Kırklarelili Bir Vatansever Muhittin ÖZENBAŞ
Hasan ÇALIKUŞU
Bazı vatan evlatları vardır ki, onları tanımak ve aziz hatıralarını karşısında saygıyla anmak gerekir. Bu kahraman kişilerden biri de Kırkkilise Belediye eski reislerinden Mehmet Muhittin Özenbaş ‘dır. Yaşadığı sürece vatan düşmanı mutasarrıf ve yöneticiler, cahil yobazlar ve halk menfaatini hiçe sayan gayrimüslim ve kişilerle arası hiç iyi olmamıştır. Bu uğurda başına gelmeyen kalmamış, büyük haksızlıklara uğramasına rağmen doğru bildiği yoldan hiç ayrılmamıştır.
O zamanın tarihi sürecine bakıldığında zor yıllardı. 1877-1878 Türk-Rus Savaşı ve işgali, 1912-1913 Balkan Savaşı ve işgali, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, 1920-1922 Yunan işgali, Milli Mücadele, Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu yaşayan herkesi derinden etkilemişti. Kırım savaşı sonrasında Kırım’ın Bahçesaray kasabası Özenbaş köyünden İstanbul’a göç etmek zorunda kalan Hacı İsmail Ağa ile Hatice Hanım ve oğlu Mehmed Tevfîk Bey, o zamanki adı Tekkeşeyh olan Ulukonak ve Arizbaba çiftliklerini alınca Kırkkilise’ye yerleştiler.
Köprülü Mehmet Paşa'nın soyundan bir kızla evlenen Mehmed Tevfîk Bey, 40 yaşında iken maiyetindeki eyalet askerleri ile Sivastopol Muharebesi’ne gönüllü olarak katıldı. Zengin bir kütüphanesi olduğu söylenen Tevfîk Bey, Alevî-Bektaşi inancına sahip divan ve tekke şairi olan âlim bir kişiydi. Filibeli Bağdadî-zâde Mehmed Efendi’nin yanında babalık icazeti aldı.
1877-1878 Türk-Rus Savaşı sonrasında Rus işgali altında olan Babaeski'de Aziz Nikolaos'un (Noel Baba) mezarı olduğu iddiasıyla yanına kilise yapılmasına şiddetle karşı çıkmış, bu mezarın Türk dervişi Sarı Saltuk olduğunu söyleyerek engellemişti. Bağnazları sert dille eleştirmesi, ezanı düzgün okumayan müezzine çıkışması ve tekke faaliyetleri yüzünden kendisini çekemeyenlerce ezanı eleştirdiği iftirasıyla II. Abdülhamit’e kadar şikâyet edildi. Ne yazık ki davanın görüldüğü Edirne mahkemesince idam kararı verildi ve çiftliğine el konuldu. İtiraz üzerine idam kararı kaldırılır ama Mehmed Tevfîk Bey Baba 1894 yılında Trablusgarp’a sürgüne gönderildi. Çiftlik ve tekkelerin yönetimi artık kızı Fatma Hürmüz Hanım ile eşi Ahmet Tevfik Servet Bey’e kalmıştı. Çocukları Mehmet Muhiddin ise İstanbul’da Mülkiye-i Şahane'de (Siyasal Bilgiler) oku- yordu. Mehmed Tevfîk Bey Baba çok sevdiği torunu Mehmet Muhittin’e Trablusgarp’tan yazdığı öğüt mektubu bir vasiyet gibiydi. Nitekim 1896 yılında Mehmed Tevfîk Bey Baba sürgünde hayatını kaybedecekti. Kayınpederini çok seven ve hürmet eden Servet Bey bu acı haberi alınca üzüntüsünden hastalanacaktı.
Bir yıl sonra Mülkiye-i Şahane'de okuyan Mehmet Muhittin Kırkkilise’de bulunan çiftliğine 1897 yılında geri dönmek zorunda kaldı. Çünkü 52 yaşındaki babası Ahmet Tevfik Servet Bey haksızlıklara dayanamamış, vefat etmişti. Bundan sonra Mehmet Muhittin Özenbaş çiftliklerin idaresini ele alacak, Kırkkilise’de hayır işleri, belediye reis vekili ve reisliklerinde bulunacak, vatanın tehlikede olduğu zamanlarda canını ortaya koymaktan çekinmeyecekti.
1912 yılında Kırkkilise Mutasarrıfı Celâl Bey zamanında Belediye Reisi yapan Muhittin Özenbaş, siyasal bilgiler okuduğu için şehircilik üzerine bilgisi olduğundan, Balkan harbinin sebep olduğu hasarlar karşısında İstanbul'dan getirdiği İtalyan mühendisi Andre Beverato ve Alfred ile şehir imar planında şehir içi ve ana caddelerini belirlemiş ve bunların zamanın en önemli alanı olan Cumhuriyet Meydanı’na çıkacak biçimde planlamıştı. Planda yer alan istimlak, yol açma ve genişletmelerin yanında yeni idari yapılaşma, yeşil alan düzenlemeleri, cami, çeşme ve metruk yerlerin tamiratı da bulunuyordu. Tanzim edilen harita ve planı Kırkkilise Liva İdare Meclisi’ne sunmuş, alınan kararla plan tasdik edilmişti. Böylece Kırkkilise’nin bilinen ilk şehir planı yapılmış oldu.
Muhittin Özenbaş. şehrin birçok yerinde hemen çalışmalara başlamıştı. Ancak bu işlerin sanıldığı gibi kolay olmadığını biliyor, türlü sıkıntılara katlanmaya çalışıyordu. Yapılacak işlerden birisi de Tırnova yolunun Kadı Çeşmesi’nden itibaren 9 metreye çıkarılma- sıydı. Çalışmalar esnasında 1500’lü yıllarda yaşayan Emin Ali Çelebi nin yol üzerinde kalan kâgir türbesinin nakli esnasında şehirde garip din dedikoduları duyulmaya başlamıştı. Şehrin tarihi camilerinden Kapan Camii’de salavat esnasında cemaatin üzerine ayet-i Şerife yazılmış ufak taşlar atılıyordu. Cemaat ve mutaassıplar arasında bir korku ve endişe başlamıştı. Güya türbenin yıkılması başlarına taş yağmasına sebep oluyormuş. Bunu yapan bir meczubun yakalanması ile bu hurafe son bulmasına rağmen arkasının araştırılmasına lüzum görülmedi. Tabii ki müftü başta olmak üzere bazı itirazların yükselmesi ile bunu meczup üzerinden tertipleyenler belli oldu. Muhittin Özenbaş’ın divan ve tekke şairi âlim dedesi dini bir iftiradan dolayı sürgünde hayatını kaybetmişti. Buna benzer bir ithamla babası Ahmet Tevfik Servet Bey de Kırkkiliseli hocalar tarafından suçlanmışsa da mahkeme reisi Ömer Bahir Efendi’nin dikkatli tetkiki ile iftiralar asılsız çıkmıştı. Şimdi sıra kendisinde idi galiba. Nihayetinde idare meclisindeki müftünün de planda tasdik ve imzalarının gösterilmesi sure tiyle dedikodular son buldu. Türbeden kalan kısma bir lahit yaptırılarak Emin Ali Çelebi'ye ait kemikler oraya gömüldü. O tarihlerde belediyeye ait Gureba Hastanesi fiziki olarak yetersiz kalmasından dolayı yıkılmıştı. Belediye Reisi Muhiddin Özenbaş, Mutasarrıf Celâl Bey başkanlığında Dr. M. Fuat Umay ve Mühendis Faik Bey’den oluşan bir komisyon ile aynı yerde yeni bir hastanenin inşasına 1912 yılında başlanıldı. Fakat savaşlar ve işgaller nedeniyle 1922 yılında bitirilebildi.
Eski Hükümet Konağı, Belediye ve Jandarma üçgeninin ortasında olan Hürriyet Bahçesi’nin hem ihtiyaca karşılamaması hem de az da olsa alkol verilmesi nedeniyle resmi kurumların ortalarında içki içilmesinin uygun olmadığı ve şehrin daha ortasında geniş bir park kurulması için yer düşünülüyordu. Rum kökenli Macaraki Nikolaki’ye ait olan Menzil Hanı, Kapan ve Hızırbey Camii arasında şehir içinden geçen Bağlıcadere’nin kenarında bulunuyordu. Han çok eskiydi ve zaman zaman tamir görüyordu. Han yıkılmasın diye altına ve dere içine konulan destekler dereyi darlaştırınca Aralık 1912’de yağan yağmurlar derenin taşmasına neden oldu. Sel suları hanın dere üstünde kalan kısmının sol tarafa doğru yıkılmasına sebep oldu. Bunun üzerine bu fırsatı değerlendiren belediye Macaraki Hanı ile bu alandaki eski hamam ve aradaki bütün arsa ve dükkânların tamamını istimlak ederek yıktı. Böylece park alanı açılmış oldu.
Varlıklı bir kişi olan Macaraki Nikolaki, aynı zamanda Avusturya konsolos vekiliydi ve pek çok yasal imtiyaza sahipti. Hürriyet ve İtilâfçıların da olayı tahrik etmesiyle bu yıkım kararına karşı Belediye Reisi Muhittin Bey ile mühendis Faik aleyhinde uzun bir süren ağır teşebbüslerde bulundu. Ancak her türlü işini kanuna uygun yapma dikkatini gösteren Muhittin Özenbaş diğer işlerde olduğu gibi bu istimlak işinde de hesabını tertemiz verecekti.
Muhittin Özenbaş’ın diğer bir imar icraatı da Jandarma’ya bitişik ve Hapishane karşısındaki iki katlı olan eski Posta ve Telgraf İdaresi’ni yıktırmak oldu. Onun yanında da Dodopolos’a ait bir ev ve su kaynağı bulunuyordu. Bu bina da yıkıldı ve bu alan cadde ve Jandarma bahçesi yapıldı. Su kaynağı ise Hürriyet Bahçesi’nde kullanılmaya başladı.
Kırkkilise halkı ve Muhittin Özenbaş, Mutasarrıf İbrahim Süreyya Bey’i kişiliği ve yaptığı hizmetlerinden dolayı çok seviyordu. Süreyya Bey gençlerden Şehir Bandosu kurmuştu. Bunun yanında gece eğitimi veren Çırak Mektebi açmıştı. Öyle ki, mektepte hususi öğretmenlerle okuma yazma da öğretiliyor, çocuklar gündüz esnaf yanında çalıştırılıyor, akşam mektebe gelerek yiyor içiyor, aynı zamanda mektepte yatıyorlardı. 1914 yılında Süreyya Bey'in Balıkesir'e tayini haberi üzerine İslam, Hıristiyan ve Musevi ileri gelenleri ve ruhani reisleri memnuniyet ve hoşnutluklarını bildiren telgraflarını Dahiliye Nezaretine göndererek Süreyya Bey’in Kırkkilise’de kalmasını rica etmişler ve hatta Belediye Reisi Muhittin Bey bu konuda görüşmeler yapmaya İstanbul'a gelmişti. Ama girişimler sonuçsuz kaldı.
O dönemlerde zor günler yaşanıyordu. Teşkîlât-ı Mahsûsa (Gizli İstihbarat Teşkilatı), İttihat ve Terakkî Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa'ya bağlı olarak kurulmuştu. İttihat ve Terakkî'nin Türkçü ve İslâmcı siyasi görüşleri doğrultusunda, yurt içi ve yurt dışında, karşı-istihbarat, propaganda, örgütlenme, suikast eylemlerinde bulunuyordu. 1914'te Harbiye Nezareti'ne bağlı resmî bir örgüte dönüştürüldü. 1918'de İttihat ve Terakkî hükûmetinin iktidardan ayrılması ile Teşkilât-ı Mahsusa da kapatıldı. Teşkilât-ı Mahsusa, Batı Trakya'da Bulgar ve Yunanlara karşı direniş örgütleme çalışmalarında da bulunuyordu. Bu nedenle I.Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'da oluşturulan Kuvâ-yi Milliye ve Müdafaa-i Hukuk gruplarının önde gelen isimlerinden birçoğu Teşkilât-ı Mahsusa üyesiydi.
Muhittin Özenbaş, bu yıllarda boş durmamış, I. Dünya Savaşının ülkeye getirdiği tehlikeler karşısında Kırkkilise’de üyesi olduğu İttihat ve Terakki'nin bir devamı olan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'ne girmiştir. Mutasarrıf Celâl Bey zamanında 1913 yılında Kırklareli Müdafa’a-yı Milliye Cemiyeti’nin kurucu başkanlık görevini üstlenmiştir. Cemiyetin kurucuları arasında Hükümet Tabibi Dr. Fuat Umay, Şevket Dingiloğlu, Avukat Ekrem, Soruşturma Hakimi Tahir, Mühendis Faik ve Komiser Eyüp gibi önemli isimler vardı. Bu cemiyetin kurulmasından sonra Hürriyet ve İtilâf yanlısı yönetici ve kişiler ile başlayan olaylar Kırklareli halkını çok rahatsız edecek ve huzurunu kaçıracak biçimde olmuştur.
1917-1919 yıllan arasında ve özellikle Mutasarrıf Vassaf Bey zamanında çeteler halkı soyuyor, yerli Rumlar çok şımarıp taşkınlıklar yapıyor, önü alınmaz istekler ve sonrasında cinayetler gittikçe artıyordu. Osmanlı Devleti ve İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında Osmanlı Ordusu’nda yedek subay olarak görev yapan Türk gençler memleketlerine geri gönderilmişlerdi. Kırklareli’ne dönen gençler işgal, baskı, taciz ve cinayetler karşısında sessiz kalarak bir yere varamayacaklarının bilincindeydiler ve Türk milletinin yeniden doğması için kendileri de bir fırsat yaratmak istiyorlardı. Böylece 1918 yılında tüm yurtta oldukları gibi Kırklareli’de de hukuki ve sosyal haklarını koruyabilmek için milliyetçi bir teşkilat olan İhtiyât Zâbitleri Teâvün Cemiyeti'ni kurdular. Katılanlar arasında Aziz Alagüneli ve Hayri Mücellitoğlu’nun bulunduğu 70 kadar Kırklarelili vatansever genç, Ali Rıza Dursunkaya’nın önderliğinde cemiyet faaliyetlerine başladılar. O sırada Kırklareli'nde 49. Tümen komutanı olan Albay Şükrü Naili Gökberk de kuruluşa destek verdi. Artık işgalciler ve onlarla işbirliği yapan kırsaldaki çetelerle onların anladığı dilden konuşulmaya başlanmıştı. Ancak bazen de üzücü sonuçlarla da karşılaşıyorlardı. Hayri Mücellitoğlu Yunanlılarla çete savaşında maalesef şehit olmuştu.
Damat Ferit Paşa iktidara gelir gelmez Divan-ı Harb-i Örfi’nin başına Nemrut Mustafa Paşa’yı atamıştı. Böylece bütün vatan hainleri birlik olurlar ve uydurma bahanelerle büyük bir insan avı başlatılır. Osmanlı subayları ve devlet adamlarının birçoğu sorgulanıp Divani Harbi Örfi’ye gönderilir ve yargılanır. 1919-1922 yılları arasında yirmiden fazla idam cezası verilir. Beyazıt meydanında kurulan idam sehpalarında birçok vatan evladı suçsuz yere infaz edilir. İngilizleri memnun etme ve bütün taleplerini, ziyadesiyle karşılayan Damat Ferit Hükümetinin teşkil ettiği bir mahkemenin adil yargılama yapması zaten mümkün değildi.
Kırkkilise’ye ise o zamana kadar görülmemiş nitelikte bir mutasarrıf olan Ahmet Vassaf Bey atanmıştı. Hem Hürriyet ve İtilâf Fırkasına hem de Rumlara yaranma sevdalısı olan rezil bir şahsiyetti. Bu uğurda etmediği eziyet kalmamıştı. Halk arasında ona karşı suikast ve evine bomba koyma dahil kurtulma yolları arayanlar vardı. Belediye Reisi Muhittin Bey’e diş geçiremiyor, hıncını halktan alıyordu. Nihayet iki yıl önce yapılan belediye reisliği seçiminde cebir ve zor kullanıldığından bahisle İttihat ve Terakki mensubu bildiği belediye heyetini istifaya mecbur etmiş, memleketin en temiz evladı olan Belediye Reisi Muhittin Özenbaş aleyhine iftiralar uydurmuştu. 1919 yılında bir gece Mutasarrıf Ahmet Vassaf Bey, Muhittin Özenbaş’ı evinden aldırtıp, İstanbul'a Nemrut Mustafa Divan-i Harbine gönderdi. Bu korkunç bir durumdu. Kırklareli’nin en değerli kahraman evladı belki de hiç dönmemek üzere halkın elinden kayıp gitmişti. İstanbul’da Nemrut Mustafa Divan Harbinde yargılanan Muhittin Özenbaş neyse ki bu iftiralar karşısında bir süre hapis yattıktan sonra serbest kalarak canını kurtarmıştı.
Dedesi, babası ve nihayet kendisine yapılan bu tür haksızlıklar karşısında boyun eğecek bir insan değildi Muhittin Özenbaş. Kırklareli’ne dönmeyerek Anadolu’da Milli Mücadele hareketinin başlaması üzerine İstanbul Sirkeci’de Büyük Postane’nin karşısındaki Kınacıyan Han'da Kırklarelili Kasım Yolageldili'nin yazıhanesinde Kuvayı Milliye çalışmalarına Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde kaldığı yerden vatan mücadelesine büyük bir azimle tekrar başladı. İstanbul’da Fındıklı semtinde kiraladığı evde kalıyor, tanıdığı Kuvayı Milliyecileri gizliden Anadolu'ya gönderiyordu. Kırklareli ve Bulgaristan’da faaliyetlerini başarı ile sürdüren Kırklarelili vatanseverlerle ilişkisini sürdürüyor, Anadolu’ya silah ve mühimmat sevki işlerine yardımcı oluyordu. O zamanın şartları altında işgal altındaki İstanbul’da gizliden gizliye, korkusuzca bu işleri yapabilecek yürekli, bilgili, yiğit vatan evlatlarına ihtiyaç vardı. Muhittin Özenbaş hayatı boyunca Trablusgarp’ta sürgünde vefat eden dedesi Mehmed Tevfîk Bey Baba’nın vasiyeti olan öğütlerine harfiyen uymuş ve Milli Mücadele süresince bu işi de alnının akı ile elinden geleni yapmıştı. Ve nihayet vatan kurtarılmıştı.
Muhittin Özenbaşı’ın bu yıllar içinde her zaman yanında kendi gibi bildiği yiğit bir arkadaşı vardı: Kırkkilise eski mutasarrıfı İbrahim Süreyya Bey. Kuvâ-yi Milliye başından sonuna kadar Atatürk'ün yanında ve milli mücadelenin içinde yer aldı, İzmit mutasarrıflığı yaptı, Sivas Kongresi'nde Saruhan mümessili olarak bulundu, Kocaeli milletvekili oldu. Muhittin Özenbaş çok değerli dostu İbrahim Süreyya Yiğit hakkında şunları söyler: “Süreyya Bey’in Kırkkilise mutasarrıflığı müddetince halk pek müreffeh yaşamış, haksızlık ve zulüm yapmamıştı. Merhametli, alicenap, vicdanlı, hamiyetli, hak yolunda olan bir zat olmakla beraber fevkalâde asabi idi.”
Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Muhittin Özenbaş, İstiklâl madalyası ile onurlandırıldı ve kendisine milletvekilliği teklif edildi.
Ancak o Kırklareli'ndeki çiftliğinin başına döndü. Yaptığı hizmetlerden dolayı milletvekili olma tekliflerini kabul etmedi. Arizbaba çiftliğinde oturmaya devam etti. Çocuklarının eğitimiyle meşgul oldu. Çok sevdiği eski arkadaşı Dr. Fuat Umay gibi oğlu Mehmet Tevfik Özenbaş’ın doktor olması onu çok mutlu etti.
Sosyal ve hayır işlerinde çalışmaya devam etti. 1922 yılında Çocuk Esirgeme Kurumu Kırklareli Şubesinin kurulması amacıyla Mutasarrıf Tevfik Sırrı Gür bir toplantı tertip etti. Bu toplantıda bulunan Muhittin Özenbaş, Malikzade Süleyman, hastane başhekimi Dr. Ziya, hükümet doktoru Ahmet Hamdi, öğretim müfettişi Ali Rıza Dursunkaya, icra memuru Mollaoğlu Mehmet, mahkeme üyesi emekli Osman Dalbayrak, Müftü Ahmet Nuri şubenin kurucuları oldular. Kızanlıklı Ahmet Efendi (Sadri Hekimoğlu'nun kayın pederi) ile cami hatibi Mehmet Efendi bu cemiyet için para toplamakla görevlendirilirler.
Sahip olduğu çiftlikten büyük bir bölümü 1938 yılında Kırklareli Valisi Hasip Koylan'ın şeffaf olmayan hareket ve tasarrufu sonucu elinden çok ucuz fiyatla alınması Muhittin Özenbaş'ı maalesef çok üzdü. Elinden alınan çiftlik toprakları Romanya'dan gelen göçmenlere dağıtıldı. Bugün Kırklareli Arizbaba Köyü Muhittin Özenbaş’ın çiftliği üzerine kurulmuş bir köydür.
Elinde kalan arazilerden bir kısmının yönetimi için tekrar Ulukonak köyüne döndü. Çiftliği zaman zaman Kırklareli'nden yönetmeye başladı. 1875 yılında doğan, Emine İsmet Hanımla evlenen, 5 çocuk babası, bu vatanın kahraman Kırklarelili evladı Muhittin Özenbaş Ulukonak köyünde, 1942 yılında 67 yaşında vefat etti.
Eğitimci yazar merhum arkadaşım İlhan Özalp ise Muhittin Özenbaş’ın torunudur. Kırklareli ve Edirne üzerine birçok eseri ve şiirleri bulunmaktadır. TEŞEKKÜR: Araştırmanın Edirne ayağında yardımcı olan İrem Tekergölü’ne teşekkür ederim. KAYNAKLAR: Kırklareli Vilayetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik, Ali Rıza Dursunkaya, 1948 Kırklareli İl Yıllığı, 1967 Kırklareli İl Yıllığı, 1973 Kırklareli İl Yıllığı, 2000 Halk Bilgisi Haberleri, Salcı Vahit Lütfi, 1938 Milli Mücadelede Kırklareli, V. Türkan Doğruöz, 2007 İlhan Özalp ile Notlar Ali Coşkun Yanardağoğlu Arşivi Fuat Gürkaş Arşivi Ahmet Tevfik Servet Bey Baba, Refik Engin, 2006 Efsaneden Gerçeğe Kırklareli, Nazif Karaçam, 1995 Mehmed Tevfîk Bey Baba, Doç. Dr. Hakan Yekbaş, 2014 İstanbul’da Mütareke Dönem Yedek SubayTeşkilatlanmaları, Ali Servet Öncü, 2009 https://harduma.blogspot.com/2014/03/nemrud-mustafa-nazim.html?m=1 https://tr.wikipedia.org/wiki/Te%C5%9Fk%C3%AEl%C3%A2t-%C4%B1_Mahs%C3%BBsa https://www.facebook.com/52460844112/posts/10159636197049113/ https://www.myheritage.com.tr/names/mehmet_%C3%B6zenba%C5%9F https://www.trakyagezi.com/osman-cumhuriyet-kirklarelisaglik-alaninda-yapilan-calis ma-lara-genelbir-bakis/ http://www.gazetetrakya.com/Haber-namazgahcaddesinin -768531.gazetetrakya http://sarantalikoylum.com/trakyaya-damgasn-vuran-tasavvuf-airi/ https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/17175 https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/erzurum-kongresinin-101-yil-donumu-erzurum-kongresinde-hangi- kararlar-alindi-5946899/