Folklor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Folklor etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mart 2021 Perşembe

HALK BİLİM (FOLKLOR) -ANNELERİMİZİN ÇEYİZ SANDIKLARI

Ahmet Rodopman 
Şimdilerde ne kadar kaldı ? Hala devam ediyor mu çeyiz sandığı geleneği, göreneği ve özelliği bilemiyorum. Belki de yok olan veya olmaya yüz tutan pek çok güzel adet ve alışkanlıklarımızdan biri gibi o da modernleştiğimizi sanarak terk ettiğimiz unsurlardan biri olarak kalacak  hafızalarımızda. Ama annelerimizin çeyiz sandıklarının kokusu  uzun yıllar geçse de silinmeyecektir beyinlerimizin en ince kıvrımlarından. Günümüzün bilimleri kokunun en nostaljik hatırlatıcılardan biri olduğunu belirlemiştir. Çoğumuz annemizin sandığını yıllarca önce kaybetmiş olmamıza karşın, benzer bir kokusunu her hangi bir şekilde duyduğumuzda hemen anımsarız, o evi, o odayı, o sandığı. Tam olarak tanımlayamasak da,  götürür bizleri o tılsımıyla geçmişte ki o güzel günlerimize. Herkesin annesinin sandığının kokusu, kendine özeldir ve de çok güzel gelir insana. Annesini hatırlattığı için olsa gerek veya anne sıcaklığını yaşadığı o küçüklük günlerini.
Sandığın kullanımı, gerek kendi  coğrafyamızda, gerekse dünya üzerinde neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. M.Ö 5000 lere  değin giden bir mazisi söz konusudur. Mısır’lılarda, Sümer ve Asur’ lularda, Yunan’ lılarda, Roma, Bizans ve Osmanlı’ larda çok değişik amaçlarda kullanılmıştır. Genellikle mal ve eşya taşımada, saklama ve ev içi düzenlemelerde sıklıkla kullanıldığını görmekteyiz. Özellikle Osmanlı’ların Avrupa ile ilişkilerinin fazlalaştığı 1800 lü yıllardan itibaren bugünkü ev içi kullanımlarında karşımıza çıkmakta, o zamana kadar bohça, çuval ve denkler de tutulan kıymetli eşya veya giyeceklerin saklanıp, korunmasında ve evlerde de oturma, üstünde yemek yeme gibi değişik işlevleri olan bir aksesuar gibi değerlendirilmiştir.
Ancak sandık denilince ilk akla gelenin Çeyiz Sandığı  olacağı şüphesizdir. Çünkü kültürümüzde çok sık olarak birlikte kullanılan iki kelimedir. Evliliğin kutsandığı pek çok ülkede de bu gerçeklik sürdürülmektedir.  Düğünlerin vaz geçilemeyen bir ritüeli, renkli bir gösterisidir, gelin alayının Çeyiz Sandığını almaya gelmesi ve damat adayı ile yapılan pazarlığı. Genellikle gelinin bir yakınının sandığın üstüne oturması adetten sayıldığından, damat tarafı makul bir para vererek gönlünü almaya çalışır. Bu, tarafların hoş görüsü ile kısa zamanda tatlıya bağlanarak, sandık, gelin ve gelinin diğer çeyizleri yüklenilerek, davul, zurna, ağıtlar ve alkışlar eşliğinde damat evine doğru yola çıkılır. Gelin yeni evine gelince de sandık en özel eşya olması nedeniyle gelinin odasının baş köşesine yerleştirilir. Artık gelin hanım ve sandığı ömür boyu sürecek bir beraberliğe başlamış oluyorlardır. Üzerinde anahtarı olsa da olmasa da kadının izni olmadan kapağının açılamayacağı gelenek haline gelen bu çeyiz sandığının, halkın hafızasında çok eski zamanlardan beri özel bir yeri oluşmuştur. Ülkemizde ve şehrimizde pek çok şeyin yeni yaşam koşullarına evrilmesine karşın kız çocuklarına çeyiz düzülmesi konusu geçerliliğini sürdürmektedir.
Benim gibi geçen yüzyıldan kalanların çok iyi anımsayacakları gibi yöremizde kız çocuğu doğduğu zaman başlar çeyizini hazırlamaya ana ve babası. Hatta hoş bir tekerlemesi vardır hepimizin bildiği, ‘’Kız beşikte, çeyiz sandıkta büyür’’ şeklindedir. Kimi kez sandık gelinceye değin bohçalarda biriktirilen kızın gelinlik çeyizleri, kimi ailelerde de  beşik ile birlikte eve getirilir ve doldurulmaya başlanır. 
Gerçekten de yoksul varsıl ayrımı  olmaksızın, özellikle kız anaları ellerine geçtiği zaman sandığa bir şeyler örüp koyarlar, bir parça bezin etrafına oya yapıp koyarlar. altı tane çay kaşığı alabilmişse onu koyar, derken kız büyüyüp eli iş görmeye başlaması ile birlikte, gergef  işler, dantelli, işlemeli çeşitli örtüler, yaygılar, bohçalar, giysiler yapıp sandığını doldurur. Belki şimdi gençlerimize oldukça fantastik gelmesine rağmen, folklorik birer öğe olarak yazmadan edemeyeceğim. İlk olarak sandığın en altına dolu olsun diye ‘’don’’, bereketli, üretken olsun diye bir parça ‘’toprak’’, giyimli, kuşamlı olsun diye ‘’gömlek’’, sofrası açık olsun diye ’’sofra bezi’’, nazar değmesin diye,  nazar boncuğu ve  ‘’şap’’ yerleştirilir.  Kırsal kesimde babanın ekip biçtiği buğday, arpa, darı v.s gibi bitki tohumlarından bir miktar konur (bu ürün çeşitlendirilmesi açısından çok önemli bir gelenektir). Bende  36 yıl önce  kızımın sandığına kalem ve kağıt  koymuştum. İyi bir okur, yazar olması dileklerimle. Bilemezdim ki büyüyüp evlenince, yurt dışına gidip,  bugün bana o kalemle mektup yazacağını.
Böylece günler, aylar, yıllar geçer, kız büyür, sandık dolar, talipler gelir gider, damat adayı belirlenir, önce söz, sonra nikah ve düğünün vakti gelir çatar. Gelin Alayı gelince Çeyiz sandığı  çıkarken etraftaki bildik, tanıdıkların şahitliğinde çeyize bir bedel biçilir, bu bedelin eğer verilmişse başlık parası ile farklı olmamasına özen gösterilir. Bugün garip gelse de bu uygulamanın ince bir söylemi vardır. Başlık parasına kız satılmamış, o para ile yeni evinin gereksinimlerini karşılamıştır, anlamı çıkmaktadır. Gelin Alayı Çeyiz Sandığını alır, yeni evde çeyiz serilir. Ev düzenlenir, konu, komşu, tanıdık gelir gider ve her yerde olduğu gibi burada da beğenenler ve beğenmeyenler olur. Çeyizi beğenmeyenler “kızı büyümüş, anası uyumuş”; beğenilmişse “kızı okumuş, anası dokumuş” gibi sözlerle yergilerini ve övgülerini dile getirirler. Ve sonunda yine kabak anaların başına patlar. Onun içinde Çeyiz Sandığı kadının, yani ananın doğumundan ölümüne değin sorumluluğundadır. Ebediyete göçtüğünde de ardında bıraktığı en değerli emanetidir. Siz, siz olun annenizin, anneannenizin, babaannenizin sandığına sahip çıkın. Onu gözünüz gibi koruyun. Bırakın maddi olan parayı, altını, pırlantayı. Onlara her istediğiniz zaman sizler ulaşabilirsiniz. Annenizi, kokusunu, tarağını, eğer varsa kendi ördüğü atkısı, beresi, baş örtüsünü özenle saklayın. Hele yöresel el işleri, dantelleri, oyaları, yağlık, yemeni, yaşmakları, tülbentleri varsa birer sanat eseri  titizliği ile koruyup, kollayın lütfen. Çünkü çeyizler toplumların yazısız tarihi belgeleridir, hafızalarıdır. Şimdiye kadar değerleri bilinememiş, atılmış veya dağıtılmış sonuç olarak kaybedilmiş onca yapıt var ki arkasından ancak ah, vah diyebiliyoruz.
Bir de herkesin bildiği ve benim bu konuyu yazmama neden olan bir nokta var ki değinmeden geçemeyeceğim. Sanırım hepimiz annemizin sandığının açıldığında, odaya yayılan o farklı annemize özel kokuyu anımsıyoruzdur. Tam olarak tarif edemeyeceğim, levanta, sabun, naftalin kokuları karışımı, kullandığı pudra, krem veya deodorantının , eskimiş tahtanın, kumaşın, boyasının rayihaları toplamı olan koku.  Yıllar geçtikçe azalan ama etkisi eksilmeyen o kokunun hatırlattığı anne sıcaklığı hiç eksilmiyor insanın benliğinden. Annesi hayatta olanlar lütfen annelerinizin çeyiz sandıklarına sahip çıkın. Onları çocuklarınıza, hatta torunlarınıza en değerli emanetler olarak, anlamlandırarak teslim ediniz. Bir iğnenin, bir yüksüğün, bir aynanın bir pudra kutusunun manevi değerini belirtip, geçmişi ile barışık, geleceğe sağlam adımlarla yürümesini sağlayınız. Toplumsal hafızanın oluşmasına yardımcı olmanın mutluluğunu yaşamanız dileklerimle.

23 Şubat 2021 Salı

HALK BİLİMİ–FOLKLOR– UNUTULAN DEĞERLERİMİZ; ŞAYAK ve KEÇE

Ahmet Rodopman 
Bir süredir sürdürdüğümüz Kırklareli Yerel Tarih grubu çalışmalarımızın önemli bir alanını kapsayan Halk Bilimi(Folklor) dalında incelediğimiz, toplumumuzun yaşantısında geçmişte hayli büyük yerleri olan, yarım asır öncesine kadar Kırklareli’ de de üretilip kullanılan, ancak günümüzde kaybolan değerlerimiz arasında olan Şayak ve Keçeden söz etmek istiyorum bugün.
Uzun insanlık tarihi boyunca uzun süren toplayıcılık ve avcılık dönemi sonrasında yerleşik hayata geçen,  Orta Asya da insan toplulukları tarafından üretilen ilk yünlü ürünlerdir.  Köpek, koyun, keçi ve atın evcilleştirilmesi ile gelişen uygarlığın Orta Asya da özellikle de Türk Boylarında sert iklim şartlarında, günlük gereksinimlerini karşılamak amacı ile oluşturulan en ilkel tekstil ürünüdür keçe ve ardından şayak adı verilen dokuma türü. Özellikle koyunların kesilen tüylerinin üst üste konularak üstüne vurulup sıkılaştırılması ile insanı soğuktan korumada kullanılan bu sıkıştırılmış yün kumaş yüz yıllar boyunca göçlerle bir çok yere ulaşmış ve değişik teknikler kullanılarak üretilip çeşitli amaçlarla uygulanmıştır. Keçe ile Şayağı bir birinden ayıran en önemli ayrıntı, şayağın bir dokuma ürünü ve ardından tepilerek keçeleştirilen kumaş olmasına karşın, keçe, yün liflerinin özel teknikleri ile tepilerek dokumasız olarak yün liflerinin çok özel yapılarından yararlanarak kumaş haline getirilmesi ile elde edilir. Göç yollarıyla gerek Hazar Denizinin kuzeyinden, gerekse Hazar Denizinin güneyinden gelen Türklerle Balkanlara değin yayılmış ve kullanılmıştır. Hatta efsanelere, söylencelere bile konu olmuştur. Derler ki; evvel zaman içinde genç bir çoban, yörenin ağasının kızına aşık olmuş. Ona gönlünce çok güzel bir hediye vermek istemiş. Ama elinde ancak otlattığı sürüsünün koyunlarından kestiği yapağı varmış. Yünlere vuruldukça çok güzel kumaşların olduğunu duyduğu için en güzel yünleri toplamış, bir tokaç ile yün topaklarının üstüne üstüne vurmaya başlamış. Saatlerce uğraşmış, ama bir türlü yünler keçeleşmiyormuş. Öylesine üzülmüş, öylesine üzülmüş ki, iki gözü iki çeşme ağlamaya başlamış. Bir de  bakmış ki gözyaşı ile ıslanan yünler bir birine yapışmış, keçeleşmiş. Çobanda anlamış ki su katmadan keçeleşme olmazmış. Bunu öğrendikten sonra en iyi yünleri ile öyle güzel bir keçeden kilimler yapmış ki,  sevdiceği  görünce bu kilimleri, kalkmış çobana kaçmış. O günden sonra Keçe de Şayak da, yünün  hep suyun içinde suyla dövülerek elde edilir olmuş. Ve kalkmış gelmiş Orta Asya’ nın steplerinden Avrupa’ nın Balkanlarına, artık Anadolu’ dan göçen Yörüklerle mi? yoksa Batı Hunlarının kalıntılarının gelenek ve göreneklerinden mi bilinmez, ama bir şekilde tüm Balkanların soğuk sularında yapılır olmuş yüzyıllarca. Kırklareli’ de genellikle Şayak adı ile bilinen bu kumaş, özellikle Kofcaz ve Dereköy’ ün orman içi köylerinde yapılırdı. Hatta Dereköy’ e yakın Dolapdere Köyü ismini  derede kurulu Şayak Dolaplarından aldığı söylenirdi. Ben Dolapdere’ de yapılan yaklaşık 50-60 cm genişliğinde top halinde sarılmış Şayakları yakından gördüğüm için, onun sıcaklığını da bizzat yaşayan bir kişiyim. Rahmetli babam terzilik yaptığı sıralarda  şayak dikmek için özel bir makine almıştı. Belli müşterileri alıştıkları için özellikle Dolapdere Şayağından yapılmış pantolon ve yelek diktirirlerdi. En az yarım santim kalınlığındaki şayakları normal dikiş makineleri dikemediği için ancak o büyük makinelerde dikerlerdi. İğne bile kolay kolay işlemez, onlar için özel iğneler ve kesmek için makasları vardı. Özellikle Balkan köylerinde yaşayan yaşlı kişiler genellikle kışın sıcak tuttuğu için diktirirlerdi. Babam ilk okula giderken bana da şayak pantolonlar dikmişti. Kahverengi çok iyi ısıtan, soğuğu geçirmeyen pantolonlardı. Biraz kaba gibi görünse de o meşhur 1963 kışını hastalanmadan geçirdiğim için onları çok sevmiştim. Şimdi sordum da ne bilen, ne yapan, ne diken kalmamış, artık yok olmaya yüz tutmuş beklide 4000-5000 yıllık bir üretim geleneğine son verilmiş oluyor. Gerçi son zamanlarda bazı el işi kurslarında elde basit keçe yapma kursları açıldığını ve rengarenk boyanan yünlerin değişik otantik figürler yapılarak sergilendiğini bildirdiler.
Koyun yününün  başka yünler de pek bulunmayan özelliği, her bir yün telinin bütün yüzeyinde kökten, uca kadar bir biri üzerine kapanan küçük pulcukları olmasıdır. Ancak mikroskop altında görülebilen bu pullar, her bir yün lifini balık pulu gibi kaplar, sütüne yağan yağmuru , karı içeri geçirmeden üstten akıtmasının yanı sıra  yapısında bulunan ince hava kesecikleri ile de hava izolasyonu yaparak,  giyen kişiyi iklim koşullarına karşı korur.  Alkali(sabunlu su) veya zayıf asidik bir sıvı ile karşılaşan yün telciklerinin pulcukları açılıp, etrafındaki diğer tellerle bir daha çok zor açılabilen fiziksel olarak birleşen katmanlar oluştururlar. Bunun için yünlerin üzerine su serpilerek, ayakla veya mekanik olarak tokmaklarla vurularak yünler keçeleştirilmeye çalışılır. Bu yöntemle elde edilen keçelere Tepme Keçe denilmektedir. Keçe, geçmişte özellikle Anadolu’ da Bursa, Sivas, Konya, Erzincan, Van gibi koyun yetiştiriciliğin çok olduğu  ve kışları soğuk geçen sosyo- ekonomik olarak pek iyi olmayan yörelerde çoklukla evlerde yapılıp çeşitli amaçlarla kullanılan ürünlere genel olarak verilen addır. Anadolu’nun çeşitli il ve ilçelerinde keçeciliği meslek olarak yapan hatta kuşaklar boyunca yapmakta olan zanaatkarlar bolca bulunmakta idi.  Ne yazık ki pek çok iş kolu gibi Keçecilik de artık yok olmaya doğru girmiştir. Eski ustalar kalmadığı gibi kalanlarda ancak turistik parçalar yapıp satarak hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Teknolojinin gelişmesi ile, bu alanda kullanılan lif ayırma ,dövme makineleri farklı renklere yünleri boyayıp, otantik figürleri keçe parçalarına uygun bir şekilde yerleştirme teknikleri kullanılarak, halı, şilte, seccade, olarak kullanılmaya elverişli parçalar üretilmektedir.
Şayak daha çok Balkan ülkelerinden gelen göçmenler tarafından getirilen çulfalık adı verilen şayak tezgahlarında ,yaşlı ev kadınları tarafından dokunan ham dokumalardır. Yünden yapılan kaba ipliklerin oluşturduklar atkıları arasından mekik ile geçirilen kaba çözgü ipliklerinden oluşan dokumaların, bazen sıcak ve nem altında basınçla veya sürekli çiğnenip, vurularak liflerin bir bibrine bağlanmasını sağlayarak oluşturulan dokumalara denilmektedir. Yün liflerinin ayni yöne dizilmeleri ve kuruduktan sonra aradan uçup giden suyun sayesinde birbirine sağlamca bağlanan yün lifleri sayesinde, ne yağmur, ne kar nede soğuk işlemeyen aba, kepenek, yelek, palto, potur  ve pantolon yapımında kullanılmaktadır. Ayrıca sıkıştırılarak keçeleştirilen koyun yünü ateşe ve kıvılcıma karşı çok dayanıklı olduğu için ateş karşısında yapılan işlerde iyi bir koruma sağlar. Koyun lifleri içinde hava kabarcıklarının olması nedeniyle kışın sıcak, yazın serin tutması, büyük bir emek ile üretilmesine karşın, kendi koyununun yününden ve ev halkının göz nuru ve alın teri ile aile bütçesinden para çıkmaksızın üretilen sağlıklı bir giysi olması nedeniyle yüz yıllar boyunca kullanılmıştır. Ne yazık ki artık bırakın yapılmasının bırakılması adı bile hafızalardan silinmiş olması, geçmişimize, gelenek ve göreneklerimize olan ilgisizliğimizi göstermektedir. Oysa çok değil 90 yıl kadar önce Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ ün Kırklareli’ ye geldiği zaman, Kırklareli halkı ile yaptığı görüşmelerin birinde söz şayak elbiseye geldiğinde söylediklerini o günleri ve Kırklareli’ yi etraflıca anlatan ‘’Efsaneden Gerçeğe Kırklareli’’ adlı kitabında Merhum Nazif Karaçam şu şekilde anlatmıştır;                                                               
‘’ Atatürk 20 Aralık 1930 tarihinde Kırklareli’ ne gelmiş ve o gün belediyede belediye meclis üyeleri, mahalle muhtarları ve bazı kuruluş temsilcilerinin katıldığı toplantıda önemli konuşmalar  yapmıştır. Toplantıda 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’ ndan, bunun ülkemize olan etkilerinden, yarattığı sıkıntılarından,bir süre önce kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’ nın da katılmasıyla yapılan yerel seçimlerden ve sonuçlarından söz etmiş, Cumhuriyetin kurulmasıyla yeni bir kalkınma, çalışma ve milli tasarruf dönemine girildiğini belirtmiş, toplantının başından beri gözünü üzerinden eksik etmediği şayak elbiseli belediye meclis üyesini işaret ederek yanına çağırmıştır.
Belediye meclis üyesi Abdullah Efendi(Altınelli) biraz korkak, biraz şaşkın ve mahçup Mustafa Kemal’ in yanına gelmiştir. Abdullah Altınelli’ nin üstündeki şayak ceketinin ucundan tutarak, adını, ne iş yaptığını, göçmen olup olmadığını öğrendikten sonra giydiği şayak elbisesinin çok güzel bir kumaş olduğunu belirtmiş,                                                                    - Söyle bakalım, bu kumaşı nereden aldın?                                                                                   - Bir yerden almadım Paşam, koyunlarımızın yününden karım dokudu.Evde dokuma tezgahlarımız var. Kendimiz yapıp giyiyoruz.
Meclis azası Abdullah Altınelli’ nin  verdiği bilgi, içtenlikli ifadeleri, Rumeli şivesi ile anlatımı Mustafa Kemal’ i son derece sevindirmiş ve toplantıda bulunanlara dönerek:
‘’Arkadaşlar  biz savaştan yeni çıkmış fakir bir milletiz. Padişahlar, birbirini takip eden savaşlar memleketimizin geri kalmasına sebep olmuştur. Fakat büyük fedakarlıklarla kurduğumuz Cumhuriyet sayesinde kalkınacağız, ilerleyeceğiz. Ancak çok çalışmak, tasarruf yapmak, yerli malı kullanmak zorundayız. Bu arkadaşımız gibi kendimiz yetiştireceğiz, kendimiz dokuyacağız, kumaş yapacağız, kendimiz dikip giyeceğiz, tezgahlarımızı çalıştıracağız.’’
Daha sonra tekrar Abdullah Efendi’ ye dönerek:
‘’Bu güzel şayak kumaşından bir elbiselik te ben isterim. Evde varsa hemen şimdi alalım, parasını ödeyelim. Şayet yoksa bedelini bırakayım, karın dokuduğunda bana, Ankara’ ya göndersin. Şayak elbise giymeyi çocukluğumdan beri özlerim’’ dedi.
Abdullah Efendi birkaç ay sonra Mustafa Kemal’ in istediği şayak kumasını Ankara’ ya gönderdi. (Efsaneden Gerçeğe Kırklareli-Nazif Karaçam-1995- Sayfa :351-352).
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, bu anekdotunda bizlere o kadar çok şey anlatmış ki, Şayak bahane diyesi geliyor insanın. Kısa söyleşide, neden yeri malı, yurdun malı kullanılması gerektiğini, çok çalışmanın ve tasarruf etmenin gerekliliğini belirterek, istediği kumaşın da peşinen parasını vererek  90 yıl öncesinden bizlere ne çok şey söyleyip, çağdaş bir yurttaş olabilmenin ip uçlarını vermiş. Ama Atatürk’ ün pek çok şeyde olduğu gibi bu konuda da istediği toplumun birer ferdi olamamışız. Kırklareli olarak böyle bir kısmetin değerini bilememişiz. O günkü ileri gelelerimiz, dokunan o kumaşın gönderilmeden önce resimlerinin çekimini yapmamış. Atatürk o kumaştan nasıl bir elbise diktirmiş ?, ne zaman? , nerede giymiş?, merak edip fotoğraflayamamış ?, Atatürk’ ün giydiği kumaş niye Kırklareli’ de moda olmamış? Bu konuda, o kadar sorup soruşturmama karşın en ufak bir ize rastlayamamış olmanın derin üzüntüsünü yaşamaktayım
Bu yazımda da bir kez daha iç çekerek toplumumuzun unutulan bir hatta iki değerinden kısaca söz ettim. Tabii ki gidenler tekrar geri gelmezler. Ama hiç olmazsa  şu anda elimizde olan değerlerimizin su gibi elimizden akıp, gidip yok olmamasını sağlayacak önlemleri akıl önderliğinde,  bilim ışığında ele alalım demek istedim Yoksa çocuklarımıza, torunlarımıza, paslı demir çubuklar ve çimento artıklarından başka övüneceğimi,  göstereceğimiz, hiç bir şeyimiz kalmayacak.
Ahmet Rodopman
Kaynakça:
1 - http://xn--diyarbakrlolu-62b0yc.com/kececiligin-dunu-bugunu/
2 – EFSANEDEN GERÇEĞE KIRKLARELİ . NAZİF KARAÇAM.Kırklareli 1995 
3 -  http://www.anamurunsesi.com/kultur/dokumalar/sayak.htm#:~:text=Koyun%2C%20kuzu%20y%C3%BCn%C3%BC%20kullan%C4%B1larak%20atk%C4%B1s%C4%B1,(Bir%20%C3%A7e%C5%9Fit%20ceket)%20kuma%C5%9Ft%C4%B1r.&text=Bu%20kuma%C5%9Ftan%20yap%C4%B1lan%20elbiseler%20uzun%20s%C3%BCre%20eskimez.
4-  SEDEF ACAR -YÜNLÜ GİYSİ TASARIMINDA BÖLGESEL KEÇELEŞTİRME YÖNTEM VE UYGULAMALARI- Sanatta Yeterlilik Tezi . İzmir 2010

21 Aralık 2020 Pazartesi

KIRKLARELİLİ BİR HALK BİLİMCİ:ŞERİF BAYKURT

Akın Güre
Halk bilimci Şerif Baykurt 1919 Drama  doğumludur. Beş yaşındayken ailesiTürkiye’ ye göç edip Kırklareli’ne yerleşti. 1935 yılında Kırklareli Örtaokulu’nu bitirdi ve Edirne Erkek Öğretmen Okulu’na girdi. 1937’de Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş bölümünde yükseköğrenimine başladı. 1941’de mezun olup askerliğini yaptıktan sonra Kırklareli Ortaokulu’na resim öğretmeni olarak atandı. 1952’de Arifiye Öğretmen Okulu’nda göreve başladı. 1956 yılından sonra Türk Halk Oyunlarım Yaşatma ve Yayma Kurumu’nun danışma kurulu üyesi olarak çalışmalar yaptı. 1962’de Sakarya Halk Eğitimi başkanlığına atandı. Sakarya Öğretmenler Derneği başkanlığı yaptı. 1963’te Milli Eğitim Bakanlığı Halk Eğitimi Genel Müdürlüğü’nün merkez kuruluşuna atandı. Halkevleri Genel Merkez Uzmanlık Kurulu üyeliği yaptı. Bir ara Köy İşleri Bakanlığı şube müdürlüğü de yapan Baykurt, 1968’de Milli Eğitim Bakanlığı Milli Folklor Enstitüsü müdür yardımcılığına atandı, Meydan-Larousse Ansiklopedisi’nin halkbilimi ve halk oyunları bölümünü yazdı. Folklor Araştırmaları Daire başkan yardımcılığında bulundu.

Şerif Baykurt Kırklareli ve Edirne’de kendi yapıtlarıyla çeşitli resim sergileri açmıştır. 1946 yılında ülke çapında düzenlenen okullararası resim yarışmasında Kırklareli Ortaokulu öğrencileriyle birlikte Türkiye birincisi oldu. 1941’den başlayarak sürdürdüğü halk dansları araştırma çabalarını, 1946’dan sonra halk dansları ekipleri kurarak sürdürdü. Birçok Trakya halk dansını tanıttı, öğretti. 1952’den sonra halk el sanatlarını incelemeye ağırlık verdi. Marmara Bölgesi elişleri üzerine derleme ve incelemeler yaptı. 1959 yılında Trakya halk danslarını konulu bir düzenleme içinde sundu. Sakarya’da görevliyken Sakarya Şenlikleri’ni kurdu ve bir gelenek haline gelmesine çalıştı. Türk halk dansları, elişleri ve genel halkbilim konusunda çeşitli dergi ve gazetelerde yüzlerce yazı yayımladı, yazılarının bazılarını kitaplar halinde topladı.

•    YAPITLAR (başlıca): Türk Halk Oyunları, 1965; Mimar Sinan, 1969; Türk Halk Oyunları, Ağrı, Akçaabat, Muş, Bayburt, 1969; Türk Halk Oyunları, Balıkesir, Burdur, Silifke, 1969; Türk Halk Dansları, Türkiye’de Folklor, 1976.

HALK BİLİM (FOLKLOR)

Ahmet Rodopman 
Değerli dostlar bu yeni yazı dizimizde, değerli arkadaşım Akın Güre’ nin öncülüğünde oluşturmaya çalıştığımız Kırklareli Yerel Tarih Grubu çalışmalarında Halk Bilimi kavramını ele alıp yöremizin bu konudaki zenginliklerini gözler önüne sergilemeyi amaçlıyoruz. Halk Biliminin ne denli önemli olduğunu , hızla kayıp olan geleneksel halk kültürümüzün tam da bizim düşündüğümüz ve aradığımız, yazmaya çalıştığımız Yerel Tarihimiz için ne deli vazgeçilmez değerde olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyoruz. Bu konuda sizlerin de değerli katkılarınızı bekliyoruz. Belki güncel olaylar kadar ilgi çekmeyecektir burada yazılanlar. Ancak gelecekte, Kırklareli’ nin gerek tarihi, gerek kültürünü merak edenler, bu konuda çalışacaklar için önemli bir baş vuru kaynağı olacağını umuyoruz. Toplumumuzun çimentosu olabileceğini düşündüğümüz ortak değerlerimizin için,bir kum tanesi kadar yararı bile olsa, tırnaklarımızla kazıyarak oluşturacağımız bu belgelerin kıymetinin, gelecekte daha iyi anlaşılacağını biliyoruz.
Halk Biliminin tam karşılığı olmasa da, genel  kullanımda Folklor olarak adlandırıldığı yaygın olarak bilinmektedir. Hatta, Halk Bilimi içinde değerlendirilen Halk Oyunları bile günlük kullanımda kısaca Folklor olarak kullanılmaktadır. Yanlış olmasa da eksik bir tanımlama olduğunu, Folklor un Halk Biliminin karşılığı olduğunu, Halk Oyunlarının ise Halk Biliminin yani, Folklorun bir alt dalı olduğunu göreceğiz, ama bu alt dalı olarak nitelediğimiz Halk Oyunlarının, Folklorun en önemli bileşenlerinden biri olduğunu ve en yaygın olarak bilinip uygulanan bir alt dal olması itibari ile de yazımıza Halk Oyunları ile başlamak istiyoruz. Çok geniş bir ilgi ve bilgi alanı olduğu için bu konuda bilgisi ve deneyimi olan bir hayli arkadaşımızın da olduğunu düşünerek,  yeni katılımlarla çok daha geniş ufuklara erişeceğimizi düşünüyorum.
Halk Bilimini konusuna, bize yarım asırlık pratik ve teorik deneyimi olan, akademik çalışmalarını da bu konuda sürdüren, değerli eşimin sevgili kardeşi Şener Günay’ den yardım alarak başlıyoruz. Bizler içinde yeni bir uygulama şekli olacak bu nehir söyleşide umarım Kırklareli’ ye gönül verenler bir hayli yeni bilgilerle karşılaşacaklardır. Öncelikle, Şener Hoca nın Halk Bilimi ile ilgili kısa bir yazısını birlikte okuyalım.
HALK BİLİMİ ve HALK OYUNLARI
İnsanı üretmiş olduğu, her türlü maddi ve manevi değer taşıyan araç- gereç, duygu düşünce, dil, din, oyun, ezgi, sanat, ve sosyal değerlerin (töre ,gelenek, görenek, moda (heves) ) vb.. üretimlerinin tümü kültürü oluşturmaktadır. Hangi topluma ve coğrafyaya ait ise, o milletin veya topluluğun, insanlarının genel adı ile varlığını sürdüren bir değerler bütünüdür. Örneğin, Türk Kültürü, İslam Kültürü veya Gaziantep Kültürü gibi…
Aynı kültür içerisinde yaşayan insanlar ortak değerler içerisinde, anonim davranış kalıplarını, inançlarını, yaşam biçimlerini, bir sonraki nesline aktaran, millet olma bilinci içerisinde statüsü, mesleği, etiketi ne olursa olsun, yeni üretimlerle, değişen, gelişen kitleye halk, ürettiği sayısız bütün değerler de, Halk Bilgisi yani Halk Kültürü denir. Bu bilgileri kendine özgü yöntemlerle araştıran, inceleyen, ait olduğu toplumun ve insanlığın faydasına sonuçlar çıkaran bilime de Halk Bilimi denilmektedir.
Halk Bilimi konularının, kapsam ve amacı hakkındaki çerçeve, bir çok bilim insanı tarafından çizilmiştir. Diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi, halkbiliminde de konuların sınırlanması kesin çizgilerle ayrılamaz.
Bu bağlamda Halk Biliminin ana konuları ve alt konuları genel olarak şöyle sıralanabilir:
Köy, Kasaba ve Kent Yaşamı ve Yaşayanları( Monografiler)
Halk Mimarisi
Halk Ekonomisi
Halk Sanatları ve Zanaatları
Halk Giyim Kuşamı ve Süslenmesi
Halk Örf ,Adet, Töre ve İnançları
Halk Gelenek, Görenek ve Alışkanlıkları
Halk Hekimliği
Halkın Yaşam Süreçleri ( doğum,çocukluk,evlenme,ölüm )
Halk Edebiyatı
Halk Tiyatrosu
Halk Eğlencesi ve Sporları
Halk Müziği ve Araçları
Halk Oyunları
Çocukluk Oyunları ve Oyuncakları v.s gibi.
Halk Biliminde amaç; Halkın üretmiş olduğu bu değerleri derleyip düzenlemek, eğitim programlarımıza alıp öğreterek, uygulamaya ve sunuma hazır hale getirip, yeni nesillere aktarmak, yerel kültür değerlerimizi ulusal ve evrensel kültür boyutunda, moda kültür haline getirerek, sömürge kültürlere karşı gençlerimizi korumak olmalıdır.
Oyunun doğuşu; İnsan doğayla olan ilişkisi sonucu su toprak yağmur, sel, ay güneş, hayvan ve bitkilerden etkilenmiş, korku endişe, ve beğenisini taklit yoluyla öğrenmiş, elle ritmi, sesiyle ezgiyi keşfederek yapmış olduğu hareketle oynamaya başlamıştır. Daha sonra kendinden güçlü sandığı doğa olaylarına, korku ve endişenin sonucu inanarak, inanç sistemlerini ( Şamanizm ) geliştirmiştir.
Dini duygularla tanrıya yakın olmayı, mistik bir anlayışla ifade etmiştir. İçe dönük psikolojik duygularla, haz ve elemi, kötü ruhlardan kurtulma amacıyla, büyü ve büyücülüğü, dışa dönük sosyal olgularla, toplumsal değerleri ve törenleri; töre gelenek, görenek kına, düğün, asker uğurlama, hatta konuk ağırlamaya kadar, kültürel bir alan içerisinde oyunlaştırarak yaygınlaştırmıştır. Bu bağlamda oyun insan yaşamında vazgeçilmez bir unsur olmuştur.
Oyun; Türkçe bir kelime olup doğuş kaynağı ilkel dinler ve Şamanizm’dir. Kültürden eski ve kültürün oluşumunda başlıca etmen olan oyun; içgüdüsel olarak insanda var olan, temeli din ve büyü ile ilgili töre ve törenlere dayanan, toplumların kültürel yapılarına göre şekillenen ve toplumdan topluma farklılık gösteren, yer ve zaman bakımından günlük yaşamdan farklı, isteğe bağlı, gönüllü hareketlerdir. Zaman içinde anlam genişliğine uğrayarak, oyun kelimesinden tiyatro orta oyunları, çocuk oyunları, kumar oyunları, oyun çıkarma, oyuna gelme, oyun bozanlık gibi, ortak bir anlamda oluşmuştur. Halk oyunları; üreticisi insan, oynayanı insan, izleyeni insan ve konusu da çoğu zaman insandır. İnsanı konu edinen oyun, insanın geleneksel kültürünü, yani insanın yaşayışını, gelenek halinde süre gelen davranış kalıpları ve uygulamalarını kültürel bölge çerçevesindeki, insanların oluşturdukları halkın iletişim aracı olmuştur. Halkın inandığı, din anlayışı çerçevesindeki, Tanrı sevgisiyle kendinden geçmeyi ,inandığı anlayışın doğrultusunda, Sema, Semah ve zikir törenlerini şaman anlayışı ile kötü ruhlardan korunmayı oyunlaştırmıştır. Kişi, kendi iç alemini bazen içe dönük; inleme, süresiz dönme gibi… kendisi için oynama, bazen de dışa dönük toplumsal olarak, elle, kolla, omuz omuza, birlik beraberlik, dostluk bağlamında, bulunduğu topluluğu güçlü kılma ve beğeni kaygısı taşıyan vurgulamalar yapmıştır. Halkın üretmiş olduğu sosyal değerleri töre, gelenek, görenek haline gelmiş davranış biçimlerini ve uygulamaları doğumu, evlenme aşamalarını, kız isteme kına yakma, düğün, kutlamalarını “ Düğüne giden oynar, ölüye giden ağlar “ anlayışı çerçevesinde algılamıştır. Asker uğurlamasındaki vatan görevinin kutsallığını, sevinçle karşılamış ve bu olguyu gelenekselleştirmiştir. Toprağın dirilişini baharı ve nevruzu, gelin görmüş, Türk geleneği anlayışı ile karşılamıştır. Saymakla bitiremeyeceğimiz bu halk kültürü üretimleri bağlamında halk, duygu ve düşüncelerini, haz alarak; sevinç, mutluluk, sevgi, aşk gibi… ve elem duyarak; acı, keder, ağıt, sevda gibi..duygularını yöresel naralarla haydaaa, hey, yah yah yooo zılgıt ve alkış gibi.. toplumsal heyecan ve coşkuya dönüştürmüştür. Oluşan bu kültürel yığılma, halkın bedeninde oyunun temel yapısı olan harekete ve hareketler serisine dönüşerek, adım ve adım cümleleri oluşmuş, elle, ayakla, defle davulla vb… ritim eşliğinde anlamlaştırılmış, ezgi ve Türkü ile anlam ve içerik derinliği kazandırılmıştır. Bu birikim başlangıçta, kişi ve kişiler tarafından üretilse de, köyden köye, dilden dile, kulaktan kulağa anonimleşerek yayılmış ve geleneği oluşmuştur. Olumlu ve olumsuz değişimlerle, kent merkezlerine ve diğer bölgesel yayılmalarla çeşitlenip, eş benzer oyunlar şekline gelmiştir. Halk üretmiş olduğu, bu oyun kültürünü bireysel bağlamda oda oyunları ve karşılamaları, toplu olarak da halayları oluşturmuş, beden dilinin bütün inceliklerini kullanarak topluma köklü kültürel değerlerini anlatmıştır. Bu bağlamda, Halk Oyunları: İnsanın, geleneksel yapı içerisinde süre gelen yaşam biçimini, inançlarını, tinsel ve sosyal değerlerini, duygu ve düşüncelerini, harekete ve hareketler serisine çevirerek, ritim eşliğinde, ezgili veya ezgisiz, anonim üretimlerle yaygınlaştırıp, bireysel veya toplu olarak , beden diliyle anlatma biçimidir.
Kendi öz kültürümüz olan halk oyunları ülkemizde, 1900 yılında, Rıza Teyfik Bölükbaşı tarafında yazılan “Raks” adlı ilk makaleden sonra, Türk aydınları tarafından, Folklor olarak dikkat çekmiştir. Mustafa Kemal Atatürk 1925 yılında, İzmir de izlediği Selim Sırrı Tarcan’ın düzenlediği, Tarcan zeybeğini izlediğinde, “Hanım efendiler, beyler! Selim Sırrı Bey zeybek raksını ihya ederken ona bir medeni şekil vermiştir. Bu sanatkar üstadın eseri hepimiz tarafından seve seve kabul edilerek milli ve içtimai hayatımızda yer tutacak kadar tekamül etmiş, bedii bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara bizim de mükemmel bir raksımız var diyebiliriz. Bu oyunu salonlarımızda, müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı her içtimai salonda kadınla birlikte oynanabilir ve oynanmalıdır.” Diyerek, Halk oyunlarına Türk halkı olarak önemsememiz gerekliliğini vurgulayarak, Cumhuriyetin ilk yıllarında, Halk Evleri ile birlikte gelişmesini sağlamış, çeşitli halkoyunları festivalleri düzenlenmesini ve bu konudaki derleme ve araştırma çalışmalarının yapılmasına vesile olmuştur. Atatürk’ün ölümünden sonra halk oyunları ve özellikle halk müziği ve bağlama, çağdaşlık adı altında müzik eğitim fakültelerinde ve milli eğitim müfredatımıza sokulmamıştır. Ama Cumhuriyetle başlayan derleme çalışmaları, Kültür Bakanlığı tarafından devam ettirilmiş, 1960 yılında kurulan Halk Eğitim Merkezi Genel Müdürlüğü, illerdeki teşkilatlanmalarından sonra bir çok il de halk oyunları toplulukları kurmuşlardır. 1964 yılında İstanbul’da kurulan, Yüksek Tahsil Gençliği Türk Folklor Enstitüsü Kurma Derneği, daha sonra Türk Folklor Kurumu na dönüştürülerek, üniversite gençliğinin öncüsü olmuş ve birçok kurumların, derneklerin kurulmasına vesile olmuştur. 1975 yılında, Kültür Bakanlığı Devlet Halk Dansları topluluğu, çeşitli gazete ve dergilerin yarışmaları, 1980 yıllarında başlayan Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı ve birçok kurum kuruluşlarca da seminer ve yarışmalar yapmıştır.
ŞENER GÜNAY
Devam edecek

HALK BİLİM (FOLKLOR)

Ahmet Rodopman 
2. Bölüm
KIRKLARELİ  HALK  OYUNLARININ ÖYKÜLERİ
Konuğumuz:ŞENER GÜNAY
Ahmet Rodopman : Sevgili Şener, ben seni olabildiğince yakından tanıyorum, yaklaşık yarım asra yakın senin Halk Oyunlarına olan ilgini ve emeğini bilenlerdenim. Kısaca Kırklareli Halk Oyunları ile büyüdün ve büyük bir sevgi, gayret, özveri ile, değil sadece Kırklareli’ de, değil İstanbul’ da hatta tüm ülke çapında, Halk Oyunları konusunda Kırklareli’ nin adını, yetenekli ekip arkadaşlarınız ile birlikte hep onurla temsil edip, yarışmalarda başarılarınızı en üst sıralara yazdırdınız.
Kırklareli’ nin tüm değerlerine sahip çıkıp, kucaklamak, gelecek kuşaklara birer belge olarak bırakmayı arzuluyoruz. Kırklareli Yerel Tarih Grubu’ nun hedeflediği etkinliklerden olan içimizden çıkan değerleri tanıyalım projesi içinde seni, Kırklareli Halk Oyunlarının gelişim serüvenini öğrenmek istiyoruz. Şimdi, Halk Oyunları ile ilgili süreci  bizlere etraflıca anlatır mısın ?
Şener Günay: Halk oyunları ile ilgili tarihsel sürecimden bahsedersem;
Halkoyunlarına doğduğum, büyüdüğüm ve çok sevdiğim Kırklareli’nde Ziya Gökalp ilk okulun da dördüncü sınıftayken başladım. O yıllarda öğretmenliğe yeni başlamış, Sevgili Şener Aldemir Hocamızın  dışarı dan destek vermesiyle okulumuzdaki çalışmalara başlamıştık. 1973 ve 1974 yıllarında Kırklareli kapalı spor salonunda ilk halk oyunları gösterilerimizi gerçekleştirmiştik.
Daha sonra Kırklareli Atatürk Lisesi orta birinci sınıfında Kırklareli Halk oyunlarını tam anlamıyla öğrenmeye başlamıştım. Çok değerli Zihni Sezen Hoca’ mın okulumuzda Halk oyunları ekibi oluşturmak amacıyla bir grup oluşturduk. O zamanın ders sisteminde seçmeli dersler ve okul çıkış sonralarındaki çalışmalarımızla seçilmiş olan grubumuzla çalışıyorduk. Zihni Hoca’ mız aynı zamanda okulumuzun sanat tarihi öğretmeniydi. Okulumuz adına her yıl il ve il dışında yapılan yarışma ve gösterilerde yer alıyorduk. Öncelikle yapmış olduğumuz bu faaliyetten eğleniyor ve zevk alıyorduk. Trakya kültürümüzün bir parçası olan Kırklareli halk oyunlarını öğrenmeye ve okulumuzu temsil etmenin gururunu yaşamaya başlamıştık. Bu süreç ben ve ekip arkadaşlarımın güven ve arkadaşlık duygusunu geliştirmemize  ve sosyalleşme mize yardımcı oluyordu.
Lise dönemine geçtiğimiz zaman ekip arkadaşlarımızın zaman içerisinde bazılarının ayrılmak zorunda kalıp, başka okullara ve il dışına gittiklerinden dolayı lisede ekibimiz tekrar yenilenmişti. Halk oyunları sevgimiz, Kırklareli Atatürk Lisesi aidiyet duygumuz ve ekip ruhumuz aynı şekilde devam etmeye başlamıştı. Benim aileden gelen spor yapma ve futbol oynama tutkusu da beraberinde devam ediyordu. Kırklareli Spor’ da futbol oynayan üzerimde büyük emekleri geçen Güngör Günay ve Güner Günay ağabeylerimin sayesinde sporun içinde yer alıp, bugünkü mesleğim olan beden eğitimi öğretmenliği gibi güzel bir mesleğe sahip oldum. O zamanki eğitim sistemimiz sayesinde tüm bunları yapabilmemiz için hem okul yöneticilerimizden ve öğretmenlerimizden hem de ailelerimizden büyük destek görüyorduk. Lise birinci, ikinci ve üçüncü dönemleri boyunca halk oyunları yarışmalarında il, bölge ve Türkiye birincilikleri, öğretmenlerimiz ve ekip arkadaşlarımızla büyük başarılar elde ettik. Bizler sadece halk oyunları oynamak ile kalmayıp, geçmişte oynanmış halen oynanmayan oyunları derleme ve araştırma anlamında da hocalarımızla  köy ve kasabalarda araştırmalara destek vermek için beraber oluyorduk. 1978 ve 1979 yıllarında Ticaret Lisesi müzik öğretmenlerinden çok değerli Hüseyin Yaltırık hocamız bahsettiğimiz oyun derlemelerine büyük katkıları olmuştur. Takuş ve Çobani oyunlarının derlenip sergilenmesini sağlamıştır.
Bu dönemdeki okullar arası tatlı rekabeti bizler de halk oyunları yarışmalarında yaşıyorduk. Kırklareli Atatürk Lisesi, Ticaret Lisesi ve Endüstri Meslek Lisesi arasında geliştirici bir rekabet söz konusu oluyordu.
Kırklareli Atatürk Lisesi’ nden mezun olduktan sonra ben de Güner ve Güngör ağabeyim gibi beden eğitimi öğretmeni olmak üzere İstanbul’un yolunu tuttum. Marmara Üniversitesi Anadolu Hisarı Spor Akademisi’ nde okumaya başladığımda halk oyunları sevgimiz ve tutkumuz devam ediyordu. Bu süreçte artık Kırklareli oyunlarını oynamaya devam ederken aynı zamanda öğreticilik görevi üstlenmeye başlamıştım. Okuduğum üniversitemde öğreticilik yaparken, ayni zamanda bir çok kurum, kuruluş ve okullarda Kırklareli yöresi halk oyunlarını öğretmeye başladım.Kendi Üniversitemde hem öğreticilik hem de oynarken 1983 yılında Üniversiteler arası yarışmada Kırklareli halk oyunları ekibimizle Türkiye 2.si olduk.
İstanbul’a geldiğimin 2.yılında Türk Folklor Kurumunda Kırklareli yöre öğreticiliği yapmaya başladım.
Üniversiteyi bitirdikten sonra 1986 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Beden Eğ.Bölümünde Öğretim Görevlisi olarak meslek hayatıma başladım.Üniversitemde spor branşlarının yanı sıra YTÜHOT (Yıldız Teknik Üniversitesi Halk oyunları Topluluğu) nun sorumluluğunu alarak,hem Kırklareli halk oyunlarının hem de diğer yörelerin gençlere öğretilip sevdirilmesi anlamında çalışmalarıma başladım ve halen devam etmekteyim.
1991-1992 yıllarında İ.T.Ü.Devlet konservatuarı halk oyunları bölümünde Yüksek lisans eğitimimi tamamladım. Bu süre içerisinde de Konservatuar ortaokul ve lise bölümlerinde dışarıdan öğretmen olarak destek verdim.
Türk Folklor Kurumunda başlayan Kırklareli yöre öğreticiliği ile birlikte o yıllarda henüz yeni yeni tanınmaya başlayan oyunlarımızı tüm İstanbul ve daha sonrada tüm Türkiye’de yaygınlaşmasına, sevilmesine bilinmesine katkılarım olduğunu düşünmekteyim.
2000 yıllarında Türk Halk Oyunları Federasyonu kurulduktan sonra, halk oyunlarımız çok farklı bir faaliyet içerisinde yer almaya başladı.Halk oyunları Federasyonunda 4 yıl öncesine kadar çeşitli kurullarda yer alıp(MHK) Merkez hakem kurulu üyeliği,yarışmalarda hakem olarak ve başkan danışmanlığı görevlerini üstlendim.
Kırklareli halk oyunları ile başlayan bu sevgimiz, İstanbul gibi bir büyük şehre geldikten sonra Türkiye’nin kültürel değerlerini oluşturan bu şehirde çok farklı boyutlarda inceleme fırsatım  oldu.Türk halk oyunlarını daha geniş kapsamda inceleyip tanımamızla birlikte, ne kadar değerli bir alanda uğraş verdiğimin de farkına vardım.
Öğrencilik yıllarımda başlayan halk oyunları öğreticiliğine şu  an görev yaptığım Yıldız Teknik Üniversitesi Beden eğitimi. Bölümün de aslı görevimin yanında halk oyunları öğreticiliğine de devam etmekteyim. Geçen yıllar sürecinde ilk okul çağındaki çocuklardan başlayarak orta, lise, üniversite ve derneklerin yanı sıra 60-70 yaş dilimin deki nostalji gruplarına kadar halk oyunları sevgisini kültürünü aşılamaya çalıştım.
Tabii ki kendi yöremin oyunlarını öğretip performanslarını izlediğimde, yaygınlaştığını görüp, sevildiğini görmek bana ayrı bir mutluluk ve gurur vermiştir.
Devam edecek

HALK BİLİM (FOLKLOR)

Ahmet Rodopman 
4. Bölüm
TÜRK FOLKLOR KURUMUNDAKİ  ÇALIŞMALARINIZ VE YETİŞEN GENÇLERİMİZE ÖNERİLERİNİZ NELERDİR
Konuğumuz:ŞENER GÜNAY
Ahmet Rodopman : Sevgili Şener Hoca, İstanbul’ da gerek Yıldız Teknik Üniversite’sinde gerekse , Türk Folklor Kurumu yönetiminde iken Kırklareli Halk Oyunları ile ilgili yaptığınız çalışmalardan söz eder misiniz ? Ayrıca yeni yetişen halk oyunlarına meraklı gençler için önerileriniz nelerdir?
Şener Günay : 1981-1982 yıllarında Kırklareli yöre öğreticisi olarak, öğrencilik yıllarımda başladığım Türk Folklor Kurumu’ nda yönetim kurulu üyeliği, halk oyunları grup başkanlığı, halk oyunları okul müdürlüğü görevlerinde bulundum. Halen de Kırklareli yöre öğreticisi olarak devam etmekteyim.
Türk Folklor Kurumu 1964 yılında kurulan folklor alanında ilkleri başlatan Milli Folklor Araştırma Dairesi ile birlikte folklorun tüm alanlarının yayılmasında etkisi olan kuruluşlarımızdır. Halk oyunları, halk müziği halk tiyatrosu ve derleme araştırma alanında yıllardır halk kültürüne hizmet vererek ülkemizde bu alanda pek çok değerli sanatçımızın yetişmesine katkılarda bulunmuştur.
Halk müziği alanında Arif Sağ, Belkıs Akkale, Ömer Şan, İbrahim Can ve Nursaç Doğanışık gibi ünlü sanatçılar yetişmiştir. Aynı zamanda bir çok yörede derleme araştırma gruplarıyla çok sayıda müzik ve oyun derlemelerine katkıda bulunmuşlardır.
Tamamen amatör bir dernek olan Türk Folklor Kurumu tüm Türkiye’ ye yayılan, üç ayda bir çıkan Folklor adlı dergiyi halen yayınlayarak tüm folklorculara önemli bir hizmette bulunmaktadır.
Türk Folklor Kurumunun son 10 yılına baktığımızda benim için de Kırklareli adına da ayrı bir önem taşımaktadır. Son on yılın genel başkanlığını yapan Kırklareli’ li kırk beş yıllık yol arkadaşım, dostum ve kardeşim H. Gürhan Ozanoğlu’ nun başkan olarak görevde bulunması bizler için ayrı bir onur kaynağı olmuştur.
1980 yılında Türk Folklor Kurumu’ na Kırklareli yöre eğitici olarak gelen sevgili Gürhan ile 1981 yılında da benim üniversite vesilesi ile İstanbul’a gelişim ile birlikte yıllarca Kırklareli öğreticiliğini birlikte yaptık. Benim için halk oyunları yaşantımda önemli bir yeri olan H. Gürhan Ozanoğlu’nun İstanbul’da Kırklareli yöresi oyunlarının başlamasına ve öğretilip yayılmasına büyük katkıları olmuştur. Sevgili Gürhan aynı zamanda 10 yıl kadar da Türk Halk Oyunları Federasyonu başkanlığı görevinde bulunmuştur. Türk Halk Oyunlarını yönlendiren Türk Halk Oyunları Federasyon başkanının Kırklareli’ li olarak içimizden biri olması ayrı bir gurur kaynağı olmuştur.
Yeni yetişen gençlerimize her zaman halk kültürümüzün, halk oyunlarımızın güzelliklerini,  değerlerini anlatıp,  içinde yer almalarını sağlayacak aktivitelerde bulunmalarını tavsiye ediyorum. Ana okulu ile başlayan bu sevgi hayatımızın her döneminde ayrı bir biçimde yer alıyor. Yaşamımızı konu alan halk oyunları, geleneklerimizle, müziğimizle, giysilerimizle, öykülerimizle, Türk kültürünü geçmişten geleceğe taşımaya devam edecektir. Bazen gençlerin halk oyunları ile ilk tanışmaları üniversiteler de, bazen de hem çalışan hem de emekliye ayrılmış insanlarımız ilk olarak nostalji gruplarında aileleriyle el ele kol kola halk oyunlarının içinde olmaya gayret göstermişlerdir.
Oyun, müzik ve giysinin birleşiminde kendimizi ister istemez vazgeçilmez olan halk oyunları, halk kültürümüzün içinde buluyoruz. Gençler halk oyunlarının içinde var oldukça hiç bir zaman son bulmayacak olan bu kültürümüz gelecekte de devam edecektir.
Türk Folklor Kurumu olarak, halk oyunları dalında öncü olmuş, değerli hizmetler vermiş olan kurumumuz gelecek nesillere örnek olması, geçmişten geleceğe köprü kurarken yeniliklere yeni derlemelerle, müziklerle gençlere önemli katkılarda bulunmaya devam etmelidir.
1964’ten bu yana var olan Türk Folklor Kurumu, 2020 yılından sonra varoluşunu sürdürecektir.
Ahmet Rodopman : Verdiğin bilgiler için çok teşekkür ederiz sevgili Şener Hocam. Halk Bilim konusu bizim de grup olarak çok önemsediğimiz, üzerine eğilip, değişik dallarında araştırmalar yapıp, yazılı belgeler haline getirip gelecek kuşaklara bırakmak istediğimiz bir alan. Bu alanda, bundan sonrada bizlere yardımlarınızı esirgemez de hep birlikte gönülden bağlı olduğumuz Kırklareli’ mize iyiden, doğrudan, yararlıdan yana katkılarımız olursa çok seviniriz.
Şener Günay: Ben teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Son.

18 Aralık 2020 Cuma

HALK BİLİM (FOLKLOR)

Ahmet Rodopman 

Değerli dostlar bu yeni yazı dizimizde, değerli arkadaşım Akın Güre’ nin öncülüğünde oluşturmaya çalıştığımız Kırklareli Yerel Tarih Grubu çalışmalarında Halk Bilimi kavramını ele alıp yöremizin bu konudaki zenginliklerini gözler önüne sergilemeyi amaçlıyoruz. Halk Biliminin ne denli önemli olduğunu , hızla kayıp olan geleneksel halk kültürümüzün tam da bizim düşündüğümüz ve aradığımız, yazmaya çalıştığımız Yerel Tarihimiz için ne deli vazgeçilmez değerde olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyoruz. Bu konuda sizlerin de değerli katkılarınızı bekliyoruz. Belki güncel olaylar kadar ilgi çekmeyecektir burada yazılanlar. Ancak gelecekte, Kırklareli’ nin gerek tarihi, gerek kültürünü merak edenler, bu konuda çalışacaklar için önemli bir baş vuru kaynağı olacağını umuyoruz. Toplumumuzun çimentosu olabileceğini düşündüğümüz ortak değerlerimizin için,bir kum tanesi kadar yararı bile olsa, tırnaklarımızla kazıyarak oluşturacağımız bu belgelerin kıymetinin, gelecekte daha iyi anlaşılacağını biliyoruz.
Halk Biliminin tam karşılığı olmasa da, genel  kullanımda Folklor olarak adlandırıldığı yaygın olarak bilinmektedir. Hatta, Halk Bilimi içinde değerlendirilen Halk Oyunları bile günlük kullanımda kısaca Folklor olarak kullanılmaktadır. Yanlış olmasa da eksik bir tanımlama olduğunu, Folklor un Halk Biliminin karşılığı olduğunu, Halk Oyunlarının ise Halk Biliminin yani, Folklorun bir alt dalı olduğunu göreceğiz, ama bu alt dalı olarak nitelediğimiz Halk Oyunlarının, Folklorun en önemli bileşenlerinden biri olduğunu ve en yaygın olarak bilinip uygulanan bir alt dal olması itibari ile de yazımıza Halk Oyunları ile başlamak istiyoruz. Çok geniş bir ilgi ve bilgi alanı olduğu için bu konuda bilgisi ve deneyimi olan bir hayli arkadaşımızın da olduğunu düşünerek,  yeni katılımlarla çok daha geniş ufuklara erişeceğimizi düşünüyorum.
Halk Bilimini konusuna, bize yarım asırlık pratik ve teorik deneyimi olan, akademik çalışmalarını da bu konuda sürdüren, değerli eşimin sevgili kardeşi Şener Günay’ den yardım alarak başlıyoruz. Bizler içinde yeni bir uygulama şekli olacak bu nehir söyleşide umarım Kırklareli’ ye gönül verenler bir hayli yeni bilgilerle karşılaşacaklardır. Öncelikle, Şener Hoca nın Halk Bilimi ile ilgili kısa bir yazısını birlikte okuyalım.
HALK BİLİMİ ve HALK OYUNLARI
İnsanı üretmiş olduğu, her türlü maddi ve manevi değer taşıyan araç- gereç, duygu düşünce, dil, din, oyun, ezgi, sanat, ve sosyal değerlerin (töre ,gelenek, görenek, moda (heves) ) vb.. üretimlerinin tümü kültürü oluşturmaktadır. Hangi topluma ve coğrafyaya ait ise, o milletin veya topluluğun, insanlarının genel adı ile varlığını sürdüren bir değerler bütünüdür. Örneğin, Türk Kültürü, İslam Kültürü veya Gaziantep Kültürü gibi…
Aynı kültür içerisinde yaşayan insanlar ortak değerler içerisinde, anonim davranış kalıplarını, inançlarını, yaşam biçimlerini, bir sonraki nesline aktaran, millet olma bilinci içerisinde statüsü, mesleği, etiketi ne olursa olsun, yeni üretimlerle, değişen, gelişen kitleye halk, ürettiği sayısız bütün değerler de, Halk Bilgisi yani Halk Kültürü denir. Bu bilgileri kendine özgü yöntemlerle araştıran, inceleyen, ait olduğu toplumun ve insanlığın faydasına sonuçlar çıkaran bilime de Halk Bilimi denilmektedir.
Halk Bilimi konularının, kapsam ve amacı hakkındaki çerçeve, bir çok bilim insanı tarafından çizilmiştir. Diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi, halkbiliminde de konuların sınırlanması kesin çizgilerle ayrılamaz.
Bu bağlamda Halk Biliminin ana konuları ve alt konuları genel olarak şöyle sıralanabilir:
Köy, Kasaba ve Kent Yaşamı ve Yaşayanları( Monografiler)
Halk Mimarisi
Halk Ekonomisi
Halk Sanatları ve Zanaatları
Halk Giyim Kuşamı ve Süslenmesi
Halk Örf ,Adet, Töre ve İnançları
Halk Gelenek, Görenek ve Alışkanlıkları
Halk Hekimliği
Halkın Yaşam Süreçleri ( doğum,çocukluk,evlenme,ölüm )
Halk Edebiyatı
Halk Tiyatrosu
Halk Eğlencesi ve Sporları
Halk Müziği ve Araçları
Halk Oyunları
Çocukluk Oyunları ve Oyuncakları v.s gibi.
Halk Biliminde amaç; Halkın üretmiş olduğu bu değerleri derleyip düzenlemek, eğitim programlarımıza alıp öğreterek, uygulamaya ve sunuma hazır hale getirip, yeni nesillere aktarmak, yerel kültür değerlerimizi ulusal ve evrensel kültür boyutunda, moda kültür haline getirerek, sömürge kültürlere karşı gençlerimizi korumak olmalıdır.
Oyunun doğuşu; İnsan doğayla olan ilişkisi sonucu su toprak yağmur, sel, ay güneş, hayvan ve bitkilerden etkilenmiş, korku endişe, ve beğenisini taklit yoluyla öğrenmiş, elle ritmi, sesiyle ezgiyi keşfederek yapmış olduğu hareketle oynamaya başlamıştır. Daha sonra kendinden güçlü sandığı doğa olaylarına, korku ve endişenin sonucu inanarak, inanç sistemlerini ( Şamanizm ) geliştirmiştir.
Dini duygularla tanrıya yakın olmayı, mistik bir anlayışla ifade etmiştir. İçe dönük psikolojik duygularla, haz ve elemi, kötü ruhlardan kurtulma amacıyla, büyü ve büyücülüğü, dışa dönük sosyal olgularla, toplumsal değerleri ve törenleri; töre gelenek, görenek kına, düğün, asker uğurlama, hatta konuk ağırlamaya kadar, kültürel bir alan içerisinde oyunlaştırarak yaygınlaştırmıştır. Bu bağlamda oyun insan yaşamında vazgeçilmez bir unsur olmuştur.
Oyun; Türkçe bir kelime olup doğuş kaynağı ilkel dinler ve Şamanizm’dir. Kültürden eski ve kültürün oluşumunda başlıca etmen olan oyun; içgüdüsel olarak insanda var olan, temeli din ve büyü ile ilgili töre ve törenlere dayanan, toplumların kültürel yapılarına göre şekillenen ve toplumdan topluma farklılık gösteren, yer ve zaman bakımından günlük yaşamdan farklı, isteğe bağlı, gönüllü hareketlerdir. Zaman içinde anlam genişliğine uğrayarak, oyun kelimesinden tiyatro orta oyunları, çocuk oyunları, kumar oyunları, oyun çıkarma, oyuna gelme, oyun bozanlık gibi, ortak bir anlamda oluşmuştur. Halk oyunları; üreticisi insan, oynayanı insan, izleyeni insan ve konusu da çoğu zaman insandır. İnsanı konu edinen oyun, insanın geleneksel kültürünü, yani insanın yaşayışını, gelenek halinde süre gelen davranış kalıpları ve uygulamalarını kültürel bölge çerçevesindeki, insanların oluşturdukları halkın iletişim aracı olmuştur. Halkın inandığı, din anlayışı çerçevesindeki, Tanrı sevgisiyle kendinden geçmeyi ,inandığı anlayışın doğrultusunda, Sema, Semah ve zikir törenlerini şaman anlayışı ile kötü ruhlardan korunmayı oyunlaştırmıştır. Kişi, kendi iç alemini bazen içe dönük; inleme, süresiz dönme gibi… kendisi için oynama, bazen de dışa dönük toplumsal olarak, elle, kolla, omuz omuza, birlik beraberlik, dostluk bağlamında, bulunduğu topluluğu güçlü kılma ve beğeni kaygısı taşıyan vurgulamalar yapmıştır. Halkın üretmiş olduğu sosyal değerleri töre, gelenek, görenek haline gelmiş davranış biçimlerini ve uygulamaları doğumu, evlenme aşamalarını, kız isteme kına yakma, düğün, kutlamalarını “ Düğüne giden oynar, ölüye giden ağlar “ anlayışı çerçevesinde algılamıştır. Asker uğurlamasındaki vatan görevinin kutsallığını, sevinçle karşılamış ve bu olguyu gelenekselleştirmiştir. Toprağın dirilişini baharı ve nevruzu, gelin görmüş, Türk geleneği anlayışı ile karşılamıştır. Saymakla bitiremeyeceğimiz bu halk kültürü üretimleri bağlamında halk, duygu ve düşüncelerini, haz alarak; sevinç, mutluluk, sevgi, aşk gibi… ve elem duyarak; acı, keder, ağıt, sevda gibi..duygularını yöresel naralarla haydaaa, hey, yah yah yooo zılgıt ve alkış gibi.. toplumsal heyecan ve coşkuya dönüştürmüştür. Oluşan bu kültürel yığılma, halkın bedeninde oyunun temel yapısı olan harekete ve hareketler serisine dönüşerek, adım ve adım cümleleri oluşmuş, elle, ayakla, defle davulla vb… ritim eşliğinde anlamlaştırılmış, ezgi ve Türkü ile anlam ve içerik derinliği kazandırılmıştır. Bu birikim başlangıçta, kişi ve kişiler tarafından üretilse de, köyden köye, dilden dile, kulaktan kulağa anonimleşerek yayılmış ve geleneği oluşmuştur. Olumlu ve olumsuz değişimlerle, kent merkezlerine ve diğer bölgesel yayılmalarla çeşitlenip, eş benzer oyunlar şekline gelmiştir. Halk üretmiş olduğu, bu oyun kültürünü bireysel bağlamda oda oyunları ve karşılamaları, toplu olarak da halayları oluşturmuş, beden dilinin bütün inceliklerini kullanarak topluma köklü kültürel değerlerini anlatmıştır. Bu bağlamda, Halk Oyunları: İnsanın, geleneksel yapı içerisinde süre gelen yaşam biçimini, inançlarını, tinsel ve sosyal değerlerini, duygu ve düşüncelerini, harekete ve hareketler serisine çevirerek, ritim eşliğinde, ezgili veya ezgisiz, anonim üretimlerle yaygınlaştırıp, bireysel veya toplu olarak , beden diliyle anlatma biçimidir.
Kendi öz kültürümüz olan halk oyunları ülkemizde, 1900 yılında, Rıza Teyfik Bölükbaşı tarafında yazılan “Raks” adlı ilk makaleden sonra, Türk aydınları tarafından, Folklor olarak dikkat çekmiştir. Mustafa Kemal Atatürk 1925 yılında, İzmir de izlediği Selim Sırrı Tarcan’ın düzenlediği, Tarcan zeybeğini izlediğinde, “Hanım efendiler, beyler! Selim Sırrı Bey zeybek raksını ihya ederken ona bir medeni şekil vermiştir. Bu sanatkar üstadın eseri hepimiz tarafından seve seve kabul edilerek milli ve içtimai hayatımızda yer tutacak kadar tekamül etmiş, bedii bir şekil almıştır. Artık Avrupalılara bizim de mükemmel bir raksımız var diyebiliriz. Bu oyunu salonlarımızda, müsamerelerimizde oynayabiliriz. Zeybek dansı her içtimai salonda kadınla birlikte oynanabilir ve oynanmalıdır.” Diyerek, Halk oyunlarına Türk halkı olarak önemsememiz gerekliliğini vurgulayarak, Cumhuriyetin ilk yıllarında, Halk Evleri ile birlikte gelişmesini sağlamış, çeşitli halkoyunları festivalleri düzenlenmesini ve bu konudaki derleme ve araştırma çalışmalarının yapılmasına vesile olmuştur. Atatürk’ün ölümünden sonra halk oyunları ve özellikle halk müziği ve bağlama, çağdaşlık adı altında müzik eğitim fakültelerinde ve milli eğitim müfredatımıza sokulmamıştır. Ama Cumhuriyetle başlayan derleme çalışmaları, Kültür Bakanlığı tarafından devam ettirilmiş, 1960 yılında kurulan Halk Eğitim Merkezi Genel Müdürlüğü, illerdeki teşkilatlanmalarından sonra bir çok il de halk oyunları toplulukları kurmuşlardır. 1964 yılında İstanbul’da kurulan, Yüksek Tahsil Gençliği Türk Folklor Enstitüsü Kurma Derneği, daha sonra Türk Folklor Kurumu na dönüştürülerek, üniversite gençliğinin öncüsü olmuş ve birçok kurumların, derneklerin kurulmasına vesile olmuştur. 1975 yılında, Kültür Bakanlığı Devlet Halk Dansları topluluğu, çeşitli gazete ve dergilerin yarışmaları, 1980 yıllarında başlayan Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı ve birçok kurum kuruluşlarca da seminer ve yarışmalar yapmıştır.
ŞENER GÜNAY
Devam edecek

2 Ekim 2020 Cuma

VAHİT LÜTFİ SALCI JÜBİLESİ

Akın Güre 

Kırklareli halkı onu Vahit Dede diye tanıdı. Hayatının son zamanları Kırklareli'nde geçen müzik, folklor araştırmacısı ozanı Kırklareli şimdi ne kadar hatırlıyor, biliyor, değerini takdir ediyor, emin değilim. Oysa Vahit Lütfi Salcı özellikle bu toprakların Bektaşi Müziği  konusunda çok önemli çalışmalar yapmış, kitap ve makaleler yazmış biri, eserlerine sahip çıkılması gerekiyor. Gupta bir süre Vahit Salcı üzerine tanıtımlar yapmak istiyorum. İleride bunları sizlerle paylaşacağım. Şimdilik  1948 yılında Polos 'daki memuriyet görevinden emekli oluşu nedeniyle kendisi için yapılan bir veda toplantısında yaptığı teşekkür konuşmasını paylaşıyorum.
***
Sevgili Kırklarelili yurttaşlarım!

Yarım yüzyıldandan fazla bir zamandan beri memleket folklor ve edebiyatı ile musiki ve şiir sanatları arasında büyük bir zevkle vaki olan çalışmalarım, siz il gençleri ve aydınları tarafından lütfen takdir buyurarak bu gece adıma bir jübile tertip etmek suretiyle gösterdiğiniz ilgi bana yaşamımın ilk büyük saadetini tattırdı.

Bu umut içimden coşup şükran ifadelerimi arz etmeye söz bulamıyorum. Yalnız şu kadar bir ma'ruzatta bulunmaya cesaret edeceğim:

Okuduğumuz büyük ilim kitaplarından anlıyoruz ki, aslen Flâman ırkından olup Berlin ve Viyana'da yaşayıp uluslararası müzik dehası kabul edilen Ludwig van Beethoven, yanındakilere; "Komedi bitti, perde indi!" demiştir. İşte benim de artık oynamakta olduğum komedi bitmiş ve perde inmekte bulunmuşken siz gençler bana bu akşam bir perdelik daha rol vermekle hayatıma hayat kattınız. İşte bende bu akşamdan kalan zevk ve saadet budur. Şu halde sizin bana güven ile verdiğiniz bu rol ve vazifeyi bundan sonra daha canlı ve heyecanlı olarak yapacağıma değerli huzurlarınızda söz veriyorum.
VAHİT LÜTFİ SALCI
(Jübile Konuşması 1948, Kırklareli) 

Kaynak:http://www.halilibrahimtunali.net/index.php/1944-11-agustos-16-agustos

KIRKLARELİ BELEDİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU 1870-2024

ARIL Barış Toptaş – Kırklar BARIŞ TOPTAŞ İçindekiler Tablosu Kırklareli Adının Tarihçesi 1 Kırklareli’de İdari Yapılanma...