HALK BİLİMİ–FOLKLOR– UNUTULAN DEĞERLERİMİZ; ŞAYAK ve KEÇE
Ahmet Rodopman
Bir süredir sürdürdüğümüz Kırklareli Yerel Tarih grubu çalışmalarımızın önemli bir alanını kapsayan Halk Bilimi(Folklor) dalında incelediğimiz, toplumumuzun yaşantısında geçmişte hayli büyük yerleri olan, yarım asır öncesine kadar Kırklareli’ de de üretilip kullanılan, ancak günümüzde kaybolan değerlerimiz arasında olan Şayak ve Keçeden söz etmek istiyorum bugün.
Uzun insanlık tarihi boyunca uzun süren toplayıcılık ve avcılık dönemi sonrasında yerleşik hayata geçen, Orta Asya da insan toplulukları tarafından üretilen ilk yünlü ürünlerdir. Köpek, koyun, keçi ve atın evcilleştirilmesi ile gelişen uygarlığın Orta Asya da özellikle de Türk Boylarında sert iklim şartlarında, günlük gereksinimlerini karşılamak amacı ile oluşturulan en ilkel tekstil ürünüdür keçe ve ardından şayak adı verilen dokuma türü. Özellikle koyunların kesilen tüylerinin üst üste konularak üstüne vurulup sıkılaştırılması ile insanı soğuktan korumada kullanılan bu sıkıştırılmış yün kumaş yüz yıllar boyunca göçlerle bir çok yere ulaşmış ve değişik teknikler kullanılarak üretilip çeşitli amaçlarla uygulanmıştır. Keçe ile Şayağı bir birinden ayıran en önemli ayrıntı, şayağın bir dokuma ürünü ve ardından tepilerek keçeleştirilen kumaş olmasına karşın, keçe, yün liflerinin özel teknikleri ile tepilerek dokumasız olarak yün liflerinin çok özel yapılarından yararlanarak kumaş haline getirilmesi ile elde edilir. Göç yollarıyla gerek Hazar Denizinin kuzeyinden, gerekse Hazar Denizinin güneyinden gelen Türklerle Balkanlara değin yayılmış ve kullanılmıştır. Hatta efsanelere, söylencelere bile konu olmuştur. Derler ki; evvel zaman içinde genç bir çoban, yörenin ağasının kızına aşık olmuş. Ona gönlünce çok güzel bir hediye vermek istemiş. Ama elinde ancak otlattığı sürüsünün koyunlarından kestiği yapağı varmış. Yünlere vuruldukça çok güzel kumaşların olduğunu duyduğu için en güzel yünleri toplamış, bir tokaç ile yün topaklarının üstüne üstüne vurmaya başlamış. Saatlerce uğraşmış, ama bir türlü yünler keçeleşmiyormuş. Öylesine üzülmüş, öylesine üzülmüş ki, iki gözü iki çeşme ağlamaya başlamış. Bir de bakmış ki gözyaşı ile ıslanan yünler bir birine yapışmış, keçeleşmiş. Çobanda anlamış ki su katmadan keçeleşme olmazmış. Bunu öğrendikten sonra en iyi yünleri ile öyle güzel bir keçeden kilimler yapmış ki, sevdiceği görünce bu kilimleri, kalkmış çobana kaçmış. O günden sonra Keçe de Şayak da, yünün hep suyun içinde suyla dövülerek elde edilir olmuş. Ve kalkmış gelmiş Orta Asya’ nın steplerinden Avrupa’ nın Balkanlarına, artık Anadolu’ dan göçen Yörüklerle mi? yoksa Batı Hunlarının kalıntılarının gelenek ve göreneklerinden mi bilinmez, ama bir şekilde tüm Balkanların soğuk sularında yapılır olmuş yüzyıllarca. Kırklareli’ de genellikle Şayak adı ile bilinen bu kumaş, özellikle Kofcaz ve Dereköy’ ün orman içi köylerinde yapılırdı. Hatta Dereköy’ e yakın Dolapdere Köyü ismini derede kurulu Şayak Dolaplarından aldığı söylenirdi. Ben Dolapdere’ de yapılan yaklaşık 50-60 cm genişliğinde top halinde sarılmış Şayakları yakından gördüğüm için, onun sıcaklığını da bizzat yaşayan bir kişiyim. Rahmetli babam terzilik yaptığı sıralarda şayak dikmek için özel bir makine almıştı. Belli müşterileri alıştıkları için özellikle Dolapdere Şayağından yapılmış pantolon ve yelek diktirirlerdi. En az yarım santim kalınlığındaki şayakları normal dikiş makineleri dikemediği için ancak o büyük makinelerde dikerlerdi. İğne bile kolay kolay işlemez, onlar için özel iğneler ve kesmek için makasları vardı. Özellikle Balkan köylerinde yaşayan yaşlı kişiler genellikle kışın sıcak tuttuğu için diktirirlerdi. Babam ilk okula giderken bana da şayak pantolonlar dikmişti. Kahverengi çok iyi ısıtan, soğuğu geçirmeyen pantolonlardı. Biraz kaba gibi görünse de o meşhur 1963 kışını hastalanmadan geçirdiğim için onları çok sevmiştim. Şimdi sordum da ne bilen, ne yapan, ne diken kalmamış, artık yok olmaya yüz tutmuş beklide 4000-5000 yıllık bir üretim geleneğine son verilmiş oluyor. Gerçi son zamanlarda bazı el işi kurslarında elde basit keçe yapma kursları açıldığını ve rengarenk boyanan yünlerin değişik otantik figürler yapılarak sergilendiğini bildirdiler.
Koyun yününün başka yünler de pek bulunmayan özelliği, her bir yün telinin bütün yüzeyinde kökten, uca kadar bir biri üzerine kapanan küçük pulcukları olmasıdır. Ancak mikroskop altında görülebilen bu pullar, her bir yün lifini balık pulu gibi kaplar, sütüne yağan yağmuru , karı içeri geçirmeden üstten akıtmasının yanı sıra yapısında bulunan ince hava kesecikleri ile de hava izolasyonu yaparak, giyen kişiyi iklim koşullarına karşı korur. Alkali(sabunlu su) veya zayıf asidik bir sıvı ile karşılaşan yün telciklerinin pulcukları açılıp, etrafındaki diğer tellerle bir daha çok zor açılabilen fiziksel olarak birleşen katmanlar oluştururlar. Bunun için yünlerin üzerine su serpilerek, ayakla veya mekanik olarak tokmaklarla vurularak yünler keçeleştirilmeye çalışılır. Bu yöntemle elde edilen keçelere Tepme Keçe denilmektedir. Keçe, geçmişte özellikle Anadolu’ da Bursa, Sivas, Konya, Erzincan, Van gibi koyun yetiştiriciliğin çok olduğu ve kışları soğuk geçen sosyo- ekonomik olarak pek iyi olmayan yörelerde çoklukla evlerde yapılıp çeşitli amaçlarla kullanılan ürünlere genel olarak verilen addır. Anadolu’nun çeşitli il ve ilçelerinde keçeciliği meslek olarak yapan hatta kuşaklar boyunca yapmakta olan zanaatkarlar bolca bulunmakta idi. Ne yazık ki pek çok iş kolu gibi Keçecilik de artık yok olmaya doğru girmiştir. Eski ustalar kalmadığı gibi kalanlarda ancak turistik parçalar yapıp satarak hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Teknolojinin gelişmesi ile, bu alanda kullanılan lif ayırma ,dövme makineleri farklı renklere yünleri boyayıp, otantik figürleri keçe parçalarına uygun bir şekilde yerleştirme teknikleri kullanılarak, halı, şilte, seccade, olarak kullanılmaya elverişli parçalar üretilmektedir.
Şayak daha çok Balkan ülkelerinden gelen göçmenler tarafından getirilen çulfalık adı verilen şayak tezgahlarında ,yaşlı ev kadınları tarafından dokunan ham dokumalardır. Yünden yapılan kaba ipliklerin oluşturduklar atkıları arasından mekik ile geçirilen kaba çözgü ipliklerinden oluşan dokumaların, bazen sıcak ve nem altında basınçla veya sürekli çiğnenip, vurularak liflerin bir bibrine bağlanmasını sağlayarak oluşturulan dokumalara denilmektedir. Yün liflerinin ayni yöne dizilmeleri ve kuruduktan sonra aradan uçup giden suyun sayesinde birbirine sağlamca bağlanan yün lifleri sayesinde, ne yağmur, ne kar nede soğuk işlemeyen aba, kepenek, yelek, palto, potur ve pantolon yapımında kullanılmaktadır. Ayrıca sıkıştırılarak keçeleştirilen koyun yünü ateşe ve kıvılcıma karşı çok dayanıklı olduğu için ateş karşısında yapılan işlerde iyi bir koruma sağlar. Koyun lifleri içinde hava kabarcıklarının olması nedeniyle kışın sıcak, yazın serin tutması, büyük bir emek ile üretilmesine karşın, kendi koyununun yününden ve ev halkının göz nuru ve alın teri ile aile bütçesinden para çıkmaksızın üretilen sağlıklı bir giysi olması nedeniyle yüz yıllar boyunca kullanılmıştır. Ne yazık ki artık bırakın yapılmasının bırakılması adı bile hafızalardan silinmiş olması, geçmişimize, gelenek ve göreneklerimize olan ilgisizliğimizi göstermektedir. Oysa çok değil 90 yıl kadar önce Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ ün Kırklareli’ ye geldiği zaman, Kırklareli halkı ile yaptığı görüşmelerin birinde söz şayak elbiseye geldiğinde söylediklerini o günleri ve Kırklareli’ yi etraflıca anlatan ‘’Efsaneden Gerçeğe Kırklareli’’ adlı kitabında Merhum Nazif Karaçam şu şekilde anlatmıştır;
‘’ Atatürk 20 Aralık 1930 tarihinde Kırklareli’ ne gelmiş ve o gün belediyede belediye meclis üyeleri, mahalle muhtarları ve bazı kuruluş temsilcilerinin katıldığı toplantıda önemli konuşmalar yapmıştır. Toplantıda 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı’ ndan, bunun ülkemize olan etkilerinden, yarattığı sıkıntılarından,bir süre önce kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’ nın da katılmasıyla yapılan yerel seçimlerden ve sonuçlarından söz etmiş, Cumhuriyetin kurulmasıyla yeni bir kalkınma, çalışma ve milli tasarruf dönemine girildiğini belirtmiş, toplantının başından beri gözünü üzerinden eksik etmediği şayak elbiseli belediye meclis üyesini işaret ederek yanına çağırmıştır.
Belediye meclis üyesi Abdullah Efendi(Altınelli) biraz korkak, biraz şaşkın ve mahçup Mustafa Kemal’ in yanına gelmiştir. Abdullah Altınelli’ nin üstündeki şayak ceketinin ucundan tutarak, adını, ne iş yaptığını, göçmen olup olmadığını öğrendikten sonra giydiği şayak elbisesinin çok güzel bir kumaş olduğunu belirtmiş, - Söyle bakalım, bu kumaşı nereden aldın? - Bir yerden almadım Paşam, koyunlarımızın yününden karım dokudu.Evde dokuma tezgahlarımız var. Kendimiz yapıp giyiyoruz.
Meclis azası Abdullah Altınelli’ nin verdiği bilgi, içtenlikli ifadeleri, Rumeli şivesi ile anlatımı Mustafa Kemal’ i son derece sevindirmiş ve toplantıda bulunanlara dönerek:
‘’Arkadaşlar biz savaştan yeni çıkmış fakir bir milletiz. Padişahlar, birbirini takip eden savaşlar memleketimizin geri kalmasına sebep olmuştur. Fakat büyük fedakarlıklarla kurduğumuz Cumhuriyet sayesinde kalkınacağız, ilerleyeceğiz. Ancak çok çalışmak, tasarruf yapmak, yerli malı kullanmak zorundayız. Bu arkadaşımız gibi kendimiz yetiştireceğiz, kendimiz dokuyacağız, kumaş yapacağız, kendimiz dikip giyeceğiz, tezgahlarımızı çalıştıracağız.’’
Daha sonra tekrar Abdullah Efendi’ ye dönerek:
‘’Bu güzel şayak kumaşından bir elbiselik te ben isterim. Evde varsa hemen şimdi alalım, parasını ödeyelim. Şayet yoksa bedelini bırakayım, karın dokuduğunda bana, Ankara’ ya göndersin. Şayak elbise giymeyi çocukluğumdan beri özlerim’’ dedi.
Abdullah Efendi birkaç ay sonra Mustafa Kemal’ in istediği şayak kumasını Ankara’ ya gönderdi. (Efsaneden Gerçeğe Kırklareli-Nazif Karaçam-1995- Sayfa :351-352).
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, bu anekdotunda bizlere o kadar çok şey anlatmış ki, Şayak bahane diyesi geliyor insanın. Kısa söyleşide, neden yeri malı, yurdun malı kullanılması gerektiğini, çok çalışmanın ve tasarruf etmenin gerekliliğini belirterek, istediği kumaşın da peşinen parasını vererek 90 yıl öncesinden bizlere ne çok şey söyleyip, çağdaş bir yurttaş olabilmenin ip uçlarını vermiş. Ama Atatürk’ ün pek çok şeyde olduğu gibi bu konuda da istediği toplumun birer ferdi olamamışız. Kırklareli olarak böyle bir kısmetin değerini bilememişiz. O günkü ileri gelelerimiz, dokunan o kumaşın gönderilmeden önce resimlerinin çekimini yapmamış. Atatürk o kumaştan nasıl bir elbise diktirmiş ?, ne zaman? , nerede giymiş?, merak edip fotoğraflayamamış ?, Atatürk’ ün giydiği kumaş niye Kırklareli’ de moda olmamış? Bu konuda, o kadar sorup soruşturmama karşın en ufak bir ize rastlayamamış olmanın derin üzüntüsünü yaşamaktayım
Bu yazımda da bir kez daha iç çekerek toplumumuzun unutulan bir hatta iki değerinden kısaca söz ettim. Tabii ki gidenler tekrar geri gelmezler. Ama hiç olmazsa şu anda elimizde olan değerlerimizin su gibi elimizden akıp, gidip yok olmamasını sağlayacak önlemleri akıl önderliğinde, bilim ışığında ele alalım demek istedim Yoksa çocuklarımıza, torunlarımıza, paslı demir çubuklar ve çimento artıklarından başka övüneceğimi, göstereceğimiz, hiç bir şeyimiz kalmayacak.
Ahmet Rodopman
Kaynakça:
1 - http://xn--diyarbakrlolu-62b0yc.com/kececiligin-dunu-bugunu/
2 – EFSANEDEN GERÇEĞE KIRKLARELİ . NAZİF KARAÇAM.Kırklareli 1995
3 - http://www.anamurunsesi.com/kultur/dokumalar/sayak.htm#:~:text=Koyun%2C%20kuzu%20y%C3%BCn%C3%BC%20kullan%C4%B1larak%20atk%C4%B1s%C4%B1,(Bir%20%C3%A7e%C5%9Fit%20ceket)%20kuma%C5%9Ft%C4%B1r.&text=Bu%20kuma%C5%9Ftan%20yap%C4%B1lan%20elbiseler%20uzun%20s%C3%BCre%20eskimez.
4- SEDEF ACAR -YÜNLÜ GİYSİ TASARIMINDA BÖLGESEL KEÇELEŞTİRME YÖNTEM VE UYGULAMALARI- Sanatta Yeterlilik Tezi . İzmir 2010