16 Aralık 2022 Cuma

ATATÜRK KIRKLARELİ'NE GELİYOR - 20 Aralık 1930

 







-Bölüm 1-

Hazırlayan: Hasan ÇALIKUŞU


20 Aralık 1930 Cumartesi günü yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ulusumuzun kurtarıcısı, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk Kırklareli’ ye gelmişti. O gün Kırklareli tarihinin en güzel, en müstesna ve coşkulu bir günü olmuştu.


“Kırklareli’nde halkın çok hassas, millet ve memleket işlerinde çok alâkalı ve heyecanlı olduğunu gördüm. Faaliyetinizi de işittim. Burada geçirdiğim iki gün zarfında edindiğim hislerle, hatıralarla sizden ayrılıyorum.”


Gazi Mustafa Kemal


KAYNAKLAR:

Kırklareli Vilayetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik - Ali Rıza Dursunkaya 

Ali Arslan Arşivi

Ali Coşkun Yanardağoğlu Arşivi

Atatürk’ün Kırklareli’ne Gelişi - V.Türkan Doğruöz, Kırklareli, 2011

Prof.Dr. Hüseyin Salman Arşivi

Atatürk Kırklareli'nde- Nazif KARAÇAM

Atatürk Kırklareli'ne Neden Geldi - Macit SABIR

Barış Toptaş https://www.trakyagezi.com/gazi-mustafa-kemal-ataturkun-kirklareli-ziyareti/

Derinsu 39 Kırklareli Arşivi

Tahsin Cicioğlu Arşivi

https://islamansiklopedisi.org.tr/turk-ocagi

https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk_Ocaklar%C4%B1

https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/20906

Yılmaz Özdil, Anka Kuşu, S:60

http://gorunumgazetesi.com.tr/haber/37563/gazi-trakyaya-hareket-ediyor.html

https://galeri.uludagsozluk.com/r/atat%C3%BCrk-%C3%BCn- 

https://www.alpullu.org/F/sakir_kesebir.html

10 Aralık 2022 Cumartesi

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN



Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı bu bölümde geçen yazıda anlatmaya başladığı Sulhi'yi  şiirlerinden yeni örnekler vererek tanıtmaya devam ediyor. 1887-1931 yılları arasında yaşamış olan Sulhi anlaşılıyor ki Vahit Lütfi Salcı ile yakın dostlukları olan biri. Bu yazıyı okuyuncaya kadar adından söz edildiğini duymadığım Sulhi hakkında benim bulabildiğim tek kaynak Nazif Karaçam'ın yazdığı  Kırklareli'ni Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar kitabı. Orada da kaynak yine Vahit Lütfi Salcı'nın aşağıdaki yazısı. Oysa Sulhi şiirlerini okuduğunuzda anlayacağınız gibi güçlü bir şair. Nedense kimse Vahit Lütfi Salcı'dan sonra merak edip de yeni bir bilgiye ulaşma gayreti göstermemiş. Bundan sonra gösterilir mi, o da şüpheli. Oysa Kırklareli Üniversitesi ve Edirne'deki Trakya Üniversitesi akademisyenleri şimdiye kadar bu konuda bir araştırma yapmış olmalıydılar. Bizden hatırlatması.)


Kırklareli Halk Şairleri-6

Sulhi aslen Lüleburgazlı'dır. Eski beyler soyundandır. Misinli Çiftliği sahipleri Süleyman ve Ali Beylerin yeğenidir.  Fakat bu beylikle iftihar etmez. Mütevazı ve kalender ve rind bir Bektaşi idi. Lakin her zaman zem edilmekten korktuğu için başkalarından Bektaşiliğini gizlerdi. Bu sebeple de eserleri ve şairliği gizli

kalmıştır.  Sulhi hakikaten çok kudretli ve eserlerine yaklaşılmaz eserler veren lirik bir halk şairiydi.  Şair, hayatını Edirne Kırklareli ve Trakya'nın diğer kasabalarında reji idaresine Ziraat memurluğu ile geçirmiştir.  Kendisinin bu kadar bu kadar kudretli  bir şair olduğunu yakın arkadaşları bile bilmiyordu.  Bundan yedi sekiz sene evvel Edirne Tütün inhisarı  Ziraat Müdür Muavinliği'nde iken ölmüştür. Üç yüz dört  doğumludur. Genç denecek bir yaşta iken öldüğü için edebiyat alemimiz mühim bir şairini kaybetmiştir.

Eserlerini mistisizm tarzında ve ondan kuvvet alarak yazardı. Baş döndürücü ve vurucu bir kalemi vardı. Onun en ziyade coştuğu zamanlar Balkan Muharebesi cereyan ettiği ve ondan sonraki birkaç seneler idi. Her gün beraberdik.  Unkapanı ve Balat meyhanelerinde oturarak içer ve içer, yazar ve yazar,  coşar ve coşardı. Balkan Muharebesi için (Balkanlılara) başlığı ile uzun bir manzumesi vardır ki bu bir şaheserdir. Onu ayrıca neşredeceğim.

Sulhi'nin  (Bektaşi nefesleri) tarzında yazdığı iki manzumesini daha burada örnek olarak verelim:

-1-

Ey zahit  sen bizi sanma günahkar,

Günahımız yoktur sevabımız var.

Gördüğümüz demi hoş görür settar

Bu sırra Kur'anla cevabımız var.

*

Faslımız baisi azaptır sanma,

İçtiğimiz haram bir abdır sanma,

Bize haram olan şaraptır sanma,

Cennet ırmağından şarabımız var.

*

Elest bezmindeki ahdü ikrardan,

Ayrılmayız asla biz o imandan,

İsmail'e  nazil olan kurbandan,

Soframızda meze kebabımız var.

*

Haktan bize her dem hidayet olur,

Muhammed Alli'den inayet olur,

Saz çalmak Allaha ibadet olur,

Davut peygamberden rübabımız var.

*

Şu aneye değin kalu beladan,

Haberimiz var her bir maceradan,

Bu (Sulhi) ye  ihsan olmuş hudadan,

Okuyoruz işte kitabımız var.

-2-

Tarikatsız mümin olmaz kimse,

Nuru nübüvvetle dolamaz kimse,

Hakkı, peygamberi bulamaz kimse,

yatıp kalkmakla divara karşı.

*

Allah gözlerine çekmiş bir perde,

Yok dersin Allahı gökte ve yerde,

Göstereyim gel de Hakkı gör nerde,

Seç de eylesin diye didara karşı.

*

Epsem ol ey (Sulhi) nasıl ersin sen,

Halli müşkül ağır söz söylersin sen,

Hazer kıl belki hata edersin sen,

Haydari kerrare, hünkara karşı.

İşte bu kadar ateşin ve heyecanlı Kırklareli bir şairde tetkiksizlik ve alaksızlık yüzünden bugüne kadar Türk edebiyatı tarihine geçmemiş, ve unutulmuş kalmış olan Türk halk şairleri arasına katılmış gitmiştir. Bunları bulmak memleket gençliğine düşen vazifedir. Gönül istiyor ki Halkevimizin edebiyat kolu bu yüksek ruhlu şairleri daha etraflı tetkik ile memleket edebiyatı tarihine geçirebilsin. Kendi bulamazsa bulabilsin bunu bir bulabilecekleri bulmasını bilebilsin.

Gelecek yazımızda Kırklarelili Hacı Rasih'i anlatacağız.


Trakyada Yeşilyurt, 21 Haziran 1937. s.2.

Yardımcı Sözlük:

Rind: Görünüşe ve dünya işlerine kıymet vermeyen.

Zem Etmek: Çekiştirmek, yermek.

Settar: Kullarınıın hata ve günahlarını bağışlayan anlamımda  Allah için kullanılır.

Bais-i azap: Acıya sebep olan şey.

Ab: Su.

Bezm-i Elest: Allah’la yaratılışları sırasında insanlar arasında yapıldığı kabul edilen sözleşme için kullanılan bir tabirdir. Farsça’da “sohbet meclisi” anlamına gelen bezm kelimesiyle Arapça’da “ben değil miyim” mânasında çekimli bir fiil olan elestüden oluşan bezm-i elest terkibi, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” hitabının yapıldığı ve ruhların da “evet” diye cevap verdikleri meclis anlamını ifade eder. Bu tabirdeki “elest” kelimesi A‘râf sûresinin 172. âyetinden alınmıştır. Bu âyette, geçmişte Allah’ın Âdem oğullarından yani onların sırtlarından (veya sulplerinden) zürriyetlerini çıkardığı, kendilerini nefislerine şahit tuttuğu ve onlara, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” diye hitap ettiği, onların da “evet” dedikleri belirtilmiştir.( İslam Ansiklopedisi)

Ahdü İkrar: kabul için söz vermek.

Hidayet: Dağru yol, hak yolu.  Nazil olan:  Yukarıdan aşağıya inen, bildirilen.

İnayet: Lutuf, ihsan, iyilik.

Rübab:   Dize veya bir yere dayanarak çalınan saz.

Kalu Bela: İnanca göre, Allah dünyayı ve içindeki varlıkları yaratmadan önce insaların ruhlarını yaratmıştır. Allah hepsini birden huzurunda toplamış ve "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sormuştur. Bu konuşmanın vuku bulduğu zamana Kalu Bela denir.

Huda: Allah, Tanrı, Cenabıhak.

Nübüvvet: Peygamberlik.

Divar: Eski metinlerde duvar kelimesi.

Didar: Güzel yüz, çehre.

Epsem: Dilsiz.

Haydar-i kerrar: Döne döne, tekrar tekrar düşmana saldıran kimse


6 Aralık 2022 Salı

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN

Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı bu bölümde Şair Sulhi'yi anlatmaya başlıyor. Okumalarım ilerledikçe bazı konularda zorlanmalar da yaşıyorum. Bunlardan birisi coğrafi yer adlarının, tarih içinde yer değiştirmiş olmasından kaynaklanıyor.  Mesela, artık Bulgaristan topraklarında kalmış, Ahtapoğlu, Vasilkoz gibi yer adlarını öğrenmek için ayrı bir araştırma yapmanız gerekiyor. Ahtapol bir liman kazası. Burasının ilginç bir tarihi var. Ama Vasilkoz adını öğrenmem biraz zaman aldı. Betül Konyar'ın Kırklareli İl Merkezi Yer Adları İncelemesi'ne bakmam gerekti. Orada Vasilkoz adı Vahit Lütfi Salcı'nın hayatı anlatılırken çalıştığı yer olarak belirtilmişti. Ama asıl aradığım bilgiye Prof. Dr. Ramazan Özey'in "19. Asırda Edirne Vilayeti Coğrafyası" makalesinde ulaştım. Burada, Edirne Vilayetine bağlı bütün sancak, kaza ve nahiye isimlerinin arasında  Vasilkoz, Kırkkilise sancağına Bağlı Ahtapolu kazasının nahiyesi olarak geçiyordu. 

Yaşadığım başka bir zorluk, dil ile ilgili. Burada iki türlü bir handikap ile karşılaşıyorsunuz. İlki, yazarın kullandığı anlatım biçiminden kaynaklanıyor. Kurallarına uygun doğru haliyle yazmaya çalışsanız da bazen orijinal haliyle  bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Dönemin koşullarından kaynaklanan dizme hatalarını da göz ardı etmemek gerekiyor ayrıca. Bütün bunlar, 1937 yılına ait bir gazeteden bu güne taşımak istediğiniz bir kaynağın doğru bir yöntemle değerlendirilmesini zorlaştıran nedenler.

Okuduğum yazıyı hem anlaşılır kılmak hem de özünden koparmayarak aslına uygun haliyle tanıtmaya çalışmak bana doğru geliyor. Özellikle aktarılan şiirlerde kullanılan ifadelerde aslından ayrılmamaya özen gösterdim. Bu konuda meraklı okuyuculara da iş düşüyor. Bu konuda okuyucunun çabasını da gerekli görüyorum. 

Yazının altına küçük bir sözlük koymayı sürdüreceğim. Ayrıca bu yazıda gördüğünüz gibi önemli isimler için açıklama dip notlarını da bulabileceksiniz. Bu isimlere ait web bağlantılarını da oluşturmaya başladım. Merak eden okuyucu ismin üzerinden bu erişimi yapabilecekler.

Vahit Lütfi Salcı'nın yazılarını okurken aslında tarihin içinde çok yönlü bir  yolculuğa çıkıyorsunuz. Aslında beni bu yazıları okurken heyecanlandıran özellik de bu oldu diyebilirim. Okudukça anlıyorsunuz ki şimdilerde unutulmuş bir çok kültürel öge ile gizli kalmış inanç sistemleri, yaşadığımız coğrafyanın toplumsal tarihiyle iç içe geçmiş durumda. Bu güne kadar bunları yeteri kadar incelememişiz, merak etmemişiz ne yazık ki. İşte Vahit Lütfi Salcı yıllar önce bunu yapmayı başarmış bir araştırıcı. Onun değerinin farkında olmayan çok yaygın bir kitle var hala ve bu durum gerçekten ciddi bir eksiklik. Bu yazıların  tamamını okurken merak uyandıracak çok ilginç başka konulara da rastlayacaksınız. Eminim okurken benim kadar ilginizi çekecek ve heyecanlanacaksınız. )

Kırklareli Halk Şairleri-5

Balkan Harbi patladığı zaman ben ( O vakit Kırkkilise mutasaraflığına tabi) Ahtapoğlu (1) kazası (Vasilkoz) (2) tahrirat katibi idim. Bütün memurları ile İstanbul'a hicret ettik. Şairin "Canan da muhacir oldu" dediği gibi biz de muhacir olduk.  O sıralarda bir akşam istanbul'da bektaşi ceminde  de bulundum. Benim Kırklareli'nden geldiğimi bilenler bana orada bulunan bir genci takdim ettiler. "Kırkkiliseli Salih Bey" dediler.  Bu genç sarışın ve mavi gözlü ve ateşin bir genç idi. O  da benim gibi muhacir olmuştu. İşte bu genç Salih Sulhi idi.

Artık onunla sıkı fıkı arkadaş olmuştuk.  Her günümüz her diyecek kadar beraber geçiyordu. Onun ne kadar ince bir şair olduğunu o zamandan anlamıştım.  Yazdığı şiirleri bana sevinçlerle okuyordu.  Fakat doğrusu ya, ilk önceleri ondan bu kadar ince san'at ummuyor ve o şiirlerin onun olduğuna inanmamak günahına giriyordum.  O kadar güzel o kadar san'atlı idi.  Sonraları benim yanımda yine o derece kuvvetli şiirler yazdığını görünce yaptığım günahtan tevbe ve istiğfar ederek onun şairliğinin kudretine iman ettim.  O zaman aslen Prevezeli olup bahriye zabitlerinden bulunan  ve;

Yarab senin mekanın yok,

Hem dinin hem imanın yok,

Elmasın yok boncuğun yok,

Karın, kızın, çocuğun yok.


                   *

Yatağın yok yorganın yok,

Herbir şeyden münezzehsin

Aban, keben,  gocuğun yok,

Lemyelid ve lemyuledsin.


Gibi İstanbul divan edebiyatı şairlerinin bile dikkatini çekecek derecede mistik  şiirler yazan meşhur (Edip Harabi) sağ idi.  Bugün Türk edebiyatı tarihinde önemli bir yer alan bu Harabi o sıralarda her gün manzumeler yazıyor ve bu manzumeler hayranları arasında elden ele dolaşıyordu. Sulhi de Harabi  gibi yazıyor ve ona tamamiyle  bir rakip kesiliyordu.  Harabi'nin ve Sulhi'nin eserlerini okuyanlar bu eserleri birbirinden ayırt edemiyorlardı. Mübalağa ediyorum sanılmasın,  çok defa Sulhi, Harabi'yi geçiyordu bile.  Harabi eserleriyle mağrur olan ve kendi kendine yüksek kıymetler vermek itiyadında  bulunan bir zat olduğundan Sulhi'nin kıymetini inkar edememek mecburiyetine düşünce onun için : "Benim nushai saniyem" diyordu. Bunun içindir ki bugünkü araştırıcılar Harabi ile  Sulhi'yi birbirine karıştırmak yanlışlığında bulunuyorlar. Çok iyi bir edebiyat bilgileri olan Bay Sadettin Nüzhet (3) bile neşrettiği (Bektaşi Şairleri) adlı kitabında Sulhi'nin olduğunu pek yakından bildiğim şu nefesi o kitapta Harabi'ye mal etmek hatasını düşmüştür:

Ey sofu Cenabı halikı mutlak,

Bu şarabı bize en'am eylemiş.

çok medthetmiş kur'anında açta bak,

Mümin olanlara ikram eylemiş.

                       *

Vakti saadette rezalet eden

Muhammed Ali'ye  adavet eden,

Evladı Resule hıyanet eden,

Münkir munafıka haram eylemiş.

                      *

Biz içeriz Lakin etmeyiz isyan,

Helal etti bize anınçün Sübhan,

Namaz kıldırmaya bile her zaman,

Bir piri mugan iman eylemiş.

                       *

Zemzemi terkedip geçelim deyu,

Haram helalden seçelim deyu,

Mukaddes şarabı içelim deyu,

Allah bize mahsus selam eylemiş.

                       *

Ey hoca bu sırra değilsin agah,

Anınçün şaraptan edersin ikrah,

Şu kalbi Sulhi'ye  Hazreti Allah

Bu doğru sözleri ilham eylemiş.

---Arkası var---

Trakya'da Yeşilyurt, 14 Haziran 1937. S. 2-3.

Sözlük:

İstiğfar: Tövbe etme. Münezzeh: Arındırılmış olan.  Kebe: Kalın keçeden yapılmış çoban gocuğu. Nusha-i saniye: İkinci nüsha; birbirine çok benzeyen. Halik-ı mutlak: Mutlak yaratıcı. En'am: Yaratılmış olan bütün mahlukat.    Münkir: Reddeden, kabul ve itiraf etmeyen. Munafık: İçi başka, dışı başka oşan, iki yüzlü,ara bozucu.  Sübhan: Her türlü kusurdan , noksandan uzak olan anlamında Allah'ın isimlerinden biri. Piri-i mugan: Meyhaneciler.

Açıklamalar:

(1) Şimdi Bulgaristan sınırları içinde kalmış, Osmanlı kaynaklarında "Ahtabolu" adıyla geçen kasaba, 1878-1912 yılları arasında Edirne Vilayetinin Kırkkilise sancağına bağlı  bir kaza merkeziydi. Evliya Çelebi 1663 yılında buradan geçmiş ve Seyahatnamesinin 6. cildinde kasabadan "Ahtabolu" olarak bahsetmiştir.

(2) Ahtapoli kazasına bağlı bir nahiye adı.

(3)  Sadettin Nüzhet Ergun, Edebiyat tarihi üzerine öğretmenlik yıllarında çalışmaya başlamış, halk şiirinden divan edebiyatına ve çağdaş Türk edebiyatçılarına kadar geniş bir çerçevede çalışmalarını sürdürmüştür. İsmi, edebiyat tarihi çalışmalarında Âgâh Sırrı Levend, Ahmed Hamdi Tanpınar, Mustafa Nihat Özön ve İsmail Habib Sevük ile birlikte anılan Sadeddin Nüzhet, Köprülü’den sonra Türk edebiyat tarihi sahasında yetişen en büyük âlim olarak görülmüştür .


3 Aralık 2022 Cumartesi

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN KIRKLARELİ HALK ŞAİRLERİ

 Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı bu bölümde geçen yazıda kaldığı yerden Hayrani'yi anlatmaya devam ediyor.)


Kırklareli Halk Şairleri 4

Hayrani'nin bütün manzumeleri gösteriyor ki hakikaten kudretli ve lirik bir şairmiş. Hele bu yukarıdaki mistik düşünüşler çok cesaretli düşünceler ve yazılardır.

O zaman garp medeniyeti bile İsa'ya Musa'ya bu kadar çıkışmazlarken şarkta bir Türk şairinin böyle söyleyebilmesi tarihe önemle geçecek bir iştir.

Şairin bazı seyahatine ve seyahatten sonra da Kırklareli'ne dönmesine dair manzumeleri de vardır:

Karaabalardan ta gaiblere

Bağrı yanık yalın ayak yürüdüm

Oradaki yatır evliyalara

Niyaz ettim yüzüm, gözüm sürdüm. 

               *

Oradan da Belenören'e gittim,

Veli babayı da ziyaret ettim,

Hastalandım dermanımı tükettim

Veremler gibi al kanlar tükürdüm.

                *

Erenlere yalvardım elli himmet,

Bir ay sonra vücudum buldu sıhhat,

Artık dönmek  için aldım icazet,

Aynı cemden  taze güller getürdüm.

               *

Günlerin birinde Kırkseye döndüm, (**)

Ehlibeyt aşıklara mihman kondum,

Anların ceminde birlik bulundum

(Hayrani) yim hayran hayran göründüm.


Hayrani'de mistik mefküreden başka yurt mefküresi de vardır.  Çöke'deki  Muhittin Abdalı methederken onun bir yurt fatihi olduğunu da söyleyerek iftar ediyor.


Seyit Ali sultanın arkadaşı

çökede yatan Muhiddin Abdaldır.

Selime sultanının öz karındaşı

çökede yatan Muhiddin Abdaldır.

                  *

Türbesinde hastaları sağlayan,

Gönüllerde himmetleri çağlayan,

Münkirleri ikrarına bağlayan,

çökede yatan Muhiddin Abdaldır.

                     *

Kerameti vardır cinde, peride,

Gazalarda göründü ileride,

Rumelini fethedenin biri de,

çökende yatağın Muhiddin Abdaldır.

                      *

Dervişlere güzel güzel  pend eden,

Tığı bendi boyunları kemend eden,

( Hayrani) yi kendine bend eden,

çöküde yatan Muhittin Abdaldır.

                       *

Hayrani evli miydi, bekar mıydı bunu da bilmiyoruz.

Şairin büyük bir destanı var. Kırklareli'nin mahallelerini sayıyor. Gerdanlı Çeşme'de bir ak gerdanlıya, Karakaş mahallesi'nde bir karakaşlıya  vurulduğunu, bunun için Sultan bayazide (mahalleye) bir arzuhal verdiğini, Hatice Hatun'un( bu da Mahalle) kendine derman tasfiye ettiğini söyleyerek çok güzel zarafetlerde bulunuyor.  Bu destan uzun olduğundan ayrıca yazacağım. Nihayet anlaşılıyor ki Hayrani Kırklareli'ni  çok içten tanımış bir Kırklareli Halk şairidir.

Gelecek yazında Şair (Sulhi) yi anlatacağım.

(**) Kırklareli'ne Kırkkilise denildiği zaman halk sadece (Kırkse) derdi.

Trakya'da Yeşilyurt, 7 Haziran 1937. s.2

Mihman: Misafir, konuk. Münkir: İnkar eden. Pend: Öğüt, nasihat. Tığı bend: Tığı bağlayan.


VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN KIRKLARELİ HALK ŞAİRLERİ

 Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı'nın yazılarına Hayrani ile devam ediyoruz. Yazının orijinalindeki yapılan alıntılarda bazı sözcüklere açıklık ve  kısaltma getirdim.)

Kırklareli Halk Şairleri 3 

Kırklareli'de (Hayrani) isminde bir halk şairi varmış. Bu Şair hakkındaki tetkik menbalarımın  şimdi ikisi de Dünyadan Göçüp gitmiş olan iki zattır. Bunlardan birisi Kırklareli'nde Tatar İbrahim ağa (Jandarma zabitliği eden Tatar İbrahim ağa değil) birisi de Tekirdağ'a yakınında bulunan (Klaguzlulu) )köyünden Şaban Sırrı babadır.  Hayrani Tatar İbrahim Ağa'ya her zaman sık sık misafir olurmuş. Bu zattan şairin hayatı hakkında malumat edindim. Şaban Sırrı babanın babası Ahmet Abdal baba da  Kırklareli Alevi köylerinde (irşat için) dolaşırken Hayrani de onunla beraber gezer,  muhabbet ve cem'lerde beraber bulunurmuş. Burada göstereceğim eserlerini de bu Şaban Sırrı babanın mecmuasından aldım. İstanbul'da Fatih'te millet kütüphanesinde de Hayrani namına bir kaç manzum eserler vardır. Fakat o Hayrani, bu Hayrani midir? Bunu kestirme  olarak söyleyemem

Hayrani aslen Şimdi Bulgaristan hududuna yakın olan (Karaabalılar) köyünden imiş. Hangi tarihte doğduğu ve hangi tarihte öldüğü bilinmiyorsa da on dokuzuncu  asrın ortalarında mebzul eserlerini vermiş ve yine bu asrın sonlarına doğru ölmüş olduğu eserlerinden ve rivayetlerden anlaşılıyor. Eskiden alevi mezhebinde bulunan amuca kabilesi ihtiyarlarından duyduğum bir rivayete göre de Karaabalılar köyü mer'asında bir Bulgar köyü varmış.  Köyde bir kaç hanede biraz Türk varmış.  İşte Hayrani bu köyden imiş.

Hayrani ilk önce  Bedrettini tarikatından imiş.  Sonra Ahmet Abdal babaya intisap ederek Bektaşi olmuş. O zaman derviş ve halk şairleri gibi birçok seyahatler yapmış. Köyüne pek nadir  olarak uğramış. Trakya mıntıkasında bulunduğu zamanlar en çok Kırklareli'nde bulunmuş olduğu eserlerinden anlaşılıyor.  Bir koşmasında Kırklareli'ni (sevgili yurdum) diye anıyor. O koşmayı buraya naklediyorum:

Hele bakın yezitlerin işine

Bizim bacılara nisa demişler (*)

Muhammet Peygamberin eşine

Hatice ana huyrunnisa demişler.

                         *

Kapının kilidine vurdum perçin,

Ağladım, ağladım hep senin için.

Meryem ananın doğurduğu p...

İsmine Hazreti İsa demişler.

                          *

Sözümü sakın atmayın yabana

Tilki girmez kolay kolay kapana.

Kırda koyun otlatan bir çobana

Keramet gösteren Musa demişler.

                           *

(Hayrani) yar elinden oldu nalan,

Yalvardığım ona geliyor yalan,

Benim candan sevgili yurdum olan

(Kırk kimse) ye (Kırkkilise) demişler.


(*) Alevi kabileleri kadınları (bacı) derlerdi.


Trakya'da Yeşilyurt Gazetesi, 31 Mayıs 1937.  s 1-4.


Nisa: Kadın. İrşat: Hak yolunu gösterme. Mebzul: Fazlasıyla bulunan. Nalan: Ağlayan, feryat eden.  


28 Kasım 2022 Pazartesi

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN KIRKLARELİ HALK ŞAİRLERİ


Akın Güre
Vahit Lüfi Salcı'nın Trakya'da Yeşilyurt  gazetesinde yayımlanan  bu dizi yazarın kitaplaşmamış Kırklareli Şairleri adlı eserinin tefrika edilmiş halidir. Bu yazıları elimizdeki gazete sayılarından  orijinal haline büyük ölçüde sadık kalarak aktarıyoruz. Okuyuculara yardımcı olmak için yazının altında bazı sözcüklerin açıklamalarını da koydum. Paylaştığım fotoğraf sayın Hasan Çalıkuşu koleksiyonudur. 

Kırklareli Halk Şairleri 2
Şimdi bu yukarıda bahsettiğimiz iki esasa bir üçüncüyü de ilave etmek lazımdır. Bu üçüncü nokta ise muhitin edebiyata olan alakasızlığıdır. Bu iki esasa girmeyip başlı başına bir zümre teşkil ederek ve hiç bir şeyden korkmayarak sürüp gelen divan edebiyatını şairlerini bile bu alakasızlık muhitlerinde unutturmuştur. Buna içimizden bir örnek gösterebiliriz.
Şimdiye kadar divan edebiyatçılarından olan ve o tarzda hakikaten çok zarif ve ince manzumeler yazmış bulunan Kırklarelili (Hasibi) yi Kırklareli'nde tahkik etmek ne kadar güçtür. Umumiyetle bilinmesi lazım gelen bu divan edebiyatçısı şairini, tetkiklerimde iki kişiden başka bilen yok. Biri müftimiz Bay Bahaeddin, diğeri de şairin akrabasından olan arzuhalci merhum Hadi efendidir.Bunlar da esas itibariyle bizi aydınlatacak bir şey söyleyemediler. Hasibi'yi başka yerlerden aradım ve bir hayli eserlerini buldum. ki hepsi de birbirinden güzeldir. Hatta şairin bu güzel eserlerinin bazılarını eski yazı iltibası sebebiyle (Hubbi) ve (Habibi) gibi kimselere atfederek hakikattan inhiraf edilmiş olduğunu gördüm. Şairin sanatı hakkında bir fikir edinmek üzere şurada bir gazelini okuyalım:
Sirişkim ruziyer üzre olsun mu derdim ben
Sana zarım bu vech ile ayan olsun mu derdim
Nisarı gamzesi yağmaya çıkmış hali uşşakı
O yahşi serseri böyle yaman olsun mu derdim ben.
Zaman geçti şebbi hicran erişti yıldızım düştü
O mührü gün gibi gözden nihan olsun mu derdim ben
Gazellerle güzeller sayd olur derdim hilal oldu
Hasiba şairin kavli yalan olsun mu derdim ben
İşte böyle kudretli ve ince bir şairi muhitin alakasızlığı unutturmuştur. Kırklareli tarihinde böyle orjinal ve kıymetli divan edebiyatı şairlerinin mevki ve manaları düşünülsün.
Var kıyas et bahri umman nidüğün.
Gelecek yazımda Kırklarelili (Hayrani) den bahsedeceğim.
Trakya'da Yeşilyurt, 24 Mayıs 1937 s.2
Müfti: Din görevlilerinin amiri durumunda olan memur. İltibas: Başka bir şeye benzetilmekten doğan kafa karışıklığı. Sirişk: Göz yaşı. Nisar:Saçılmış. Nihan: Gizlenmiş, saklanmış. Sayd: Av. Kavli: Sözle ilgili, söze dayanan.

27 Kasım 2022 Pazar

KURTULUŞ GÜNÜ, BAYRAMLAR VE TÖRENLER







Hasan ÇALIKUŞU

Kırklareli bulunduğu konum nedeniyle birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, birçok tarihi olayı yaşamış veya tanıklık etmiştir. Balkan Savaşları’nın sıkıntısı bitmeden Birinci Dünya Savaşı çıkmış, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile İtilaf Devletleri bölgeyi denetim altına almıştı. Fransızlar Uzunköprü-Sirkeci demiryolu hattını kontrol altında tutmaya ve aynı zamanda Trakya’yı işgale başlamıştı.

Kısa bir süre sonra Krklareli de Fransız işgaline uğradı. Yunanlılar ise 20 Temmuz 1920 tarihinde Tekirdağ’a asker çıkardılar. 10 Ağustos 1920 Sevr Anlaşması ile de hızla Trakya’da Yunan işgali başladı. Fransızlar yerlerini Yunan askerlerine bırakarak bölgeden çekildi. Kırklareli bu sefer 26 Temmuz 1920 tarihinde Yunanlılar tarafından işgal edildi.


İşgal karşısında Trakya’nın kurtarılması için kurulan “Trakya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” Trakyalı vatanseverleri bir çatı altında topladı. Edirne’de Trakya Kongresi’nde işgale karşı mukavemet gösterilmesi kararı alındı. Trakya’daki ulusal mücadele askeri ve milis kuvvetlerce sürdürüldü. Kırsal kesimde yürütülen çete savaşları oldukça etkili oldu ve düşmana büyük kayıplar verdirildi. 


Yunanlıların yenilmesi ve 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli Ankara Hükümeti’ne bırakıldı. Yunanlılar 15 Ekim’den itibaren işgal bölgelerini boşaltmaya başladılar. İki buçuk yıla yakın bir süre Yunan işgali altında kalan Kırklareli’nde halk çok zor ve acı günler yaşadı.


Yunanlıların şehri terk etmesiyle Türk birlikleri Şeytandere’de mevkiinde toplanmaya başladılar. Kırklarelililer kurtuluş günü için şehir merkezine zafer takları inşa ettiler. Türk genç kızlarının gece gündüz çalışarak ay yıldız diktikleri şanlı Türk bayrakları ile her yer donatıldı.


10 Kasım günü Kurtuluş Caddesi’nden geçerek şehre giren Türk birliklerini resmi görevliler ve halkdan oluşan büyük bir kalabalık tarafından çiçeklerle karşıladılar. Kırklareli’deki her zafer takı önünde halk kurbanlar kesti.


Halk ellerinde bayraklar, coşku içinde “Yaşasın Büyük Millet Meclisi!  Yaşasın Mustafa Kemal Paşa!” diye bağırarak Hükümet binası olarak kullanılan Kocahıdır Mektebi’nin önüne geldi. Okul kapısında acı günlerin işareti olan siyah bir örtü asılıydı.


Hızla çekilen örtü yırtılarak parçalandı.  Örtünün arkasından büyük ve muhteşem al bayrağımız göründü. İşte o zaman halk coşku ile “Yaşasın Büyük Millet  Meclisi!” diye bağırarak yeri göğü inletti. 10 Kasım 1922’de okula Türk Bayrağı çekildi. Nihayet Kırklareli 2,5 yıl sonra özgürlüğüne kavuşmuştu. 

Kırklareli’nde kurtuluş gecesi ziyafetler verildi. Meşalelerle donatılan şehirde halk büyük fener alayları yaptı ve sabahlara kadar Kırklareli sokaklarında coşku ile dolaştı .

Milli Mücadelenin sona ermesi ve Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Kırklareli’de kurtuluş günü, ulusal bayramlar ve törenler büyük bir coşku ve heyecanla sevinç içinde kutlanıyordu.

Kırklareli’nin düşman işgalinden kurtuluşunun sevinç ve coşkusu ile o günler canlandırılır, resmi geçit ve fener alayları ile gelecek kuşaklara özgürlüğün önemi anlatılmaya çalışılırdı.

Kırklareli’de 10 Kasım 1922 tarihi Kurtuluş Bayramı olarak kutlanmaktaydı. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938’de vefatı nedeniyle 1988 yılına kadar geçen 50 yıl boyunca Kurtuluş kutlamaları 9 Kasımlarda yapılmıştı. 


KAYNAKLAR: 

İbrahim Taşkın Arşivi

Milli Mücadelede Kırklareli, V. Türkan Doğruöz, 2007

Ali Coşkun Yanardağ Arşivi

Derinsu 39 Kırklareli Arşivi

Türkiye’nin Sıhhi-i İçtimai Coğrafyası Kırkkilise (Kırklareli) Vilayeti – Kırklareli Belediyesi

Kırklareli Vilayetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik, Ali Rıza Dursunkaya, 1948

Kırklareli İl Yıllığı,  2000

Balkan Harbinde Kırklareli’ De Yaşananlar, Kırklareli Yerel Tarihi, Ahmet Rodopman 

http://easternthrace1922.blogspot.com/2010/08/blog-post. html

https://virtual-genocide-memorial.de/region/ sancak-of-kirkkilise-saranta-ekklisies

KIRKLARELİ’ DE 66 YIL ÖNCE YAYINLANAN BİR DERGİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

 A


hmet Rodopman


Değerli araştırmacı akademisyen dostumuz, sayın Ali Çakır’ ın kendi koleksiyonundan çıkarıp kapağının resmini bizlerle paylaştığı iletiyi görünce bu yazıyı yazma dürtüsü oluştu içimde. Yıllarca geriye gidip sevgili kentimizi düşünürken, üzüleyim mi, kızayım mı, derdime yanıp susayım mı bilemedim. Bende duygu ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.

Özellikle yayınlandığı tarihe dikkatinizi çekmek istedim. 1956. Ben henüz 2 yaşındayım. Kent nüfusu 10.000 ile 15.000 arasında.6-7 adet ilkokul,  bir ortaokul, bir de yeni açılmakta olan bir lise ile bir de Erkek Sanat Okulu olan bir yer Kırklareli. Ve bu eğitim kurumlarının öğretmenlerinin çıkardığı bir aylık Sanat ve Eğitim Dergisi. O günleri düşününce, insanın öğünmesi mi, sevinmesi mi gerekir bilemiyorum ama, bu günlerin Kırklareli’ sini düşündükçe, ister istemez içimi bir hüzün kaplıyor ve üzülüyorum. Çünkü, bugün Kırklareli kent merkezinde 64 adet ilköğretim, orta öğretim kurumu bulunmasına karşın, bir de buna Kırklareli Üniversitesi’ nin öğretim ve eğitim üyelerini kattığımızda, 85.000 de nüfusunun olduğunu düşündüğümüz kentimizi kıyaslıyorum. Ben mi yanılıyorum yoksa gerçekten sevgili kentimiz kültür ve sanat konusunda 66 yıl öncesinden daha mı kısır diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Bu konuyu biraz daha derinleştirebilmek için isterseniz kapağını gördüğümüz bu derginin içindeki yazılara ve yazanlara bir bakalım hep birlikte.

Fahrettin Dağdelen ‘ in baş yazısı ile başlayalım. ‘’Özveri adının düşündürdükleri’’ adlı bir makale. Peki kimdir Fahrettin Dağdelen diye baktığımızda. O yıllarda ortaokula yeni ilave edilen Lise sınıflarının değerli matematik öğretmeni. Derginin adı gibi özverili, bilgili bir öğretmen. Onun bu farkını Milli Eğitim Bakanlığı’ da fark etmiş ki kısa bir süre sonra, Ankara’ ya Milli Eğitim Bakanlığı, Orta Öğretim Kurumuna ataması çıkıp gitmiştir. Orada da başarılı çalışmaları, disiplini nedeni ile sürekli yükselmiş ve hak ettiği noktalara erişmiştir. Yazdığı konu günümüzde pek anlamı hissedilmese de hayli ilginç. Kırklareli ile ilgili yayınları okurken okumuş ve çok beğenmiştim. Gönül ister ki değerli Ali Çakır arkadaşımız derginin içindeki yazıları da bir ara taratıp bizlerle paylaşsın da hepimiz kentimizin 66 yıl önceki kültür düzeyini daha iyi anlayalım.

İkinci yazı, A. Rıza Yalt’ ın ‘’Dil Devriminde Aydınlarımıza Düşen Ödev’’ adlı yazısı. Aradan 66 yıl geçmesine karşın hala gündemde olan dil konusunda anlamlı ve değerli bir makale. Yanlış anımsamıyorsam A. Rıza Yalt, Erkek Sanat Lisesi, edebiyat öğretmeni olması nedeni ile dil konusunu özenilecek şekilde işlemiş ve aydın sorumluluğu ile yazarak yayınlamıştır. Çok şey öğrenebileceğimiz bu yazının ardından eğitim kurumlarının dinmeyen derdi olan bir konuda yazılmış bir gözlem ve saptama çalışması var.

Üçüncü sırada Sayın Rezzan Yücesoy’ un, ‘’Okullarda Devamsızlık’’ adlı bir çalışması var. Rezzan Hoca Hanım, lise de müzik öğretmeni olan Selahattin Yücesoy’ un eşi ve Sayın ses sanatçımız, film, televizyon sanatçımız Işıl Yücesoy’ un annesi. Cumhuriyet İlkokulunun değerli öğretmenlerinden. Selahattin Yücesoy’ u ise bugün dahi hayret ve minnet ile andığımız Kırklareli Atatürk Lisesi müzik odasında sergilenen  piyano, telli ve sesli müzik aletlerini lisemize kazandıran efsane öğretmenimiz olarak hatırlatabilirim. 1951 yılında tüm yurtta Halk Evleri kapatılınca, Kırklareli’ de de kapatılan halk evleri hazineye devredilince, kitapları dışarı atılmış, diğer malları da dağıtılırken, özellikle müzik koluna ait müzik aletlerini büyük bir özveri ile derleyip toplayıp, izinlerini de alarak lisemize kazandırmıştır. Biz 50 yıl önce mezun olurken pek kullanılmasalar da o müzik odası duruyordu. Umarım hala  duruyor ve öğrenciler yararlanıyorlardır.

Dördüncü sırada, Kırklareli’ de unutulmaz ilklere adını yazdıran çok çalışkan ve özverili öğretmen  Necmettin Efe’ nin ‘’Düşünmek’’ adlı çalışması var ki 66 yıl sonra dahi okumak bir yana ezberlemek geliyor insanın içinden. Bir Kırklareli’ li çıkıp da Necmettin Efenin biyografisini ve yaptıklarını yazarsa ne iyi olur diye düşünüyorum. Özellikle onun 1960 ve 1970 yıllarında yaptırılmaya çalışılan Atatürk heykelinin tamamlanabilmesi için verdiği uğraşı gelecek kuşaklara hani anlatabilsek.

Beşinci yazarımız sayın Etem Ütük. ‘’Pazar Yerinde’’ ve ‘’Elimde Değil’’ adlı iki çalışması ile, 1956 yılından bizlere miras kalan bu harika kültür ve sanat yayının da yer almış bulunmaktadır. Sayın Etem Ütük’ ü öğrencilik günlerimden anımsıyorum. Antolojilere giren şiir ve öykü kitapları yanı sıra derleme kitaplarını da okuduğumuz Etem Ütük 1989 yılında hayata gözlerini yummuş ve Kırklareli’ de toprağa verilmiştir. Uzun bir süre Kırklareli’ de Eğitim Müfettişliği yapıp emekliye ayrılan çok yönlü Kırklareli’ mizin bu değerli ve verimli aydınının da hak ettiği şekilde tanıtılamadığına üzüldüğümü belirtmek isterim. Umarım bu yazımı okuyan değerli kızı Suna Ütük Yanardağ yoğun çalışmalarından fırsat bulup güzel bir şekilde biyografisini çıkarır ve Etem Ütük hocamız, unutulmazlarımız arasında hafızalarımız ve yüreğimizde yerini alır.

Ve dergimiz Fransız yazar Geneviève de Taisne’ nin eğitim ile ilgili söylediği şu güzel özdeyiş ile bitiyor. ‘’ İyi alışkanlıklar küçük yaşlarda öğrenilir’’.

İşte 66 yıl önce sevgili kentimizde düşünülüp  yazılan, hatta o günün yetersiz koşullarında yine kentimizde basılan ‘’ÖZVERİ’’ adlı dergimizin, bugün bana düşündürdükleri ve günümüzü kıyasladığımda verdiği üzüntüleri yazmaya çalıştım.

Çok değil daha 60 yıl önceleri ulusal bayramlarda öğretmenlerimiz günün önem ve anlamını  belirten konuşmalar yaparlardı kürsülerden. Hiç unutamadığımız Rahmetli Vefik Sözen’ in nutukları bir çoğumuzun kulaklarındadır hala. Bu yılki Kurtuluşun 1oo. Yılı kutlamalarında doyurucu bir bilgi aktarımı, tarihsel ve sosyal yönden 1922 yılından bu yana neler yaşandığını anlatan bir söylemi ne yazık ki göremedim. İyi ki İstanbul’ dan Kırklareli’ nin eski resimlerinin derlemesini getiren  sayın Hasan Çalıkuşu’ nun sergisi ve Lüleburgaz’ lı dostumuz Ali Arslan’ ın  özel olarak hazırladığı ‘’Kurtuluşun 100. Yılı’’ gazetesi vardı ki biraz olsun bu özel günümüze anlam kazandırdı.

Bu konuda yazılacak öyle çok şey var ki, üzerimize düşen ama geleneksel Trak boşvermişliğine kapılıp önemsemediğimiz özelliklerimiz ve değerlerimizi anlatmaya sayfalar yetmez. Umarım bu dergi ve yaşanılanlar bazılarımızı düşünmeye ve özveri ile kentimiz için bir şeyler yapmayı düşündürmeye yaramıştır. Saygılarımla.


VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN KIRKLARELİ HALK ŞAİRLERİ


 Akın Güre

Son otuz yılını geçirdiği Kırklareli’nde oldukça renkli bir hayatı yaşamış olan Vahit Lütfi  Salcı’yı bu günlerde çok az kişinin hatırladığını düşünüyorum. Onun hayatı aslında romanı yazılacak ilginç olaylarla doludur. Gençlik yıllarından başlayıp Kırklareli’nin bir bucağında sona eren, sürgünler, maceralar, acılarla yüklü bu hikayenin kahramanı yaşadıklarına meydan okurcasına  sabır ehli bir araştırmacı ve bir musiki üstadıdır. Onun bıraktığı izleri takip etmek üzere çıktığınız bu yolculukta hemhal olacağınız bir insanla karşılaşırsınız. Vahit Lütfi Salcı için bir süre önce başlayan çalışmalarımı  aradığım kaynaklara erişim zorlukları nedeniyle maalesef istediğim tempoda sürdüremedim.  Bu çalışmalarım sırasında onu farklı kılan özellikleri vurgulamaya, hikayesindeki  parçaları bitiştirmeye çalışarak bu çok yönlü kişiyi daha iyi anlatabilmeyi, sesini yeni kuşaklara duyurabilmeyi, eserlerine ve anılarına sahip çıkılmasını istedim. Bu çabalarım bulduğum yeni kaynaklardan çıkarttığım  keşiflerle giderek ilginç bir noktaya geliyor. 

Aşağıda okuyacağınız  yazı  Vahit Lütfi Salcı'nın Trakya'da Yeşilyurt Gazetesinde 1937-1938 yılları arasında tefrika edilen Kırklareli Halk Şairleri başlığını taşıyan serinin ilkidir. Böylece merak eden okuyucuların erişimini sağlamak üzere Kırklareli Yarel Tarih sayfalarımızda  paylaşmaya başlıyorum. Özgün halini bozmamaya çalışarak sınırlı düzeltmelerle yetindiğim bu metinlerin  okuyuculara ilginç geleceğini ve başka araştırmacılar için önemli bir kaynak olacağını düşünüyorum. Yazılara erişmeme ve kullanmama olanak veren değerli araştırmacı Ali Arslan'a burada bir kere daha teşekkür etmeyi borç biliyorum.


Kırklareli Halk Şairleri-1

Yıllardan beri Yaptığımız(Folklar) denilen araştırma ve tetkikler neticesinden anlıyoruz ki  Kırklareli'nde şimdiye kadar ismi ne tezkerelere ve nede tarihe geçmemiş ve hatta sanat ve eserleri işitilmemiş, bilinmemiş bir çok şairler yetişmiştir. Hem de bu şairlerin çok değerli eserler verdikleri ve Türk edebiyatı tarihine önemle geçmeye layık şairlerden oldukları görülüyor.

İsimleri ve eserleri böyle meçhul kalmış şairler yalnız Kırklareli'nde değil, Türkiye'nin bütün şehir, kasaba ve köşe ve bucaklarında unutulmuş kalmışlardır. Düne kadar Edirneli Nazmi'yi,  Seyri'yi,  Dervişi'yi, Aşık Ahmed'i, şurada burnumuzun dibinde, Çöke denilen mahalde yatan Muhiddin abdalı, İspartalı Seyrani'yi(meşhur Seyrani değil)Sivaslı Ruhsati'yi ve bunlara benzer yüzlerce ve belki binlerce Türk Şairimizi hiç bir Türk edebiyatı muhafili bilmiyorlardı. Bu hal Türk irfan ve kültürü adına ne kadar acıklı bir yoksuzluktur.

Şimdi bu şairlerden bahsetmezden evvel bunların neden böyle unutulup kalmış olduklarının esaslarını tetkik edelim. Bunun sebebi ehemmiyetle iki esasa dayanıyor. Birincisi;

Şehirli ile köylü arasında ve halk ile münevverlik taslayanlar beyninde derin bir uçurum açılmış olmasıdır. Şehirliler yalnız divan edebiyatına kuvvetle sarılmışlar, edebiyatlarında lügat olmayan ve arapça ve farsça bulunmayan her hangi bir üslup, bir yazı veya bir manzumeye iltifat etmemişler, onları cehaletle suçlandırmışlarlardır. Bu yüzden halk şairleri kendi kabuklarına büzülmüşler ve yalnız kendi alem ve muhitlerinde verimler vermişlerdir. Bunların bu suretle bütün bu verim ve eserleri kendileriyle beraber edebiyat alemimizden göçüp gitmişlerdir. Ne yazık! İkincisi;

Türkiye'de asırlardan beri sürüp gelen mezhep kavgalarıdır. Sünnilik ve Alevilik kavgaları. Her iki taraf birbirlerini insafsızca tekfir ve tekdir ediyor. Kıymetli olsa da eserlerini tezyif ile karşılıyorlardı. Bu Sünnilerle bu Alevilerin her ikisi de Türk kanını taşıyan öz kardeş oldukları halde birbirlerinden şark ile garp kadar uzaklaşıyorlardı. Aleviler, herhangi bir hususiyetlerini ve adet ve an'anelerini Sünnilere göstermeyi (Büyük günah) sayıyorlar ve bu suretle edebiyat ederlerini de çok büyük kıskançlıkla Sünnilerden saklıyorlardı ve böylece halk edebiyatı bakımından karşımıza iki mühim engel çıkıyordu. Biri açık halk edebiyatı, biri de gizli halk edebiyatı idi. Açık halk edebiyatı iltifatsızlıktan görünemiyor, gizli halk edebiyatı da mezhep kavgaları sebebiyle meydana çıkamıyordu. Musikide de aynen böyle oluyordu.

(Trakyada Yeşilyurt, s.2. 17 Mayıs 1937)


13 Ağustos 2022 Cumartesi

BİR CUMHURİYET AYDINI: HALİL TEKİN BUCAKLI’YA SAYGI


 # Halil Tekin Bucaklı

 Akın Güre 

Unutulmayan anılar, hayatımızda iz bırakan kişiler, yaşanan yere ait kültürel ve tarihi miras saydığımız varlıklar bir şehrin ruhunu oluştururlar. Şimdiki kuşaklara bu dediklerim garip gelebilir ama bunlardan koptuğumuzda orada yaşamanın anlamından geriye çok az şey kalıyor. Kent yaşamı yaşadığımız çağda insanları farklı yerlere savurdu. Sadece tüketmeye yönelik zevkelerle doldurulmuş günlük yaşamın rüzgarına kapılmış insanlar için bu söylediklerim pek anlam ifade etmiyor olabilir. Bizler geçmişin hikayelerini anlatmaya, tarihin sokaklarında dolaşmaya devam edeceğiz. Aşağıda okuyacağınız hikaye de bunlardan biri.


Kırklareli Basın Tarihinden bir Yaprak: Özveri Dergisi:


Kent tarihine yönelik araştırmalar sırasında bazen ilginç keşiflerle karşılaşırsınız. Belki de yaptığınız işin en zevkli yanı burasıdır. Geçenlerde Kırklareli’nde basın tarihi ile ilgili çalışmalar yaparken de böyle oldu. Konuyla ilgili yazıları ararken adına ilk kez rastladığımı sandığım biriyle karşılaştım. Sandım diyorum, çünkü kim olduğunu baştan çıkartamamıştım. Nazif Karaçam, Gazete Trakya’daki yazısında bu kişiyi etraflıca anlatmaya çalışmıştı.(1) 1956 yılında yayımlanmaya başlayan Özveri dergisinden söz ederken hakkında bazı önemli bilgiler de veriyordu.


Ama önce biraz Özveri’den söz edeyim. Derginin sahibi Rıza Tagal olarak biliniyor. Yani Ali Rıza Dursunkaya ailesimden biri. Yönetim yeri, çok ilginç, Kırklareli Öğretmenler Derneği derginin. Aslında dergiyi öğretmenler çıkartmaktaydı ve yasal engelleri aşabilmek için böyle bir çözüm bulunmuştu. Yazı kadrosunda yer alan isimler, Nazif Karaçam’ın sıralamasıyla şu kişilerden oluşuyordu: Nazif Karaçam, Orhan Hançerlioğlu, Fahrettin Dağdelen, Etem Ütük, Necmettin Efe, Kamil Varlık, Fedai Can, Trakyalı Aşık Mustafa, Yüksel Güngör, Mehmet Adem Solak, Muammer Tuncer, O.Yunus Yıldırım, Muzaffer A. Özden, N.Atik, Ali Büyükhelvacıoğlu, Refik Fikret Sağnak, Rıza Yalt.


Eğitim, kültür ve sanat konularında yayımlanan bu dergiden itiraf etmeliyim ki ilk kez haberim oldu. Aynı dönemlerde Edirne’de Uluğ Turanlıoğlu tarafından çıkarılan Damla dergisini hatırlıyorum. Ayrıca yine Kırklareli’nde yayın hayatı kısa süren, 1935-1936 yılları arasında Kırklareli Halkevi tarafından yayımlanan Batıyolu dergisinden de haberim vardı. Özveri’deki yazarlardan biri Mehmet Adem Solak  olunca, şu anda Güre’de yaşamakta alan değerli eğitimci ve şair büyüğümüzü arama gereği duydum. Onunla konuşurken öğrendim ki, Özveri dergisinin bir süre yazı işleri müdürlüğünü yapanlardan biri de o. Nazif Karaçam da yukarıda bahsedilen yazısının sonuna Mehmet Adem Solak’ın dergide çıkan Fukara Hasan adlı şiirini koymuştu. Bu şiir onun 1958 yılında yayımlanan ilk kitabı olan İçimde Yeşeren Bahar’da yer alıyordu:


Bu ev sekiz kişi bir Hasan

Hasan’ın sırtında su, sırtında ekmek

Bu ev tezek kokusundan kara islere dek

Hasan demek.

Alnında iki damla ter izi

Hasan bitkin gelir çalışmaktan geceleri

Elleri çatlamış sapsarı nasır

Elleri dokuz boğazın elleri.

Hasan, senin sırtına böyle yazılmış kaderin

Sabah tuz-biber akşam tuz-biber

Neylesin fukaralık bu

Yakındıkça uzar gider.


Halk Ozanı Trakyalı Aşık Mustafa:


Mehmet Adem Solak’la dergi hakkında konuşurken uzayıp giden sohbetimizin içinde ilerde ondan yazmasını istediğim ilginç anıları da dinleme fırsatı buldum. Ama konuşurken aklıma takılan asıl soru Nazif Karaçam’ın yazısında adı geçen Trakyalı Aşık Mustafa’nın kim olduğuyla ilgiliydi ve kendisini dinlerken hafızamdaki anılar birden canlanmaya başlamıştı. Yazıyı okurken asıl adının Halil Tekin Bucaklı olduğunu öğrendiğim bu kişi, Karahıdırlı Halil Bey olarak biliniyordu. Yazıda Başbakanlık Arşiv Genel Müdür Yöneticiliğinden emekli olduğu belirtilen Halil Beye , Nazif Karaçam yazdığı “Kırklareli’ni Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar” kitabında yer vermişti.


Pekiyi, kimdi bu Karahıdırlı Halil Bey?


Adem Solak ile sohbet sırasında fark ettim ki Halil bey aslında benim ilk gençlik yıllarımda tanıdığım, babamın yakın dostu olan “Halil Amca” idi. Sabahları önümüzden geçerken babamın avukatlık yazıhanesine muhakkak uğrardı. Halil beyin gözleri görmezdi. Koluna girdiği bir yardımcısı vardı, onunla dolaşırdı. Ceketinin sağ cebinde ise, başlığı dışa gelecek şekilde katlanmış bir Cumhuriyet Gazetesi muhakkak olurdu. Yazları babama yardımcı olmak için çalıştığım bu yazıhane sohbetlerini merak ve keyifle dinlerdim.


Halil beyin hayatımda bu nedenle önemli bir yeri vardı. Ama onunla ilgili fazla bilgiye sahip değildim henüz. İngilizce öğretmenim Hüsniye Özyürek’in babası olduğunu hafızamı zorlayarak hatırlıyordum. Halil beyden herkes saygıyla bahsederdi. Çok iyi fransızca biliyordu ve sürekli kitap okuyan, dünyada ve yurta olup biteni günü gününe takip edebilen biriydi. Babamla ikisinin konuşmalarını dinlerken onların ilgi alanlarına girmek hoşuma giderdi. Bu yakınlaşma daha sonraki yıllarda benim araştırmaya, okumaya yönelmemi sağlamıştır. Bu nedenle babamın yazıhanesinde yaz dönemlerinde geçen mesai saatlerim düşünce ufkumu açan bir fırsata dönüşmüştü diyebilirim.


Şiir yazan Aşık Mustafa’nın ötesine uzanan özellikleriyle çok yakınımda olmuş biriyle yıllar sonra başka bir şekilde yeniden karşılaşmış olmam hem bir hüzün hem bir sevinç yaratmıştı içimde. Halil Amca’yı yeniden yaşatacak sihirin ne olduğunu anlamak, üstlendiğim görevin en zevkli yanıydı. Aslında bu işin katlandığınız yorgunluğa değmesini sağlayan şey de buydu. Hatırlamak yaşamı uzatmanın elimizden gelen tek yoluydu.


Şimdi Halil Tekin Bucaklı hakkında toplayabildiğim bilgilerden bahsetmeliyim biraz da. 


Halil Tekin Bucak Hakkında Öğrendiklerim:


Halil Tekin Bucaklı 1903 Selanik Kozan doğumludur. Bir Osmanlı bürokratı ve Bektaşi dedesi olan Selanikli Hayrullah Efendi’nin oğludur. Eşi artık mahalle olan  Karahıdır köyünden Adalet Hanımdır.  Baba Vize Sancağında Nüfus Müdürlüğü yapmış, okumaya önem veren ve oğlunun iyi bir eğitim almasını isteyen biridir. 1912’de Balkan Savaşları sırasında oğlunu öğrenim için İstanbul’a gönderir. Halil Bey’in Mekteb-i Sultani’de okuduğu söylenir ama torunlarından aldığım son bilgiye göre Bursa Lisesi’ne girer ve oradan mezun olur. Daha sonra Osmanlı Devletine sivil yönetici sınıfını yetiştirmek amacıyla açılan Mekteb-i Mülkiye’ye(Siyasal Bilgiler Fakültesi) girer. Bu okulu 1927 yılında birincilik ile bitirir. Kırklareli Valiliğinde maiyet memurluğu olarak başlayan memurluk hayatı birçok ilçede çeşitli görev ve kaymakamlıklarla devam eder. Vize’nin ilk kaymakamı olur. 1937 yılında İzmir Bölgesi İş Müfettişliği, 1938 yılında İstanbul Emniyet Müdürlüğü 6. Şube Müdürü, 1941 yılında İçişleri Bakanlığı Nüfus İşleri Umum Müdürü ve 1944 yılında Başbakanlık Arşiv Genel Müdür Yardımcılığı görevinde bulunur 1955 yılında emekliye ayrılıp Kırklareli’ye yerleşir. (2)


Devlet yönetiminde bulunduğu sıralarda çevresi tarafından prensiplerine son derece bağlı biri olarak tanınır. Çok iyi Fransızca bildiğinden Ankara’daki yüksek bürokrasi içinde “Fransız Halil” olarak tanınır. Fransızca kadar Osmanlıca’ya ve Rusça’ya da hakimdir. “Trakyalı Dertli Mustafa” “ Trakyalı Aşık Mustafa” mahlaslarıyla şiirler yazar. Bu şiirleri Özveri dergisinde yayımlanır. 1953 yılında yazdığı, Atatürk’ün naaşının taşınması sırasındaki duygularını anlatan Çakırım Destanı isimli şiiri ile ünlenir. Bu şiir Atilla İlhan tarafından bir televizyon kanalında okunur, daha sonra bestelenmek üzere Nevit Kodallı’ya verilir. Ancak bu tasarı hayata geçirilemez. (3)


Üç kız babası olan Halil Tekin Bucaklı çocuklarının kendisi gibi iyi bir eğitim almalarını ister. Kızlarından Hüsniye(Özyürek) 1946 yılında Üsküdar Amerikan Kız Kolejinden mezun olduktan sonra Kırklareli Lisesi’nde ingilizce öğretmeniliği yapmıştır. Diğer kızı Melek(Ovalı) Üsküdar Amerikan Kız Koleji mezunudur. Kırklareli siyasi hayatında kültürlü, aydın bir Cumhuriyet kadını olarak tanınmıştır. CHP kadınlar Kolu Başkanlığı yapmış, Belediye yönetiminde görevler almıştır.


Halil Tekin Bucaklı şeker hastalığı nedeniyle görme engelli olduktan sonra ölünceye kadar hayatını Kırklareli’nde geçirmiştir. Okumaya olan düşkünlüğü, Fransızca olan hakimiyeti ile bilinen, düşünceleri, eleştirileri ile aydınlar ve gazeteciler arasında saygıyla anılan bir kişi olarak itibar görmüş, meziyetleri, fikirleri, tavsiyeleriyle saygıyla anılmıştır. Atatürk devrimlerine bağlılığı ile bilinen Halil Tekin Bucaklı son günlerinde ülkeyi karanlık bir döneme sürükleyen gelişmeleri kaygıyla izlemiş, 12 Eylül 1980 askeri darbesini yapanlara karşı öfkesini dile getirmiştir. Gazeteci İsmet Solak bir yazısında o günleri şöyle anlatır :

“Kenan Evren o sırada TV'de konuşuyordu. Ve Atatürk ile söze başlıyor, Atatürk ile bitiriyordu. Halil Bey, 28 yıldır görmediği gözleriyle sanki geleceği süzüyordu:

"Bana da öyle geliyor çocuk. Sonunda, 'Atatürk, Atatürk' diye, diye

bunlar bu defa Atatürk'ü gerçekten öldürecekler. Gidişatı hiç

beğenmiyorum."

"Ben Atatürk'ün en yakınında bulunmuş, isimsiz beş sınır neferinden

biriyim. Ama, benim neler yaptığımı sorma çocuk. Bu sır benimle

toprağa girecektir. Yeter ki, o büyük dehanın izinden ayrılma, onu

anla, anlat, tanı ve tanıt. Mesele burada."(4)


İsmet Solak Hali Tekin Bucaklı’yı andığı başka bir yazsında onun sözlerini nakleder:

“Devlet Arşivleri eski Genel Müdürlerinden, akrabam da olan, rahmetli Halil Tekin Bucaklı ileri yaşlarda görme yetisini yitirmişti. Bir gün Devlet yönetimi üzerinde sohbet ederken şöyle demişti:

“Bak çocuk, bu dediğimi unutma. Büyük bir düşünür, her toplum kendine layık olan bir yönetimle yönetilir, diyor. Çünkü, onu görür, her şey ondan ibaret sanır. Oysa, insanların aklı toplumların itibar ettiği zamanlarda öne çıkarsa, o toplum kendinden de ileri bir yönetim tarzını seçebilir. Bizler, Mustafa Kemal ile bu imkana kavuştuk ve çağdaşlığı ve uygarlığı yönetim ilkesi saydık. Ha, yarın bir gün bu imkanlarımızı kaybedersek çağ dışına düşeriz ve safsataların emrine giriveririz, bunu da iyi belle.”

Halil Tekin Bucaklı kim mi? Mektebi Mülkiye’nin arşivine girerek nasıl büyük bir zekaya ve yeteneğe sahip olduğunu görebilirsiniz. Çünkü, öğrenim döneminde tüm notları tam olan bir öğrenci olduğunun farkına varabilirsiniz. O kadar zekiydi ki, “Ben Atatürk’ün sınır neferlerinden biriyim, ama görevimin ne olduğunu sorma bana. Sınır neferliği bana yeter de artar” der ve sohbeti bitirirdi.” (5)


Kırklareli’nde 2007 yılının Ekim ayında yapılan bir şiir okuma etkinliğinde kızı Melek Ovalı babasından şöyle bahseder:

"Babam Atatürk sevgisiyle dolu bir insandı. Bizi de o şekilde yetiştirdi. Bugün Atatürk'e karşı yapılan tutum ve hareketler bizi derinden yaralıyor. Birlik ve beraberlik içinde olalım. İnandığımız şeylere sahip çıkalım. Bize düşen görevleri yapalım. Ne olduğumuzu, nereden geldiğimizi unutmayalım. Her şeyden önce laik, demokratik bir ülkede yaşıyoruz. Atatürk devrimleri ve inançları yıpranmaya başladı. Babam hayatı boyunca mücadeleyi elden bırakmadı. Babamla gurur duyuyorum. O yaşamı boyunca dürüst ve namuslu bir hayat sürdü. Hiç bir zaman taviz vermedi. Bizler de onun gibi hiç bir şeyden taviz vermemek zorundayız." (6)


Bu duyarlı Cumhuriyet aydını 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı üzüntülere dayanamayıp 24 Eylül 1980 günü aramızdan ayrılmıştır.

Yazdığı şiirler şimdiye kadar bir kitapta toplanmamıştır. Kitaplığında yer alan el yazması notlarının bir kısmı bu gün torunları tarafından korunsa da zengin kütüphanesi maalesef bu gün kayıptır.


Torunlarından rica ettiğim belgeleri ve fotoğrafları daha sonra ayrıca paylaşmayı düşünüyorum. Ayrıca yakın zamanda kendisini ziyaret etmeyi planladığım Sayın Ertuğrul Karakılavuz ile bu konuda yüz yüze bir görüşme yapacağım. Yazıya son vermeden önce burada bir bilgiyi paylaşmadan geçemeyeceğim:


Gazete Trakya sayfalarından öğrendiğime göre 2017 yılının Ocak ayında yapılan Belediye Meclisi toplantısında Ertuğrul Karakılavuz tarafından Karahıdır Mahallesi’nde uygun bulunan bir sokağa Halil Tekin Bucaklı adının verilmesi talep edilir. Karar uygun bulunarak, 898. Sokağa Halil Tekin Bucaklı adı verilir. Bu karara Ak Parti grubu sokak ve caddelere ancak şehit ve gazilerin adı verilir gerekçesiyle itiraz eder ve talebe red oyu verir. Ancak Meclis oy çokluğu ile Halil Tekin Bucaklı adının verilmesini kabul eder. (7) Kendisiyle telefonda görüştüğüm Ertuğrul Karakılavuz bununla ilgili Meclis kararının elinde olduğunu bana söyledi. Ancak benim Karahıdır Mahallesi için yaptığım harita taramasında maalesef bu sokağın adı hala 898. Sokak olarak geçmekte. Demek oluyor ki Belediye Meclis Kararına rağmen sokağın adı hala eskisi gibi durmaktadır. Ancak işin daha ayıbı Halil Tekin Bucak gibi değerli bir Cumhuriyet aydını, Atatürkçü bir büyüğümüzün, Cumhuriyet Yönetimi’ne hizmetleri geçmiş değerli bir bürokratın adının kent merkezinde bir cadde veya sokağa verilmemiş olmasıdır. Bu konunun takipçisi olacağımı buradan duyurmak isterim.


Notlar:

(1) Nazif Karaçam, Bir Zamanlar Kırklareli’nde “Özveri” Dergisi Çıkardı, Gazete Trakya 23.3.2006.

(2) Vikipedi Halil Bucaklı maddesi; Nazif Karaçam Kırklareli'ni Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar, 2014 Edirne.

(3) Çakırım Destanı Şiiri değerli dostum Hasan Çalıkuşu tarafınadan bana gönderilmiştir. Onu Kırklareli Yerel Tarih Grubunda Hasan Çalıkuş’nun bir çalışması olarak ayrıca paylaştım. Bu yazı için şimdilik elimde bulunan tek fotoğrafı da ondan aldım.

(4) İsmet Solak www.zohreanaforum.com. 21.01.2009

(5) İsmet Solak, 24 Saat Gazetesi, 20.4.2016

(6) Melek Ovalı, Gazete Trakya, 4.10.2007

(7) Gazete Trakya Haberi Şehit Özüpek'in adı sokağa veriliyor  5.01.2017



KIRKLARELİ BELEDİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU 1870-2024

ARIL Barış Toptaş – Kırklar BARIŞ TOPTAŞ İçindekiler Tablosu Kırklareli Adının Tarihçesi 1 Kırklareli’de İdari Yapılanma...