Vahit Lütfi Salcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Vahit Lütfi Salcı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2022 Cumartesi

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN



Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı bu bölümde geçen yazıda anlatmaya başladığı Sulhi'yi  şiirlerinden yeni örnekler vererek tanıtmaya devam ediyor. 1887-1931 yılları arasında yaşamış olan Sulhi anlaşılıyor ki Vahit Lütfi Salcı ile yakın dostlukları olan biri. Bu yazıyı okuyuncaya kadar adından söz edildiğini duymadığım Sulhi hakkında benim bulabildiğim tek kaynak Nazif Karaçam'ın yazdığı  Kırklareli'ni Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar kitabı. Orada da kaynak yine Vahit Lütfi Salcı'nın aşağıdaki yazısı. Oysa Sulhi şiirlerini okuduğunuzda anlayacağınız gibi güçlü bir şair. Nedense kimse Vahit Lütfi Salcı'dan sonra merak edip de yeni bir bilgiye ulaşma gayreti göstermemiş. Bundan sonra gösterilir mi, o da şüpheli. Oysa Kırklareli Üniversitesi ve Edirne'deki Trakya Üniversitesi akademisyenleri şimdiye kadar bu konuda bir araştırma yapmış olmalıydılar. Bizden hatırlatması.)


Kırklareli Halk Şairleri-6

Sulhi aslen Lüleburgazlı'dır. Eski beyler soyundandır. Misinli Çiftliği sahipleri Süleyman ve Ali Beylerin yeğenidir.  Fakat bu beylikle iftihar etmez. Mütevazı ve kalender ve rind bir Bektaşi idi. Lakin her zaman zem edilmekten korktuğu için başkalarından Bektaşiliğini gizlerdi. Bu sebeple de eserleri ve şairliği gizli

kalmıştır.  Sulhi hakikaten çok kudretli ve eserlerine yaklaşılmaz eserler veren lirik bir halk şairiydi.  Şair, hayatını Edirne Kırklareli ve Trakya'nın diğer kasabalarında reji idaresine Ziraat memurluğu ile geçirmiştir.  Kendisinin bu kadar bu kadar kudretli  bir şair olduğunu yakın arkadaşları bile bilmiyordu.  Bundan yedi sekiz sene evvel Edirne Tütün inhisarı  Ziraat Müdür Muavinliği'nde iken ölmüştür. Üç yüz dört  doğumludur. Genç denecek bir yaşta iken öldüğü için edebiyat alemimiz mühim bir şairini kaybetmiştir.

Eserlerini mistisizm tarzında ve ondan kuvvet alarak yazardı. Baş döndürücü ve vurucu bir kalemi vardı. Onun en ziyade coştuğu zamanlar Balkan Muharebesi cereyan ettiği ve ondan sonraki birkaç seneler idi. Her gün beraberdik.  Unkapanı ve Balat meyhanelerinde oturarak içer ve içer, yazar ve yazar,  coşar ve coşardı. Balkan Muharebesi için (Balkanlılara) başlığı ile uzun bir manzumesi vardır ki bu bir şaheserdir. Onu ayrıca neşredeceğim.

Sulhi'nin  (Bektaşi nefesleri) tarzında yazdığı iki manzumesini daha burada örnek olarak verelim:

-1-

Ey zahit  sen bizi sanma günahkar,

Günahımız yoktur sevabımız var.

Gördüğümüz demi hoş görür settar

Bu sırra Kur'anla cevabımız var.

*

Faslımız baisi azaptır sanma,

İçtiğimiz haram bir abdır sanma,

Bize haram olan şaraptır sanma,

Cennet ırmağından şarabımız var.

*

Elest bezmindeki ahdü ikrardan,

Ayrılmayız asla biz o imandan,

İsmail'e  nazil olan kurbandan,

Soframızda meze kebabımız var.

*

Haktan bize her dem hidayet olur,

Muhammed Alli'den inayet olur,

Saz çalmak Allaha ibadet olur,

Davut peygamberden rübabımız var.

*

Şu aneye değin kalu beladan,

Haberimiz var her bir maceradan,

Bu (Sulhi) ye  ihsan olmuş hudadan,

Okuyoruz işte kitabımız var.

-2-

Tarikatsız mümin olmaz kimse,

Nuru nübüvvetle dolamaz kimse,

Hakkı, peygamberi bulamaz kimse,

yatıp kalkmakla divara karşı.

*

Allah gözlerine çekmiş bir perde,

Yok dersin Allahı gökte ve yerde,

Göstereyim gel de Hakkı gör nerde,

Seç de eylesin diye didara karşı.

*

Epsem ol ey (Sulhi) nasıl ersin sen,

Halli müşkül ağır söz söylersin sen,

Hazer kıl belki hata edersin sen,

Haydari kerrare, hünkara karşı.

İşte bu kadar ateşin ve heyecanlı Kırklareli bir şairde tetkiksizlik ve alaksızlık yüzünden bugüne kadar Türk edebiyatı tarihine geçmemiş, ve unutulmuş kalmış olan Türk halk şairleri arasına katılmış gitmiştir. Bunları bulmak memleket gençliğine düşen vazifedir. Gönül istiyor ki Halkevimizin edebiyat kolu bu yüksek ruhlu şairleri daha etraflı tetkik ile memleket edebiyatı tarihine geçirebilsin. Kendi bulamazsa bulabilsin bunu bir bulabilecekleri bulmasını bilebilsin.

Gelecek yazımızda Kırklarelili Hacı Rasih'i anlatacağız.


Trakyada Yeşilyurt, 21 Haziran 1937. s.2.

Yardımcı Sözlük:

Rind: Görünüşe ve dünya işlerine kıymet vermeyen.

Zem Etmek: Çekiştirmek, yermek.

Settar: Kullarınıın hata ve günahlarını bağışlayan anlamımda  Allah için kullanılır.

Bais-i azap: Acıya sebep olan şey.

Ab: Su.

Bezm-i Elest: Allah’la yaratılışları sırasında insanlar arasında yapıldığı kabul edilen sözleşme için kullanılan bir tabirdir. Farsça’da “sohbet meclisi” anlamına gelen bezm kelimesiyle Arapça’da “ben değil miyim” mânasında çekimli bir fiil olan elestüden oluşan bezm-i elest terkibi, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” hitabının yapıldığı ve ruhların da “evet” diye cevap verdikleri meclis anlamını ifade eder. Bu tabirdeki “elest” kelimesi A‘râf sûresinin 172. âyetinden alınmıştır. Bu âyette, geçmişte Allah’ın Âdem oğullarından yani onların sırtlarından (veya sulplerinden) zürriyetlerini çıkardığı, kendilerini nefislerine şahit tuttuğu ve onlara, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” diye hitap ettiği, onların da “evet” dedikleri belirtilmiştir.( İslam Ansiklopedisi)

Ahdü İkrar: kabul için söz vermek.

Hidayet: Dağru yol, hak yolu.  Nazil olan:  Yukarıdan aşağıya inen, bildirilen.

İnayet: Lutuf, ihsan, iyilik.

Rübab:   Dize veya bir yere dayanarak çalınan saz.

Kalu Bela: İnanca göre, Allah dünyayı ve içindeki varlıkları yaratmadan önce insaların ruhlarını yaratmıştır. Allah hepsini birden huzurunda toplamış ve "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sormuştur. Bu konuşmanın vuku bulduğu zamana Kalu Bela denir.

Huda: Allah, Tanrı, Cenabıhak.

Nübüvvet: Peygamberlik.

Divar: Eski metinlerde duvar kelimesi.

Didar: Güzel yüz, çehre.

Epsem: Dilsiz.

Haydar-i kerrar: Döne döne, tekrar tekrar düşmana saldıran kimse


6 Aralık 2022 Salı

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN

Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı bu bölümde Şair Sulhi'yi anlatmaya başlıyor. Okumalarım ilerledikçe bazı konularda zorlanmalar da yaşıyorum. Bunlardan birisi coğrafi yer adlarının, tarih içinde yer değiştirmiş olmasından kaynaklanıyor.  Mesela, artık Bulgaristan topraklarında kalmış, Ahtapoğlu, Vasilkoz gibi yer adlarını öğrenmek için ayrı bir araştırma yapmanız gerekiyor. Ahtapol bir liman kazası. Burasının ilginç bir tarihi var. Ama Vasilkoz adını öğrenmem biraz zaman aldı. Betül Konyar'ın Kırklareli İl Merkezi Yer Adları İncelemesi'ne bakmam gerekti. Orada Vasilkoz adı Vahit Lütfi Salcı'nın hayatı anlatılırken çalıştığı yer olarak belirtilmişti. Ama asıl aradığım bilgiye Prof. Dr. Ramazan Özey'in "19. Asırda Edirne Vilayeti Coğrafyası" makalesinde ulaştım. Burada, Edirne Vilayetine bağlı bütün sancak, kaza ve nahiye isimlerinin arasında  Vasilkoz, Kırkkilise sancağına Bağlı Ahtapolu kazasının nahiyesi olarak geçiyordu. 

Yaşadığım başka bir zorluk, dil ile ilgili. Burada iki türlü bir handikap ile karşılaşıyorsunuz. İlki, yazarın kullandığı anlatım biçiminden kaynaklanıyor. Kurallarına uygun doğru haliyle yazmaya çalışsanız da bazen orijinal haliyle  bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Dönemin koşullarından kaynaklanan dizme hatalarını da göz ardı etmemek gerekiyor ayrıca. Bütün bunlar, 1937 yılına ait bir gazeteden bu güne taşımak istediğiniz bir kaynağın doğru bir yöntemle değerlendirilmesini zorlaştıran nedenler.

Okuduğum yazıyı hem anlaşılır kılmak hem de özünden koparmayarak aslına uygun haliyle tanıtmaya çalışmak bana doğru geliyor. Özellikle aktarılan şiirlerde kullanılan ifadelerde aslından ayrılmamaya özen gösterdim. Bu konuda meraklı okuyuculara da iş düşüyor. Bu konuda okuyucunun çabasını da gerekli görüyorum. 

Yazının altına küçük bir sözlük koymayı sürdüreceğim. Ayrıca bu yazıda gördüğünüz gibi önemli isimler için açıklama dip notlarını da bulabileceksiniz. Bu isimlere ait web bağlantılarını da oluşturmaya başladım. Merak eden okuyucu ismin üzerinden bu erişimi yapabilecekler.

Vahit Lütfi Salcı'nın yazılarını okurken aslında tarihin içinde çok yönlü bir  yolculuğa çıkıyorsunuz. Aslında beni bu yazıları okurken heyecanlandıran özellik de bu oldu diyebilirim. Okudukça anlıyorsunuz ki şimdilerde unutulmuş bir çok kültürel öge ile gizli kalmış inanç sistemleri, yaşadığımız coğrafyanın toplumsal tarihiyle iç içe geçmiş durumda. Bu güne kadar bunları yeteri kadar incelememişiz, merak etmemişiz ne yazık ki. İşte Vahit Lütfi Salcı yıllar önce bunu yapmayı başarmış bir araştırıcı. Onun değerinin farkında olmayan çok yaygın bir kitle var hala ve bu durum gerçekten ciddi bir eksiklik. Bu yazıların  tamamını okurken merak uyandıracak çok ilginç başka konulara da rastlayacaksınız. Eminim okurken benim kadar ilginizi çekecek ve heyecanlanacaksınız. )

Kırklareli Halk Şairleri-5

Balkan Harbi patladığı zaman ben ( O vakit Kırkkilise mutasaraflığına tabi) Ahtapoğlu (1) kazası (Vasilkoz) (2) tahrirat katibi idim. Bütün memurları ile İstanbul'a hicret ettik. Şairin "Canan da muhacir oldu" dediği gibi biz de muhacir olduk.  O sıralarda bir akşam istanbul'da bektaşi ceminde  de bulundum. Benim Kırklareli'nden geldiğimi bilenler bana orada bulunan bir genci takdim ettiler. "Kırkkiliseli Salih Bey" dediler.  Bu genç sarışın ve mavi gözlü ve ateşin bir genç idi. O  da benim gibi muhacir olmuştu. İşte bu genç Salih Sulhi idi.

Artık onunla sıkı fıkı arkadaş olmuştuk.  Her günümüz her diyecek kadar beraber geçiyordu. Onun ne kadar ince bir şair olduğunu o zamandan anlamıştım.  Yazdığı şiirleri bana sevinçlerle okuyordu.  Fakat doğrusu ya, ilk önceleri ondan bu kadar ince san'at ummuyor ve o şiirlerin onun olduğuna inanmamak günahına giriyordum.  O kadar güzel o kadar san'atlı idi.  Sonraları benim yanımda yine o derece kuvvetli şiirler yazdığını görünce yaptığım günahtan tevbe ve istiğfar ederek onun şairliğinin kudretine iman ettim.  O zaman aslen Prevezeli olup bahriye zabitlerinden bulunan  ve;

Yarab senin mekanın yok,

Hem dinin hem imanın yok,

Elmasın yok boncuğun yok,

Karın, kızın, çocuğun yok.


                   *

Yatağın yok yorganın yok,

Herbir şeyden münezzehsin

Aban, keben,  gocuğun yok,

Lemyelid ve lemyuledsin.


Gibi İstanbul divan edebiyatı şairlerinin bile dikkatini çekecek derecede mistik  şiirler yazan meşhur (Edip Harabi) sağ idi.  Bugün Türk edebiyatı tarihinde önemli bir yer alan bu Harabi o sıralarda her gün manzumeler yazıyor ve bu manzumeler hayranları arasında elden ele dolaşıyordu. Sulhi de Harabi  gibi yazıyor ve ona tamamiyle  bir rakip kesiliyordu.  Harabi'nin ve Sulhi'nin eserlerini okuyanlar bu eserleri birbirinden ayırt edemiyorlardı. Mübalağa ediyorum sanılmasın,  çok defa Sulhi, Harabi'yi geçiyordu bile.  Harabi eserleriyle mağrur olan ve kendi kendine yüksek kıymetler vermek itiyadında  bulunan bir zat olduğundan Sulhi'nin kıymetini inkar edememek mecburiyetine düşünce onun için : "Benim nushai saniyem" diyordu. Bunun içindir ki bugünkü araştırıcılar Harabi ile  Sulhi'yi birbirine karıştırmak yanlışlığında bulunuyorlar. Çok iyi bir edebiyat bilgileri olan Bay Sadettin Nüzhet (3) bile neşrettiği (Bektaşi Şairleri) adlı kitabında Sulhi'nin olduğunu pek yakından bildiğim şu nefesi o kitapta Harabi'ye mal etmek hatasını düşmüştür:

Ey sofu Cenabı halikı mutlak,

Bu şarabı bize en'am eylemiş.

çok medthetmiş kur'anında açta bak,

Mümin olanlara ikram eylemiş.

                       *

Vakti saadette rezalet eden

Muhammed Ali'ye  adavet eden,

Evladı Resule hıyanet eden,

Münkir munafıka haram eylemiş.

                      *

Biz içeriz Lakin etmeyiz isyan,

Helal etti bize anınçün Sübhan,

Namaz kıldırmaya bile her zaman,

Bir piri mugan iman eylemiş.

                       *

Zemzemi terkedip geçelim deyu,

Haram helalden seçelim deyu,

Mukaddes şarabı içelim deyu,

Allah bize mahsus selam eylemiş.

                       *

Ey hoca bu sırra değilsin agah,

Anınçün şaraptan edersin ikrah,

Şu kalbi Sulhi'ye  Hazreti Allah

Bu doğru sözleri ilham eylemiş.

---Arkası var---

Trakya'da Yeşilyurt, 14 Haziran 1937. S. 2-3.

Sözlük:

İstiğfar: Tövbe etme. Münezzeh: Arındırılmış olan.  Kebe: Kalın keçeden yapılmış çoban gocuğu. Nusha-i saniye: İkinci nüsha; birbirine çok benzeyen. Halik-ı mutlak: Mutlak yaratıcı. En'am: Yaratılmış olan bütün mahlukat.    Münkir: Reddeden, kabul ve itiraf etmeyen. Munafık: İçi başka, dışı başka oşan, iki yüzlü,ara bozucu.  Sübhan: Her türlü kusurdan , noksandan uzak olan anlamında Allah'ın isimlerinden biri. Piri-i mugan: Meyhaneciler.

Açıklamalar:

(1) Şimdi Bulgaristan sınırları içinde kalmış, Osmanlı kaynaklarında "Ahtabolu" adıyla geçen kasaba, 1878-1912 yılları arasında Edirne Vilayetinin Kırkkilise sancağına bağlı  bir kaza merkeziydi. Evliya Çelebi 1663 yılında buradan geçmiş ve Seyahatnamesinin 6. cildinde kasabadan "Ahtabolu" olarak bahsetmiştir.

(2) Ahtapoli kazasına bağlı bir nahiye adı.

(3)  Sadettin Nüzhet Ergun, Edebiyat tarihi üzerine öğretmenlik yıllarında çalışmaya başlamış, halk şiirinden divan edebiyatına ve çağdaş Türk edebiyatçılarına kadar geniş bir çerçevede çalışmalarını sürdürmüştür. İsmi, edebiyat tarihi çalışmalarında Âgâh Sırrı Levend, Ahmed Hamdi Tanpınar, Mustafa Nihat Özön ve İsmail Habib Sevük ile birlikte anılan Sadeddin Nüzhet, Köprülü’den sonra Türk edebiyat tarihi sahasında yetişen en büyük âlim olarak görülmüştür .


3 Aralık 2022 Cumartesi

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN KIRKLARELİ HALK ŞAİRLERİ

 Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı bu bölümde geçen yazıda kaldığı yerden Hayrani'yi anlatmaya devam ediyor.)


Kırklareli Halk Şairleri 4

Hayrani'nin bütün manzumeleri gösteriyor ki hakikaten kudretli ve lirik bir şairmiş. Hele bu yukarıdaki mistik düşünüşler çok cesaretli düşünceler ve yazılardır.

O zaman garp medeniyeti bile İsa'ya Musa'ya bu kadar çıkışmazlarken şarkta bir Türk şairinin böyle söyleyebilmesi tarihe önemle geçecek bir iştir.

Şairin bazı seyahatine ve seyahatten sonra da Kırklareli'ne dönmesine dair manzumeleri de vardır:

Karaabalardan ta gaiblere

Bağrı yanık yalın ayak yürüdüm

Oradaki yatır evliyalara

Niyaz ettim yüzüm, gözüm sürdüm. 

               *

Oradan da Belenören'e gittim,

Veli babayı da ziyaret ettim,

Hastalandım dermanımı tükettim

Veremler gibi al kanlar tükürdüm.

                *

Erenlere yalvardım elli himmet,

Bir ay sonra vücudum buldu sıhhat,

Artık dönmek  için aldım icazet,

Aynı cemden  taze güller getürdüm.

               *

Günlerin birinde Kırkseye döndüm, (**)

Ehlibeyt aşıklara mihman kondum,

Anların ceminde birlik bulundum

(Hayrani) yim hayran hayran göründüm.


Hayrani'de mistik mefküreden başka yurt mefküresi de vardır.  Çöke'deki  Muhittin Abdalı methederken onun bir yurt fatihi olduğunu da söyleyerek iftar ediyor.


Seyit Ali sultanın arkadaşı

çökede yatan Muhiddin Abdaldır.

Selime sultanının öz karındaşı

çökede yatan Muhiddin Abdaldır.

                  *

Türbesinde hastaları sağlayan,

Gönüllerde himmetleri çağlayan,

Münkirleri ikrarına bağlayan,

çökede yatan Muhiddin Abdaldır.

                     *

Kerameti vardır cinde, peride,

Gazalarda göründü ileride,

Rumelini fethedenin biri de,

çökende yatağın Muhiddin Abdaldır.

                      *

Dervişlere güzel güzel  pend eden,

Tığı bendi boyunları kemend eden,

( Hayrani) yi kendine bend eden,

çöküde yatan Muhittin Abdaldır.

                       *

Hayrani evli miydi, bekar mıydı bunu da bilmiyoruz.

Şairin büyük bir destanı var. Kırklareli'nin mahallelerini sayıyor. Gerdanlı Çeşme'de bir ak gerdanlıya, Karakaş mahallesi'nde bir karakaşlıya  vurulduğunu, bunun için Sultan bayazide (mahalleye) bir arzuhal verdiğini, Hatice Hatun'un( bu da Mahalle) kendine derman tasfiye ettiğini söyleyerek çok güzel zarafetlerde bulunuyor.  Bu destan uzun olduğundan ayrıca yazacağım. Nihayet anlaşılıyor ki Hayrani Kırklareli'ni  çok içten tanımış bir Kırklareli Halk şairidir.

Gelecek yazında Şair (Sulhi) yi anlatacağım.

(**) Kırklareli'ne Kırkkilise denildiği zaman halk sadece (Kırkse) derdi.

Trakya'da Yeşilyurt, 7 Haziran 1937. s.2

Mihman: Misafir, konuk. Münkir: İnkar eden. Pend: Öğüt, nasihat. Tığı bend: Tığı bağlayan.


VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN KIRKLARELİ HALK ŞAİRLERİ

 Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı'nın yazılarına Hayrani ile devam ediyoruz. Yazının orijinalindeki yapılan alıntılarda bazı sözcüklere açıklık ve  kısaltma getirdim.)

Kırklareli Halk Şairleri 3 

Kırklareli'de (Hayrani) isminde bir halk şairi varmış. Bu Şair hakkındaki tetkik menbalarımın  şimdi ikisi de Dünyadan Göçüp gitmiş olan iki zattır. Bunlardan birisi Kırklareli'nde Tatar İbrahim ağa (Jandarma zabitliği eden Tatar İbrahim ağa değil) birisi de Tekirdağ'a yakınında bulunan (Klaguzlulu) )köyünden Şaban Sırrı babadır.  Hayrani Tatar İbrahim Ağa'ya her zaman sık sık misafir olurmuş. Bu zattan şairin hayatı hakkında malumat edindim. Şaban Sırrı babanın babası Ahmet Abdal baba da  Kırklareli Alevi köylerinde (irşat için) dolaşırken Hayrani de onunla beraber gezer,  muhabbet ve cem'lerde beraber bulunurmuş. Burada göstereceğim eserlerini de bu Şaban Sırrı babanın mecmuasından aldım. İstanbul'da Fatih'te millet kütüphanesinde de Hayrani namına bir kaç manzum eserler vardır. Fakat o Hayrani, bu Hayrani midir? Bunu kestirme  olarak söyleyemem

Hayrani aslen Şimdi Bulgaristan hududuna yakın olan (Karaabalılar) köyünden imiş. Hangi tarihte doğduğu ve hangi tarihte öldüğü bilinmiyorsa da on dokuzuncu  asrın ortalarında mebzul eserlerini vermiş ve yine bu asrın sonlarına doğru ölmüş olduğu eserlerinden ve rivayetlerden anlaşılıyor. Eskiden alevi mezhebinde bulunan amuca kabilesi ihtiyarlarından duyduğum bir rivayete göre de Karaabalılar köyü mer'asında bir Bulgar köyü varmış.  Köyde bir kaç hanede biraz Türk varmış.  İşte Hayrani bu köyden imiş.

Hayrani ilk önce  Bedrettini tarikatından imiş.  Sonra Ahmet Abdal babaya intisap ederek Bektaşi olmuş. O zaman derviş ve halk şairleri gibi birçok seyahatler yapmış. Köyüne pek nadir  olarak uğramış. Trakya mıntıkasında bulunduğu zamanlar en çok Kırklareli'nde bulunmuş olduğu eserlerinden anlaşılıyor.  Bir koşmasında Kırklareli'ni (sevgili yurdum) diye anıyor. O koşmayı buraya naklediyorum:

Hele bakın yezitlerin işine

Bizim bacılara nisa demişler (*)

Muhammet Peygamberin eşine

Hatice ana huyrunnisa demişler.

                         *

Kapının kilidine vurdum perçin,

Ağladım, ağladım hep senin için.

Meryem ananın doğurduğu p...

İsmine Hazreti İsa demişler.

                          *

Sözümü sakın atmayın yabana

Tilki girmez kolay kolay kapana.

Kırda koyun otlatan bir çobana

Keramet gösteren Musa demişler.

                           *

(Hayrani) yar elinden oldu nalan,

Yalvardığım ona geliyor yalan,

Benim candan sevgili yurdum olan

(Kırk kimse) ye (Kırkkilise) demişler.


(*) Alevi kabileleri kadınları (bacı) derlerdi.


Trakya'da Yeşilyurt Gazetesi, 31 Mayıs 1937.  s 1-4.


Nisa: Kadın. İrşat: Hak yolunu gösterme. Mebzul: Fazlasıyla bulunan. Nalan: Ağlayan, feryat eden.  


28 Kasım 2022 Pazartesi

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN KIRKLARELİ HALK ŞAİRLERİ


Akın Güre
Vahit Lüfi Salcı'nın Trakya'da Yeşilyurt  gazetesinde yayımlanan  bu dizi yazarın kitaplaşmamış Kırklareli Şairleri adlı eserinin tefrika edilmiş halidir. Bu yazıları elimizdeki gazete sayılarından  orijinal haline büyük ölçüde sadık kalarak aktarıyoruz. Okuyuculara yardımcı olmak için yazının altında bazı sözcüklerin açıklamalarını da koydum. Paylaştığım fotoğraf sayın Hasan Çalıkuşu koleksiyonudur. 

Kırklareli Halk Şairleri 2
Şimdi bu yukarıda bahsettiğimiz iki esasa bir üçüncüyü de ilave etmek lazımdır. Bu üçüncü nokta ise muhitin edebiyata olan alakasızlığıdır. Bu iki esasa girmeyip başlı başına bir zümre teşkil ederek ve hiç bir şeyden korkmayarak sürüp gelen divan edebiyatını şairlerini bile bu alakasızlık muhitlerinde unutturmuştur. Buna içimizden bir örnek gösterebiliriz.
Şimdiye kadar divan edebiyatçılarından olan ve o tarzda hakikaten çok zarif ve ince manzumeler yazmış bulunan Kırklarelili (Hasibi) yi Kırklareli'nde tahkik etmek ne kadar güçtür. Umumiyetle bilinmesi lazım gelen bu divan edebiyatçısı şairini, tetkiklerimde iki kişiden başka bilen yok. Biri müftimiz Bay Bahaeddin, diğeri de şairin akrabasından olan arzuhalci merhum Hadi efendidir.Bunlar da esas itibariyle bizi aydınlatacak bir şey söyleyemediler. Hasibi'yi başka yerlerden aradım ve bir hayli eserlerini buldum. ki hepsi de birbirinden güzeldir. Hatta şairin bu güzel eserlerinin bazılarını eski yazı iltibası sebebiyle (Hubbi) ve (Habibi) gibi kimselere atfederek hakikattan inhiraf edilmiş olduğunu gördüm. Şairin sanatı hakkında bir fikir edinmek üzere şurada bir gazelini okuyalım:
Sirişkim ruziyer üzre olsun mu derdim ben
Sana zarım bu vech ile ayan olsun mu derdim
Nisarı gamzesi yağmaya çıkmış hali uşşakı
O yahşi serseri böyle yaman olsun mu derdim ben.
Zaman geçti şebbi hicran erişti yıldızım düştü
O mührü gün gibi gözden nihan olsun mu derdim ben
Gazellerle güzeller sayd olur derdim hilal oldu
Hasiba şairin kavli yalan olsun mu derdim ben
İşte böyle kudretli ve ince bir şairi muhitin alakasızlığı unutturmuştur. Kırklareli tarihinde böyle orjinal ve kıymetli divan edebiyatı şairlerinin mevki ve manaları düşünülsün.
Var kıyas et bahri umman nidüğün.
Gelecek yazımda Kırklarelili (Hayrani) den bahsedeceğim.
Trakya'da Yeşilyurt, 24 Mayıs 1937 s.2
Müfti: Din görevlilerinin amiri durumunda olan memur. İltibas: Başka bir şeye benzetilmekten doğan kafa karışıklığı. Sirişk: Göz yaşı. Nisar:Saçılmış. Nihan: Gizlenmiş, saklanmış. Sayd: Av. Kavli: Sözle ilgili, söze dayanan.

27 Kasım 2022 Pazar

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN KIRKLARELİ HALK ŞAİRLERİ


 Akın Güre

Son otuz yılını geçirdiği Kırklareli’nde oldukça renkli bir hayatı yaşamış olan Vahit Lütfi  Salcı’yı bu günlerde çok az kişinin hatırladığını düşünüyorum. Onun hayatı aslında romanı yazılacak ilginç olaylarla doludur. Gençlik yıllarından başlayıp Kırklareli’nin bir bucağında sona eren, sürgünler, maceralar, acılarla yüklü bu hikayenin kahramanı yaşadıklarına meydan okurcasına  sabır ehli bir araştırmacı ve bir musiki üstadıdır. Onun bıraktığı izleri takip etmek üzere çıktığınız bu yolculukta hemhal olacağınız bir insanla karşılaşırsınız. Vahit Lütfi Salcı için bir süre önce başlayan çalışmalarımı  aradığım kaynaklara erişim zorlukları nedeniyle maalesef istediğim tempoda sürdüremedim.  Bu çalışmalarım sırasında onu farklı kılan özellikleri vurgulamaya, hikayesindeki  parçaları bitiştirmeye çalışarak bu çok yönlü kişiyi daha iyi anlatabilmeyi, sesini yeni kuşaklara duyurabilmeyi, eserlerine ve anılarına sahip çıkılmasını istedim. Bu çabalarım bulduğum yeni kaynaklardan çıkarttığım  keşiflerle giderek ilginç bir noktaya geliyor. 

Aşağıda okuyacağınız  yazı  Vahit Lütfi Salcı'nın Trakya'da Yeşilyurt Gazetesinde 1937-1938 yılları arasında tefrika edilen Kırklareli Halk Şairleri başlığını taşıyan serinin ilkidir. Böylece merak eden okuyucuların erişimini sağlamak üzere Kırklareli Yarel Tarih sayfalarımızda  paylaşmaya başlıyorum. Özgün halini bozmamaya çalışarak sınırlı düzeltmelerle yetindiğim bu metinlerin  okuyuculara ilginç geleceğini ve başka araştırmacılar için önemli bir kaynak olacağını düşünüyorum. Yazılara erişmeme ve kullanmama olanak veren değerli araştırmacı Ali Arslan'a burada bir kere daha teşekkür etmeyi borç biliyorum.


Kırklareli Halk Şairleri-1

Yıllardan beri Yaptığımız(Folklar) denilen araştırma ve tetkikler neticesinden anlıyoruz ki  Kırklareli'nde şimdiye kadar ismi ne tezkerelere ve nede tarihe geçmemiş ve hatta sanat ve eserleri işitilmemiş, bilinmemiş bir çok şairler yetişmiştir. Hem de bu şairlerin çok değerli eserler verdikleri ve Türk edebiyatı tarihine önemle geçmeye layık şairlerden oldukları görülüyor.

İsimleri ve eserleri böyle meçhul kalmış şairler yalnız Kırklareli'nde değil, Türkiye'nin bütün şehir, kasaba ve köşe ve bucaklarında unutulmuş kalmışlardır. Düne kadar Edirneli Nazmi'yi,  Seyri'yi,  Dervişi'yi, Aşık Ahmed'i, şurada burnumuzun dibinde, Çöke denilen mahalde yatan Muhiddin abdalı, İspartalı Seyrani'yi(meşhur Seyrani değil)Sivaslı Ruhsati'yi ve bunlara benzer yüzlerce ve belki binlerce Türk Şairimizi hiç bir Türk edebiyatı muhafili bilmiyorlardı. Bu hal Türk irfan ve kültürü adına ne kadar acıklı bir yoksuzluktur.

Şimdi bu şairlerden bahsetmezden evvel bunların neden böyle unutulup kalmış olduklarının esaslarını tetkik edelim. Bunun sebebi ehemmiyetle iki esasa dayanıyor. Birincisi;

Şehirli ile köylü arasında ve halk ile münevverlik taslayanlar beyninde derin bir uçurum açılmış olmasıdır. Şehirliler yalnız divan edebiyatına kuvvetle sarılmışlar, edebiyatlarında lügat olmayan ve arapça ve farsça bulunmayan her hangi bir üslup, bir yazı veya bir manzumeye iltifat etmemişler, onları cehaletle suçlandırmışlarlardır. Bu yüzden halk şairleri kendi kabuklarına büzülmüşler ve yalnız kendi alem ve muhitlerinde verimler vermişlerdir. Bunların bu suretle bütün bu verim ve eserleri kendileriyle beraber edebiyat alemimizden göçüp gitmişlerdir. Ne yazık! İkincisi;

Türkiye'de asırlardan beri sürüp gelen mezhep kavgalarıdır. Sünnilik ve Alevilik kavgaları. Her iki taraf birbirlerini insafsızca tekfir ve tekdir ediyor. Kıymetli olsa da eserlerini tezyif ile karşılıyorlardı. Bu Sünnilerle bu Alevilerin her ikisi de Türk kanını taşıyan öz kardeş oldukları halde birbirlerinden şark ile garp kadar uzaklaşıyorlardı. Aleviler, herhangi bir hususiyetlerini ve adet ve an'anelerini Sünnilere göstermeyi (Büyük günah) sayıyorlar ve bu suretle edebiyat ederlerini de çok büyük kıskançlıkla Sünnilerden saklıyorlardı ve böylece halk edebiyatı bakımından karşımıza iki mühim engel çıkıyordu. Biri açık halk edebiyatı, biri de gizli halk edebiyatı idi. Açık halk edebiyatı iltifatsızlıktan görünemiyor, gizli halk edebiyatı da mezhep kavgaları sebebiyle meydana çıkamıyordu. Musikide de aynen böyle oluyordu.

(Trakyada Yeşilyurt, s.2. 17 Mayıs 1937)


3 Ekim 2020 Cumartesi

VAHİT LÜTFİ SALCI VE MÜZİK

Hasan Çalıkuşu

(Değerli arkadaşım Mevlüt Yaprak’ın “Vahit Lütfi Salcı’nın İzinde” kitabından ..)

Asıl adı Abdülvahit Çoşkunlu olan Vahit Lütfi Salcı 1883 yılında Kadırga’da (İstanbul) doğmuştur. Babası telgraf müfettişi Lütfi Beydir.  Vahit Lütfi’nin araştırmalarına göre Türklerin Rumeli’ye ilk geçişleri sırasında sal yapanlardan Salcıbaşı Salih Usta Vahit Lütfi’nin büyük büyük dedesidir.

Kısa bir süre Nuruosmaniye’deki Taş Mektep’te, bir süre Darüşşafaka’da, Harbiye Nezareti Sanayi İdadisi’nde, Kuleli Askeri Lisesi’nde okudu.

İstanbul'da Büyük Çamlıca Hacı Tahir Baba Tekkesi’nde çalgılar, müzisyenler, şairler ile birlikte oldu.

Darüşşafaka’da ilk müzik hocaları Zekai Dede ve oğlu Ahmet’in idaresindeki mektebin "hanende takımı"nda yer aldı.

Askeri İdadi bandosunda "sibemol tenor" olarak çalmaya başladı.

Beyoğlu’nda Jan Ernest isimli bir Fransızdan özel keman dersleri aldı.

Ertuğrul Mızıkası şefi İtalyan Leviçi'den armoni dersleri aldı.

Umum Mızıkalar Müfettişi Zati Bey’in emriyle haftada iki defa sarayda solfej derslerini izledi.

Harbiye 2. sınıfta iken Trablusgarp’ta sürgündeki dayısı (ya da halazadesi) Safi Salcı ile mektuplaştığı için Dersim’e sürgün edildi ve müzik eğitimi kesildi.
 
Gemi ile Trabzon’a, oradan da yaya olarak 52 günde Elazığ’a gitti. Dosyasında “musikici” yazdığı için 19. Tümen Komutanı Giritli Mustafa Rafıp Paşa genç Vahit’i 27. Alay Bandosu’nun başına geçirdi. Elazığ’da 4.5 yıl kaldıktan sonra Vahit Lütfi’nin şair ve edebiyatçı olduğunu öğrenen Sivas Valisi Şair Reşit Akif Paşa onu Sivas’a yanına aldı. Bölgede halk edebiyatı araştırmaları yaptırdı. Bu araştırmalar esnasında Rus sınırına kadar gitti genç Vahit Lütfi bir araştırma için. Ve nedense sınırı geçti. 104 güne vardı Moskova’ya. Moskova Konservatuvarı öğretim üyelerinden Profesör Lebiski’nin aile orkestrasında 2. keman olarak çalıştı. 
 
Ve II. Meşrutiyet’in ilanından sonra döndü Rusya’dan. İstanbul, Edirne, Kırkklise (Kırklareli) derken... Vasilikoz tahrikat tahrikat katibi olarak karşımıza çıkar Vahit Lütfi. Balkan harbi çıkınca diğer memurlar gibi İstanbul'a döner. Ankara’ya müzik öğretmeni olarak tayinini  ister. Çünkü, sevdiği kızın babası da Ankara’ya tayin olmuştur. Ankara Ziraat Mektebi ve Ankara Öğretmen Okulu müzik öğretmeni, okul bandolarının kurucu şefi olur.

Birinci Dünya Savaşı ile seberlik ilan edilince Vahit Lütfi’yi asker olarak Edirne-Karaağaç’ta 5. Tümen Mızıkası’nda görev alır. Daha sonra Çanakkale’de Yarbay Mustafa Kemal’in birliğinde görüyoruz. Çanakkale savaşından sonra da Şam’da Mersinli Cemal Paşa’nın yanında yer alır. Önce Kudüs’teki 25. Tümen mızıkasında; sonra 1917’de Trablusşam Lisesi ve Öğretmen Okulu’nda müzik öğretmeni ve mızıka şefi olarak görev yaptı. Savaşın son günlerinde ise İstanbul Çamlıca’daki Küçük Zabit Mektebinin müzik öğretmenidir Vahit Lütfi. 
 
Savaş ve askerlik bitince Trakya’ya döner Vahit Lütfi. Kurtuluş Savaşı sırasında Trakya’dadır. Cumhuriyet ilanından sonra da Trakya’dadır. Kırklareli Gençlerbirliği Bandosu Öğretmenliği, Kırklareli Halk Musikisi Cemiyeti kuruculuğu ve koro şefliği, Babaeski Spor Kulübü Bandosu kuruculuğu ve şefliği yapar.Çeşitli memuriyetlerde bulunur. Bu görevlerin çoğundan istifa ile ayrılır. Yedi yıl Alpullu’da çalışır. En rahat ve en üretken günleri Alpullu günleri olur. Alpullu Şeker Fabrikası ve/veya Spor Klübü Bandosu kuruculuğu ve şefliği ile Alpullu 10. Alay Bandosu kuruculuğu ve şefliği yapar. Kırklareli Halkevi’nde müzik öğretmeni olarak da çalışır.

Vahit Lütfi Salcı’nın araştırmacılığı yurt dışında da saygı ve ilgi görmüştür. Fransız Müzikoloji Derneği Genel Sekreteri Eugene Borrel, Salcı’ya yazdığı bir mektupta Salcı’nın medeni cesaretini, samimi üslubunu ve konularının orjinalliğini över. 
 “... Yeşil Bartın gazetesindeki yazılarını görmekle memnunum. Onları bilhassa takdir ediyorum. Çünkü, siz hiçbir şeyden çekinmeyen ve kemali serbesti ve samimiyetle yazan halis bir Türksünüz. Sonra, gerçek Türk musikisini koruyorsunuz... Kızılbaş Şairleri konulu çalışmanız yeniliğinden ve şimdiye kadar bu konuda bilgi alma imkansızlığından dolayı beni meftun ediyor.” 
 Borrel; Yeşil Bartın gazetesi yönetimine yazdığı ve gazetenin, eline geçmeyen bazı sayılarını istediği mektupta da gazetenin halk bilgisi yazılarından özellikle de Vahit Lütfi’nin yazılarından övgüyle söz eder. Borrel, Salcı’nın çalışmaları ile ilgili olarak Paris’te “Sur la Musique SecretedesTurque Alevi” adlı 40 sayfalık bir kitap yayınlamıştır.

Dede Bektaşi asıllıydı. Müzik eğitimini Bektaşi çevrelerinden ve ailesinden almış olabilir. Bektaşi nefeslerini bandoya çok sesli olarak çaldırır, söyletirdi. Besteleri vardı. Taşlamaları çok güçlü ve ağırdı. Bu yüzden yayınlanamadı.

Araştırmacılığını müzik adamlığından ayrı düşünmek zordur. Çünkü halk kültürü araştırmalarının çoğu halk musikisi ile özellikle gizli halk musikisi ile ilgilidir. Vahit Lütfi'nin en önemli yönü muhtemelen araştırmacılığıdır.
 
1949-50 kışı çok sert geçti. Ocak ayının son pazar günü evine dönerken buzda kayıp düşen Vahit Dede evine götürülür. Komaya girer ve 4-5 gün sonra 3 Şubat 1950 günü son nefesini verir. 3-5 arkadaşı toprağa verir Dede’yi. Kırklareli halkı günler sonra duyar göçtüğünü.

AYKIRI BİR KİŞİLİK: VAHİT LÜTFİ SALCI

Akın Güre 

Asıl adı Abdülvahit Coşkunlu olan Vahit Lütfi Salcı 1883 yılında İstanbul Kadırga'da doğmuştur. Babası telgraf müfettişi Lütfi Bey, annesi tabip binbaşı Nuri Bey'in kızı Naciye Hanımdır. Salcı soyadını Türklerin Rumeli'ye geçişleri sırasında sal yapan ustalardan biri olan büyük dedesi  Salcıbaşı Salih Usta'dan almıştır. İlk evliliğini Ankara'da yapmış, ancak ilk çocuğunu ve eşini Birinci  Dünya Savaşı günlerinde kaybeden Salcı, 1925 yılında Kırklarelili halk şairlerinden Mestan Baba'nın kızı Ayşe hanımla evlenmiş ve ondan Ülkü ve Lütfi isminde iki çocuğu olmuştur. Ülkü'yü 1941 yılında kaybeder.
Vahit Lütfi' nin Nuruosmaniye'deki Taş Mektep'te başlayan öğrenimi Darüşafaka'da devam eder. Daha sonra Harbiye Nezareti Sanayi İdadisi ve Kuleli Askeri İdadisi'nde sürdürür ve Harp Akademisi'ne (Mekteb-i Harbiye) girer. Fakat ikinci sınıftayken yazdığı bir mektup nedeniyle okuldan çıkartılır ve Dersim'e sürgün edilir.
Vahit Lütfi'nin renkli ve aykırı kişiliği böyle başlayan ve devam edecek olan maceralı bir yolculuğun yansımalarıyla doludur.  Doğu'da başlayan sürgün hayatının ardından 4.5 yıl Elazığ'da ve Sivas'ta kalır. Bu sırada bölgedeki halk edebiyatı ile ilgilenmeye başlar ve araştırmalar yapar. Bu arada çok ilginç bir şekilde Rusya'ya kaçar ve Moskova Konservatuarı öğretim üylerinden Profesör Lebiski'nin yanında ikinci kemancı olur. Vahit Lütfi'nin hayatını okurken öğrendiğim en ilginç olaylardan birisi budur ve onun ilginç özelliklerini daha iyi kavramamızı sağlar. 
Bu sırada İstanbul'da önemli siyasi gelişmeler yaşanmaktadır. Onu sürgüne gönderen Abdülhamit'in 1876 Anayasası'na göre kurulan Meclisi kapatmasından 30 yıl sonra, 23 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edilir. Artık Abdülhamit dönemi kapanmak üzeredir. Vahit Lütfi Rusya'dan İstanbul'a döner ve çeşitli yerlerde müzik öğretmenliği ve memurluk yapar. 
Bu dönem 1912'de başlayıp  ve 1913 yılında sona erecek olan  Balkan Savaşı yıllarıdır. Bu sırada Ankara'ya gider ve kısa sürecek ilk evliliğini yapar. Ardından Birinci Dünya Savaşı başlar. Çanakkale'de Yarbay Mustafa Kemal'in birliğinde görev alır. Ardından Şam, Kudüs, Trablusşam'da askerlik görevi devam eder. Bu günlerde eşini ve çocuğunu kaybeder. Savaşın sonlarına doğru tekrar İstanbul'a gelir ve Çamlıca'daki Küçük Zabit Mektebi'nde müzik öğretmeni olarak çalışmaya başlar.
Gördüğünüz gibi savaşların tozu dumanı içinde ordan oraya sürüklenen bir hayatı vardır Vahit Lütfi'nin ve bu arada ailesini de kaybetmiştir. Her halde o günlerde yaşadığı yoğun acılarla baş edebilmesi ruhunu iyileştirecek olan müzik yeteneği ve araştırıcı kimliği sayesinde olmuştur. 
Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra Vahit Lütfi'nin hayatında yeni bir sayfa açılacaktır. Bu yeni dönemde artık onu Trakya topraklarında başlayan bir serüvenin içinde görmeye başlarız. Savaş sonrası Trakya'nın en acılı yıllarıdır. Yunanlılar Trakya illerini birer birer ele geçirirler. En son olarak  o zamanki adı Kırkkilise olan Kırklareli de işgal edilir. Rumların Türklerle beraber yıllardır içiçe yaşadığı bu topraklarda şimdi Yunan askerlerince köylere baskınlar yapılmakta, insanlara saldırılmakta, malları yağmalanmaktadır. Bu sırada Vahit Lütfi Kırklareli'nde Karakaş mahallesinin  sığır çobanlığını yapmaktadır. Yunanlılar tarafından arandığını öğrenir ve korunmak için Kofçaz'a kaçar. Anlatıldığına göre Anadolu'da Kurtuluş Savaşı'nın başladığı bu günlerde  göbeğine kadar sakal bırakır, bütün Trakya'yı dolaşır. Bu yüzden köylerde ona insanlar Vahit Dede demeye başlamışlardır.
Vahit Lütfi'nin hayatı Kurtuluş Savaşının bitmesi ve ardından Cumhuriyet'in ilan edilmesi ile normale döner. 1925 yılında daha önce söylediğim gibi Kırkllareli'nde ikinci kez evlenir. Bundan sonra Vahit Lütfi Salcı'yı bölgenin kültürel bir zenginliği olan bektaşi müziği ve bektaşi danslarının içinde görürüz. Balkanlarda ve elbette Trakya'da yaşanan Bektaşi-Alevi inaçlarının müzik, türkü, dans biçimlerinde yansıyan kültür varlığını araştırmak, belgelemek, derlemek, kitaplaştırmak artık Vahit Lütfi Salcı'nın üzerinde yoğunlaşığı konulardır. Bu alanda yaptığı hizmetleri sizler daha sonra  ayrıca anlatacağım. Şimdilik şu kadarını ilave ederek bu bölümü bitirmek istiyorum: Vahit Lüfti Salcı bu topraklarda adı her zaman övgüyle, ilgiyle, örnek alınarak yaşatılması gereken önemli bir kişidir. Onun yaptığı hizmetleri, eserleri burada elimden geldiği kadar tanıtmaya devam edeceğim. Umarım yeni kuşaklara vermek istediğim mesaj yerine ulaşır. 

Kaynak: Mevlüt Yaprak, Vahit Lütfi Salcı’nın İzinde, Ulusal Yayınları, 2003, Edirne

2 Ekim 2020 Cuma

VAHİT LÜTFİ SALCI JÜBİLESİ

Akın Güre 

Kırklareli halkı onu Vahit Dede diye tanıdı. Hayatının son zamanları Kırklareli'nde geçen müzik, folklor araştırmacısı ozanı Kırklareli şimdi ne kadar hatırlıyor, biliyor, değerini takdir ediyor, emin değilim. Oysa Vahit Lütfi Salcı özellikle bu toprakların Bektaşi Müziği  konusunda çok önemli çalışmalar yapmış, kitap ve makaleler yazmış biri, eserlerine sahip çıkılması gerekiyor. Gupta bir süre Vahit Salcı üzerine tanıtımlar yapmak istiyorum. İleride bunları sizlerle paylaşacağım. Şimdilik  1948 yılında Polos 'daki memuriyet görevinden emekli oluşu nedeniyle kendisi için yapılan bir veda toplantısında yaptığı teşekkür konuşmasını paylaşıyorum.
***
Sevgili Kırklarelili yurttaşlarım!

Yarım yüzyıldandan fazla bir zamandan beri memleket folklor ve edebiyatı ile musiki ve şiir sanatları arasında büyük bir zevkle vaki olan çalışmalarım, siz il gençleri ve aydınları tarafından lütfen takdir buyurarak bu gece adıma bir jübile tertip etmek suretiyle gösterdiğiniz ilgi bana yaşamımın ilk büyük saadetini tattırdı.

Bu umut içimden coşup şükran ifadelerimi arz etmeye söz bulamıyorum. Yalnız şu kadar bir ma'ruzatta bulunmaya cesaret edeceğim:

Okuduğumuz büyük ilim kitaplarından anlıyoruz ki, aslen Flâman ırkından olup Berlin ve Viyana'da yaşayıp uluslararası müzik dehası kabul edilen Ludwig van Beethoven, yanındakilere; "Komedi bitti, perde indi!" demiştir. İşte benim de artık oynamakta olduğum komedi bitmiş ve perde inmekte bulunmuşken siz gençler bana bu akşam bir perdelik daha rol vermekle hayatıma hayat kattınız. İşte bende bu akşamdan kalan zevk ve saadet budur. Şu halde sizin bana güven ile verdiğiniz bu rol ve vazifeyi bundan sonra daha canlı ve heyecanlı olarak yapacağıma değerli huzurlarınızda söz veriyorum.
VAHİT LÜTFİ SALCI
(Jübile Konuşması 1948, Kırklareli) 

Kaynak:http://www.halilibrahimtunali.net/index.php/1944-11-agustos-16-agustos

KIRKLARELİ BELEDİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU 1870-2024

ARIL Barış Toptaş – Kırklar BARIŞ TOPTAŞ İçindekiler Tablosu Kırklareli Adının Tarihçesi 1 Kırklareli’de İdari Yapılanma...