)öğretmen ve öğrenciler ile birlikte sebze, meyva ve çiçek ekerek,bizlere toprak ile uğraşıp, üretimin değerini anlatırdı. Yerli Malı haftasında kendi yetiştirdiğimiz ürünleri toplayıp kullanıyorduk. Öğrendiği tarımsal teknikleri kullanarak, toplumsal yarar sağlamak için önce kiraladığı, sonra kendisinin alıp ekim yaparak topraktan hiç kopmayan bir aydın profilini sürdürdü. Hatta belki ülkemizde o zamanlar pek önemsenmeyen keçi üretimine merak sarmış, Köy Enstitülerinden çok önce eğitim, üretim ilişkisini, bilerek, inanarak üretmenin her aşamasında öğretmenlik yapmanın zorunluluğunu hep duyumsamıştır. Karahıdır Köyü yolunda yaptığı örnek bağında, üzümün dışında onlarca çeşit meyve ağacını yetiştirmenin de zevkini yaşayan Vefik Hoca bu girişimciliği Kırklareli’de biraz garip karşılandı ise de o bildiği yoldan ayrılmamış, Müdürlüğünü yaptığı Ahmet Mithat İlkokulunu en iyi öğretim yapılan okulların arasına yükseltirken, Vilayetin, İlk Öğretim Müdürlüğü görevini de başarı ile sürdürmüştür.
63 yıla sığdırdığı mücadeleci yaşamında Atatürk’ e 1930 yılında verdiği sözü ömrünün sonuna kadar yerin getirmiştir.
‘’Ben, bir genç muallim olarak sınıfımdaki Türk çocuklarına ve muhitimdeki vatandaşlara bu hizmetlerinizi anlatacak, Cumhuriyeti sevdirecek ve İnkılaplarınızın koruyucusu olmalarını isteyecek ve bugünün mini mini yavrularının, yarının imanlı ve kuvvetli gençliği olarak yetişmelerine çalışacağım. Yorulmadan, usanmadan ve hiç bir şeyden korkmadan bu vazifeyi yapacağıma, huzurunuzda söz veriyor ve bu sözümle, bütün Türk Gençliğinin birleşmiş gür sesini veriyor ve sizleri kalbimden yükselen minnet ve şükran duygularıyla selamlıyor. Değerli varlığınız önünde, hürmetle eğiliyorum”.
Bizlerde onun aziz hatırası önünde eğilir, ışıklar içinde yatmasını dileriz.
NOT: Resimler Sayın Savaş Erdem’ in iletilerinden den alınmıştır

KIRKLARELİ’ NİN ESKİ ECZACILARI VE ECZANELERİ

Ahmet Rodopman 

Şehrimizde 1900 yılına gelinceye kadar açılan ve çalıştırılan 5 adet Eczaneyi biliyoruz. Bunların beşi de Rum vatandaşlarımıza ait olup genellikle klasik Eczacılık denilen doktor reçetesinde yazılan ilaçları hazırlayıp, yapma ilaç olarak tanımlanan ilaçları vermekteydiler. Yerli ilaç sanayimiz henüz gelişmediği için, bir takım ilaçları da yurt dışından getirtip satıyorlardı. 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilan edilmesi ile birlikte tüm Osmanlı topraklarında hatırı sayılır değişiklikler olurken, Türk Eczacılığı da bir hayli gelişerek, İstanbul’ da öğrenim gören Eczacılar yurdun dört bir yanına dağılırken Kırklareli ‘ de bundan faydalanmıştır. Kırklareli tarihinde sık sık adı geçen o zaman hükümet doktoru olarak görev yapan Dr. Fuat Umay’ ın özel istek ve gayretleri ile Birinci Dünya Savaşı yıllarında görülen lüzum üzerine ilk  Türk Eczanesi açılmıştır. Eczacılığına Askeri Eczacılıktan ayrılan İsmail Demircioğlu getirilmiştir. İttihat ve Terakki Cemiyeti Kırklareli Merkezi adına çalışan bu eczane harp yıllarında Kırklareli ve çevresinde  eczane olmaması  nedeniyle halk sağlığı açısından çok başarılı çalışmalar yapmıştır. 26. Mart.1914 tarihinde Trakya Müfettişi Gani Bey tarafından, Kırklareli Belediyesine devredilen eczane, harbin sona ermesinin ardından mütareke yıllarında kapanmıştır. Mütareke yıllarında Kırklareli’ de bir Rum Eczanesi halkın ilaç gereksinimini bir ölçüde karşılamaya çalışmış ancak, gerek Türkler’ in gerekse  Bulgarlar’ ın büyük ölçüde şehri terk etmeleri nedeniyle nüfus çok azalmış bu tek eczanede gereksinimleri ancak karşılayabilmiştir.
Balkan Harbi yıllarından itibaren Eczacı Feridun Cicioğlu Pınarhisar’ da açtığı Eczanesini Mütareke yıllarına kadar çalıştırmış ancak Yunan işgalinin zulmünden kurtulmak için önce Lüleburgaz’ a sonra da Tekirdağ ‘ a gitmek zorunda kalmıştır.
10 Kasım 1922 tarihinde Yunan işgalinden kurtulmasının ardından Kırklareli’ ye gelen Feridun Cicioğlu, yıllarca kapalı kalan Eczaneyi Belediyeden devralmış ve bu eczanede bir süre Feridun Cicioğlu ve İsmaşil Demircioğlu ile birlikte çalışmışlardır.
1926 yılına gelindiğinde Askeriyeden emekli olan Eczacı Şevket Osman ikinci eczaneyi açmış,kısa bir süre çalıştıktan sonra vefat etmiş, ailesi bu eczaneyi 8 yıl işlettikten sonra Feridun Cicioğlu’ na devretmiştir. 1947 yılında Eczacı Şevket Emre Kırklareli’ ye gelerek Cumhuriyet Caddesinde yeni bir Eczane açmıştır.
!947 yılından itibaren Kırklareli’ de Eczaneler tarihi misyonlarını bırakıp modern ülkenin gelişen sağlık sistemine bağlı olarak hızla sayılarını arttırmışlardır. Günümüzde 30 adet eczane meslek sorumluluğu ile sağlık  hizmeti vermeye devam etmektedir.
1 - Ali Rıza Dursunkaya . Kırklareli Vilâyetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik. Cilt:1 ve Cilt:2’’. 1948. Kırklareli
2 – www. Eczaneler.gen.tr intermet sitesi.

KIRKLARELİ VİLAYETİNİN EĞİTİM SEFERBERLİĞİ VE KAZANIMLARI

Ahmet Rodopman 

Çocukluk günlerimizde bizlere söylenen Kırklareli’ nin eğitim düzeyinin diğer illere göre yüksek oluşunun nedenlerini hep düşünmüş, araştırıp gerçeği öğrenmeye çalışmıştım. Ne yazık ki elde ettiğim bilgiler bana yeterli gelmiyor, aradığım nedenleri bulamıyordum. Bunu önceleri, Avrupa coğrafyasında olmanın veya Balkan ülkelerinde yetişmiş insan kaynağının göçlerle bölgemize gelip yerleşmelerine bağlıyordum. Bunlarında belirli oranlarda etkilerinin olduğunu görüyoruz. Ancak yakın zamanda Kırklareli’ de  Kültür ve Eğitim  ile ilgili kitapları ve belgeleri inceleyip, bilgileri doğrulayınca şehrimize ait bu okumuşluk oranını arttıran nedenlerin farklılıklarını da öğrenmiş oluyoruz. Birlikte baktığımızda, Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyılına geldiğimizde, 1857 yılında kurulan Maarif Umumiye Nezareti(Mili Eğitim Bakanlığı) nın kurulması ile üç yıllık İptidai (ilk okul), ve üç yıllık Rüştiye(Orta okul) lar oluşturulmaya başlamıştır.
Kırklareli’ de kayıtlarda görülen ilk eğitim kurumu 1590 yıllarında o zamanlar geçerli olan medrese öğretimi olarak Hızır Bey Camii bahçesinde yapılan bir binada başlıyor. Kurucusu olan Kubat Paşa’ nın ismi işle anılan bu medresede dini ve Arapça dersler verilmekte, ayrıca imamlarının adı ile anılan sadece Kuran-ı Kerim öğreten Osman Ağa Mektebi, Abdülvahap Efendi Mektebi ve Hacı Seyit Mehmet Efendi Mektebi gibi 3 adette Sıbyan mektebi bulunmaktaydı.1877 yılı Osmanlı-Rus savaşında işgal edilen Kırklareli’ de bütün okullar yakılıp yıkılırken, Hızır Bey medresesinin kütüphanesinde ki 6000 adedin üzerinde, çoğu da yazma eser olan kitaplarda yakılıp yok olmuşlardır.
1908 yılına gelinirken şehrimizde tarihi yapıları ile hatırlanan ilk okullarımızdan Ahmet Mithat İlkokulu, Ziya Gökalp İlkokulu, Koca Hıdır İlkokulu’ nun binaları yapılmış ve kısmen eğitime başlanmıştır. Bu dönende Rum, Bulgar ve Yahudi Okulları ayrı ayrı eğitim ve öğretim işlevlerini sürdürmüş olmalarına karşın,daha çok kendi ana dillerine önem vererek Türkçe öğrenimini azaltmışlardı.
İlimizde modern anlamda Kültür ve Eğitim çalışmaları 1908 yılında II. Meşrutiyet ile birlikte başladığını görüyoruz. Bundan önceki yıllarda da belirli ölçülerde okul
binaları yapılmış, bu okullara Edirne Darul-Muallim(Edirne Öğretmen Okulu) dan yetişen öğretmenler gönderilmiştir. Ancak belli bir metot ve düzen uygulanmayan dönemde daha çok dini eğitime önem verildiği için, köylere gönderilen mezunlar da, öğretmenden çok imamlık yapma durumunda kalmışlardır. Gününün Devrim niteliğinde değişiklikler getirdiği 1908 yılı değişimleri sonrasında Eğitim, çağdaş bir anlayışla düzenlenmeye başlamış, 1924 yılında Kırklareli’ nin sancak statüsünden Vilayet(il) statüsüne getirilmesi ile Edirne’ ye bağlılığı sonlanmış, artık kendi plan ve programını kendi kurumlarınca yapmaya başladıktan sonra, Türkiye Cumhuriyeti döneminde, bu değişim süreci önemsenip, çalışmalara hız verilmiştir. Bu yıllarda, İlimiz Kültür ve Eğitim alanında benzer pek çok ilden öne geçmiştir. Balkan göçleriyle ve mübadelelerle Balkanlardan gelen iyi öğrenim görmüş Türk öğretmenler yeni açılan bu okullarda, yeni şevk ve hevesle öğrencilere bilimsel ölçülerde dersler vermeye başlamışlardır.
Bu arada Ulusal bütçe de Milli Eğitime ayrılan harcama oranlarının % 2 ler den % 10 lara çıkarılması, ülke çapında eğitime verilen önemi göstermektedir. Tarihi evrakları incelerken gördüğüm şu rakamlar Kırklareli’ nin neden diğer illerden öne geçtiğini bana göstermesinin ötesinde bu şehre hayranlığımı bir kez daha arttırmıştır. 1947 yılı İl bütçesinin  % 47 sinin Eğitim hizmetlerine ayrılmasının yanı sıra yıl içinde de 100.000 TL de ilave edilerek, Eğitim ve Öğretim konusuna ne kadar önem verildiğini bizlere göstermektedir.
1924 yılından başlayarak önce ilk okullar düzenlenmiş, beş yıllık öğretim sistemine uygun olan binalarda önce sabah ve öğlenden sonra olmak üzere tekli öğretime başlamış, ileriki yıllarda öğrenci sayısı artınca, sabahçı ve öğlenci olmak üzere iki öğrenime devam edilmiştir. Nüfusu artan şehrimizde yeni okul gereksinimleri doğmuş, eğitimi süren tarihi üç ilkokulumuza ilaveten, Tevfik Fikret İlkokulu, Cumhuriyet İlkokulu ve Hamdi Helvacıoğlu kendi adıyla yaptırdığı ilkokul , Vali Faik Üstün İlkokulu, Kırkşehitler İlkokulu ile eğitim hizmeti vermişlerdir. Günümüze gelinceye kadar, TOKİ Ahmet Cevdet Paşa İlkokulu, Mustafa Dalcalı İlkokulu, Gazi Osman Paşa İlkokulu, Gazi Mustafa Kemal İlkokulu, Atatürk İlkokulu, Ahmet Yener İlkokulu, iki adette Özel İlkokul olmak üzere Kırklareli Merkezde 17 ilkokulla hizmet verilmektedir. Yapılan çalışmalarla ilimizde okulsuz köy bırakılmamış, buna bağlı olarak da okuma yazma oranlarımız olabilecek en üst düzeylere gelmiştir.
Rüştiye adı ile öğretime başlayıp Milli Eğitim Bakanlığınca düzenlemeden sonra Ortaokul olarak öğretime devam eden önce Ahmet Mithat İlkokulunda, sora Ziya Gökalp İlkokulunda, ardından da yeni binasına geçinceye kadar Yaylada 1905 tarihinde yapılan eski Rum Ortaokulunda öğretim görevini sürdürmüştür. İlerleyen yıllarda lise bölümü de aynı okulda açılmış ve 1966 yılında, bugünde eğitime devam eden, sonradan ismi Atatürk Lisesi olarak değiştirilen Kırklareli Lisenin yeni binasına geçilmiştir. 1946 yılına gelindiğinde, Kız Meslek ve Erkek Meslek Orta Okulları öğrenime başlamış,ilerleyen yıllarda bu okulların Lise bölümleri de faaliyete başlamıştır.1962 yılına gelindiğinde Ticaret Orta Okulu ve Lisesi olarak
Eğitime başlamış. Ardından 1960 yılında da İmam Hatip Lisesi ile ülkemize yüzlerce, binlerce bilimsel verilerin öncülüğünde iyi eğitilmiş gençlerin yetiştirilmesinde görev almış eğitim kurumlarımızdır.
Yazımızın başında değindiğimiz gibi, Kırklareli’ nin okullaşma ve okur yazarlık sıralamalarında üst sıralarda yer almasının değişik nedenleri arasında insan kaynaklarımızın özelliği yatsa da, Cumhuriyetin ilk yıllarında ilimizde ve belediyemizde görev alan kişilerin devletine ve milletine hizmet anlayışları, ülkemizin yoktan var edilirken özellikle eğitim yatırımlarının önemini anlamaları olmuştur. Şehrimizin beklide tarihsel şansı olarak niteleyebileceğimiz 1925-1935 yılları arasında görev yapmış gerek Valiler,Belediye Başkanları ve öğretmen olarak atanan eğitim ordusunun değerli çalışanlarının iyi niyetli, çalışkan  ve bilgili olmalarının yanı sıra Kırklareli halkının da öz verili, anlayışlı olması kısa zamanda öğüneceğimiz noktaların yakalanmasını sağlamıştır. Devlet-Millet işbirliğinin sözde değil çalışmada oluşmasının göstergesidir köy okullarının, köy yollarının.köy öğretmen lojmanlarının imece yoluyla hızla yapılıp,kullanıma sunulması. Köy okullarının yapımında devlet demiri, keresteyi, kiremidi getirirken halkda atı ile arabası ile kumunu, taşını taşımız isteyerek emeğini vermiştir. Şehirdeki okullarında en iyi eğitim düzeyini yakalaması için gereken fedakarlığı esirgemeyip, öğrenciye, okula, öğretmene verilen değeri göstermeleri ile yönetiminde o güne kadar  alışık olunmayan miktarlarda eğitime kaynak ayırması bugün için hepimizin gurur duyduğu bir gelişmişlik örneği sergilenmiştir.
Tabii bu arada Kepirtepe Köy Enstitüsünün kurulup , yetişen öğretmenleri ilin her köşesindeki köylere göndermesi bu eğitim seferberliğinin önemli bir öğesi olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. O yıllarda yapılanları düşündüğümüzde buna top yekun cehalete karşı verilen bir savaşım olarak adlandırabiliriz. Bu savaşı kazanan Kırklareli halkını  kutlar, medeniyet yolunda daha çok kazanmamız gereken savaşların bizleri beklediğini bilmeliyiz.

Yararlanılan Kaynaklar:
1 - Ali Rıza Dursunkaya . Kırklareli Vilâyetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik. Cilt:1 ve Cilt:2’’. 1948. Kırklareli
2 - II. Abdülhamid Döneminde Kırkkilise (Kırklareli) Sancağında Eğitim ve Öğretim- Hümmet Kanal . OTAM, 41 /Bahar 2017, 107-144
3 – KIRKLARELİ, YURT ANSİKLOPEDİSİ, C. VII (1982), s. 4793-4894.

28 Eylül 2020 Pazartesi

KIRKLARELİ HALKEVİ: KURULUŞU VE KAPANIŞ NEDENLERİ(5)

Akın Güre

Halkevleri için başladığım yazı dizisinin bu gün son bölümüne geldim. Umarım bu yazdıklarımı okuduktan sonra  Dingiloğlu Parkı'nın bir köşesinde tarihin hesaplaşmlaları içinde bir kenarda sessizce duran Kırklareli Halkevi Binasının önünden bir kere daha geçersiniz. 
Binaya tırmanan merdivenlerin basamaklarını adımlarken içeriden duyulan müziği, oval geniş salondaki   etkinlikten sonra dağılan konukların seslerini hayalinizden geçirirsiniz.
50'li yıllara yaklaşırken ise sınırlarımıza dayanan ikinci dünya savaşının gürültüsü  halkevlerini de etkilemişti. Hayatın savaşın önceliklerine göre ayarlandığı günlerde burada yapılmakta olan faaliyetler de giderek azalmaya başlamıştı. Ama asıl değişim, savaştan sonra olacak, ülkede yapılan genel seçimleri kazanan Demokrat Parti'nin iktidara gelişi ile yaşanacaktır. Artık bundan sonrası hazin bir bitiştir. Bu bitiş, halkevlerinin kuruluş nedenleri ile başlayan yaklaşık 18 yıllık bir sürecin hikayesidir. Siyasi hayatımızın değişmeyen karakterini gösteren sorunların başlangıcıdır aynı zamanda. Gelece kötü bir miras olarak  kalan, günümüze kadar uzanan tartışmaları besleyen günler Halkevlerinin kapısına gelip dayanmıştır. Halkevlerinin oynadığı rolün siyasi çekişmelerin içinde değersiz gösterilmesi, tarihi öneminin hafife alınması, hatta inkar edilmesi, bir karalama aracı olarak istismar edilmesi gibi nedenler bu kurumsal mirasın sonunu getirecektir. 
Şimdi biraz bu konulara değinmenin sırası. 
7 Ocak 1946 yılı bu açıdan önemli bir milat. Tek Partili rejimden çok partili sisteme geçişin üçüncü denemesi Demokrat Partinin kuruluşu ile başlamıştır. Bundan sonra Halkevlerindeki canlılık azalarak devam eder. Çok partili rekabetin başlamasıyla CHP'nin fazla mali kaynak aktarmaması yanında daha önce bu partideki bazı bilim adamlarının  DP saflarına geçmeleri veya DP'yi  iktidara yakın görerek düşüncelerinden uzaklaşmaları   halkevlerine duyulan ilgiyi azaltır.

Türkiye çok partili sisteme geçişin daha başlarında CHP içinde Halkevlerinin gelecekteki yapısı konusunda bazı hazırlıklar başlamıştı. Hatırlayacaksınız, daha önce söylemiştim, Halkevlerinin kuruluşu için ayrı bir yasal zemin düşünülmemişti. Bu kurumlar parti kararlarına göre teşekkül etmişlerdi ve kendilerine ait maddi varlıklara sahip değillerdi. Çok partili hayatın başlamasıyla bu konu şiddetli eleştirilerin konusu olacak, daha doğrusu DP sözcüleri bu noktadan Halkevlerini yıpratmaya çalışacaklardı.
Halkevleri bu açıdan 17 Kasım 1947 tarihinde toplanan CHP kurultayında gündeme gelmişti. Kurulan komisyonda yürütülen çalışmalar ile Halkevlerinin bağımsız tüzel kişiliğe kavuşturulması kararlaştırılmıştı. Böylece Halkevleri parti ayrımı gözetmeksizin bütün vatandaşlara kapısı açık yerler haline gelecekti. 
Ancak bütün bu çabalara rağmen iki parti arasında halkevleri tartışması 1950'yılından sonra hızlandı ve kapanmasını sağlayan yasa çıkıncaya kadar da şiddetlenerek arttı. 
14 Mayıs 1950 seçimlerinden hemen sonra TBMM'nde arka arkaya Halkevleri ile ilgili  önergelerler verilmeye başlamıştı. Bunlardan birisi de Türk Ocaklarının kapatılmasıyla CHP 'ye geçen taşınmazların iadesi hakkındaydı. Haziran ayında sunulan yine başka bir önergede ise binalarla ilgiliydi ve önergede bunların bir partinin değil, milletin malı olduğu söyleniyor, Halkevlerinin idaresinin yeni bir tüzüğe bağlanması isteniyordu. CHP tarafından ise bu girişim "müsadereye hazırlık" şeklinde yorumlanıyordu.

7 Aralık 1950 tarihinde Başbakan Menderes'in de katıldığı Anayasa Komisyonundan Halkevlerinin partiler üstü bir kültür kurumu olarak devam etmeleri kararı çıkmasına rağmen gelişmeler bu istikamette değil, iktidar partisince oldu bittiye getirilerek, korkulduğu gibi Halkevlerinin müsaderesini sağlayacak bir netice doğurdu. 8 Ağustos’ta 365 oyun 362’sinin onayı ile kabul edilen 5830 sayılı kanunla sonunda  Halkevleri kapatıldı. Kabul edilen kanun, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın onayından sonra Resmi Gazete’de yayınlandı ve 11 Ağustos 1951’de yürürlüğe girdi. 
Halkevlerinin kapanmasıyla birilerinin ne kazandığını, neyi heba ettiklerini, nereleri ıskaladıklarını anlatmak için çok örnek  sayabiliriz. Bütün bunlar Türk siyasetinin içsel dinamiğindeki kör noktalar olarak isimlendirilebilir. Ama sonuçta ülkenin kaybettikleri çok anlamlıdır. Aynı yıllarda faaliyete geçirilen Köy  Enstitülerinin de benzer bir akıbete uğramaları bu dönemde yaşanan tahribatın bir başka örneğidir. 
Ne yazık ki önce  işlevsiz bırakılan sonra tamamen kapatılan halkevlerinin arkasından yok olan sadece muhteşem binaları olmamıştır. Bu binaların kütüphanelerinde okunmak üzere sergilenen binlerce kitabın sonu ne yazık ki kağıt fabrikasının kazanlarına atılmak olmuştur. Kırklareli Halkevine ait binlerce kitap bu veya benzeri şekilde yok edilmiş, Atatürk'ün Kırklareli gezisine ait belgeler dahi kaybolmuştur. Yine halk evinin müzik kollarına ait aletler de okullara dağıtılmıştır. 
Kısacası Halkevleri gerçeği kurulduğu koşulların içinden süzülerek gelen aydınlıkçı, yenilikçi bir kültürel dönüşümün hikayesidir. Bu hikayenin bitiş nedenleri ise hala güncel sıcaklığı ile zihnimizi meşgul etmeye devam etmektedir.

Not: Bu yazı dizisinde içine girdikçe  merakımı arttıran  konular  nedeniyle  pek çok makale okudum, bulabildiğim kitapları inceledim. Sizler için  doğru bir analiz yapmaya, hikayenin özünü doğru vermeye çalıştım. Hata yapmamaya özen gösterdim. Umarım hoşunuza gitmiş,  ilginizi çekmiştir. Yararlandığım kaynakları belirtmek için  bu yazının altına koymam gereken referansları  sayfayı açan kişide bırakacağı etkiyi düşünerek başka bir gönderide paylaştım. İsteyen ve merak edenler oraya bakabilirler. Bu yazı ile planladığım üçlemenin ikincisini de gerçekleştirmiş oldum. Biliyorsunuz bundan önce Alpullu Şeker ile başlamıştım. Halkevleri bu dizinin ikincisi oldu. Şimdi bir diğer konu gelecek: Kepirtepe Köy Enstitüsü. Böylece Cumhuriyet tarihinin  temel ayaklarını yerel tarih olgularından yola çıkıp sizlere anlatmış olacağım. Burada şunu da itiraf etmeliyim. Bahsettiğim konular bir   kitap hacmini dolduracak kadar kapsamlı aslında. Böyle işlere  soyunup  keyfini çıkarmanın yanında kendimi bir  öğrenci gibi hissetmem de   çok özel ve zevkli bir tarafı. Bu arada yazıda paylaştığım rahmetli Adnan Menderes'in   fotoğrafı okuduğum bir  kaynaktan alınma. Kendisi Aydın Halkevi ilk üyelerinden. Fotoğraflardan İlki İstanbul Kadıköy Halkevi binası, diğeri Ankara'daki kapatıldıktan sonra Halkevlerine devredilen meşhur Türk Ocağı binası.
Yararlanılan Kaynaklar:
"Kırklareli Halkevi:Kuruluşu ve Kapanış Nedenleri" için kullandığım kaynakları aşağıda paylaşıyorum. Konu hakkında elbette yazılmış başka yayınlar da var ve sayıları görebildiğim kadarıyla epey fazla. Bunları yazmamdaki  bir diğer gaye ise meraklı okuyucuların araştırmalarına, okumalarını yardımcı olabilmektir. Bu kaynaklardan kamunun kullanımına açık olanlarını ayrıca grup dosyalarına da koyacağım.

- Hikmet Çolak. 1930 Belediye Seçimleri, Ankara Üniversitesi, 2007.
- Özgür Gürses. Atatürk'ün Halkçılık Politikasında Halkevlerinin Yeri ve Önemi(1932-1938),Hitit Üniversitesi, Çorum 2018.
- Eminalp Malkoç. Bir Aydınlanma Projesi Halkevlerinin Tasfiye Süreci, Türkoloji Kültürü Cilt 3, N:6.
- Evren Altınkaş. Cumhuriyetin İlk Yıllarında Aydınlar:Kurucu İdeolojinin Seçkinleri, Dokuz Eylül Üniversitesi Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl 7 Sayı 14, 2011.
- Yavuz Özdemir, Elif Aktaş. Halkevleri(1932’den 1951’e) A. Ü. Türkiye Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum 2011.
- Erdem Çanak. Kırklareli Halkevleri Faaliyetleri(1932-1951) Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl 6, Sayı 85, 2018.
-  Erdem Çanak. Halkevlerinin Dergicilik Faaliyetlerinde Bir Örnek: Kırklareli Halkevi Dergisi Batı Yolu. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 11, Sayı 81 2018.
- Orhan Özacun. Halkevlerinin Dramı. Kebikeç, Sayı 3,1996.
- Ömer Obuz. Halkevlerinin Kapatılmasının Türk Basınına Yansımaları, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 8, Sayı 41, 2015.
- Zeki Arıkan. Halkevlerinin Kuruluşu ve Tarihsel İşlevi.
- Levent Köker. Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi, İletişim Yayınlar, İstanbul 2007.
- Gökhan Durak. Trakya Bölgesi Halkevi Faaliyetleri, İzmir 2006.
- Fatih Tuğluoğlu. Türkiye'de Halkçılık İdeolojisi ve Halkevleri, Ankara Üniversitesi.
- Ali Rıza Dursunkaya. Kırklareli Vilayetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik, Cilt 2 Kırklareli 1947.
- Müslime Güneş. Adnan Menderes ve Halkevleri, Çağdaş Türkiye Tarih Araştırmaları Dergisi, XII/25, 2012-Güz.
- Füsun Üstel. İmparatorluktan Ulus Devlete Türk Milliyetçiliği:Türk Ocakları(1912-1931),İletişim Yayınları, İstanbul 2004.
- Ali Arslan. Atatürk'ün Kırklareli'ne Geliş Nedenleri, Lüleburgaz Görünüm Gazetesi. 21 Aralık 2017.
- Nazif Karaçam. Efsaneden Gerçeğe Kırklareli, Özyılmaz Matbaası, Kırklareli 1995.

KIRKLARELİ HALKEVİ : KURULUŞU VE KAPANIŞ NEDENLERİ(4)

Akın Güre

Halkevlerinin kuruluşunu hazırlayan koşulların anlatılması, tarihsel bir dönüşümün yol haritasındaki zorlukların, engellerin aşılması için gösterilen çabaların bilinmesi  adına önemlidir.  Gazi Mustafa Kemal 21 Aralık 1930 günü Ziya Gökalp ilkokulunu ziyaret ettikten sonra ayrıldığı Kırklareli 'nden  arabayla Edirne' ye geçer, fakat buradaki gezisi uzun sürmeyecektir. 22 Aralık' da duyulan acı haber herkesi dehşete düşürecek bir vahamettedir. Manisa Menemen'de Teğmen Kubilay'ın silahlanmış  gericiler tarafından katledilmesi üzerine Edirne gezisi yarıda kalır ve trenle İstanbul'a dönülür. Gazi'nin Trakya gezisine çıkarken gündemde olan Belediye seçimleri sonuçlarıyla ilgili sorunlara bir yenisi eklenmiştir. Serbest Cumhuriyet Fırka denemesinin tetiklediği olaylar, ülkede çok partili siyasi hayata geçme arzularını uzunca bir süre daha erteleyecektir. Bu gün siyasi yapımızda hala yaşanan sıkıntıların bir bölümü, bu süreçteki başarısızlıkların, yapısal engellerin, siyasi ve kültürel olgunlaşmadaki gecikmelerin eseridir denebilir. Bunun nedenlerinin analizi elbette yapılmalıdır. Amaç ülkemizin her yönden  modern, çağdaş bir yapıya kavuşması, akılcı, insan odaklı, toplumsal değerlere sorumluluk ve saygı ölçülerinde bağlı, olgun bir düzeye çıkartılması ise, Cumhuriyetin kurucu yıllarının hayal ve beklentilerini, sarf edilen gayretleri anlamak ve doğru yorumlamak durumundayız. 

Şimdiye kadar  halkevlerinin kuruluşuna giden tarihsel bağlamı anlatmaya çalıştım. Bu gün ise Halkevi düşüncesinin hedeflerini özetlemek istiyorum sizlere. 
Yazacaklarım, bu bölümden sonra anlatacağım kapanış hikayesi ile bitecek. Neden, nasıl bittiğini anlatırken belki de ne yapılmalıydı, nasıl olmalıydı gibi soruların da cevabını birlikte düşüneceğiz. 
                                  ***
Daha önce de belirtmiştim, Mustafa Kemal Atatürk Kırklareli'ne gelişinde deneyimlediği gibi, Türk Ocaklarının artık istenildiği gibi hizmet edemeyeceği konusunda  kesinleşmiş bir kanaate sahipti. 21 Aralık günü Yayla'ya çıkan yokuştaki Türk Ocağı binasında etrafındaki onu merakla dinleyen kalabalığa hitap ederken  adeta bir öğretmen gibiydi. Sorduğu sorularla görüşlerini almak istediği şahısları bir sınavdan geçirircesine tartıyor, hedefinin daha iyi anlaşılmasına çalışıyordu. Kafasındaki model farklıydı: toplumsal geleceğimiz  için milliyetçilik kadar önemli bir mesele olan kültürel değişimi sağlayacak çalışma biçimi ve örgütlenme tarzının inşa edilmesi. Bunu sağlayacak yeni bir bakışa ihtiyaç vardı. Ulusal egemenliğin güçlendirilmesi için halka yenilikçi, çağdaş bir yaşam kültürü kazandırılmalıydı. Kurulacak halkevleri bu  hedeflere yönelik bir modernleşme projesiydi. Bunun için halkın eski itikat ve değerlerini değiştirmeye yönelik bir kadro hareketi başlatılmalıydı. Türk Ocakları bunu bir yere kadar sağlayabilirdi, ama o güne kadar yaşanan tecrübeler Gazi'ye başka bir yol daha olması gerektiğini öğretmişti. 

Atatürk bir konuşmasında  halkevlerinin kuruluşunda benimsedikleri amacı şöyle anlatır:  
“Gençlik istikbalin ışığıdır. Gençlik mütemadiyen gelişen ve yetiştiren bir çalışmanın içinde yaşamalıdır. Millet, şuurlu, birbirini anlayan, birbirini seven, ideale bağlı bir halk kitlesi şeklinde teşkilatlandırılmalıdır. En kuvvetli ders vasıtalarına, en yetişkin muallim ordularına malik olmak kâfi değildir. Halkı yetiştirmek, halkı bir kitle haline getirmek için ayrıca bir halk mesaisinin tanzimini ihmal etmeyeceğiz. Silah kuvvetinden her türlü cebir ve meslek kuvvetinden daha müessir olan fikir kuvvetidir. Milletimizi bu sahada yetiştireceğiz. Bunu halkevleri yapacaktır.”

Atatürk'ün kuruluş tüzüğüne de giren,  Halkevlerinin açılmasında beklenen hedefleri şunlardır:

"Devrimlerin niteliğinin ve amaçlarının bilinçli algılanıp benimsenmesini değer yargılarının buna uyumlu gelişme sürecine girmesi, yeni değer yargılarının oluşması, doğu kültüründen batı kültürüne geçişte kültür, sanat, spor ve yazının etkinlerine katkıda bulunarak halka gönüllü hizmet sunulması”.

Halkevleri açılması için hazırlıklar yapılırken dünyada da buna benzer faaliyetler incelenmiş, bunlardan yararlanmak üzere konusunda uzman kişilere görevler verilmiş, seyahatlerin sonuçlarına dair sunumlar yapılmıştır. 

Bu yıllarda Almanya'da Yurttaş evi ve Hemşeri evi biçiminde yapılanmalar vardı. Her türlü toplantı ve çalışmaların yapıldığı  bu merkezlerin yanı sıra, köylerde bunlara benzer  toplum evleri faaliyet göstermekteydi. İtalya’da ise, 5 yaşından itibaren ailelerinden alınan kız ve erkek çocukları “Balilla”  ve “Piccole” teşkilatları içerisinde eğitilirdi. Kadınlara ise ayrıca biçki dikiş ve hastabakıcılık eğitimleri veriliyordu. 
Ancak Cumhuriyet yönetimine bu örnekler değil, İsviçre'de ki uygulamalar etkili olmuştur. Selim Sırrı İsveç’e, Vildan Aşır ise  Orta Avrupa ülkelerine gönderilir, oradaki kurumlar hakkında araştırmalar yapmaları istenir. 

Sonuç olarak Halkevleri, Ulus  bilinci içinde yaşayarak Cumhuriyetin ortak idealleri etrafında birlikte hareket eden;  "kültür, ülkü, amaç ve düşünce birliği gösteren bir toplum" olmayı sağlamak için kurulurlar. Halkevleri, köy ve kent halkı arasındaki kenetlenme  ile  toplumsal ilişkileri düzenleyecek, geliştirecek, aralarındaki kaynaşmayı sağlayacaktır. 

Halkevlerinin, 10–18 Mayıs 1931 tarihleri arasında yapılan Cumhuriyet Halk Partisi’nin 3. büyük kongresinde kurulması kararlaştırılmış, gerekli altyapının tamamlanması ile  ancak   19 Şubat 1932 tarihinde fiilen faaliyete çeçmiştir.
 Halkevleri, Cumhuriyet Halk Partisi Kâtibi Umumiliği’nin parti örgütlerine gönderdiği  parti genel yönetim kurulunca hazırlanan ve genel başkanlıkça onaylanan bir talimatname ile kurulmuştur. Başka bir yasal dayanağı olmayan halkevleri  kapanacağı  1951 yılına kadar da  hep talimatnamelerle yönetilmişlerdir. Yasal kimliğin bu haliyle kalması ilginçtir. Halkevleri yasalarda tarifi yapılan bir kimliğe sahip olamadıkları için doğrudan  bağış ve aidat toplayamamışlardır. Bütün yardımlar CHP
kanalıyla gerçekleşmiş ve taşınmaz mallar CHP adına tapuya kaydedilmiştir. Yasal kimliğe sahip olma konusundaki eksikliklikler 1950 seçimleri sonrası alevlenen  halkevleri karşıtı hareketlerince  olumsuz yönde kullanılacaktır. 
Böylece Halkevleri için anlatacaklarımın sonuna yaklaştık. Bundan sonraki son bölümde hepinizin tahmin eceği kapanış nedenleri ile ilgili son bilgileri aktaracağım. 


KIRKLARELİ HALKEVİ: KURULUŞU VE KAPANIŞ NEDENLERİ(3)

Akın Güre

Gazi Mustafa Kemal 19 Aralık 1930 akşamı soğuk bir kış günü Sirkeci'den ayrılarak planlandığından daha kısa sürecek Trakya gezisine çıkar. Gece yol boyunca geçtiği kasaba ve köylerde yağmur altında bekleyen halk  Gazi paşalarını görme heyecanı ile yolllara dökülmüşlerdir. Gazinin geçtiği her yerde sevinç gösterileri ile coşkulu bir kalabalık vardır. Tren sabaha karşı Alpullu'ya ulaşır. İlginçtir, tren ondan önce geçtiği yer olan Lüleburgaz istasyonunda  durmamıştır. Mustafa Kemal Fabrikayı gezdikten sonra öğle saatlerinde Kırklareli'ye gitmek üzere yola koyulur ve saat 15 civarında şehrimize gelir. Büyük bir kalabalık istasyonu doldurmuştur. Kalabalık yine ötekiler gibi oldukça coşkuludur. Gazi önce Valiliği, askeri Komutanlığı ve  Belediye'yi ziyaret eder, daha sonra CHP İl binasına gelir. Burada konumuzla ilgili  hususa yoğunlaşmak üzere bu ziyaretin detaylarına girmiyorum. Demek istediğim şu ki Gazi Trakya gezisini Kırklareli Vilayeti ile başlatırken aklından geçen soruların cevabını merak etmektedir. Geziye çıkmasında en önemli neden, geziden çok kısa süre önce kurucu Fethi Beyin "Çok iyi niyetlerle ve Cumhuriyetimizin gelişmesine katkı sunması amacıyla kurduğmuz partimizin yönetimi bizim irademizin dışına taşırılmıştır. SCF’nın Cumhuriyetimize yararı değil, zararı dokunacağına inandığımdan, partiyi feshetmek  mecburiyetindeyim" diyerek kapattığı Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın  göstermiş olduğu başarının nedenlerini öğrenmek istemesidir.
CHP İl yöneticileriyle yaptığı toplantıda bunu tartışmadan önce belli ki önüne  önceden gelen raporları okumuştur. Sorduğu sorulardan hoşnut kalmadığı aşikardır.  O gün, köylerden ve  kasabalarda gelen parti temsilcileriyle hararetli tartışmalar yapılır. Gazi  üzülmekte haklıdır. CHP' lilerin yeteri kadar çalışmamadığını öğrendiği belediye seçimlerinde Lüleburgaz, Vize, Pınarhisar, Üsküp gibi yerlerde kaybedilmesi canını sıkmıştır. Beraberindeki heyette bulunan Dahiliye Vekili Şükrü Kaya aynı gün Başbakan İsmet (İnönü) Beye çektiği telgrafta, Gazi'nin yaptığı temasları bildirir. Serbest Fırkanın nasıl kurulduğunu, seçimlerde nasıl çalıştıklarını anlatırken  kullandığı usulleri Gazi şiddetle tenkit etmiştir. Bu konuda belli ki CHP 'ye de mesaj vermektedir. Şükrü Kaya, telgrafında, Gazi' nin Halk Fırkasının sorumluluklarını hatırlattığını  ve cumhuriyetin kollanması, laikliğin korunması için partinin tuttuğu yolda durmaksızın yürüyeceğini söylediğini yazar. 
Gazi Mustafa Kemal Kırklareli'ne gelmeden önce İstanbul'da Türk Ocakları' na bir ziyaret yapar. Buraya geldiğinin ikinci günü gittiği yer yine Türk Ocakları binası olacaktır. Belli ki kendisi gelinen noktada bu kuruluşun da tutunduğu tavırlarlardan hoşnut değildir. Türk Ocakları uygulamaya sokulan devrim niteliğindeki yeniliklerin sahiplenilmesi, kök salması yönünde önemli destekler sağlamış  sayılsa da Gazi Mustafa Kemal'in kafasında bundan sonra gidilecek yolda güven verecek başka bir teşkilatlanmanın esaslarını oluşturma arzusu vardır. 
Nitekim daha 1927 yılında Türk Ocaklarının programlarında yapılan düzenlemeler ile  milliyetçilik anlayışlarındaki aşırıklar giderilmeye çalışılmış, teşkilat giderek CHP 'nin bir gençlik kolu gibi çalışmaya başlamıştır. 
Ancak Başkan Hamdullah Suphi' nin konuşmaları rahatsızlığı arttıracak boyutlardadır. Kendisi o yıllarda Avrupa’da yükselen faşizmin tesiri altındadır. Yapığı konuşmalarda İtalyan faşist partisinin milliyetperver tarzını örnek almaktadır. Bu da yetmez, Ocakların bazı bölgelerde Serbest Cumhuriyet Fırkası’yla işbirliği yapması kafaları karıştırır, kuşkuları çoğaltır. Hatta Kırklareli'nde Boşnak ve Pomak kesimlere karşı gösterilen şovenist duruşlar ülke siyaseti ile bağdaşmadığı gibi o sıralar aramızın iyi olduğu Sovyetler Birliği ile ilkişkiler açısından da rahatsızlık vericidir. 
Bütün bunlara bakınca devletin, halkçılık ve milliyetçilik ülkülerinin birlikte ele alındığı ve tek merkezden yönetildiği yeni bir teşkilatlanmaya gidilmesi kaçınılmazdır. 
Gazi Mustafa Kemal'in önderlik edeceği adımlar bu hazırlıkların yoğunlaştırılması yönünde olacaktır bundan sonra. Halkevlerinin kuruluş kararı böyle bir sürecin başlamasının eseridir.


Açıklamalar: Fotoğraf Kırklareli Halkevi önünde oturanlar. Sağ baştan ikincisi dedem Şevki Güre. İkinci fotoğraf daha önce Kırklareli Kent Konseyince paylaşılan, fakat  tarihçi Ali Arslan beyin arşivinden alınan bir fotoğraf. Yazımdaki Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'nın Başbakan İsmet beye çektiği telgraf.

KIRKLARELİ HALKEVİ: KURULUŞU VE KAPANIŞ NEDENLERİ(2)

Akın Güre

1929 yılı dünyada büyük bir ekonomik krizin yaşandığı bir dönemdir. Kapitalist sistemin geçirdiği bu ağır bunalımın sonuçları bütün ülkelerde hissedilir. Büyük bunalım  50 milyon insanın işsiz kalmasına, yeryüzündeki toplam üretimin %42 oranında ve dünya ticaretinin de %65 oranında azalmasına neden olmuştur. 
Ekonomideki bu dibe vuruş Avrupa’da faşist partilerin güçlenme sürecini tetikler. Dünya giderek yeni bir savaşın eşiğine doğru sürüklenecektir. Lozan Antlaşmasını yaparak bağımsızlık savaşını taçlandıran Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı'dan miras kalan Düyun-u Umumiye borçlarını ödemeyi üstlenmiştir ve ilk taksit 1929 yılında başlamıştır. O yıllarda  ülkede henüz sanayi girişimleri hızlanmamıştır. 1923'den sonra kurulan tekstil ve şeker fabrikaları dışında devletçi  uygulamalar  yetersizdir. Bunalım Türkiye ekonomisine ağır bir darbe indirir. Özellikle tarım kesimi dünya tarım fiyatlarının gerilemesi nedeniyle fakirleşir. Öte yandan devlet ödemeler dengesi sıkıntısı çekmekte, Lozan Antlaşması nedeniyle de yeni vergileri devreye sokmakta zorlanmaktadır. Halkın artan  yoksulluğu şikayet ve huzursuzlukları da peşinden getirmekte, tek parti yönetimine yönelik eleştiriler çoğalmaktadır. Yaşanılan bu dönem siyasi bir atılım için ülkede başlayan radikal değişimlerin başarılmasını güçleştirecek riskleri de barındırmaktadır. Nitekim İsmet İnönü başkanlığındaki Hükümete yönelik suçlamalar  yaşanan ekonomik  başarısızlıklar nedeniyle sertleşme eğiliminde ise de bunun toplumsal yansımaları ideolojik ve kültürel yönleriyle endişeler doğrucak bir kopma anlamına gelmektedir. 
Gazi Mustafa Kemal başlarda yeni bir muhalefet partinin kurulması için talimat sayılacak tarzda bir müdahalede bulunmuş ve Serbest Cumhuriyet Fırkasının kuruluşu için arkadaşı Fethi (Okyar) beyi görevlendirmiştir.
Fethi bey Gazi'ye yazdığı 9 Ağustos 1930 tarihli mektubunda özetle, iç huzursuzlukla ilgili sıkıntının ekonomik ve mali durumdaki bunalımdan kaynaklandığını, bu durumun ise beş yıldan beri izlenen ekonomik ve mali politikadan ileri geldiğini savunmaktır. Hükümet'in gereksiz harcamalar yaptığını, halktan dayanamayacağı dayanılması güç ağır vergiler aldığını, yerli üreticileri kollamadığını söyler. Bütün bu nedenlerle köylünün ve halkın  çabalarına rağmen meydana çıkan sonucun hoşnutluk verici olmadığını savunur. Cumhuriyet idaresinin devamlı olabilmesi için millet işlerinde tartışma özgürlüğünün gerektiğini hatırlatır ve bütün bunlardan ötürü laik olan ve fakat Cumhuriyet Halk Partisi'nin mali ve iktisadi, iç ve dış politikasının bir çok noktalarına karşı çıkacak ayrı bir parti ile siyasi mücadele sahnesine atılmak isteğini vurgular. 
Gazi Mustafa Kemal'in ülkedeki huzursuzluğun demokratik yollardan giderilmesine yönelik bir çare olarak çok partili bir rejime geçişi teşvik etmesi ülkenin o yıllarda yaşamış olduğu çok yönlü krizin yönetimi açısından ibret alınacak bir yaklaşım olsa gerek. 

Ancak beklentinin bu almasına karşılık yapılan denemenin sonuçları istenildiği gibi olmayacaktır ne yazık ki. 

Serbest Cumhuriyet Fırkası siyasi hayata katıldıktan kısa bir süre sonra, katıldığı belediye başkanları seçimlerinde umulunanın üzerinde bir başarı kazanmasına rağmen kapanmak zorunda kalır.

Bunun nedenlerinin anlatılması burada konunun bütün detayları ile irdelenmesini gerektirdiği için sizleri yormak istemiyor ve kısaca özetleyerek geçiyorum. Sonuçta Serbest Fırka denemesi Cumhuriyet Halk Partisinin daha iyi çalışması, eksikliklerinin kavranması, mecliste bunu sağlayacak bir denetim ve kontrol  sisteminin işlemesini sağlamak için düşünülse de gelinen noktada yaşananlar bu amacın sağlanmasında yeterli koşulların hazır olmadığı gibi bir kanaati doğurur. 

Belediye seçimlerinde alınan sonuçların şaşırtıcılığı kadar Serbest Fırka'ya karşı gösterilen büyük ilginin yarattığı endişeler cumhuriyet devrimlerinin geleceğine gölge düşürmek gibi değerlendirilir. Gazi Mustafa Kamal'in Anadolu’da devam eden seçim sonrası gezisinde uğradığı Samsun bu açıdan düşündürücü bir örnektir. Kurtuluş Savaşı mücadelesinin başlangıcı olan Samsun'da belediye başkanlığı seçimini Serbest Fırka adayı kazanmıştır. Gazi Mustafa Kemal Samsun'dan Trakya' ya yönelirken ilk ziyaret edilecek şehir olarak Kırklareli'ni seçer. Çünkü aynı seçimlerde kaybedilen yerlerden birisi de burasıdır ve Gazi bunun nedenlerini yapacağı incelemeler ile öğrenmek ve topluma bazı mesajlar vermek istemektedir. 


KIRKLARELİ HALKEVİ: KURULUŞU VE KAPANIŞ NEDENLERİ(1)

Akın Güre

Kırklareli'nin tarihe gömülü geçmişinde dolaşmak için elimizde çok azı kalan binalardan birisi de bugün sessiz sedasız bir halde artık eski canlılığını yitirmiş bir parkın arkalarında, ağaçların arasında bir uykuya dalmış gibidir. Bu bina ötekilerden biraz farklıdır. Mesela Yayla mahallesinde restorasyonu bittikten sonra bir kent Müzesi havası kazandırılan eski Türk ocağı biinasının tarzında değildir. Ya da biraz ilerisinde hala ihtişamını koruyan, adını bir akıncı kahramanından almış tarihi bir mektep olan Kocahıdır İlkokulu binasına da benzemez. Çünku bu bina erken Cumhuriyet döneminin mimari tarzına, anlayışına uygun olarak yapılmış, modern Türk mimarisine ait bir örnektir. 

Evet, tahmin edeceğiniz gibi Kırklareli, Halkevi binasını anlatmaya, çalışıyorum. 

Kırklareli Kent belleğini yaşatacak zengin mimari dokuya ne yazık ki pek sahip olabilmiş bir kent değildir. Bunun nedenlerini belki başka bir fırsatta konuşabiliriz, ama asıl üzülecek husus sayıları az bu tür binaların da kimliğini, değerini yeni kuşaklara aktarabilmeyi pek beceremediğimizdir. Oysa 1937-1939 yılları arasında inşaatı tamamlanmış, yaklaşık 80 yıllık bir ömrü olan bu bina Cumhuriyet tarihimizin sembolik bir anıtı gibidir. Hatta benim gibilerin çocukluk yıllarının anılarında yaşayan haliyle düşünüldüğünde hala güncel değerinden bir şey yitirmiş sayılmaz. Bir çoğumuzun babalarının, tanıdıklarının bu binaların merdivenlerinde çekilmiş  kutlama törenlerine ait toplu fotoğrafları albümlerde nefes almaya devam ediyordur  belki de. Binanın önündeki geniş merdivenin uzun basamaklarından inilerek girilen Şevket Dingiloğlu parkınında oturanların sesleri şimdi bu derin uykuya dalmış binanın duvarlarında yankılanmaz artık. Her yerde benzer bir sessizlik, bir bekleyiş vardır. Ana caddeden Parkın içine adım atarken sizi karşılayan yalnızlık duygusu da buna eşlik eder. Ama bütün bunlara rağmen Atatürk heykelinin yanından geçip  parkın içine doğru yürüdüğünüzde karşılaştığınız manzara hala kendi diliyle sizlere anlamlı bir şeyler fısıldar. Gelin bu fısıltıyı birlikte dinleyelim. 

                                           ***

Halkevleri neden düşünüldü, nasıl bir ihtiyaçtan doğdu? Bu soruların cevaplarını aradığınızda aslında Cumhuriyet Tarihimizin en önemli konularının arasına dalmış olursunuz birden bire. Halkevlerinin kuruluş yılları 1932 yılının başlarıdır. Ondan önce Millet Mektepleri diye adı geçen öncül girişimler de olmuştur. Fakat Halkevleri sayıları 479'u bulan yaygın bir teşkilatlanmanın eseri olarak karşımıza çıkar.  İlk anda Halkevleri açılan ilk 14 il (İstanbul, Bursa, Eskişehir Denizli, İzmir, Çanakkale, Konya, Diyarbakır, Malatya, Samsun, Afyon, Ankara, Aydın, Bolu) arasında Kırklareli hemen yer almasa da aynı yıl içinde 24 Haziran1932 tarihinde burada Halkevi açılır.Bir ilde Halkevi açabilmek için en az üç faaliyet kolunun aktif hale getirilmiş olması gerekiyordu  çünkü. Mesela Kırklareli Halkevi ilk kuruluş yıllarında üç şubede faaliyet gösterebilmiştir. Sadece Spor, Kütüphane ve Müzik kolunun Bando takımı etkin olabilmiş, ilerleyen yıllarda da mevcut olanaklarını sonuna kadar kullanarak büyük gelişmeler kaydedebilmiştir. 

Burada hemen hatırlatmakta fayda var, Halkevleri 1931 yılının şubat ayında kapatılan Türkocakları yerine kurulmuştur. O zamana kadar Halkevlerinin üstleneceği görevleri Türkocakları yapıyordu. Peki neden bundan vazgeçilmiştir? 

Bu sorunun cevabını bulmak için Atatürk'ün 20 Aralık 1930 tarihinde Kırklareli'ne gelişinde yaptığı konuşmalara bakmak gerekir. O zaman da  Gazi Mustafa Kemal'in  Trakya gezisine hangi nedenlerle çıktığını anlatmakta  fayda var. Buradan yola çıkıp halkevlerinin arkasında yatan siyasi, toplumsal olguları ve gelişmeleri dünyada da olup bitenlerin çerçevelediği bir pencereden anlatmaya çalışacağız. 


100 YILLIK FRANSIZ KLASİĞİNİ UNUTMAYALIM

Ahmet Rodopman


Günümüzden 100 yıl kadar önce takvimler 1918 yılının 30 Ekim’ ini gösterirken 1. Dünya Savaşından yenik olarak çıkan Osmanlı Devletinin imzalamak zorunda kaldığı kötü şartlarla dolu Mondros Silah Bırakma Antlaşmasının yapıldığı tarih. İnsanın içi acıyarak yazarken bu tarihi, ardından gelecek olumsuzlukları hissediyor olması daha da acı. Çoğumuzun bildiği Mondros Mütarekesinin 15. Maddesinde yer alan ‘’ Bütün demir yollarında itilaf devletleri kontrol subayları görevlendirilecektir’’ hükmü Trakya’daki demir yollarını ve dolayısı ile de Kırklareli’ne ulaşan demir yolu hattını da kapsıyordu. Durumdan yaralanmak isteyen Fransa, her zaman, her yerde yaptığı gibi mütarekenin bu maddesine dayanarak, önceliği almak için 4 Kasım 1918 de, Uzunköprü- Sirkeci demir yolu hattını işgal etmiştir. Bununla da kalmamış, hattın işletmesine de el koyarak, işgal için bütün ihtiyaçları Osmanlı Devleti tarafından karşılanmak üzere 50 subay ve 3.000 asker görevlendirmiştir. Böylece, Alpullu İstasyonundan Kırklareli’ ye bağlanan demir yolu ulaşımı da bu durumdan olumsuz etkilenmiştir.Ne ilginç bir gelişmedir ki Fransızlar,aynı Batı Trakya’ da olduğu bir yıl gibi kısa bir zaman sonra yerlerini Yunan Kuvvetlerine bırakarak, İstanbul işgaline katılanları güçlendirmek için İstanbul’ a gitmişlerdir. Trakya’ yı boydan boya geçen demiryolunu kontrol altına alan Yunanlılar, sivil ve askeri baskılarını bu yolla da giderek arttırmışlardır. Hem de giderlerini Osmanlılara ödettirerek. Gelen günlerde, demiryollarının Yunan Kuvvetlerince denetim altına alınması, Kırklareli ve Edirne’nin İstanbul ile iletişimini, insan ve ürün sevklerini etkilemiş. İşgal sonuna kadar ciddi sürtüşmelerin çıkmasına neden olmuştur.

Bir çoğumuzun Müzik Yarışmalarının yapıldığı kent olarak hatırladığımız İtalya’ nın Sanremo şehrinde 18-23 Nisan 1920 tarihinde toplanan ülkeler, Osmanlı İmparatorluğunu parçalanma kararı alırlarken, Sevr Antlaşmasının da maddelerini belirlemişler, bu toplantılarda, Batı ve Doğu Trakya topraklarının Yunanista’ a bırakılma kararının çıkmasıyla da Yunan Kuvvetleri Trakya’ yı işgale başlamışlardır ve gerek Kırklareli’ miz, gerekse Trakya’mız için acılı ve zor günler başlamıştır.

Günümüzde, özellikle de Doğu Akdeniz konularında yine ön plana çıkan Fransa’ nın, geçmişte yaşattığı olumsuzlukları hatırlayarak, özellikle de Ege ve Akdeniz de bulunan adalara ait istek ve oldu bitti uygulamalarına çok dikkat edilmelidir kanaatindeyim.

Yararlanılan Kaynaklar:

1- Özgür MERT – İşgalden Kurtuluşa Doğu Trakya

Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi – Ankara-2016

2- Doğruöz, V. Türkan, Milli Mücadelede Kırklareli, Kırklareli, 2005.

3 - Nafiz Karaçam – Efsaneden Gerçeğe Kırklareli – Kırklareli 1995


100 YIL ÖNCE TRAKYA’ DA YAŞANAN YUNAN İŞGALİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Ahmet Rodopman

I.Dünya Savaşının, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ile sona ermesinden sonra olaylar öylesine hızlı bir şekilde gelişiyor ve insanlar büyük bir belirsizlik ve karmaşa içerisinde kalıyorlar ki o günlere ait belge ve bilgilere ulaşabilmek çok zor oluyor. Genellikle yakın tarihimiz ile ilgili çalışmalarda, 15 Mayıs 1919 da İzmir’e Yunan Kuvvetlerinin çıkışıyla başlayan Anadolu İşgali ve batı Anadolu’ da Yunan güçleri ile yapılan çatışma ve savaşlara ağırlık verilmiştir. Yunan Hükümeti de Trakya’ yı nasıl olsa kolay ele geçiririz diye düşünmüş olacaklar ki Anadolu’ da daha fazla silahlı direniş göreceklerini tasarlayıp güçlerinin büyük bir kısmını Batı Anadolu’ ya göndermişlerdir.
Ancak  Yunan Kuvvetlerinin beklediklerinden daha hızlı bir şekilde Anadolu’ nun içlerine doğru ilerlemeleri ve Afyon’ un alınmasından umutlanıp, fazla getirdiğimiz askerlerin bir kısmı ile de Trakya’yı da işgal etme hevesine kapılmışlardır. Bunun için de Bursa ve Mudanya ‘ da bulunan İzmir Tümenlerini deniz yolu ile Tekirdağ ve civarına çıkarıp, Meriç Nehrinin batısında bulunan 9. Tümen ve İskeçe  Tümenleri ile de nehir geçilip Edirne üzerinden Trakya’ nın işgali sağlamak üzerine planlar kurmuşlardır.
Bu zaman içerisinde Trakya haklıda boş durmamış, Sivas Kongresi öncesinde Edirne ‘ de toplanan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ ileri gelenleri, artık açıkça belli olan Yunan İşgaline karşı savunma ve karşı koyma girişimlerini başlatmışlardır. Bunun için önce Trakya Paşaeli Cemiyeti ve Trakya Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurulmuş, ardından bu iki cemiyet birleşerek Trakya Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak birlikte hareket etmeye başlamışlardır. Sivas Kongresinde de Mustafa Kemal Atatürk’ ün vatan savunması bir bütündür. Birlikte mücadele edilmesi gerekir önerisiyle Anadolu Trakya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismini alarak çalışmalarını sürdürmüştür. Fakat İstanbul’ da ki Osmanlı hükümetlerinden olumlu bir davranış ve destek görülemeyince oluşturulan heyetlerle Roma ve Paris’ e gidilmiş, Trakya’da Türk ve Müslüman halk çoğunluğu olması nedeniyle işgal edilmemesi gerektiği anlatılmış ancak ne yazık ki bir faydası olmamıştır. Bu arada Fransızlar Doğu Trakya’ da Fransız mandasına benzer bir idare kurulmasını çok istemişler ancak Fransa’ nın daha önce de bu gibi durumlarda(tren yollarının Yunanlılar' a bırakılması gibi) oyunlar oynayabilecekleri düşünülerek vazgeçilmiştir. Özellikle Kırklareli halkı daha önceki yabancı işgallerin yarattığı sorunları bildiklerinden büyük oranda yerlerini yurtlarını terk edip İstanbul ve oradan da Anadolu’ya gitmek için çaresizlik içinde  yollara düşmüşlerdir. Tabii daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi Trakya Demir yolları Fransızlar tarafından Yunanlara bırakıldığı için tren yollarında bir çok sorun, işkence ve zulümle karşılaşmışlardır.
16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’ un işgal edilmesi ile de Trakya’da Yunan kuvvetlerinin kötü davranışları daha da artmış, gerek şehirlerde gerekse köy ve kasabalarda büyük bir moral bozukluğu ve çaresizlik hakim olmuştur. Bir kısım genç silahlanarak Vize, Saray ve Demirköy civarlarında dağlara ve ormanlara çıkmış, Yunan Kuvvetlerine vur kaç düzenindeki hareketleri ile önemli kayıplar verdirmişlerdir. Bu davranışları da Yunan birliklerinin Trakya’ da tutulup Anadolu’ ya kaydırılmasını önleyerek Milli Mücadelenin kazanılmasına katkı sağlamıştır.
Yunan Hükümeti Doğu Trakya’yı işgale karar verince bu göreve General Zimvrakakis getirilmiş ve yapılan planları uygulamak üzere, Mudanya’ da topladıkları yaklaşık 35.000 kişilik birliklerini,  19 Temmuz 1920’de 17 vapura bindirilerek bir zırhlı ve bir İngiliz muharebe gemisi ile 4 Yunan muhribi bir de  uçak gemisi koruyuculuğu altında Marmara Ereğlisi ve Tekirdağ sahillerine taşınmış ve 20 Temmuz 1920 sabahı iki koldan Trakya’ nın işgaline başlanmıştır. Çıkarma başlamadan önce Yunan gemilerinden sahilde ki yerleşim yerleri top ateşine tutulmuş, ardından karaya çıkan birlikler, Hayrabolu, Keşan, Uzunköprü üzerinden Edirne’ ye ulaşmış, diğer kolda  Muratlı, Çorlu, Lüleburgaz, Babaeski, Pınarhisar üzerinden Kırklareli’ ye varmıştır. Yunan birliklerinin Trakya il ve ilçelerini işgal tarihleri sırası ile; Lüleburgaz 22. Temmuz 1920 , Babaeski 24. Temmuz 1920, Pınarhisar 25. Temmuz 1920, Kırklareli 26. Temmuz 1920, Demirköy 27. Temmuz 1920, Vize 27 Temmuz 1920, Midye(Kıyıköy) 1 Ağustos 1920, Saray 6 Ağustos !920
Yunan işgalinde önce moral ardından fizik olarak göçen 1. Kolordu, Trakya Kumandanı olarak nitelenen Cafer Tayyar Paşa’ nın Havsa civarında yaralanıp düşmana esir düştüğü haberleri ile iyice dağılmış, subay ve askerler firar ederek mevzilerini terk etmiş, belirli noktalar dışında önemli bir direniş görmeksizin Yunan birlikleri bir hafta içinde bütün Trakya’ yı işgal etmişlerdir. Direnen askeri birlikler taşıyabildikleri kadar silah ve mühimmatla Bulgaristan sınırını geçip, Bulgaristan’a sığınmışlar, keza Trakya Paşaeli Cemiyetinin yöneticileri ve sınır köylerinde ki bir kısım halkta Bulgaristan’ a sığınarak
canlarını kurtarmışlardır. Ancak bu sığınmacılar içinde gelen günler cok zor ve büyük sıkıntılarla geçebilmiştir. Ancak dayanabilenler, iki yıl gibi bir süre sonra Yunanlılar çekilince yurda dönebilmişlerdir.
Türk ulusunun 1919-1922 yılları arasında canını dişine takarak verdiği varoluş savaşını, emperyalist devletlerin kışkırtması ile yurdumuzu işgale gelip iki yıl içinde Anadolu ve Trakya halkına yapmadığı zulmü kalmayan Yunan kuvvetlerinin İzmir’ de denize dökülmeleri ile yenilip, ülkemizi terk etmeleri ile 3 Ekim 1922 tarihinde yapılan Mondros Mütarekesi  sonucunda işgal ettikleri bütün beldeleri en kısa zamda teslim etme şartı gereği önce Fransız güçlerine bırakmaya başlamışlardır. Kırklareli’ yi de Yunanlılar giderlerken Fransız’ lara bırakmış, ancak üç dört gün sonra Fransız bayrağı indirilerek, Hükumet Konağına Türk Bayrağı çekilip, Türk yöneticilerin iş başına geçmeleri ile bu zulüm süreci sona ermiştir. Bu işgalin yerli halk adına çok büyük yıkımları olmuştur. En az 40 köyün yakıldığının belgelenmesi bile durumun ne denli vahim olduğunu göstermektedir.
Çok çok kısaltarak, hatta pek çok olayı atlayarak yazabildiğim Trakya’ da Yunan işgali, sanırım pek çoğumuzun okul kitaplarında veya sıradan basılı kaynaklarda rastlamadığı veya dikkatini çekmediği bir konudur. Tarihimizin çok ta uzak olmayan bir bölümünde, doğup büyüdüğümüz, yaşadığımız bu topraklarda henüz 100 yıl önce babalarımızın, dedelerimizin, ninelerimizin yaşadığı o acılı, yakıcı günleri unutmamak, unutturmamak için son 200 yılı konu alan uluslar arası olayları inceden inceye araştırırken çoğu yerde, okuduklarımdan gözlerim yaşarıyor, boğazım düğümleniyor. Ama yazmaya, anlatmaya özen gösteriyorum. Özellikle gençlerin o günleri, yöneticilerin ve halkın yaptığı yanlışlarla,
toplumların ne denli zor koşullara sürüklendiklerini bilip anlamasını, bir daha da tekrarlanmamasını istediğim için bu konuların üzerinde önemle duruyorum.
1829 Osmanlı-Rus Savaşından başlamak üzere, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı, Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşları, II. Dünya Savaşı ve yaşananlarını usumda canlandırdıkça Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ ün bir asker, bir dahi devlet adamı olarak savaş ile ilgili söylediği o büyük sözü olan ‘’ Savaş, zorunlu olmadıkça cinayettir. Yurtta Barış, Dünyada Barış’’ deyişi daha da büyüyor gözümde. Bugün huzur içinde Yayla’ da Mehmet Akyürek Parkında oturuyorsak, çok değil daha 100 yıl önce kan, ter içinde çarpışan, şehit olan, veya yaralanıp Gazi kalan, canından ,malından olan herkese ama başta Mustafa Kemal Atatürk’ e sonsuz , saygı, sevgi ve minnet duygularımı sunar, aziz hatıralarının önünde eğilerek, ruhlarının şad olmasını, huzurla, ışıklar içinde yatmalarını dilerim.

Yararlanılan Kaynaklar:
1 – MİLLİ MÜCADELEDE KIRKLARELİ
V. Türkan Doğruöz – Doktora Tezi –Kırklareli-2005
2 - TRAKYA PAŞAELİ CEMİYETİ VE LÜLEBURGAZ–EDİRNE KONGRELERİ
Akif Çevik -  Yüksek Lisans Tezi - Edirne-2015
3 – BALKANLARIN TARİHİ
Georges Castellan –Milliyet Yayınları –İstanbul 1995
4  - ANADOLU, RUMELİ , SONRASI …
Amiral Çetinkaya Apatay – İstanbul 2000

KIRKLARELİLİ BİR AYDIN, SİYASETÇİ, CEMİYET İNSANI:DR. FUAD UMAY(1)

Akın Güre

Bu gün sizlere  genç kuşakların  tanıdığını pek sanmadığım, Kırklareli'nde doğmuş, yetişmiş, yaşadığı topraklara ve ülkesine hizmetleriyle tanınmış, saygı duyulmuş değerli bir isimden bahsedeceğim. Bu kişi Dr. Mehmet Fuad Umay'dır.
Ben tarihin içinde dolaşırken, okudukça edindiğim  bilgilerden günümüze ait sonuçlar çıkarmayı çok önemli buluyorum. Daha önceki yazılarımda da yaptığım gibi, şimdi anlatmaya başlayacağım  konuda da aynı yaklaşımı sürdürmeyi  tercih ettim. 
Şimdi Dr. Mehmet Fuat Beyi anlatmazdan önce sizi bir Kırklareli sokağına götüreceğim.  Benim ve çoğumuzun okuduğu Kırklareli Atatürk Lisesi okul merdivenlerinden tırmanıp yolun sonuna kadar ilerleyin. Önünüze çıkan sokağın adı Dr. Fuat Umay Sokağıdır. Sağa saparsanız  sokağın bir ucu Yayla mahallesine çıkar. Sola saparsanız bir süredir Huzur Evi olarak kullanılan, güzelliği ağaçlar arasında saklı kalmış, oldukça eski bir binayla karşılaşırsınız. Bu bina bir zamanlar Çocuk Yetiştirme Yurdu olarak kullanılmıştır. 1944 yılında açılışı yapılan Çocuk Yurdu, büyüklüğü  ve binanın şıklığı ile adını duyurmuş bir yerdir. Adı  o yıllarda  Himaye-i Etfal Cemiyeti diye geçen Çocuk Esirgeme Kurumu' nun temelleri şehrimizde atılmıştır. Dr. Fuat Umay bu Cemiyetin kuruluşunda önderlik etmiş biri. Daha 1917 yıllarında Kırklareli'nde kimsesiz, bakıma muhtaç çocuklara gösterilen duyarlılığın sonucu, dönemin Valisi Kemal Bey' tarafından bir çocuk yurdunun açılmasına karar verilse de  binanın inşaatı uzun süre tamamlanamaz. Araya işgal yılları ve sonra da İkinci Dünya Savaşı girince iş uzar, Çocuk Yuvası geçici olarak başka yerlerde faaliyetine devam eder. Ancak 1944 yılına gelindiğinde Kırklareli Milletvekili ve Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanı olan Dr. Fuad Umay'ın girişimleri ile engeller aşılır ve bina tamamlanır. Çocuk Yuvası yeni bir binaya kavuşuncaya kadar uzun yıllar burada hizmet verecektir. 

Dr. Fuat Umay'ın değerini anlamak için  bu günlere bakmak gerek. Çünkü o çocuklara verdiği öncelikler ile tanındı hep. Atatürk 1934'de  ona Umay soyadını verirken onun bu yönünü ne kadar önemsediğini  göstermişti. Bu günlere geldiğimizde çocuk sorunu hala eğitimden sağlığa, toplumsal konularımızın ön sıralarını doldurmaya devam ediyor. Yardıma, korunmaya  muhtaç, şiddete maruz kalan, cinsel istismara uğrayan çocukların varlığı Dr. Fuad Umay gibi insanların yaptıklarını daha anlamlı kılıyor. 

İşte Dr. Fuad Umay, böyle bir konu başlığının altını doldurmak için daha önce yapılanları, bunu kendine mesele edinen insanları, bu yolda ilkeli adımları atanları anlatmak   isteyenlerin aklına ilk gelecek kişi olmalı. 

İşe  onun hayat hikayesini özetleyerek başlamak gerekiyor. Doğduğu ve okul sonrası mesleki hayatının aynı şehirde geçtiği az sayıda Kırklarelili bir aydın ve cemiyet insanıdır Dr. Mehmet Fuad Umay. 24 Şubat 1885 tarihinde, adı o zamanlar  Kırkkilise olan Kırklareli’de doğmuştur. Babası Mehmet Nuri Bey, annesi ise Seniyye Hanımdır. Doğduğu günler  Osmanlı Devletinin sancılı yıllarının başladığı, sosyal hayatı derinden etkiliyen yenilgilerin, işgallerin sonrasında göçlerine başladığı acılarla dolu  bir dönemdir. Hatırlayın, 1878 yılında biten 93 Harbinin üstünden kısa bir süre geçmiştir. 

Mehmet Fuad, Mekteb-i İptidai ve  rüşdiye mektebini Kırklareli’de bitirirdikten sonra  Edirne İdadisine, ardından İstanbul Tıbbiyesi’ne ( İstanbul Tıp Fakültesi ) girer ve 2 Temmuz 1910 yılında  genç bir doktor olarak mezun olur. İlk görev yeri Kırklareli sancağına bağlı Tırnova, şimdi artık Bulgaristan sınırları içinde kalan, 93 Harbi’nden evvel nüfusunun yüzde 45’i Müslüman olan, 15.000 nüfusa sahip önemli bir kasabadır. Burada Belediye Tabibi olarak çalışmaya başlayan Dr.Mehmet Fuad, kasabaya gelir gelmez Frengi hastalığının yaygın olduğunu görür ve savaş yıllarında  artan bu hastalığın kontrolsüz evlilikler nedeniyle yayıldığını farkederek gereken önlemler alınmadan yapılan evlilikleri önlemeye çalışır. Papazların baştan karşı çıkmasına rağmen  sağlık muayenesi olmaksızın genç kızların evlenmelerinin mümkün olmayacağına dair kararı kasaba halkına duyurur. Bir süre sonra önce yerel halkı ardından papazları ikna etmeyi başarır, onların güvenini ve sevgisini kazanır. (Deniz, 2019, s. 5) Genç Dr. Fuad Balkan Harbinin çıkması üzerine Turnova'dan ayrılarak 22 Eylül 1912 tarihinde  bölgedeki askeri hastanede çalışmaya başlar. Savaşın bitmesininden sonra 28 Ağustos 1913 tarihinde Kırkkilise Belediye Tabipliği’ne tayin olur. Buradaki  görevi süresince halk sağlığını ilgilendiren konulara yoğunlaşır. Özellikle savaşın yıkıcı etkilerine maruz kalmış çocuklara ilişkin sosyal politika alanlarında sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır. 

Dr. Fuat Umay'ın bundan sonraki hayatı hep aynı sorumlulukların gereği olan mücadele ve uğraşlarla dolu geçecektir. Bir dahaki yazımda bunları anlatmaya devam edeceğim.

Yararlandığım Kaynaklar:
- Nazif KARAÇAM, Efsaneden Gerçeğe Kırklareli, 1995
- Burcu DENİZ, Dr.Fuad Umay ve Çocuk Esirgeme Kurumu Faaliyetleri, Kırklareli Temmuz 2019.

KIRKLARELİ BELEDİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU 1870-2024

ARIL Barış Toptaş – Kırklar BARIŞ TOPTAŞ İçindekiler Tablosu Kırklareli Adının Tarihçesi 1 Kırklareli’de İdari Yapılanma...