HALK BİLİMİ(FOLKLOR) - PALA KİLİMİ(ÇAPUT KİLİMİ)GERİ KAZANIMIN VE YENİDEN DEĞERLENDİRMENİN EN GÜZELİ

Ahmet Rodopman 
Son yazdığım Şayak ve Keçe yazısını okuyan tanıdıkların bir kaçı, Pala Kilimini biliyor musun diye yazdılar. Bilmez olur muyum hiç. Çocukluğumda vazgeçemediğim uğraşılarımdan biri idi. O zamanlar BU uğraşılarımızın, geri kazanım noktasında bu kadar önemli olduğunu bilmememe karşın yine de hoşuma gidiyordu, bir işe yarıyor olmamın farkına varmak. Annemin evde topladıkları, o zamanlar terzilik yapan babamın dükkanda kalan artık kumaş parçalarını önüme alır, makasla saatlerce ince şeritler halinde keser, sonra uç uca ekleyip, yumak yapardım. O yumakları babam bazen sırtlar, bazen bir at arabasına atar, Demirtaş Mahallesinde, Bulgaristan’ dan gelen pala kilimi dokuyan tezgahları olan tanıdıklarına götürürdü. Bir hafta, on gün sonrada güzelce dokunmuş yeni pırıl pırıl kilimlerimizi getirirdi. Ahmet Mithat İlkokulu  karşısında ki  oturduğumuz ev bir hayli eski idi. Mutfak ile tuvalet arası 20 metre civarında bir koridorumuz vardı. Yeniler gelince eskiyenleri kaldırır ve yıllarca kullanırdık o pala kilimlerini.
Çok değil 50-60 yıl kadar geriye gidildiğinde Kırklareli’ de hala ekonomik yaşama zorunluluğu vardı sanırım. Bence çoğu aile ancak kazançlarıyla günlük geçimini sağlayabiliyordu. Çoğumuz yoksul değildik, gerçi varsıl da sayılmazdık. Kıt kanaat ama mutlu yaşayabilmenin sırrını, doğru çalışıp, dürüst yaşamak ile bulabilmiştik. Şimdi çocuklarıma anlatıyorum da, milattan önceki masalları anlattığımı sanıyorlar. Bırakın masa sandalyeyi, somya, karyola dahi yoktu çoğu evde, yere serilen bir softa bezi üzerine konulan yastaaç(üzerinde hamur yoğrulan tahtadan yapılmış yuvarlak sofra sehpası) üzerine yemekler konur, etrafında yere oturulup yemek yenirdi. Geceleri yere yataklar serilir, yan yana yatılarak uyunurdu. Şimdi düşünüyorum da  yaşantılar genellikle dışarıdan çok az şey satın alınarak devam edebilecek şekilde sürer giderdi. Kazançlar az olduğu için de bunu dengelemek için tasarruflu yaşamak, planlı harcamak gerekiyordu. Evlerde yaşamın kalitesi, ve beslenme düzeyi düşürülmeden elden geldiğince ucuz ve uygun şekilde gereksinimler karşılanmaya çalışılırdı.
İşte bunlardan bir tanesi de Pala Kilimi, diğer ismi ile Çaput Kilimi diye bilinen, eski elbiseler, giysiler, perdeler, yatak örtüleri gibi kullanılmış , artık atılacak hale gelen dokumaların,1,1.5 cm eninde şeritler halinde kesilip,uç uca dikilerek büyük yumaklar haline getirilmesidir. Bu yumaklar pala kilimi dokunan tezgahı olanların evlerine götürülürler. Önce mekik denilen içi oyulmuş, ahşap aletlerin içlerindeki çubuklara sarılırlar. Basit ahşap tezgahlarda, iki katlı gergi ipliklerini bir mekanizma ile aralayıp, mekiğin geçirilebileceği bir açıklık oluşturulur. Mekik, dokuma ipliği ile birlikte bu aralıktan geçirilip, kenarından döndürülerek tekrar ilk atıldığı yere gönderilir. Ardından ahşap sıkıştırıcı parça ile geçirilen kumaş parçacıklarının sıralarına sıkıca yerleşmesi sağlanır. Ve bu işlemler, kumaş yumakları bitinceye kadar devam edilir. Bu yatay ahşap tezgahlar genellikle 90 cm eninde, uzunluğu da 4,5- 5 metre kadar olmaktadır. Tabii bu uzunluk istenildiği kadar olabiliyor. Dokuyanın göz zevkine göre gelen kumaş şeritlerinin renkleri ardı arkasına getirilerek göze hoş gelecek bir görünüm sağlanmaktaydı.
Pala kilimleri bizim çocukluğumuzda bir hayli çok kullanılırdı. Hemen hemen her işte ilk akla gelen eşyalardandı. Evde, bahçede, kırda, bayırda üzerinde oturmak için, yolluk veya kilim yerine odalarda yere serilerek, denk yapmakta, yatak altlarına konmakta her yerde, her şekilde kullanılmaktadırlar. O yıllar fabrikasyon halılar henüz olmadığından ve el dokuması halılarda bir hayli pahalı olmaları nedeniyle pala kilimleri oldukça ucuza halı ve kiliminin yerine kullanılabiliyordu. Hatta bunun için Pala kilimine, çiftliğin eşeği  denilirdi. Her işe koşulan, az masraflı hayvan olması nedeniyle. O yüzden evlerin olmazsa olmazı idi pala kilimleri. Çok ta sağlam olurlardı, yıllarca kullanıldıktan sonra artık kullanılmayacak kadar eskidiğinde de sobalarda yakılarak ısıtmak olan son görevlerini de yapmış olurlardı. Yıllarca kullandığımız pala kilimlerimizi 50 yıl önce İstanbul’ a taşınırken, eşyaları sarmakta kullanmış, sonrada burada kullanmaya devam etmiştik. İyice eskiyinceye kadar.
Ne yazık ki artık ne pala kilimlerini dokuyanlar, ne tezgahları ne de kumaşları şeritler halinde kesip, birbirine ekleyen çocuklar kaldı. Pala kilimleri de ancak ansiklopedilerde gözlerimize takılıyorlar.. Son yıllarda Pınarhisar a bağlı Poyralı köyünde kadınlara pala kilimi dokuma kurslarının açıldığını duyuyorum. Umarım uzun soluklu bir çalışma olur.
Ancak İstanbul’ da sık sık çöp konteynırlarına atılan yeni sayılabilecek halıları ve kilimleri görünce, üzülüyor ve biz bu kadar müsriflik yapacak kadar zengin mi olduk diye kendi kendime soruyorum.  Geçen gün bir pala kiliminden yapılmış çantası ile alışverişe çıkan bir hanım görünce, işle ve emekle ortaya çıkarılmış bir değerin kıymetini bilip değerlendirme isteğinin varlıkla değil de yeniden kazanılma bilinci ile sağlanabileceğini anladım.
Pala Kilimi, yeniden değerlendirme  düşüncesinin eyleme dönüştürülmesine güzel bir örnek. Ancak bunun gibi yüzlerce örneği aklımız, görgümüz ve isteğimizle bulup uygulayabiliriz. Onlardan artırabileceğimiz para ile de kültürel birikimimize katkısı olabilecek şeylere rahatlıkla harcaya biliriz diye düşünüyorum. 
Yazımı bitirirken aklıma geldi. Kullanılamayacak kadar küçük parçalarda, ince kumaştan yapılmış eski giysilerde  asla çöpe atılmaz, bir çuvalda toplanıp birikince tarak denilen makinelerin olduğu yerlere götürülür. Orada bu kumaş parçaları Kıtık denilen adeta tel tel ayrılarak,yatsak, yastık doldurulmak üzere getirilirdi. Böylelikle de yıllarca daha kullanılma şansı olurdu. Bundan daha güzel bir geri kazanılma ve yeniden değerlendirme olabilir mi diye hala düşünmekteyim.

Popüler Yayınlar