25 Ağustos 2021 Çarşamba

KIRKKİLİSE’ DEN KIRKLARELİ’YE EĞİTİM Sıbyan ve İbtidâi Mektepleri, İlkokullar






 Hasan ÇALIKUŞU

Selçuklu döneminde sıbyan (çocuk) mektebi modelleri medrese eğitiminin bir başlangıcı olarak ortaya çıkmış, Fatih Sultan Mehmet dönemiyle İstanbul’a girmiş, Kanuni Sultan Süleyman ise  ‘Şehzade Sıbyan Mekteyaebi’ni 1548 yılında Eminönü‘nde açmıştı. 

Sıbyan mektepleri Osmanlı Devleti’nde eğitim sisteminin ilk basamağıdır. Sıbyan mektepleri daha önceleri bir külliye, cami veya mescid bünyesinde bir imam veya muallim ‘hoca’ ve onun yardımcısı olan ‘kalfa’ dan oluşmaktaydı. Ayrıca bir temizlikçi hademe veya kapıcı ‘bevvâb’ ile talebelerin fiil ve hareketlerini kontrol eden, evine götürüp getiren ve teneffüslerde düzeni sağlayan bir görevli ‘mubassır’ bulunmaya başladı. Çocuklar 4 yıl, 4 ay, 4 gün olunca mektebe başlayabilir, okuma, yazma, Kur’an, aritmetik gibi temel eğitimler alır ve yedi yaşında eğitim sona ererdi. Sıbyan mektepleri en yaygın eğitim kurumlarından olup “mahalle mektebi” olarak da adlandırılırdı. 

Köylerde ise şartlar daha zordu. Mektep olmadığı gibi bazı büyük köylerde imamlar camilere bitişik dar, karanlık ve rutubetli odalarda hasırlar üstünde oturarak din dersi yanında talebelere yanlış ve hurafelere dayalı muzır fikirler telkin ederlerdi. Bunlara tabii ki mektep denilemezdi.   

-1500- Kuruluş tarihi tam olarak bilinmese de, Kırkkilise’de 1500’lü yılların sonuna doğru Hızır Bey Camii avlusunda Kubad Paşa Medresesi açılmıştı. Balkan Harbinden önce Müderris Hafız Ahmet Efendi’nin idaresi altında 14 talebesi vardı. 

Kubad Paşa Medresesinde din bilgisi ve Arapça dersler yapılırdı. Sıbyan mekteplerinde ise Kur’an-ı Kerim, İslami bilgiler ve hesap dersi verilirdi. Türkçe yazı olarak da senelerce ‘Rabbi yessir’ yazdırılırdı. O sıralarda mektep hocalarının maaşları yoktu. Mektepteki hocalarının geçinmesi için çocukların babaları her hafta hallerine göre 10, 20 ve 40 para kadar bir haftalığı bahşiş olarak gönderirdi. 

Mektebe yeni başlayan çocuklar için merasim yapılırdı. Çocuğa temiz elbise giydirilir, mektebe getirilir, muallim tarafından Besmele-i Şerife çektirilir. Çocuk hocanın dediğini tekrarlayarak Rabbi yessir ve Elif-ba'dan birkaç satır okutulurdu. Çocuğun ailesi o gün hocaya bir kat çamaşır, para, hediye ve ikram verirdi. Ayrıca zengin ve fakir ayırt etmeden mektepte mevcut olan tüm çocuklara birer külah şeker ile o zamanlar çifti 10 paraya olan susam simitlerden dağıtılırdı. Bir çocuk Kur’an-ı Kerim hatim ettiği vakit hatim duası yapılır ve yine hocaya münasip ikramlar yapılırdı.

-1557- Emin Ali Çelebi adında Kırkkiliseli hayırsever 1557 yılında Hamzabey’in bağışladığı arsa üzerine bir şer’iye mahkemesi binası inşa ettirdi. Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra Ruslar tarafından karargâh olarak kullanılarak harap bir halde bırakılan bina onarılacak ve bir mektep yapılacaktı.

-1847- Sıbyan mekteplerinden sonra aileleri istese dahi 1847 yılında yayınlanan talimnameye kadar kız çocuklarının tahsile devam etmesine izin verilmezdi. Buna rağmen sıbyan mekteplerini bitirenler yazı yazmaya ve doğrudan doğruya bir Türkçe kitap okumaya yetecek kadar eğitim maalesef alamıyorlardı. 

-1870- Kırkkilise’de 1870’li yıllarda üç sıbyan mektebi bulunmaktaydı. Hızır Bey Camii karşısında o zamanlar Cemaati İslamiyeye ait binada Abdül Vahap Efendi Mektebi (mualimi Vahap Efendi, Kırımlı idi) vardı ve sonradan mektebin adı Hacı Ahmet Efendi Mektebi adını aldı. Diğeri Tırnova Caddesi Türbe sokağının sonunda Osmanağa Camii yanında Osmanağa Mektebi (Balkan Savaşlarında Bulgarlar tarafından camiyle birlikte yıkıldı), üçüncüsü de Dereüstü sokakta bir zamanlar Belediye Elektrik Santrali ve İtfaiye olan binada (İl Halk Kütüphanesi’nin alt sırası, şimdi otopark) Hacı Seyit Ahmet Efendi ve sonraları Balcı Mehmet Efendi Mektebi adını alan mekteplerdi.

-1877- Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Rus istilasında Kubad Paşa Medresesi ve kütüphanesindeki 6000 cilt kitap yağma edildi, medrese harap bir halde bırakıldı. Kubad Paşa Medresesi 19. yüzyıl sonlarına kadar faal durumdaydı, ancak son zamanlarda sadece yedi talebesi bulunmaktaydı. Savaşa kadar şer’iye mahkemesi olarak kullanılan binayı Ruslar karargâh olarak kullandı. 

-1878- Kırkkilise mutasarrıflığına Nisan ayında atanan Giritli Cavit Paşa işgal altındaki kasabayı Ruslardan teslim aldı.

Şavaş sonrası birkaç sene daha sıbyan mektepleri faaliyetlerine devam etti. Daha sonra mekteplerin idaresi Kırkkilise Cemaati İslamiye ve Maarif Meclisine verildi, vakıf akar gelirlerinden muallimlere birer miktar maaş ödendi. Sıbyan mektepleri Tanzimat'tan sonra ‘ibtidâi’ adını aldı. İbtidâi mektepleri, sıbyan mektepleri gibi ilköğretim seviyesinde idi. 

İbtidâi okulları, Abdülhamid devrinde yapılan reformlarla daha önem kazandı ve köylere kadar yaygınlaştı. Bu dönemde ilköğretim zorunlu hale getirildi. Bu gelişmelerle 4 yıllık ibtidâi mekteplerinde talebeler rüştiyelere daha iyi hazırlanmaya başladı. 

-1879- Yayla meydanındaki 1833 yılında yapılmış olan eski Rum mektebinin başmuallimi Molinos Efendi’ye 1879 yılında Kırkkilise’nin Rus istilası sırasında Balkanlardan göçen muhacirleri mektebinde koruyarak yardım etmesi ve pek çok hizmetinden dolayı beşinci dereceden bir kıta mecidiye nişanı verildi. 

-1881- Kırkkilise Mutasarrıfı Giritli Cavit Paşa Ruslardan harap kalan mahkeme binasını onararak 1881 yılında 5 derslik, bir öğretmen odası, bir yemekhane ve bir teneffüs alanı olmak üzere yeniden yaptırdı ve rüştiye mektebini (Ahmet Mithat Okulunun olduğu yer) buraya nakletti. Cavit Paşa imara ve eğitime önem veriyordu. 

-1882- Kırkkilise merkezinde eski mekteplerin yerine 1882-1884 yılları arasında 2 erkek (zükûr) ve 1 kız (inâs) ibtidâi mektebi açıldı. Cami-i Kebir ve Karaca İbrahim Mahallesi İbtidâileri erkek, Hacı Zekeriya Mahallesi İbtidâisi kız mektebiydi. İlerleyen yıllarda Hacı Zekeriya Mahallesi’ne kız mektebine ilave olarak bir de erkek ibtidâi mektebi inşa edilecekti.

-1884- Kırkkilise sancağında 1884 yılında 148 ibtidâi mektebi bulunuyordu. 

-1892- Kırkkilise kasabasında 1 rüştiye, 3 iptidâi ve 12 Rum, Bulgar ve Yahudi mektebinde toplam 1.390 talebe eğitim görüyordu. 

Kırkkilise Cami-i Kebir Erkek İbtidâi Mektebi’nde başmuallimler Hacı Ahmet Efendi ile Hafız Mehmet Efendi 180 talebeye, Karaca İbrahim Erkek İbtidâi Mektebi’nde başmuallim Muhammed Efendi 40 talebeye, Hacı Zekeriya Kız İbtidâisinde başmuallim Süleyman Efendi ile ikinci muallim Halil Efendi 190 talebeye eğitim veriyordu. 

Yayla meydanındaki eski Rum mektebinde 1884-1892 yıllarında Başmuallim Petrokovaçidi Efendi, ikinci muallim Melendiyos ve Dimostanos Efendiler görev yapıyor, mektepte 46 talebe eğitim görüyordu. 

-1893- Kırkkilise sancağında 1892-93 yılında Müslümanlar için 113 ibtidâi mektebinde 3212 erkek ve 1542 kız öğrenci, gayrimüslimler için 85 okulda 4581 erkek ve 1513 kız öğrenci vardı. Yani 1893 yılında 139 bin nüfuslu Kırkkilise sancağında talebe sayısı 10.848 olup, nüfusun % 7,8 ’i ibtidâilerde talebeydi. 

 -1898- Kırkkilise’de ‘Kınkın İsmail’ tarafından 1898 yılında açılan özel bir Şule-i Maarif Mektebi vardı, 2 yıl kadar yaşayabildi. Edirne Metropolit’ine ait olan Yayla Rum Mektebi 1898 yılında rüştiye derecesinde 91 erkek talebeye eğitim vermekteydi.

-1900- Yayla mahallesindeki sadece erkek talebelerin eğitim gördüğü eski Rum mektebinde Petrokovaçidi Efendi’nin vefatı veya ayrılmasıyla başmuallimliğe Yani Angali Efendi geldi. Mektepte talebe sayısı azalarak 45’e düşmüştü.

Müslümanlara ait ibtidâi mekteplerden Hızırbey Camii karşısındaki kadastro binasının yerindeki Hacı Ahmet Efendi Mektebi bu yıllarda yandı. 

-1902- 1833 yılından beri faaliyette olan eski Rum mektebi, artık metruk ve harap bir halde olduğundan yenisinin yapılmasına karar verildi. Bunun için Rum piskoposu Kırkkilise Belediye Meclisi’ne başvurdu. Kırkkilise Belediye Kalfası Haralumbo’ya fiyat ve keşif defteri hazırlatılarak, yeni inşa edilecek Rum Rüştiyesinin planları yaptırıldı.

Kırkkilise sancağı gayrimüslimleri mektep inşa ve tamirine önem vererek birçok yeni mektep inşa etmişlerdi. Bu mekteplerin inşa giderleri Kırkkilise’deki gayrimüslim halkın yardımları, kilise sandığı ve zengin gayrimüslimler tarafından karşılanmıştı. II. Abdülhamid devrinde Kırkkilise’de inşa edilen okullardan günümüze kadar ulaşan binalar arasında Cami-i Kebir Mahallesi’nde Yayla meydanındaki Rum mektebi de bulunmaktadır. 

-1903- Eski Rum Mektebi’nde muallim olarak Kostandi ve Mihalaki Efendiler vardı, ancak bakımsız kalan mektepte eğitim artık verilemiyordu. Yeni mektebin yapılması için gerekli 1200 altın Rum cemaati ve kiliselerinden iane defterine isim ve miktarı kaydedilerek yardım olarak toplandı. 

-1905- Yayla mahallesindeki yeni Rum mektebi tam olarak bitmese de eğitime başladı. Sadece erkek öğrenciye eğitim verilen mektepte iptidâi beş yıl, rüştiye üç yıl sürüyordu. 

Sultan Abdülhamid devrinde 1905 yılına gelindiğinde Mutasarrıf Galip Paşa zamanında Kırkkilise merkezinde iptidai mektepleri dağınık yerlerde ve sağlık yönünden uygun olmayan toprak ve loş odalarda acınacak vaziyette faaliyetlerine hala devam ediyordu. Bu okulları inşaat tarzı mükemmel devrin şartlarına uygun, yeni ve sıhhi bir binada bir araya getiren şehrin orta yerinde Kırkkilise’deki Müslüman halka güzel bir mektep yapılması gerekiyordu. Mutasarrıf Galip Paşa, o vakit Cemaati İslamiye ve Maarif Encümeni kâtipliğini yapan ve Hacı Hasan Ağa Vakfı Mütevelli Kaymakamı Ali Efendi ile el ele verdi. Ali Efendi dürüst ve temiz bir kişiliğe sahip olup, Karaumur caddesinde 1940’lı yıllarda kerestecilik yapan Hamdi'nin babası, yapağı makinesi sahibi Hakkı’nın ağabeyi oluyordu. Böylece Mutasarrıf Galip Paşa’nın aracılığı ile halkın yaptığı bağışlara Efkaf (Vakıf)  İdaresi de kaynak aktardı. İlk önce Sultan Beyazıd Mahallesi’nde Kayalık Çeşmesi bitişiğindeki büyük ev ve bazı arsalar kamulaştırıldı.

-1906- 8 Şubat 1906’da ‘Kırkkilise Mekteb-i Kebir-i İbtidâi’ adı ile açılan bu mektep, Edirne vilayeti genelinde inşa edilen en büyük ve görkemli ibtidâi idi. 1906 yılında genç bir maiyet memuru olan Fahrettin Bey (1940’lı yıllarda Vakıflar Umum Müdürü olan Fahrettin Kiper) bu okula ilk müdür olarak vekâletle tayin edildi.

Kırkkilise’deki kız ibtidâi ve rüştiyesi hariç bütün diğer mahalli mektep talebeleri buraya toplanmıştır.

-1910- Rüştiye mektebine 1892 yılında idadi mektebi de ilave edilmişti. Fakat mektepler artan talebe sayısını artık kaldıramayacak bir hale geldi. Öyle ki üç devreli eğitim yapılmaya başlandı. Maârif Nazırı ve Kırkkilise mebusu olan Emrullah Efendi’nin gayretleri ile Arif Paşa Köşkü, mülk sahibi Bulgar Pandrof’dan 500 altın liraya satın alındı ve idâdî mektep oraya nakledildi. Bu suretle boşalan Rüştiye mektebine kız iptidai ve rüşti mektebi yerleştirildi.

-1911- II. Abdülhamit döneminde Kırkkilise Küçük Yayla meydanında Parthenogogeio Yunan Kız Mektebi vardı. II. Meşrutiyet döneminde de mektep inşaatları devam etti. Hayırsever gayrimüslim vatandaşlardan Dimitri’nin eşi Evante üzerine mektep yapılması için Küçük Yayla meydanında arsasını bağışlamıştı. Gün geçtikçe artan talebe sayısı ilkokul ihtiyacını da artırıyordu. Sultan Mehmet Reşat zamanında Rum kız mektebinin (Tevfik Fikret Mektebi) temeli atıldı. Ancak I.Dünya Savaşı nedeniyle mektep inşaatı yarım kalacaktı. 

-1912- Balkan harbinden sonra kız rüştiyesine bir de ana mektebi kuruldu ve faaliyeti Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraya kadar devam etti.

-1913- 1906’da açılan Kırkkilise Mekteb-i Kebir-i İbtidâisinin adı kısa bir süre sonra II. Abdülhamid’e atfen ‘Hamidiye Mektebi’ (Hamidiye Numune Kebiri İbtidâi Mektebi) olarak değiştirilmişti. 1913 yılında ise Kırkkilise Mutasarrıfı Süreyya Bey zamanında mektep müdürü Mehmet Şerafettin Aykut’un (daha sonra Edirne milletvekili, avukat) desteği ve araştırmaları ile bu mektebin adı tekrar değiştirilerek ‘Kocahıdır Mektebi’ oldu. 

Osmanlı Padişahı 2.Murat, Varna Büyük Meydan Muharebesi’nde Haçlı ordularıyla karşı karşıya geldiğinde Türk bahadırları arasında bulunan ‘Kocahıdır Bey’ yapılan kanlı savaşta Macar kralı Vladislas’ın kafasını kestiği, savaşın Osmanlıların zaferi ile neticelendiği rivayet olunur. Ayrıca büyük Türk bahadırı ve Varna kahramanı Kocahıdır Bey anısına Kırklareli'nin 5 kilometre güneybatısında, Kırklareli-Edirne yolu üzerindeki Karahıdır köyü yanında dört mermer direk üzerine kubbeli bir abide olan ‘Kocahıdır Anıtı’ da yaptırıldı.

Ahmed Rasim ise ‘Osmanlı Tarihi’ kitabında şöyle der: Sultan II. Murad, ordusuyla Varna üzerine yürüdü. İki ordu karşı karşıya geldi. Savaşın çıktığı anın ilk döneminde Osmanlı ordusu bozuldu. Önemli kumandanlardan bazıları şehit oldular. Sonunda padişahın yanında kapıkulu bölükleri haricinde asker kalmadı. Hatta Sultan 2. Murad dahi ricata başlamak üzereyken Karaca beyi: "Aman padişahım, sebat” diyerek durdurdu. Macar kralı Vladislas atını sürerek, padişahın üzerine hücum etti. Ancak ‘Koca Hızır’ isimli ihtiyar bir yeniçeri, ilk önce kralın atını sonra da kendisini keserek başını Sultan Murad'ın önüne koydu. Kesik baş hemen bir mızrağın ucuna takıldı, düşman askerine gösterildi. Bu dehşet verici manzaraya şahit olan düşman askeri geri çekildi. Kumandanlardan Davud Paşa arkalarından kovaladı. Osmanlıların yüzü gülmüştü.

-1920- Sultan Mehmet Reşat zamanında Rum kız mektebinin (Tevfik Fikret Mektebi) temeli atılmıştı. Ancak Birinci Dünya Savaşı nedeniyle mektep inşaatı yarım kalmıştı. Kırkkilise’nin Yunan işgalinde mektep, yerli Rum halkı tarafından yeniden yaptırılmaya başlandı.

-1922- Arif Paşa Köşkü satın alınmış ve idadi mektep olarak açılmıştı. 1920 yılında Yunan işgalinde idadi kapatılmış ve Arif Paşa Köşkü Yunan tümen karargâhı olarak kullanılmıştı. 1922 yılında Yunanlılar çekilince, bir süre sonra Yayla meydanında bulunan Rum mektebine ‘Ziya Gökalp’ adı verilerek ilkokul yapıldı.  

Kocahıdır Mektebi ise Yunan işgali sırasında İngiliz, İtalyan, Fransız karargâhı ve Askeri Divanı Harp olarak kullanıldı ve birçok masum Türk’e burada ağır cezalar verildi. Kırkkilise’nin 10 Kasım 1922 günü sabahı saat 10'da Kuvayı Milliye kuvvetlerince kurtarılmasıyla mektebe Türk bayrağı merasimle çekildi ve 15 gün kadar Kırkkilise Hükümet Merkezi olarak kullanıldı. Çünkü Yunan işgali zamanında Kırkkilise Hükümet Binası tamamen yanmıştı.

Yine mektebin tarihi salonunda, Hürriyet ve İtilâfçıların kongre ve seçimi yapılırken, İttihat taraftarı genç subaylar seçimi engelledi ve parti mührünü İtilafçıların elinden alarak imha ettiler. 

Ayrıca Kocahıdır Mektebi, Trakya müdafaa tarihine de tanıklık etti. Trakya'nın müdafaa kararını almak üzere Anadolu Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti okulun salonunda bir toplantı yaptı, delegelerini seçti ve Edirne'ye gönderdi.

Yunan işgalinde Rum kız mektebi (Tevfik Fikret Mektebi) Rum cemaati tarafından tamamlanmak istese de yine bitirilemedi. 1922 tarihindeki Kırkkilise kurtuluşuna kadar yalnız duvar kısımları yapılabildi ve yarım durumda kaldı.

-1923- Arif Paşa Köşkü’nde eğitim yapan Ziya Gökalp İlkokulu mevcut olan öğrencisine yeterli gelmiyordu. Yayla’daki Rum mektebi binası ilk olarak 1923-1927 yılları arasında Ziya Gökalp İlkokulu olarak kullanıldı. Bu nedenle öğrencisinin bir kısmı eski Rum mektebi binasına nakledildi. 1927 yılına kadar Ziya Gökalp İlkokulu hem Paşa Köşkü’nde hem de bu binada eğitimi sürdürdü.

-1924- Cumhuriyet idaresi kurulduktan sonra 20 Aralık 1924 tarihinde Kırklareli il yapıldı ve valilik teşkilatına kavuştu. Tevhid-i Tedrisat kanunu ile kız rüştiyesi kaldırıldı, Ahmet Mithat İlkokulu adı verilerek karma ilkokul yapıldı. Milli Eğitim Bakanlığı tamimlerine uyularak okula 1844-1912 yılları arasında yaşayan gazeteci-yazar Ahmet Mithat Efendi’nin adı verildi. 

Saltanat devrinde köylerde mektep sayısı azdı. Bazı köylerde ise cami imamları uygun olmayan fiziki şartlar altında talebelere din dersi eğitimi yapmaya çalışıyordu. Bu nedenle köylerde okuma yazma oranı çok düşüktü hatta okur yazar tek bir adam bulunamadığından köy halkı herhangi bir şey yazdırmak veya okutmak için köy köy dolaşıp okur yazar birisini bulmaya çalışırdı. 

Cumhuriyet devrinde ise köylerde bir taraftan modern mektepler açılmaya başlayınca sadece talebeler değil bir taraftan da kadın erkek bütün köy halkı okutulmaya başlandı. Ayrıca köylünün bilgisini artırmak için Kırklareli’nin 105 köyünde halk okuma odaları açıldı, birçok kitap, gazete ve faydalı mecmualar temin edildi. Bunun neticesi Cumhuriyetin ilk 15 yılında bütün köylerin yarısından fazlası okuyup yazmaya başladı. 

-1927- yılında Kırklareli ili toplamında faaliyette olan ilkokul sayısı 101, öğretmen 164, erkek öğrenci 4051, kız öğrenci 2955 olmak üzere 7006 öğrenci vardı.

-1928- Dönemin Maarif Vekili Mustafa Necati Kırklareli ziyaretinde yarım kalmış okulların bitirilmesi talimatını verdi. 

Mustafa Necati, ‘Tevhidi Tedrisat’ sürecinde ve ‘Harf Devrimi’ esnasında 1925-1929 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı yaptı. Bu dönemde Maarif Teşkilatı’na dair kanunu çıkardı, eğitim işlerini valilerin kontrolünden çıkararak bakanlığın kontrolüne aldı, ‘Maarif hizmetinde asıl olan öğretmenliktir’ hükmü ile öğretmenlik mesleğini itibarlı hâle getirdi, öğretmenlerin özlük haklarına ilişkin düzenlemeler yaptı, 10 bölge merkezinde birer öğretmen okulu inşaatını başlattı. O zamanlar Balıkesir Necatibey Muallim Mektebi’ne ve bugün Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi’ne adı verildi. 

Rum kız mektebinin temeli atılmış, savaş ve işgal nedeniyle bitirilememişti. Cumhuriyetin ilanından sonra, Vali Ahmet Durmuş’un zamanında kâgir bina, İl Özel İdaresi’nce 9500 lira harcanarak noksanları tamamlandı. 7 odalı olarak ‘Tevfik Fikret Okulu’ adı verilerek ‘Harf İnkılabı’ ile birlikte 10.11.1928 tarihinde Tevfik Fikret İlkokulu adı ile açıldı. Eskiden okulun karşısında ‘İl Özel İdaresi’ ile biraz aşağıda güney kısmında ‘Adliye’ vardı. Tevfik Fikret adının okula verilmesi o tarihlerde gelen Milli Eğitim Bakanlığı'nın genelgelerine uyumuş olmasındandı.

-1931- Hasan Paşa Caddesi üzerinde bulunan Cumhuriyet İlkokulu’nun yerinde daha önce bir Rum Mektebi ve yanı başında bir de kilise vardı. Rum mektebi kapandıktan bir süre sonra okul Vizeli ünlü eğitimcinin adı verilerek Selim Sabit Bey Okulu olarak faaliyetini sürdürdü. Selim Sabit reformist görüşlerini söylediğinde çalkantılı bir devir yaşanıyordu.

Vali Mustafa Arif Bey zamanında İl Özel İdaresi tarafından 8500 lira harcanarak 3 sınıflı bir okul yapıldı, ancak Karakaş mahallesinin kalabalık nüfusuna yeterli ve kullanışlı değildi.

-1933- Arif Paşa Köşkü’nde açılan ortaokulda talebe sayısı artınca 1930 yılında Yayla’daki eski Rum okuluna taşındı. Ziya Gökalp İlkokulu da 1933 yılında Arif Paşa Köşkü’ne kaldırıldı. 

Cumhuriyet İlkokulu birkaç yıl önce yapılmasına rağmen yeterli ve kullanışlı değildi. Vali Faik Üstün zamanında öğrenci sayısı da dikkate alınarak sınıflar genişletildi ve iki sınıfa indirildi. 

-1935- Kırklareli ilinin tamamında 101 ilkokulda öğretmen sayısı 187’ye, öğrenci sayısı 7713’e çıktı. 

-1937- 1933 senesinde vilayet mekteplerinde 7834 talebe varken 1937 öğretim yılında Kırklareli ilinde 14304 öğrenci vardı.

-1938- Cumhuriyetin ilk 10 yılında Kırklareli ilinde köylerde 22 mektep yapılmıştı. Cumhuriyetin 15. yılında Kırklareli ilinde Trakya Umumi Müfettişi Kâzım Dirik ve Kırklareli Valisi Faik Üstün ve B.Hasip Koylân zamanında son beş yılda 63 ilk mektep binası, 34 köy konağı, 8 muallim evi, 1 talebe pansiyonu, 4 okuma odası, 6 konuk odası yapılmış olup, 38 adet yapımı devam eden mektep binası vardı. Böylece köylerde 33 okuma odası, 11 köyde 16 muallim evi, Demirköy, Pınarhisar ve Pehlivanköy’de toplam 100 yataklı talebe pansiyonu bulunuyordu. 

-1940- İlkokul sayısı 74, öğretmen sayısı 184’e düşerken, öğrenci sayısı 14105 oldu.   

-1945- Bu yıl 90 ilkokulda, 252 öğretmen, 12535 öğrenciye eğitim veriyordu. 

-1948- Kırklareli Milli Eğitim Müdürü Hilmi Tuncer ile birlikte Merkez Milli Eğitim memuru ve Ahmet Mithat başöğretmeni Vefik Sözen, Merkez İlköğretim Müfettişi Necati Erinç, Milli Eğitim müdür başkatibi Rahmi Tuncar, Milli Eğitim katibi Hasan Çubukçu ve Milli Eğitim katibi bayan Hikmet Sezgin bulunuyordu.

Kocahıdır İlkokulu’nda Başöğretmen Kâzım Konuralp, öğretmen Eşref Gürdal, Avni Tüzün, Hacer Sözen, Rezan Yücesoy, Mahter Ergenekon, Aliye Ünsal, Havva Başeğmez, Nezihe Mengü vardı.

Ziya Gökalp İlkokulu Başöğretmeni Ahmet Akşit idi. İdris Uluocak, Latife Ener, Maruf Öztürk, Nazif Tuna okulun öğretmenleriydi.

Tevfik Fikret Okulunda 5 sınıfta 360 öğrenci öğrenim görüyordu. Okulun bu yıla kadar ilköğretim hayatında 37 öğretmen çalıştı ve 530 öğrenci mezun oldu. Son 16 yıldır başöğretmen Hayri Gürsu ve öğretmen Kemal Tanyolaç okulda görevliydi. Hasan Fehmi Ener, Mücahit Türkoğlu, Türkan Ezgü, Leman Engürler, Nefise Güçyener, Melâhat Ayla, Atiye Aka, Fethiye Üçkün öğretmen olarak görev yapıyordu. 

Ahmet Mithat Okulu’nda Başöğretmen Vefik Sözen’di. İlhan Berkman, Şaban Gürdal, Hamdiye Tuna, Sevdiye Akalp ve Meliha Yapan öğretmen olarak görev yapıyordu. 

Uzun yıllar 2 sınıflı ve 2 öğretmenli olarak faaliyet gösteren Cumhuriyet İlkokulu 1948 yılında 104 öğrencisi vardı, öğretmenleri Tevfik Koçnard ve Bedriye Yenili idi.

-1950- Cumhuriyet İlkokulu iki geniş sınıf olarak uzun yıllar çalıştı, ancak yeni bir okula ihtiyaç duyuldu. Bu nedenle okul tamamlanıncaya kadar Yahudi-Karakaşbey sokağındaki Musevilere ait okula taşındı. 

Kırklareli’deki 189 ilköğretim okulunda 301 öğretmen, 19317 öğrenci bulunuyordu.

-1955- Kırklareli’nde 191 okul ve 499 öğretmen ile beş yıl önceye kadar benzer olsa da, ilköğretimdeki öğrenci sayısı 25981’a çıktı.  

-1957- Kırklareli Valisi B.Hasip Koylân zamanında, işadamı Hamdi Helvacığlu Vilayet Meydanında Atatürk Bulvarı üstünde İstasyona yakın bir yerde 10 sınıflı okul yaptırdı ve 9 Aralık 1957 tarihinde öğretime açıldı. Osman Oyman okulun ilk müdürü oldu.

Hamdi Helvacıoğlu, Bulgaristan'ın Hezergrad kasabasında üç erkek kardeşten en küçüğü olarak 1905 doğumlu olup, rüştiye okulunu bitirdikten sonra dört yıl da Bulgar okulunda eğitim gördü. Mübadele sonunda önce İzmir, daha sonra İstanbul'a geldi. 1934 yılında da ağabeyi Sabri Helvacıoğlu ile birlikte Kırklareli'ne gelerek ticaretle uğraştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında işini İstanbul'a taşıyarak ihracat ve ithalat işleriyle uğraştı.

Hamdi Helvacıoğlu, devamında okulla ilgisini kesmedi, ihtiyaca göre okula imkân sağlamaya, yeni ek tesisler yapmağa, araç-gereç almağa, teşvik ve burs vermeye devam etti. Ayrıca Milli Eğitim Vakfı'nda "Hamdi Helvacıoğlu Fonu" oluşturarak yüksekokul kazanan başarılı ve ihtiyacı olan öğrencilere yardımlarda bulundu.

Tevfik Fikret Okulu’nun bakıma ihtiyacı vardı ve mimari özelliği korunarak büyük bir onarım yapıldı. 

-1958- Kırklareli Valisi Alâeddin Eriş zamanında iki katlı yeni Cumhuriyet İlkokulu yapımına başlandı ve 6 sınıflı yeni okul 28 Nisan 1958 yılında tekrar açıldı. Öğrenciler taşınarak Musevi Okulu boşaltıldı. Yapı ve biçimi ile çok güzel olan Musevi Okulu aynı sokaktaki bir başka bina ile takas edildi ve okul binası yıkıldı. Yerine Kırklareli Ticaret ve Sanayi Odası yapıldı.

-1960- Kırklareli’nde ilköğretim okul sayısı 217, öğretmen 633, öğrenci sayısı ise 29765’e ulaştı.

-1963- Kırklareli Yayla meydanındaki Ziya Gökalp Ortaokulu 1963 yılına kadar faaliyetine devam etti. 1963-65 yılları arası Ticaret Lisesi olarak kullanıldı.

-1964- Ahmet Mithat Okulu’nda okul alanı içine yeni okulun temeli atıldı. Tarihi binanın restore edilmesi ve Eğitim Araçları Başkanlığına devredilerek milli eğitim hizmetlerinde kullanılması kararlaştırıldı.

-1965- Kırklareli ili toplamında faaliyette olan ilköğretim okul sayısı 223, öğretmen 1048, erkek öğrenci 20594, kız öğrenci 18847 olmak üzere 39441 öğrenciye ulaştı. 

-1966- 1557 yılında inşa edilen mahkeme, karargâh, rüştiye, idadi ve ilkokul olarak kullanılan, Kırklareli eğitim tarihinde büyük yeri olan Ahmet Mithat Okulu hemen yanında yaptırılan 10 derslikli binaya 29 Ekim 1966'da taşındı.  Bu tarihi bina restore edilerek Eğitim Araçları Başkanlığına devredildi ve yine Milli Eğitim hizmetlerinde kullanıldı. 

Bu okuldan yetişen birçok kişi arasında Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu kurucusu Kırklareli Milletvekili Dr. Fuat Umay, ilk okuma yazmayı bu okulda öğrenen ve doktor olarak yetişen Profesör Dr Mazhar Osman Usman, emekli Korgeneral Kırklareli Milletvekili Kemal Doğan, emekli Jandarma Genel Komutanı Tümgeneral Şakir Güleş, Tümgeneral Burhanettin Denker ve 1909 yılında okulumuzun birinci sınıfına yazılan ve mezun olan daha sonra orduya diş tabibi olarak katılan savaşlarda malul olan ve emekliye ayrılan halen Malul Gaziler Dergisi kurucusu ve başyazarı şair Tevfik Abdurrahman Tanyolaç, ayrıca 1904'te okulumuzda yazılan ve mezun olan halen İstanbul barosuna kayıtlı Avukat Menehim Adato Haker, 27 İnşaat kimya makine ve elektrik mühendisi, 21 doktor, 29 idareci ve iktisatçı, 100'e yakın öğretmen ve yüzü geçkin subay, ilimizden yetişen ve 1910 yılında Maarif Nazırı bulunan Emrullah Efendi bulunmaktadır. 

-1967- Kırklareli merkezinde Ahmet Mithat, Cumhuriyet, Hamdi Helvacıoğlu, Kocahıdır, Tevfik Fikret ve Ziya Gökalp yedi binada 6 ilkokul, merkeze bağlı nahiye ve köylerde 55 binada 45 ilkokul vardır. Bu okullarda 273 öğretmen, şehirde 3032 öğrenci, köylerde 7100 öğrenci bulunuyordu.

-1970- Kırklareli merkezinde Ahmet Mithat, Tevfik Fikret, Kocahıdır, Cumhuriyet, Ziya Gökalp, Kırkşehitler, Hamdi Helvacıoğlu ve Karahıdır okulu olmak üzere 8 ilkokul vardır. Kırklareli ilinde ise ilkokul sayısı 231, öğretmen 1210, erkek öğrenci 20726, kız öğrenci 19318 olmak üzere 40044 öğrenciye çıktı.

-1971- Yayla mahallesindeki eski Rum Okulu 1963’den beri depo olarak kullanılıyordu. 5 Ekim 1971 tarihinde danışma kurulu kararı ile yeni açılacak okulun adı ‘Vali Faik Üstün’ oldu. Tevfik Fikret Okulu’nda kapasitenin üstünde öğrenci olunca, öğretmenleri ile beraber öğrencilerin bir kısmı hemen yakındaki Vali Faik Üstün İlkokuluna nakledildi. 

Faik Üstün 1886 yılında Milas’ta doğdu. 1907 yılında Mülkiye Mektebi’nden mezun oldu. 1910-15 yıllarında Karaburun, Bodrum ve Soma’da kaymakamlık yaptı. Daha sonraki yıllarda mülkiye müfettişliği görevinde bulundu.1924-25 Burdur, 1928-30 Amasya, 1928-30 Mersin, 25 Şubat 1932-25 Ocak 1936 Kırklareli, 1936-39 Niğde ve 1939-42 yıllarında Adana Valiliği yaptı. Seyhan Valisi iken 1942 yılında emekli oldu. 1942 yılında Toprak Mahsulleri Ofisi İdari Meclisi üyeliği yaptı. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti Kırklareli Milletvekili olarak seçildi. 1966 yılında Ankara’da vefat etti. 

Kırklareli Valiliği zamanında, ‘Okul Himaye Heyetleri’ kurdu, okulsuz köylerde 1933 yılında 40, 1934 yılında 20 bina yaptırdı. Bu okullar tamamen köy bütçesi ve köylülerin gayreti ile tamamlandı.

-1972- İlkokul sayısı 234, öğretmen 1103, erkek öğrenci 18748, kız öğrenci 17730 olmak üzere 36478 öğrenci vardı.

-1973- İl milli eğitim müdürlüğü görevinde Osman Gülal bulunuyordu.

-1977- Tevfik Fikret Okulu öğrenci sayısı yine fazlalaşınca zorunlu olarak ikili öğretime geçildi.

-1980- Cumhuriyet İlkokulu müdürü Nejat Bahçıvanoğlu zamanında okul içinde yapılan tadilatla 2 sınıf ve 2 ana sınıfı ilavesiyle okul 10 sınıflı oldu.    

-1995- 142 ilkokulda, 2777 öğretmen, 27905 öğrenci vardı.

-1998- Temel eğitimin sekiz yıla çıkması ile Ahmet Mithat İlköğretim Okulu adı altında 8 sınıfta 601 öğrenci ile öğretime devam etti.

-2000- Kırklareli ilinde 156 İlköğretim okulunda 1148 sınıf öğretmeni, 513 branş öğretmeni, 39.081 öğrenci vardı. 13 İlköğretim okulunda ikili öğretim yapılıyordu. 145 yerleşim biriminden 3137 öğrenci, 47 merkez okula taşınarak eğitim veriliyordu. 


KAYNAKÇA:

Selçuklularda Eğitim Faaliyetleri ve Yetişen İlim Adamları, Ali ÖNGÜL, 2003

Manisa’da Osmanlı Dönemi Mirası: Sıbyan Mektepleri, Elif SÜYÜK MAKAKLI-Betül OZAR, 2019

Kırkkilise Sancağı’nın Tar. ve Coğ. Açıdan Tasviri, Melissinos HRISTODULU,Atina Th. Papaleksandri Mat.,1881

Ali Rıza Dursunkaya, Kırklareli Vilayetini Tarih, Coğrafya, Kül.ve Eski Es.Yön.Tetkik,Yeşilyurt Bas.1948

Adem Ali Şahin, Tanzimattan Cumhuriyete Kadar Eğitim Sistemi, Yönetimi ve Denetimi, İSZÜ Sos.B.Ens, 2015

Büyük Selçuklu Devletinde Eğitim ve Öğretime Genel Bakış, İsmail GÜVEN

Manisa’da Osmanlı Dönemi Mirası: Sıbyan Mektepleri, Elif SÜYÜK MAKAKLI-Betül OZAR, 2019

Kırklareli (Kırkkilise) Mekteb-i İdadisi, Mesut AYAR

Efsaneden Gerçeğe Kırklareli, Nazif KARAÇAM, 1995

Bütün Yönleri ile Kırklareli ve İlçeleri, Nazif KARAÇAM, 1970

Kırklareli, Osman YALÇIN, 1970

Kırkkilise ‘Kırklareli’ Vilayeti Sıhhi İctimai Coğrafyası, Dr.Ahmet HAMDİ, Çeviri: Sinan ŞANLIER

Cumhuriyetin 15. Yılında Kırklareli, 1938

Kırklareli İl Yıllığı, 1967, Kırklareli Valiliği

Kırklareli İl Yıllığı, 1973, Kırklareli Valiliği

Kırklareli İl Yıllığı, 2000, Kırklareli Valiliği

Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Öz Yayınları, Ankara 1959, s. 34-37.

https://islamansiklopedisi.org.tr/zuhdu-pasa

https://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu%27nda_e%C4%9Fitim

Ali Coşkun YANARDAĞOĞLU Arşivi

Fuat FÜRKAŞ Arşivi 

İlter SÖZEN Arşivi

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kadar Eğitim Sistemi, Yönetimi ve Denetimi, Adem Ali ŞAHİN, 2015

II. Abdülhamid Döneminde Kırkkilise (Kırklareli) Sancağında Eğitim ve Öğretim, Hümmet KANAL

Sâlnâmelere Göre İdari, Sosyal ve Ekonomik Yapısıyla Edrine Sancağı, Halûk KAYICI, 2013

Kırklareli (Kırkkilise) Rum Mekt.Vali F.Üstün İlko.Bir Eğitim Bin.Hikâyesi(1905-2005), Nuri GÜÇTEKİN

II. Meşrutiyet Osmanlı Meclis Zabıtlarında Bulgar Azınlıklarının Kilise ve Okul Sorunları, Gülnihâl BOZKURT

Melissinos Hristodulu,Kırkkilise Sancağı’nın Tarihi ve Coğrafi Açıdan Tasviri, Atina Th. Papaleksandri Mat.,1881

Kırklareli Şehri - Oya Esin KAYMAZ 

Güngör MAZLUM, Ihlamurlar Açarken, 2015

Ahmet Mithat İlköğretim Okulu Slayt

Türkiye’nin Sıhhi-i İçtimai Coğrafyası Kırklareli Vilayeti, Türkan DOĞRUÖZ

1880 Tarihli Kırkkilise Sancağı’nın Tarihi ve Coğrafî Açıdan Tasviri, Türkan DOĞRUÖZ, 2020

Kırklareli Merkez İlçe ve Köylerindeki Gayrimüslim Eserleri, Barış TOPTAŞ, 2012

Osmanlı Tarihi 1, Ahmet Rasim,1999

Kırklareli ve Tekirdağ'daki Klâsik Dönem Osmanlı Camileri, Serpil YILMAZ, 2019





24 Ağustos 2021 Salı

TRAKYA UMUM MÜFETTİŞİ KAZIM DİRİK(5)

Akın Güre



Kâzım Dirik’i tanıtmak için  başladığım bu yazı dizisinin son bölümünde onun Trakya Umum Müfettişliği döneminde yaptığı hizmetlere biraz daha yakından bakacağım.  Daha önce de anlattım, Umum Müfettişlik teşkilatlanması Cumhuriyet yönetimi için Trakya’da ayrı bir önem taşımaktaydı. Kazım Dirik’in takdir toplamasını sağlayan çalışmalara yön veren nedenler bu dönemin taşıdığı sorunların tarihsel anlamını da bize öğretir. 

Trakya Osmanlı’nın son döneminin bütün acılarını çekmiş bir bölgedir. Bu topraklar yakın dönemin en ıstıraplı hatıraları ile doludur. Daha Balkan savaşının yaraları kapanmadan 10 yıl içinde üst üste yaşanan işgallerin bitmesinin ardından insanlar önce Mübadele sonra şartların zorlamasıyla  devam eden göçler nedeniyle yüzyıllardır yaşadıkları yerleri terk etmişler, yoğun olarak yerleştikleri Trakya’nın sulak düzlüklerini yurt edinmişlerdir. Yanlarında getirebildikleri oldukça  sınırlıdır. İskân edilmeleri zaman alacak, yerleşmeler oldukça zahmetli bir şekilde ilerleyecektir. Trakya bu gün yaşadığı düzeyi yakalayabilmek için geride çok sıkıntılı anılar bırakmıştır. 

Lozan Antlaşmasıyla başlayan yeni dönemden sonra 1928 yılında Yunanistan’daki yeni yönetim ile  kurulan dostluk ilişkileri diğer Balkan ülkeleri için pek  geçerli değildir. 1930’lu yıllar dünyada  gerginlik tohumlarını atan  kutuplaşmaların başladığı bir dönem olacaktır. Almanya ve İtalya’nın başını çektiği militarizm Balkan ülkelerinde de etkisini gösterecektir. Kaybedilen topraklarda hala gözü olan Bulgaristan’ın siyasi hayatı saldırganlığı besleyen düşüncelerin etkisindedir. Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya’yı içine alan 9 Şubat 1934 tarihli Balkan Antantı aslında Bulgaristan’daki  faşist eğilimin yarattığı tehditlere karşı bir önlem olarak imzalanır. Bu topraklarda yaşayan Müslüman halkları göçe zorlayan iç ve dış koşullar böyleyken Cumhuriyet yönetimi Trakya’da vakit geçirmeden hızlı bir toparlanma peşindedir. Yakın geçmişteki savaşlar ve göçler nedeniyle insan gücü azalmış toprakların hızla doldurulması,  işlenmesi için yeni alanların açılması, tarımsal üretimin arttırılması gerekmektedir. Trakya’da nüfusu arttırmaya yönelik çalışmalar hem ülkenin güvenliği  hem de bölgenin kalkınması açısından ele alınarak politikalar geliştirilmiş ve kurulan umumi müfettişlik teşkilatına önemli görevler yüklenmiştir. Bu nedenle Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale illeri 2. İskân Bölgesi olarak kabul edilir. Trakya Umum Müfettişliği kurulduktan sonra ilk beş yıl içinde ülkeye gelen 174. 280 göçmenin 87.529’u Trakya’ya yerleştirilir. Yönetimin hedefi ülkeye 640.000 göçmenin getirilmesini sağlamak, Trakya’nın nüfusunu 1.250.000 kişiye yükselterek kilometrekare başına yoğunluğu 55.8 yapmaktır. Bu hedefler çok yönlü bir idari ve iktisadi organizasyonları gerektir. Köylerde başlayacak iskan çalışmaları, ıslah edilecek akarsular, dağıtılacak tohumluklar, tarımsal gereçler, inşa edilecek evler, kurulacak yeni köyler, buralarda açılacak yeni okullar, yapılacak veya tamiri gerektiren yollar, sıtma ile mücadele başta olmak üzere sağlık önlemleri, öğretmen temini akla ilk gelen işlerdir. 

Bu dönemin 1935 yılından sonraki 6 yılında görev almış Kazım Dirik böylesine yaşamsal hizmetler  bekleyen bir coğrafyada bütün enerjisini ortaya koyarak çalışacaktır.

Denebilir ki Trakya’da ilk kalkınma çabalarının başlatan Cumhuriyetin kurucuları Kazım Dirik gibi şahsiyetlerin emeğine çok şey borçludur. O daha önce de söylediğim gibi müthiş bir uygulama dehasıdır. Zaman gelir etrafındakilerinin hayal sınırlarını zorlayan hedefler ortaya koyarken sözleri ciddiye alınmaz, ama o ısrarla savunduğu işlerin peşini bırakmaz. Kazım Dirik bu nedenle sıradan bir uygulayıcı değildir; çalışkanlığı, vizyon sahibi olması, takipçiliği ile ideal tipte bir bürokrattan beklenen özellikleri fazlasıyla taşıyan biridir. 

Kazım Dirik yaptığı hizmetlerin hepsini anlatmaya kalksam eminim ki okuyacağınız sayfalar uzayıp gidecektir. Burada içinden seçeceğim bazı çarpıcı örneklerle yetinmek zorundayım. Nitekim asıl amacım göçmenlere ilgili  politikalarının nasıl uygulandığını gösteren, bölgenin iktisadi tarihi ile ilgili bir çalışma yapmaktan ziyade Kazım Dirik gibi müstesna bir şahsiyetin farklılığını sizlere anlatmaktır. Buradan çıkartılacak sonuçların yorumunu da yine size bırakacağım.


Köycülük Hareketi:

Kâzım Dirik denince akla gelebilecek çok fazla yeni sayılacak girişimler vardır. Bunlardan birisi Köycülük hareketinin uygulanması sayılacak  Köy Bürolarıdır. Kazım Dirik daha İzmir Valiliği sırasında bu konuda çalışmalara başlamıştı. Köy bürolarının temel görevi ekonomik, sosyal, kültürel gelişmeyi sağlayacak tedbirlerin alınmasını sağlamak, gerekli yatırımları yapmaktı. Köycülük hareketinin başlamasıyla beraber Trakya’da ilk defa Beş Yıllık Köy Kalkınma Programı hazırlandı. Kazım Dirik yaptığı konuşmada Trakya insanlarında ve topraklarında şimdiye kadar yeteri kadar kullanılmamış kapasiteye dikkat çeker ve Köy Kalkınma programını Cumhuriyetin büyük davası olarak tanımlar. Burada Kırklareli Pehlivanköy'de yapılanları da anmadan geçmemek gerek. Köy Kalkınma hareketi için örnek teşkil edilen köylerden birisidir Pehlivanköy. Tren garı yanındaki metruk arazinin bir meydana dönüştürülmesi ve burada muhteşem bir parkın yapılması unutulmayacak eserlerdendir. Parkta bulunan heybetli Atatürk heykeli de aynı zamanlarda Pehlivanköy ‘e kazandırılmış, yeni düzenlenen fidanlık alanı içine de Mehmetçik Anıtı yerleştirilmiştir. Benzer Atatürk heykelleri İnece ve Üsküp’te de yer almakta ve o dönemin köylerde uygulanan kültür politikalarının önemini belirten bir değer taşımaktadır.

Köy Kalkınma programı içinde anılması gereken diğer bir uygulama da İdeal Cumhuriyet Köyü Projesiydi. Köylerde bir kültür değişiminin başlamasını hedefleyen okuma odaları, konferans salonları, radyo yayınları ve gezici film gösterileri dikkati çeken örneklerdir. Amaç Köy toplumunu Cumhuriyetin devrimci ruhuna kazandırmaktı. Hatırlanmalıdır ki bu yıllarda başlayacak olan Köy Enstitüleri de aynı atılımın eğitim ayağını oluşturacaktır. Nitekim Cumhuriyet  Köyü projeleri içinde görev alacak kadrolarda öğretmen ve eğitmenler de yer alacaktır. Yazının altında yer alan  haritada görüldüğü gibi İdeal Cumhuriyet Köyü dairesel bir planda düşünülmüştü. Köyün merkezinde bir Cumhuriyet Anıtı yer alıyor, köyün diğer binaları bu anıtın çevresine dairesel halkalar halinde yerleştiriliyordu. Hazırlanan haritada Köy dükkanları, fabrikalar, çocuk parkı ve spor alanları, okul ve okuma odaları, değirmen ve modern ağıllar gibi olması gereken her bina düşünülmüştü. Bu hazırlıklar Trakya’da başlaması arzu edilen modern Köy Yaşamına örnek teşkil edecek adımlardır. Kazım Dirik önderliğinde yapılan önemli bir hizmet olarak tarihe geçmiştir. Görüldüğü gibi Cumhuriyetin ilk yıllarının bu devrim sayılacak atılımları, şimdi yaşanan sorunlara bakıldığında  neleri ihmal ettiğimizi yüzlere vuracak deneyimlerle doludur. Kâzım Dirik için açtığımız bu dosyanın bence asıl amacı bu farkındalığı yaratma isteğidir.


Türkgeldi Çiftliği:

Trakya’da toplam arazi büyüklüğü Murat Burgaç’ın kitabından öğrendiğimize göre 28.215.000 dekardır. Bunun yaklaşık 7. 025 bin dekarı ormanlık, 12. 341 bin dekarı çayır ve meralık, 3.719 bin dekarı ekilen araziden oluşuyordu. Ziraat ağırlıklı olarak hububat  üretimine dayanıyordu. Bölgede üretimi arttırmanın ve istenen kaliteye çıkarmanın yolu tohum ıslah çalışmalarına ağırlık vermekten geçiyordu. Tarımsal büyümenin önündeki bu engelin aşılması için Kazım Dirik Umum Müfettişliği görevine atandıktan hemen sonra bu sorunun çözümü için adımları atmaya başladı. Lüleburgaz da 16.000 dönümlük Türkgeldi Çiftliği satın alınarak burası Devlet Üretim Çiftliğine dönüştürüldü, böylece buğday üretiminde verim ve kalite yönünden ilerleme sağlandı. İbrahim Tali Öngören döneminde başlatılan tohum seçme çalışmaları Kazım Dirik zamanında da devam ederek tohum seçme istasyonları için 30 adet selektörün alınması yoluna gidildi. Selektörler kalabalık köylerin merkezine kondu. Makinistlerin yetişmesi için Havsa’da kurslar açıldı. Daha sonra Lüleburgaz Devlet Üretme Çiftliğinde selektör makinist kursları açılmaya devam etti.  Bu tohumluklar sayesinde 1938 yılında sadece Kırklareli bölgesinde 130 bin dekar alan ekilebilecekti.


Bahçecilik ve Bağcılık:

Sadece hububat tarımıyla yetinilmedi. Bahçecilik ve bağcılık ziraatının gelişmesi de hedefler arasındaydı. Bölgede bahçeciliğin teşviki için üreticiye çok sayıda fidan dağıtımına başlandı. Edirne fidanlığında   yetiştirilenler bütün Trakya köylerine dağıtılarak meyve tarımı geliştirilmeye çalışıldı. 1936 yılında sadece Edirne ve çevresinde 14 adet fidanlık kurulmuştu. Müfettişlik Bölgesindeki bütün belediyelerin fidanlık kurması mecburi olunca fidanlığa olmayan belediye kalmadı, 1937 yılında fidanlık sayısı 57’ye çıktı. 1938 yılında Ulus Gazetesine verdiği demeçte Kazım Dirik  Trakya ovalarını bir ormancılık merkezi haline getirme sözünü veriyordu. 1939 yılında, fidanlık sayısı 80’e ulaşmıştı. Bunların 70’i belediye ve köylerindi. 

Bilindiği üzere bağcılığın Trakya’da epey köklü bir geleneği vardır. Trakya şarapları yurt dışında da oldukça rağbet görmekteydi. Ancak savaşlar ve floksera nedeniyle bağcılık oldukça gerilemişti. 1935 yılında hazırlanan bir rapora göre Trakya’da  9.350 hektar bağ vardı ve bu miktar  25 yıl öncesindeki bağların ancak 1/6’sı kadardı. Bir zamanlar Kırklareli ilinde yılda 1.800.000 kg şarap üretilirken  şarapçılık neredeyse yok denecek kadar azalmıştı. 

Bağcılığın yeniden canlanmasını sağlayacak kararların alınmasıyla öncelikle hastalığa dayanıklı Amerikan Asma Çubuklarının  üretilmesine ve dağıtılmasına başlandı. Bu fidanlıklar öncelikle Tekirdağ ve Kırklareli illerinde açılacaktır. Buralarda yılda yaklaşık 1 milyon Amerikan asma çubuğu yetiştirilmeye başlandı. 1939 yılından itibaren dağıtılan asma çubuğu 3 milyona çıkartıldı. Sadece Kırklareli’nde 16.400 dekarlık yeni bağlar kuruldu. Aşılama konusunda ziraat eğitimi alan öğrencilerden yardım istendi. Zararlı haşerelerle mücadele önemli mesafeler alındı. Bölgede bağcılık çalışmalarının ilerlemesi olumlu neticeler verince papazkarası, karalahana, çavuş yapıncak gibi başka asma türlerinin de yetişmesi yaygınlaştı. Umum Müfettişlik bağcılık konusunda eğitim çalışmalarına hız vererek 1937 yılında Bozcaada’da uygulamalı bağcılık kursu açtı. 25 kişiye ustalık belgesi verildi. Kısaca söylemek gerekirse savaş yıllarından sonra Trakya’da bağcılık yeniden canlanmış oldu, bağcılık bölgede yeniden önemli bir gelir kaynağı haline geldi. 

Üzülerek belirtmek gerekir ki bir süre sonra Kırklareli’nde bağcılık yeniden duraklamaya uğrayacak, ancak yakın zamanlarda özellikle dış pazarlara yönelik şarap üretiminin artmasıyla yeni bağlar açılmaya başlanacaktır. Burada Trakya Umum Müfettişi olarak Kâzım Dirik’in önderliğini saygıyla anmak isterim. 

Örnek olarak verilecek başka konular da var hiç şüphesiz. Trakya’yı yoksulluktan kurtarıp daha fazla insan gücüne iş imkanları yaratacak, böylece bölgedeki refahın artmasına sağlayacak bir çok alanda devreye sokulmak istenen girişimlerin hepsine burada uzun uzun yer vermiyorum. Yoksa her biri Trakya’da başlayan değişim rüzgarında önemli paya sahiptir. Bunun için, hayvancılığın, özellikle koyun besiciliğinin  güçlenmesi  için damızlık hayvan yetiştirmek, peynirciliği ıslah çalışmaları yapmak, arıcılığı teşvik etmek, ipek böceği üretimini başlatmak, tavşan ve tavuk üretimini desteklemek, kavun karpuz kooperatifleri kurmak, halı dokumacılığı, pamuk üretimi gibi daha bir çok alanda yapılan hizmetleri anlatmak gerekecektir. Yukarıda dediğim gibi bu konulara gerseydim sizlere sayfalar dolusu bilgi aktarmak zorunda kalacaktım. 

Ancak yazımın sonuna yaklaşırken değinmeden geçemeyeceğim son bir konuyu aktarmama izin verin. Kazım Dirik  onu uygulama dehası yapan zihinsel beceriye sahip bir insandı. Ancak  okumaya ve araştırmaya son derece yatkın kişiliği kendisine çok yönlü bir entelektüel yeti de kazandırmıştı. Örneğin az önce bahsettiğim halıcılık konusuna o kadar inanmış birisiydi ki bir uzman derecesinde düşünce çabası göstererek, halıcılık üretimi hakkında bir kitap bile yazmıştı. Onun İzmir Valiliği sırasında arkeoloji ve tarih konularına duyduğu ilgi ve gösterdiği  büyük çabalar  ise ayrı bir takdir konusudur. Bu meziyetini Trakya’daki Umum Müfettişliği sırasında da kanıtlar. 

İşte bu nedenle, 5. bölümün sonunda onun eğitim alanındaki hizmetlerini  ve kültür varlıklarının  korunması için gösterdiği çabaları kısaca anlatmak istiyorum.


Eğitim ve Kültür Varlıkları:

Trakya’nın kurtuluşu sadece doğal fırsatların sunduğu  kaynakların başarıyla  kullanılması, yeniden düzene sokulması ile sağlanamazdı. Bütün bunları yaparken bile eğitimin rolü zaten tartışılamazdı. Bu nedenle  kalkınma ve gelişme çabalarının eğitilmiş insan gücü olmadan başarıya ulaşması imkânsızdı. Üretim alanlarındaki her adımda yetişmiş insan gücünün vereceği katkı hesap edilerek hareket edilmiş, kurslara, eğitmen okullarına büyük önem verilmişti. Aynı şekilde Cumhuriyetin savunduğu modern ve çağdaş bir hayata destek veren, onun doğrularını içselleştirmiş, yeniliğe açık şekilde yetiştirilmiş bir topluma ihtiyaç vardı. Bu ise ancak  eğitim ve kültür alanında elde edilecek başarılarla sağlanabilirdi. Murat Burgaç’ın kitabından öğrendiğimize göre 1935 yılına gelindiğinde 6 yaş ve yukarısı 774.581 kişiden okur yazar olanların sayısı sadece  175.587 kişiydi. Kazım Dirik bu nedenle okulların, öğretmen ve eğitmenlerin çoğalması, giderek daha fazla insanın okur yazarlığının arttırılması, eğitilmesi için büyük çabalar sarf edecektir. Türkiye’de ilk açılan Eğitmen kurslarında birisi  1937 yılında Edirne Karaağaç’ta Yatılı Okul binasında açılacaktır. Burada sadece öğretmenlik mesleği değil ziraat ve teknik bilgiler de öğretilir. Bu okullar daha sonra Köy Öğretmen Okullarına dönüşecektir. Nitekim Edirne Karaağaç’ta 1938 yılında Trakya Köy Öğretmen Okulu açılır. Bu okulun adı daha sonra taşındığı Lüleburgaz’daki yeni binasında Kepirtepe Köy Enstitüsü olarak değiştirilir. 

Köylerinde okulu olmayan çocuklarının eğitimi için yine Umum Müfettişliği tarafından Köy Yatılı Okulları açılır. Bu okulların açılmasının bir başka nedeni de Türkçe bilmeyen Pomak, Boşnak göçmen çocuklarına ulusal dil birliğini sağlamak üzere  okuma yazma öğretebilmektir. Yine aynı amaçla köylerde okuma odaları açılacaktır. 

Kâzım Dirik İzmir Valisi iken başlattığı tarih öncesine ait kültür varlıklarının ortaya çıkartılması ve sergilenmesi çalışmalarına Trakya’da da devam eder. İlk olarak Edirne’de Edirne ve Yöresi Eski Eserleri Sevenler Derneği kurulur, derneğinin başkanı olur. Bu dernek ilk olarak Mimar Sinan’ın eseri Selimiye Camii’i dış avlusunda yıkılmak üzere bulunan darüssıbyan binası onarılır, Edirne Etnografya müzesi açılır. Trakya’daki kazılarda ele geçen materyalin  diğer tarihi eşyalar ile birlikte  bu müzede sergilenmesi için köyler gezilerek taramalar yapılır, bulunan eşyalar muhafaza altına alınır. 1938 yılında müzede sergilenen materyal sayısı 695’e ulaşır. 

Trakya’da ilk arkeolojik  kazılar yine Kazım Dirik zamanına denk gelir. Arkeolog Arif  Müfid Mansel incelemeler yapmak için görevlendirilir. Mansel tarafından hazırlanan rapora göre bölgede kazı faaliyetleri başlamış olur. İlk kazı Edirne Hasköy höyüklerinde yapılır. Daha sonra Kırklareli, Alpullu, Sinanlı, Lüleburgaz höyüklerinde devam eder. Trak höyüklerinin haritası yine Arif Müfid Mansel tarafından çıkartılır. Bu kazıların finansmanı için bütün girişimleri elbette Kazım Dirik üstlenecektir. Bu arada köylerde bile müzeler açılır. 1940 yılına gelindiğinde Müfettişlik Bölgesindeki dört vilayetin köylerindeki müze sayısı 25’i bulur. Müzeler Köy halkı tarafından ilgiyle ziyaret edilir.

Bütün bunları okurken şaşırmamak elde değildir. Bunu yazımı bitirirken  özellikle vurgulamak istiyorum. Kazım Dirik ve ona bu görevleri veren Cumhuriyetin kurucu kadrolarının sahip olduğu vizyon ve çalışma azmi gelecek nesillere ne yazık ki örnek teşkil edememiş ve başlayan  çabaların devamı gelmediği gibi ya tamamen unutulmuş ya da  izlerinin silinmesi   için çalışılmıştır. Bu hikayenin hazin sonucu budur. Şimdi yaşanan bir çok  sıkıntıların arkasındaki nedenler olarak  artık hepsi tarihin konusudur.

***

Kâzım Dirik ölümünün 15 gün öncesi gittiği İstanbul seyahati sırasında rahatsızlanır. Safra kesesi iltihaplanmıştır. İstanbul' da kalsa hastalığına müdahale edilecek ve kurtulacaktır. Ama tavsiyeleri dinlemez, bir an önce Edirne'ye, görevinin başına dönmelidir. Edirne'de durumu ağırlaşır, istanbul'dan acele çağrılan operatör de yolda rahatsızlanınca müdahale yapılamaz. Kazım Dirik 3 Temmuz 1941 günü Edirne’de vefat eder.

Cenazesi vasiyeti üzerine İzmir'e götürülmek üzere İstanbul' a sevk edilir. Cenaze töreni 5 Temmuz 1941 günü İzmir' de yapılır. Kemeraltı Camii’nde kılınan öğle namazına müteakip İzmir Altındağ Mezarlığı’na defnedilir.


Kaynaklar:

-Murat Burgaç, Trakya Umum Müfettişliği, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişhehir 2010.


- Yeliz Batı, General Kazım Dirik ve Trakya Umum Müfettişliği, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne 2008.

17 Ağustos 2021 Salı

KIRKKİLİSE’ DEN KIRKLARELİ’YE EĞİTİM: 1. Bölüm, Giriş

 


Hasan ÇALIKUŞU

Büyük Selçuklu Devleti eğitim alanında birçok yeniliğin öncülüğünü yaparak dünya medeniyet tarihine verdiği katkılarla çok önemli gelişmeler sağlamış ve günümüze kadar ulaşan yöntemleri benimsemişlerdi. Bu dönemde sayısız cami, medrese ve eğitim kurumu yapılmış, devlet ve yöneticiler bilime ve bilim insanına çok önem vermişti. Öğrenciler parasız ve maaşlı olarak resmi ve dini eğitimini Arapça, bilim ve edebiyat eğitimini Farsça görüyordu. 

Tuğrul Bey, Alparslan, Melikşah ve Nizam-Ül Mülk döneminde bilgin ve sanatkâra büyük saygı gösterilmiş, ünlü bilginler ülkede toplanmış, kütüphaneler kurulmuş, eğitimde ileri metotlar düşünülmüştü. 

Osmanlı eğitim sisteminde sıbyan mektepleri, medreseler ve özel eğitim veren enderun mektepleri olmak üzere üç farklı eğitim kurumu bulunmaktaydı. Enderun mektebi hariç, diğerleri vakıflara bağlı olarak kuruluyor ve yaşatılıyordu. 

Sultan Abdülhamid devrinde bütün ülkede bir eğitim seferberliği başlatıldı. Bütün yurtta ilköğretimden ortaöğretime kadar birçok mektebin açılması kararlaştırıldı. Osmanlı Devleti’nde gerçek manada Tanzimat’la birlikte başlayan eğitimde reform süreci, Abdülhamid döneminde sayısız mektebin açılmasıyla hız kazandı ve II. Meşrutiyet devrinde de devam etti.

1902 yılına kadar Eğitim Bakanı olan Ahmed Zühdü Paşa malî ve hesap konularında kendini yetiştirmiş, aydın, şair ve çalışkan bir kişiydi. Devletin birçok kademesinde görev yaptıktan sonra Bayındırlık ve Maliye Bakanlığı yapmış, hizmetlerinden dolayı ‘Vezirlik’ rütbesi verilmişti. Bu dönemdeki eğitim seferberliğinin önemli isimleri arasındaydı. Dârülfünunun (üniversite) kurulmasını sağladı. Ayrıca idâdîlerde (lise) uzun yıllar okutulan “el-Mecmûatü’z-Zühdiyye fi’l-ahkâmi’d-dîniyye” adlı bir kitap bile yazdı. Eğitim Bakanı iken 1902’de vefat eden Ahmed Zühdü Paşa, Kadıköy Kızıltoprak’ta inşa ettirdiği Zühdü Paşa Camii kabristanına defnedildi. 

Sağlığında ücretsiz öğrenci kabul eden bir ilkokul yaptırmıştı. 1921 yılına kadar okulun öğretmen ve çalışanlarının maaşları ile cami masrafları kurduğu vakıf tarafından karşılandı.

Bu dönemde Kırkkilise, gayrimüslim halkın yoğun olarak yaşadığı ender Osmanlı sancaklarından biriydi. Rum ve Bulgar nüfusun çoğunlukta; İslam ve Musevi nüfusun azınlıkta olduğu Kırkkilise’de bu cemaatlere ait okullar da faaliyetteydi. Kırkkilise’nin nüfus yapısındaki bu çeşitlilik, eğitim ve öğretim yönünden bir zenginlik oluşturuyordu. Kırkkilise sancağının fethinden bir süre sonra sıbyan mektepleri ve medreseler faaliyette geçmişti. 

Kırkkilise kasabasında 18. yüzyılda evler genellikle taş ve tuğladan çamurla ve kısmen kâgir ve iki-üç katlı yapılmıştı. Evlerin zemini toprak olup iki-üç odası, bir mutfak ile eklentileri vardı. Eğer evde bir hayvan bulunuyorsa bir ahır ve samanlık gibi bölümler de bulunuyordu. Kâgir olanlar genellikle iki katlıydı ve üç katlı bina ancak birkaç taneydi. Fakir ve köy evlerinin durumu buna benzer olsa da alçak tavanlı, küçük pencereli, güneş ışığından mahrum, ruh sıkıcı bir haldeydi. Kırkkilise mektepleri de evlerden farklı değildi. Genellikle taş ve çamurla sıvanmış sıhhi olmayan yapılardı.

Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı, Bulgar ve Yunan işgallerinde Kırkkilise ve köylerdeki binaların çoğu tahrip edilip yıkılmış ve birçoğu yeterince onarılamamıştı.

Muallimlerin çoğu Darülmuallim (erkek öğretmen okulu) mezunu olmakla birlikte, çeşitli mektep, idâdî ve sultaniyi bitiremeyerek yarım bırakmış muallimlerden oluşmaktaydı. Diğer taraftan eğitim araçlarının yokluğu ve aynı zamanda köy mekteplerinin genellikle birer muallimin olması dolayısıyla dersler pek muntazam ilerlemiyordu. Diğer bir mesele, çocukların mektebe devam mecburiyetiydi. Özellikle köylerde talebe kış mevsiminde ancak üç-dört ayını mektepte geçirir, sonra köy işlerinde çalışırdı. 

Kırkkilise kasabası Sultan Beyazıt, Hatice Hatun, Doğanca, Karaca İbrahim, Camii Kebir, Yapraklı, Tellak Zade, Hacı Zekeriya olmak üzere 8 mahalleden oluşmaktaydı. Buna rağmen mahalle içleri Müslüman, Rum ve Bulgar mahallesi olarak da ayrılıyordu. 

Kasaba ve köy halkı geçim kaynağına göre yaşantısın sürdürüyordu.  Durumu iyi olanlar kaliteli undan yapılmış has ekmek, et ve yağlı yemekler yerken, fakir halk ve köylüler genellikle çavdar, mısır ve arpa, nadiren karışık buğday unu ekmeği yerken yemekleri de kendi ürettikleri mercimek, fasulye ve tarhanadan ibaretti. Ancak harp, işgal ve göç zamanında bunu bile bulmak zorlaşıyor, karışık unla yapılan ekmeği şansları varsa tuz ve bir soğanla yiyerek idare ediyorlardı.

1873-74’lerde Kırkkilise mahallelerinde çeşitli türde toplam yedi okul bulunmaktaydı. Sultan Abdülhamid döneminde modern mektepler yapıldı ve sancakta bir idâdî (lise), İslam nüfusa ait beş rüştiye (ortaokul) ve hemen hemen bütün köylerde ibtidâi (ilkokul) mektepleri açıldı. Bunların yanında sancakta Rum, Bulgar ve Musevi cemaatinin rüştiye ve ibtidâi derecesinde mektepleri de vardı. Rüştiye eğitimi veren yedi gayrimüslim mektebinden üç tanesi Kırkkilise kasabasındaydı. Kırkkilise sancağındaki mektepler Edirne Vilayeti Maârif Müdürlüğü’ne bağlıydı.

Kırkkilise Sancağı’nda 1906-1907 öğretim yılında idâdî mektebi dışında dördü erkek ve biri kızlara mahsus rüştiye mektebi bulunuyordu.

Mektep giderleri için Maarif Nezareti’nin (Eğitim Bakanlığı) bütçesi yeterli değildi. Bu nedenle devlet bütçesinden ayrılan ödenek yanında daha ziyade cemaat ve halkın vereceği yardımlar, vakıf gelirleri ve yerel yardımlar mekteplerin belli başlı gelir kaynaklarıydı. 

Kırkkilise İslam, Bulgar, Rum ve Musevi mektepleri kendi cemaat meclislerince idare ediliyordu. Kilise sandıkları ile Müslümanların kurduğu vakıflar mekteplerin inşa ve tamirinde parasal desteğin sağlandığı önemli kaynaklardı. Bu nedenle muallim maaşlarının ahaliden karşılanması nedeniyle çok az muallim bulunduruluyordu. 

Kırkkilise’de Müslüman mektep masraflarının önemli kısmı buradaki vakıf gelirlerinden karşılanıyordu. Hızır Bey, Hasan Çavuş, Hatice Hatun vakıfları mütevellileri tarafından idare edilmekteydi. Mahallî idare tarafından yönetilen vakıflardan Karakaş Bey, Emin Ali Çelebi, Serdar Ali Paşa, Pehlivan Ağa, Hundi Hatun, Hüseyin Bey, Yahşi Bey Vakıfları Kırkkilise’de eğitime katkı sağlayan vakıflardı. 

Köylerdeki ibtidâilerde ise genelde tek muallim vardı ve maaşları talebeler tarafından getirilen zahire ile ödenebiliyordu. Ayrıca mekteplerin inşa ve tamir masrafları da oradaki ahali tarafından karşılanıyordu. 

Balkan Harbinden sonra Cumhuriyet kurulana kadar Kırkkilise’de altı yıllık erkek ve kız mektepleri ile ana mektepleri, bir lise, bir yetimler yurdu ayrıca çırak mektepleri ve gece kursları faaliyetini sürdürüyordu. Köylerde de bir mektep olup muallimlerin çoğunu dârülmuallim mezunlarıydı. I. Dünya Savaşından sonraki istila ve göçler bir süre eğitimi aksatmış olsa da kısa sürede eğitim tekrar toparlanmaya başladı. Bütün halk eğitimin faydalarını anlamıştı. Yakılmış yıkılmış ve yoksulluklar içinde olsa bile köydeki ahali ne yapıp edip bir gazeteye abone olmayı ve bunu kendi aralarında okuyup anlamayı vazife edinmekteydi.

Kırklareli Meclis-i Umumi (Genel Meclis), aynı düşünceyle ilköğretim eğitimine önem veriyor, bütçeden en fazla payı eğitime ayırıyordu. O yıl 110 bin liralık genel gelirin 70 bin lirasını eğitime tahsis edilmişti. Ancak Osmanlı idaresinden beri eğitimde Edirne’ye bağlı olunması ve birçok yüksek dereceli eğitim kurumunun yalnız Edirne’de açılmış olması ve Kırklareli’nin bu nimetlerden mahrum edilmesinden kaynaklı şikâyet ve rahatsızlıklar vardı.

1923 yılında Kırklareli merkez, 5 nahiye ve 58 köyde mevcut 6400 hane 24.085 nüfusa sahip kasabada mektep istatistiklerine bakıldığında 17 yeni açılacak mektep olduğu, toplam 27 öğretmen ile halen faaliyette 2 erkek, 2 kız, 11 karma 1 ana mektebi ile 1 Bulgar ve 1 Musevi mektebinde 915 öğrenci vardı.


------ 2. Bölüm: Kırkkilise Sıbyan ve İbtidâi Mektepleri ------


KAYNAKÇA:

Selçuklularda Eğitim Faaliyetleri ve Yetişen İlim Adamları, Ali ÖNGÜL, 2003

Manisa’da Osmanlı Dönemi Mirası: Sıbyan Mektepleri, Elif SÜYÜK MAKAKLI-Betül OZAR, 2019

https://www.fikriyat.com/galeri/tarih/osmanli-sibyan-mekteplerinde-egitim-sistemi

Kırkkilise Sancağı’nın Tar. ve Coğ. Açıdan Tasviri, Melissinos HRISTODULU,Atina Th. Papaleksandri Mat.,1881

Ali Rıza Dursunkaya, Kırklareli Vilayetini Tarih, Coğrafya, Kül.ve Eski Es.Yön.Tetkik,Yeşilyurt Bas.1948

Adem Ali Şahin, Tanzimattan Cumhuriyete Kadar Eğitim Sistemi, Yönetimi ve Denetimi, İSZÜ Sos.B.Ens, 2015

Büyük Selçuklu Devletinde Eğitim ve Öğretime Genel Bakış, İsmail GÜVEN

Kırklareli (Kırkkilise) Mekteb-i İdadisi, Mesut AYAR

Efsaneden Gerçeğe Kırklareli, Nazif KARAÇAM, 1995

Bütün Yönleri ile Kırklareli ve İlçeleri, Nazif KARÇAM, 1970

Kırklareli, Osman YALÇIN, 1970

Kırkkilise ‘Kırklareli’ Vilayeti Sıhhi İctimai Coğrafyası, Dr.Ahmet HAMDİ, Çeviri: Sinan ŞANLIER

Cumhuriyetin 15. Yılında Kırklareli, 1938

Kırklareli İl Yıllığı, 1967, Kırklareli Valiliği

Kırklareli İl Yıllığı, 1973, Kırklareli Valiliği

Kırklareli İl Yıllığı, 2000, Kırklareli Valiliği

Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Öz Yayınları, Ankara 1959, s. 34-37.

https://islamansiklopedisi.org.tr/zuhdu-pasa

https://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu%27nda_e%C4%9Fitim

Ali Coşkun YANARDAĞOĞLU Arşivi

Fuat FÜRKAŞ Arşivi 

Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Kadar Eğitim Sistemi, Yönetimi ve Denetimi, Adem Ali ŞAHİN, 2015

II. Abdülhamid Döneminde Kırkkilise (Kırklareli) Sancağında Eğitim ve Öğretim, Hümmet KANAL

Sâlnâmelere Göre İdari, Sosyal ve Ekonomik Yapısıyla Edrine Sancağı, Halûk KAYICI, 2013

Kırklareli (Kırkkilise) Rum Mekt.Vali F.Üstün İlko.Bir Eğitim Bin.Hikâyesi(1905-2005), Nuri GÜÇTEKİN

II. Meşrutiyet Osmanlı Meclis Zabıtlarında Bulgar Azınlıklarının Kilise ve Okul Sorunları, Gülnihâl BOZKURT

Kırklareli Şehri - Oya Esin KAYMAZ 

Ahmet Mithat İlköğretim Okulu Slayt

Türkiye’nin Sıhhi-i İçtimai Coğrafyası Kırklareli Vilayeti, Türkan DOĞRUÖZ

1880 Tarihli Kırkkilise Sancağı’nın Tarihi ve Coğrafî Açıdan Tasviri, Türkan DOĞRUÖZ, 2020

Kırklareli Merkez İlçe ve Köylerindeki Gayrimüslim Eserleri, Barış TOPTAŞ, 2012

Osmanlı Tarihi 1, Ahmet Rasim,1999

Kırklareli ve Tekirdağ'daki Klâsik Dönem Osmanlı Camileri, Serpil YILMAZ, 2019

14 Ağustos 2021 Cumartesi

140 YIL ÖNCE İLK KIRKLARELİ KİTABINI YAZAN HEMŞERİMİZ : Melissinos Hristodulu Christofotoulou



Ahmet Rodopman 

Kırklareli’ mizin tarihi ile ilgili araştırmaları derinleştirirken, tarihi belge eksikliği engellerin başında gelmektedir. Bunu aşmak için daha farklı ve Türkiye dışındaki, özellikle de Yunan ve Bulgar kaynaklı belgelere baş vurmak zorunda kalıyoruz. Bu arada bir çeviri de karşıma çıkan ve bir hayli ilginç kişiliği ile dikkatimi çeken Melissinos Hristodulu Christofotoulou’ u daha detaylı inceleme ve edindiğim bilgileri de sizlerle paylaşma uğraşına giriştim. Bu konularda daha detaylı ve doğru bilgilere ulaşabilme amacıyla Osmanlıca ve Türkçe bilgilerin yetersizliği nedeniyle, önünü alamadığım merakım beni Grekçe öğrenmek için çalışmak zorunda bıraktı. Önce internetten çevirilerden yaralanırken, İstanbul Rum’u olan eski bir arkadaşımdan yardım alarak ancak bu kadar yapabilir hale gelebildim. Çünkü Kırklareli’mizde günümüzden 1400-1500 yıl öncelerinden başlayan bir Roma İmparatorluğu ve Rum yerleşimi bulunmaktadır. Yerli Rumların okuyup, yazma ve belge bırakma alışkanlıkları Türkler’den daha iyi olması nedeniyle de onlardan yararlanmayı umuyorum. Ah bir de Kırklareli’ ni yok eden yangınlar ve yağmalar olmasaymış bu günlere çok daha fazla belge ve bilgi kalabilirmiş. Bulabildiklerimizi değerlendirebilirsek, kentimize dair pek çok noktayı aydınlatmış olabiliriz diye düşünüyorum.


Araştırmalarımı 1800 lü yılların başlarına kadar getirdiğimde, pek çok ilgi çekici kişi ve olayla karşılaştım. Bunların başında da, kentin tarihi ile ilgili ilk derli toplu bilgi veren yazılı eseri 1880 yılında basılmış olan, Melissinos Hristodulu gelmektedir. Yazmış olduğu PERİGRAFİ İSTORİOGEOGRAFİKİ TİS EPARHİAS TON SARANTA EKKLİSİON , ‘’Kırklareli Sancağı’ nın Tarihi ve Coğrafi Açıdan Tasviri’’  adlı çalışması beni bir hayli heyecanlandırmıştır. Bu eser kendi konusunda bir ilk olmasının yanı sıra, Kırklareli’ nin 140  yıl önceki durumunu yansıtması açısından bence çok önemli bir yapıttır. Gelen günlerde bu çalışmadan çıkarsadığım önemli noktaları 140 yıl sonrasının yani günümüzün Kırklareli’ si ile karşılaştırmasını birlikte  yapmak istiyorum. Sanırım sizlerinde çok ilgisini çekecek sevgili Kırklareli’ mize bir buçuk asır geriden bakıp farklı değerlendirmeler yapmamızı sağlayacaktır. Yazarının özelliklerini araştırınca da bir kez daha hayretler içinde kaldım. 66 yaşında vefat eden Melissinos Hristodulu ’  nun yaşamına sığdırdığı o kadar çok şeyin olduğunu görünce şaşırmadan edemedim. Günümüze değin adının pek duyulmamış olmasını ve hatırlanılmamasını kendimce kınadım ve bir Kırklareli sevdalısı olarak utandım.


Melissinos Hristodulu  1855 yılında Kırkklise’ de yaşamakta olan, ekonomik düzeyi bir hayli iyi, dinine bağlı, yerli bir Rum ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. İlk ve Orta okul tahsilini Kırkkilise’ de yapan yazarımız, öğrenimini İstanbul’ da o zamanlar Mekteb-i Kebir diye adlandırılan Balat Rum Lisesinde tamamlamıştır. Yüksek öğrenimi için Atina’ ya giden Melissinos Hristodulu , Hukuk Fakültesini bitirip, hukuk doktorasını da verdikten sonra çok sevdiği şehri Kırkkiliseye’ ye dönmüştür. Burada bir süre öğretmenlik ve avukatlık yaptıktan sonra Selanik’ e ve Gümülcine’ ye gitmiş ve değişik kiliselerde din eğitimi alarak piskoposluk aşamasına kadar yükselmiştir. Bu arada Kırkilise’ nin o güne kadar yazılmamış olan tarihini yazmış ve 26 Ekim 1880 tarihinde Atina’ da  kitap olarak bastırarak günümüze kadar gelecek olan bir hayli orijinal bilgileri bizlere sunmuştur. Küçüklüğünden beri istediği ve ailesinin de büyük arzusu olan din adamı olmak için çeşitli kiliselerde görev yapmış, keşiş olarak yaşamış, İstanbul’ da, Filibe’ de ve Gümülcine’ de  değişik kiliselerde ve patrikhanede çalışan Melissinos Hristodulu üst düzey bir din görevlisi olarak Hatay’ da, Morinia ‘ da ve Taşos’ ta Metrapol olarak görev yapmış ve ismine dini bir rütbe olan  Christofoulou’ yu ileve edilerek, Melissinos Hristodulu Christofotoulou olarak anılmaya başlanmıştır.

Uzun yıllar üzerinde çok çalıştığı kiliselerde müzik eğitimi verecek okulların açılmasına yoğun emek vermiş, Kilise Müziği oluşturacak kapsamlı çalışmalar yapmıştır. Özellikle kilise korolarında söylenmesi amacı ile kutsal eserler bestelemiş ve bunları kitaplaştırmıştır.

İstanbul’ da Piskoposluk yaptığı o yıllarda İstanbul’ da özellikle Rum vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı Kurtuluş semtini o zaman kullanılan adı ile ‘’Tatavla Tarihi’’ olarak yeni bir kitap olarak hazırlamıştır. Yakın zamanda Türkçe olarak basılan bu kitapta da Kurtuluş semtinin tarihi ile ilgili bir hayli ilginç belgeler bulunmaktadır.


Bütün bunların yanında hukuk ile aile ilişkileri ve tarih ile ilgili de kitaplar yazmış, bıraktığı çok sayıda mektup, yazı ve belge ile değerli bir külliyat oluşturmuştur.

Yazdığı ve yayınladığı başlıca eserler şunlardır: 

1) Kırk Kilise Vilayeti (1881), s. 104. 

2) Taslak Hukuk Kitabı AD "Evliliğin Önündeki Engeller" (1889), s. 276. 

3) Taslak Hukuk Kitabı B "Cehalet" (1895),Sayfa 176. 

4) Trakya ve Kırk Kilise. Bazı idari dini konulardan sonra (1897), s. 304. 

5). Ritim, zamana ve günün önemine göre kilise müziği (1900), s. 32. 

6) Kutsal Melodimizin icrasındaki uyum (1902), s. 16. 

7) Kehanetler ve eklerden sonra nekrosimous dizisinin Typikon'u (1905), s. 80. 

8) Mutluluk Hakkında…. Didaktik konuşma (1908), s. 32. 

9)Tatavlas (Tatulon Tarihi) (1913), s. 352. 

10) Taslak Hukuk Kitabı AD "Evliliğin Engelleri". Baskı BD (1938), s. 431. Metropolit Melissinos'un ani ölümü nedeniyle bu son kitap, 1938 yılına kadar el yazması ve notlar olarak kamış, Avukat yeğeni tarafından, Atina Başrahibi Emmanuel Farlekas ile birlikte çalışılarak yayına hazırlanmıştır.


Yaşamının sonuna doğru Gümülcine Metropoliti olan Melissinos Hristodulu Christofotoulou, burada daha az kalarak Taşoz Adasına geçmiş, yazar orada hastalanmış ve ısrarla doğduğu yer olan Kırkkilise’ ye götürülmesini istemiştir. Son arzusunun dünyaya gözlerini açtığı toprağında yine gözlerini yummak istemiş olması, onun şehrine ne denli tutkun olduğunun da bir göstergesidir. Beyin kanaması geçirdiği belirtilen yazar, nihayet 66 yaşında çok sevdiği Kırkkilise’ de  2 Ekim 1920 tarihinde son nefesini vermiştir. O zamanlar Kırkkilise olarak bilinen şehrimizde toprağa verildiği bilinen bu değerli yazarımızın ne yazık ki mezarına bu güne değin bulunamamıştır. 1922 yılında Lozan Antlaşması sonucunda zorunlu olarak şehri boşaltıp giderlerken Yunanlı’ ların yakıp yıkmadıkları yer kalmadığı için, kalan mezar taşlarının da yeni yerleşim yerleri yapımında kullanıldığı söylenilmektedir. Hemen o yıllarda yapılan Mübadele ile de Trakya’ da yaşayan hemen hemen bütün Rumların Yunanistan’a gönderilmeleri ile şehrimizden Yunan varlığı tamamen tükenmiştir.

Burada kısaca yaşam öyküsünü vermeye çalıştığım, Melissinos Hristodulu Christofotoulou’ nun yazdığı ‘’Kırklareli Sancağı’ nın Tarihi ve Coğrafi Açıdan Tasviri’’ adlı kitabının ön sözünde  << Çok sevdiğim Kırkkilise, bu eser doğma büyüme bu kasabanın evladı Melissinos Hristodulu tarafından sana duyulan derin sevginin çok küçük bir nişânesi olarak ithaf edilmektedir.>> demektedir.

26 Ekim 1880 tarihinde Atina’ da bastırmış olduğu kitabında 15 bölümde Kırkkilise’ yi ve ona bağlı diğer yerleşim yerlerinin tarihlerini, coğrafi özelliklerini, nüfus, eğitim, iklim, sanayi ve ticaretini etraflıca anlatmıştır. Bu kitabın en önemli özelliğinin konusunda bir ilk oluşudur. Uzun, güç ve ayrıntılı olarak yazılan bu kitaba kaç yılını verdiğini bilemiyoruz yazarın. Ancak 25 yaşında kitabını bastırdığını anladığımıza göre, epey yoğun bir gençlik enerjisini harcadığını anlayabiliyoruz. Her yazdığı yere özellikle kendisinin gittiğini, bütün bilgileri kendisinin toplayıp yorumlayarak yazdığını düşünürsek, verdiği emeğin değerini daha iyi anlayabiliriz. Bütün bunları yapıp bizlere 141 yıl öncesindeki şehrimiz ile ilgili bilgileri aktaran yazara minnettarlığımız daha da artmaktadır. Ne yazık ki bu temel bilgilerin elde olmasına karşın bunca yıl içerisinde  ancak benzeri 3 kitap oluşturulabilmiştir. Bunlarda 1938 yılında Prof. Dr. Arif Müfit Mansel, 1948 yılında Ali Rıza Dursunkaya, 1995 yılında Nazif Karaçam’ ın yazdığı Kırklareli ve Çevresi ile ilgili kitaplardır.Zaman zaman yararlandığımız bu kitaplarında üzerinde gelen günler içerisinde yazar , tartışırız umarım.Her bir eseri hazırlayıp, bizlere sunan bu değerli yazarlara tekrar tekrar teşekkürlerimizi sunar, minnettarlıklarımızla rahmetler dileriz.

Sanırım yazımızı, yazarımız Melissinos Hristodulu Christofotoulou’ nun yazdığı kitabının sonuna eklediği, kitabı ile ilgili dilek ve düşüncelerini aktardığı cümlelerle sonlandırmak en doğrusu olacak. Şöyle yazıyor kitabının sonunda yazarımız.

<<Kırkkilise tarihini daha eksiksiz bir şekilde araştıracak yazarlara yararlı olması ve en azından bu yönde faydalı olması ümidi ile halkın beğenisine sunmaktayım. Daha uygun ve daha uzman bir başkasının bana bu çalışmadan daha kapsamlı ve daha mükemmel bir eser takdim edilmesini diliyorum. >>

Kaynakça:

1- https://www.pemptousia.gr/2021/02/melissinos-christodoulou-enas-episkopos-tou-patriarchiou-me-ousiastiki-simvoli-sta-themata-tis-mousikis/

2- http://haritatatavla.org/kurtulus-tatavla-semt-tarihcesi/ TATAVLA

3- https://sidirasioannis-amvonfanariou.blogspot.com/2017/08/1914-1921.html

4- http://users.sch.gr/markmarkou/1901_1930/1920/koim/melissinos_christodoulou.htm

      5 -  Doğruöz, V. T. Dökmeci, V. Çiftçi, A. (2020). Kırkkilise Sancağı’nın Tarihi ve Coğrafî Açıdan Tasviri (Perigrafi İstoriogeografiki Tis Eparhias Ton Saranta Ekklision) Adlı Eser Tercümesinin Kırklareli Tarihi Açısından Yorumlanması. October 2020. Anadolu ve Balkan Araştırmaları 

11 Ağustos 2021 Çarşamba

TÜRK HAVA KURUMU VE KIRKLARELİ ÖZELİNDE HATIRLANANLAR

 Ahmet Rodopman 


Kırklareli halkının o zamanki adlandırmalarla ‘’Tayyare’’ ile ilk tanışmaları 1912 yılının o şanssız Balkan Harbi günlerinde olmuştur. Bulgar kuvvetlerinin hareketlerinin izlenmesi amacı ile Kırklareli’ ye  savaşın başlamasından hemen önce İstanbul’ dan gönderilen iki adet  tayyare ne yazık ki görev yapmalarına fırsat kalmadan Bulgar kuvvetlerinin eline geçmiştir. Balkan savaşlarının akılda kalan en büyük özelliklerinden olan, koordinasyonsuzluk sonucunun tipik bir örneği olan bu durum,  o günlerin olumsuzluklarını yaşayan insanların hafızalarından silinmemiştir.

Yıllar sonra 16 Şubat 1925 tarihinde, Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ ün önsezileri, ‘’İstikbal Göklerdedir’’ söylemi ile birleşerek, hemen cumhuriyetin ilanından 16 ay gibi kısa bir süre sonunda kurulmasına kararlaştırılan ‘’Türk Tayyare Cemiyeti’’ sayesinde gerçekleşme yoluna girmiştir. Ankara’ da kurulan cemiyet kısa zamanda yurttaşlarımız tarafından benimsenmiş, gerek maddi gerekse manevi olarak katkıları ile her şehirde örgütlenmeler başlamıştır. Yeni cumhuriyetin  kuruluş aşamasında insanlarımızı coşturan vatan için bir şeyler yapma tutkusu ile, yeni oluşturulan cumhuriyet kurumlarından, Çocuk Esirgeme Kurumu, Kızılay Derneği, Yeşilay Derneği, Verem Savaş Derneği, Halk Evleri gibi sivil toplum kurumlarına gösterildiği şekilde Tayyare Cemiyetine de büyük bir sevgi seli oluşmuş, kentimizin ileri gelenleri tarafından  oluşturulan yönetimler ve yan kuruluşları ile ismini duyurmanın yanında işlevselliği de arttırılarak halkın sevdiği ve küçük, büyük bağışlarla büyüttüğü bir kurum oluşturulmuştur.  Ankara merkez teşkilatının kurulmasından iki ay gibi kısa bir süre sonrasında Kırklareli şubesi de kurulmuş ve göreve başlamıştır. İlk yönetim Kurulunu, Başkan Şevket Dingiloğlu, İkinci Başkan Mehmet Fuat Umay, Başöğretmen Mehmet Ali Yazman, üye Ali Rıza Dursunkaya, Avukat Tahir Taner ve Kemal Bey oluşmaktadır. 

Kentte düzenlenen bağış kampanyaları ve  etkinliklerden elde edilen kazançlarla şube bir hayli gelir kazanmış ve isim yapmıştır. Yurt çapında oluşturulan ‘’Her şehir bir uçak alıyor’’ sloganıyla, gerek yapılan özel geceler ve çekilişler, gerekse rozet ve pul satışları sayesinde toplanan paralarla Kırklareli adına yakışan bir uçak alınarak Türk Hava Kurumuna hediye edilmiştir. 1930 lu yıllarda şehrimiz için bu bağışın hiçte az olmadığını sanırım bu günkü koşulları göz önüne getirince daha iyi anlamış oluyoruz. Ne yazık ki o yıllara ait yazılı çok bir şey bulamadığımız için ancak ikinci veya üçüncü kuşaktan elde ettiğimiz bilgilerle yetinmek zorunda kalıyoruz. Bu yıllarda yaşanılan olayları merhum Ali Rıza Dursunkaya’ nın kitaplarından ve o günlerdeki gazetelerinin haberlerinden ve Nazif Karaçam’ ın yazdıklarından faydalanarak aktarmaya çalışıyoruz.

1935’de alınan kongre kararı ile adı Türk Hava Kurumu olarak değiştirilmiş olan Tayyare Cemiyeti’ nin kuruluş amaçları da bizzat Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından:

* Türkiye’de havacılık sanayisini kurmak,

* Havacılığın askeri, ekonomik, sosyal ve siyasal önemini anlatmak,

* Askeri, sivil, sportif ve turistik havacılığın gelişmesini sağlamak,

* Havacılık faaliyetleri için gerekli araç ve gereçleri hazırlamak, 

* Personel yetiştirmek ve uçan bir Türk Gençliği yaratmak olarak belirlenmiştir. 


Bu yeni adı ile Kırklareli şubesi yönetimlerine gelen hemşehrilerimiz aynen önceki arkadaşları gibi şevkle ve inançla çalışmışlardır. Bizim kuşağımız anımsar sanıyorum, bayramlarda her okuldan seçilen öğrenciler boyunlarına asılan sarı metalden yapılmış kumbaralarla halkın arasında gezerler, insanlarda güçlerinin yettiği kadar genellikle metal paralarını kumbaralara atarak katkıda bulunurlardı. Öğrenim dönemlerinde okullara ‘’Tayyare Pulları’’ satılır, küçük küçükte olsa, Türk Hava Kurumu ve diğer benzeri kurumlara katkıda bulunmaya çalışılırdı. Bu arada evini veya arsasını Türk Hava Kurumuna bağışlayan varlıklı yaşlılarımız da olurdu. Onların da ruhları şad olsun. Türk Hava Kurumuna beslenen sevgi o günlerde kelimelerle anlatılabilecek gibi değildi. Sanıyorum bunda Mustafa Kemal Atatürk’ ün bu kuruma gösterdiği özen ve önemin yanında yöneticilerinin de bir kuruşun dahi hesabını veren anlayışlarının da büyük önemi olmuştur. Tabii özellikle Kurban Bayramlarında kurum üyelerinin oluşturduğu ekiplerce kurban derileri toplanır, ziyan edilmeden, kurumun bilgisi ve yöneltmesi ile satışı sağlanıp, gelir olarak yazılırdı. Böyle toplanan paralarla Kırklareli Şubesi olarak Namazgah Caddesi başlangıcında ‘’Foto Şeref’’   in dükkanının olduğu bina satın alınmış ve yıllarca bir kültür merkezi gibi üyelerin buluştukları bir mekan olarak kullanılmıştır.


Bu arada Türk Hava Kurumu ile ilgili tarih defterimde ki notlarımdan bir kaçını sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim. Birincisi; uzun yıllar Kırklareli sakinlerinin hafızalarından silinmeyen  Havacılar Günü Kutlamalarında gösteri amacı ile Kırklareli’ ye gelen bir Türk Hava Kurumu uçağının kaza sonucu düşmesi sırasında, uçakta bulunan Jandarma Kumandanı İsmail Hakkı Beyin kızı genç yaştaki Mefaharet Hanımın feci şekilde ölümüdür. Kırklareli’ nin ilk havacı şehidi olarak kayıtlara geçen bu olayda cenaze bugünde Pınarhisar Yolunda bulunan Kent Şehitliğine defnedilirken binlerce üzgün insan eşliğinde belediye bandosu ile uğurlanmıştır. O günlerde bando şefi olarak hizmet veren ünlü halk şairimiz  Vahit Lütfü Salcı uzunca bir ağıt yazmış ve okuduğunda  tüm dinleyenlerin ağladığı görülmüştür. İşte bu ağıdın ilk dörtlüğü.


Bu sessiz matemin nedir sebebi?

İnsanın içine düğüm bağlıyor.

Siyahlar giymiş anneler gibi,

Her lahza kapanmış toprak ağlıyor.

                 …

Biz ilkokulda okuduğumuz 1960-1965 yıllarında 15 Mayıs Hava Şehitlerini anma gününde sevgili öğretmenimiz Rahmetli Sevdiye Güner’ in sınıfımızı şehitliğe anma için götürdüğünde, köşedeki bu mezarın başına da gider oldukça genç yaşlarında iken yaşamını yitirişini anlatışını, bugün gibi hatırlıyor ve her ikisinin de, sonsuz yaşantılarında ışıklar içinde yatmalarını diliyorum. 

Bir ikici notum da; Özellikle 26 Ağustos-30 Ağustos 1922 tarihleri arasında yapılan  Başkomutanlık Meydan Savaşlarında Türk Pilotlarının eldeki eski uçaklarla Yunanlıların uçaklarına verdikleri zararları, Yunan ordularını yukarıdan takip edip, Türk topçularının isabetli atışlar yaptırmalarını ve doğru, isabetli istihbaratlarla ordumuzu yönlendirmeleri sayesinde savaşın gidişini değiştirdiğini gören Mustafa Kemal’ in bu savaşın kazanılmasında tayyarelerin ve kabiliyetli Türk pilotlarının çok önemli rol oynamaları nedeniyle ‘’30 Ağustos Zafer ve Tayyarecilik Bayramı’’ adı ile kutlanmasını istemiş ve yıllarca bu şekilde kutlanmıştır. Ancak 1950 yılına gelindiğinde artık Tayyarecilik sözcüğü atılmış sadece 30 ağustos Zafer Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır. Geçen yıllarla ve gelişen Türkiye’ miz de kurum pek çok ilklere imza atmıştır. Sivil Havacılıkta çok önemli atılımlar yapmış, ülkemizi yurt dışında temsil eden ilk ve tek kuruluş olarak  sayısız görevlerde bulunmuştur. Son yıllarda Türk Hava Kurumu Üniversitesi kuruluşunu gerçekleştirip, eğitim ve öğretim  hizmeti vermeye başlamıştır. Deneyimli pilotları ve yardımcı personeli ile araç parkını donatan yangın söndürme uçakları ve helikopterleri yurt düzeyinde yüzlerce yangını en az hasar yerecek şekilde yıllarca müdahale ederek söndürmüş olan kurum çalışanları, bundan sonra verilecek görevlerini de  başarı ile yerine getirmek için beklemektedirler.


Üçüncü notum ise; Kurulduğu 16 Şubat 1925 tarihinden beri kendi olanakları ile var olmaya çalışan, genel bütçeden para almaksızın 96 yıldır yurttaşlardan toplanan paralar ve bağışlarla hizmetini sürdüren bu kurumu gözümüz, kulağımız, elimiz, ayağımız gibi bakıp, sarıp saklamalıyız ki yeni yüz yıllarda da Türk vatanının göklerinde ay yıldızımızı güven ve övünç ile dalgalandırabilsin.


Kaynakça:

1 - Ali Rıza Dursunkaya . Kırklareli Vilâyetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik. Cilt:1 ve Cilt:2’’. 1948. Kırklareli

2– Karaçam, Nazif : Efsaneden Gerçeğe Kırklareli. Kırklareli-1995


TRAKYA UMUM MÜFETTİŞİ KAZIM DİRİK(4)


 Akın Güre

Geçen yazımı İbrahim Tali Öngören’nin sağlık sorunları nedeniyle istifasıyla boşalan Trakya Umum Müfettişliği görevine Kazım Dirik’in tayin  edildiğini söyleyerek bitirmiştim. Onun selefi İbrahim Tali Bey  Doğu illerini kapsayan 1.Bölge Umum Müfettişliğini 1 Ocak 1928 tarihinden  beri yürütüyordu. 14 Şubat 1934 tarihinde  Edirne merkez olmak üzere  Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale illerini içine alarak kurulan  2. Bölge Umum Müfettişliğine deneyimli bir kişi olarak  tayin olmuştu. Hemen sonrasında Trakya Olayları diye bilinen Yahudi toplumu aleyhine başlayan gösteri ve saldırılar yaşandığında  bu konuda İbrahim Tali Öngören’nin payına düşen sorumluluklar çok yazılacak ve tartışılacaktır. Doğudaki Kürt ayaklanmaları nedeniyle önem kazanan asayiş sorunu bu bölgede Umum Müfettişlik teşkilatlanmasına yol açarken ikinci uygulamanın Trakya’da başlatılması ilginçtir. Trakya iç güvenlik açısından Doğu ile mukayese edildiğinde merkezi yönetimin gözünde  oldukça sakin ve güvenli bir yerdir. Nitekim Tali Öngören göreve geldikten sonra yazdığı yüz sayfalık detaylı raporda bu tespiti yapar. Ona göre Trakya’da sorun güvenlik değil  ekonomik yapıyla ilgilidir. Trakya köylüsü oldukça fakirdir, çaresizdir, devlet desteği yoktur. Ticarette zenginleşen kesimler olarak   Yahudiler dikkati çekmektedir. Köylünün ürününü  ucuza alıp değerlendirerek yaşam standartlarını yükseltmeleri Türkler arasında hoş karşılanmazken dönemin Nazi hayranlığından beslenen milliyetçi kesimleri  bu durumdan kendilerine vazife çıkartırlar ve toplumda Yahudi düşmanlığını yaymaya çalışırlar. İşte Tali Öngören müfettiş olarak göreve geldiğinde gördüğü bu manzara karşısında yazdığı raporunda Yahudi toplumunu karşısına alacak kadar keskin ifadelerle hükümette çözümler sunar. Yahudi kesimi bundan oldukça rahatsızlık duyar, huzursuz olur. Bu yaklaşım Hitler hayranı kesimlerin ise işine gelecektir. 

Özetle söylemek gerekirse Trakya’da kurulan Umumi Müfettişlik yönetimi daha işin başında  Ankara’yı da tedirgin edecek sosyal bir huzursuzluğa neden olur. Doğudaki asayiş sorunları nedeniyle kurulan Birinci  Umum  Müfettişliğinin tam tersine, İkinci Umum Müfettişliği bir asayiş sorunu olmayan Türkiye’nin en batısındaki  Trakya’da ele alınması gereken göçmenlere ait iskan faaliyetleri ve ekonomik seferberlik ile ilgilenecekken, kurulmasından kısa bir süre sonra  amaçlananın tersine gelişmeler  bir  karmaşaya yol açar ve toplumun belli bir kesimini rahatsız edecek şekilde  devlete güven sorununa dönüşür. Neyse ki hata fark edilir ve fazla büyümeden olaylar yatıştırılır,  suçlular cezalandırılır, dergileri kapatılır v. s. Sonunda merkezi yönetim duruma “el koyar”, tutuklananlar arasında Kırklareli Belediye Başkanı, Emniyet Müdürü, Ticaret Borsası Başkanı  vardır. CHP sorumlular hakkında parti müfettişlerini devreye sokar. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü “Antisemitizme asla izin vermeyeceğiz” diyerek Mecliste konuşma yapar. Ancak ne yazık ki Trakya Umum Müfettişliği tarihini yazacak olanlar bölgede yapılan onca yararlı hizmetleri değerlendirirken bunları da anlatmadan geçemeyeceklerdir. Belki doğrudan bir payı olmasa da yaşanan olaylar  dönemin bir yönetim zafiyeti sayılacaktır. Merkezi hükümetin işin başından itibaren olacakları öngörememesi, taşradaki siyaset çevrelerinin inisiyatifine göz yumulması, hatta bazı kaynaklara göre Yahudilerinin bölgede tedricen azaltılması için hazırlık yapıldığı iddiaları   epey eleştiriye uğrayacaktır. 

Aslında Trakya’da adı daha sonra 2.Genel Umumi Müfettişlik olarak değişen  teşkilatlanma, yukarıda değindiğim gibi haklı sayılacak nedenlere dayanır. Bunu daha iyi  anlamak için kısaca Umumi Müfettişlik diye geçen bir yönetim tarzının biraz öncesini hatırlatmakta  fayda var. 

Bu konuda ne yazık ki çok fazla  araştırma yapılmamıştır. Bu durum konuyu merak edenlerin  işini zorlaştırıyor. Bulabildiğim kaynaklardan edindiğim bilgiler bize şunu gösteriyor: Umum  Müfettişlik uygulamasına olağan üstü durumlarda ve öncelikli alanlarda duyulan ihtiyaçlara bakılarak merkezi yönetimin gücünü   etkin bir şekilde kullanmak için  başvuruluyor.   1950’lerde bu uygulamaya son veriliyor ama ülke tarihinde Osmanlı’dan bu yana kullanılan bir yönetim biçimi olarak biliniyor. İlk olarak  II. Abdülhamit döneminde görülüyor. Berlin Kongresinden alınan kararlardan  sonra  Doğu Anadolu Bölgesindeki altı ilde  ıslahat reformları ihtiyacı ile  bölgeye bir teftiş heyeti gönderiliyor. Ahmet Raşit Paşa ilk Umum Müfettişi oluyor. Asayişi sağlamak için gerekirse şiddet kullanıma gibi  yetkileri bile var. Daha sonra 1902 yılında Hüseyin Hilmi Paşa Selanik, Manastır ve Kosova’da vilayetlerine umumi müfettişi oluyor. İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra umumi Müfettişlik kaldırılsa bile 1913 yılında tekrar gündeme geliyor. Bu sefer Rusların baskısı devrede. Onlar da Ermenilerin yoğun şikayetleri nedeniyle hareket ederek  Osmanlı yönetiminden bir Umum Müfettiş gönderilmesini istiyorlar ve uzun müzakerelerden sonra   bir  anlaşmaya varılıyor. Erzurum, Trabzon ve Sivas’a biri Hollandalı diğeri Norveçli iki Umum Müfettiş gönderiliyor. Birinci Dünya Harbi’nin çıkmasıyla görevleri bitiyor ama savaş sonrasında Umumi Müfettişlik Osmanlı’da devam ediyor. Hatırlayın ki Mustafa Kemal de askeri anlamda bir Umum Müfettişinden daha fazla yetkilere sahip olarak Anadolu’ya 9.Ordu Müfettişi olarak gönderilecektir. Son olarak şunu söylemek lazım ki hemen uygulamaya sokulmasa bile 1921'de Türkiye devletinin ilk Anayasasına Müfettişlik kavramı kanun maddesi olarak girmiştir. Ancak Ankara hükümeti bu yetkiyi kullanmak   istemez. Nitekim Kazım Karabekir paşanın Rusların çekilmesinden sonra Ermeniler ve Rumlarla mücadele edebilmek için  umumi müfettişlik önerisi kabul görmeyecektir. Ankara yönetimi sağlanan barış şartları nedeniyle  Doğu Anadolu’da gelinen noktada merkezi kontrolü sağlayacak böyle bir yönteme sıcak bakmaz. Aslında 1921 Anayasasının ruhunda da bir ademi merkezi anlayış dikkatlerden kaçmaz. Fakat Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında kabul edilen  devletin yeni anayasasında siyasi  merkeziyetçilik görüşü hakimdir artık ve buna paralel olarak güçlü bir merkezi idari yapının olması istenecektir. Yine de 20 Nisan 1924’de yürürlüğe giren bu anayasada Umumi Müfettişlik teşkilatına yer verilmeyecektir.   Buna rağmen 1925 yılında yaşanan Kürt  isyanların bastırılmasından sonra 16 Temmuz 1927 yılında  “Umumi Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun” çıkartılır, güvenliği ve istikrarı sağlamak üzere  Doğu illerini kapsayan  Birinci Umumi Müfettişlik kurulur. Daha sonra Dersim bölgesinde çıkan isyanlar nedeniyle Dördüncü Umum Müfettişliği kurulacaktır. 19 Şubat 1934 tarihli kararname ile kurulan İkinci Umumi Müfettişlik ise Trakya bölgesine yerleştirilen  muhacirlerin iskânı meselesindeki sorunlar nedeniyle düşünülür. Sonuçta  göçlerin neden olduğu yerleşim sorunları, yapılacak  düzenlemeler, bayındırlık, sağlık ve eğitim konularındaki artan ihtiyaçlarına yönelik hizmetlerin kısa sürede karşılanması amacıyla merkezi hükümetin bakanlarını temsil gücüne sahip olarak   yetkileri kullanabilen  ikinci  Umumi Müfettişlik teşkilat kurulur. 

Buraya kadar Trakya’da kurulan Umum Müfettişliğin hangi şartlar nedeniyle  gerekli görüldüğünü anlatmaya çalıştım. İbrahim Tali Öngören‘nin yerine gelen Kazım Dirik’in yaptığı hizmetleri anlatırken bu tarihsel arka planın bilinmesinde fayda var çünkü. 

Kâzım Dirik İzmir Valisi iken 9 Ağustos 1935 tarihinde çıkartılan kararname ile Trakya Umum Müfettişliği görevine tayin olur. Trakya halkı bu tayini büyük bir sevinçle karşılar. Çünkü kendisi İzmir Valisi iken ünü bütün ülkeye yayılmıştır.

 8 Ağustos tarihli Yeni Asır gazetesi tayini   haber yaparken “İzmir Dirik Valisini Kaybetti” diyerek başlık atar. 9 Ağustos tarihinde  aynı gazetenin başyazarı  ise “Biz Kaybettik, Fakat Trakya Büyük Bir Kuvvet Kazandı” der. 

 Büyük takdir ve beğeni toplayan hizmetleri olan böyle birinin Trakya’ya gelmesi herkesi memnun etmiştir. Trakya gerek coğrafi yönden taşıdığı stratejik önemi nedeniyle  gerekse sürekli göç alan toplumsal yapısıyla  hükümetin üzerinde duyarlılıkla durduğu  bir bölgedir. 

Edirne tren garında Edirne Valisi ve Müfettiş Vekili, tarafından törenle karşılanan Kazım Dirik daha sonra Cumhuriyet gazetesi muhabirine  verdiği demeçte şunları diyecektir:

“Trakya Genel Enspektörlüğü’ne atanmakla önemli bir bölgenin yükünü üzerime almış oluyorum. Bunu çok şerefli bir vazife telakki ediyorum. 

10 yıl çalıştığım İzmir bölgesinin heyecanını ve temiz duygularını buraya getirdim. Bütün arkadaşlarla köylü ile el ele vereceğiz. Yeni bir sevinç ve yeni heyecan vasıtasıyla çalışacağız. Atatürk davasını ve büyük rejimin isteklerini yavaş yavaş fakat durmadan yerine getireceğiz. Trakya ve Edirne bizim ülkümüzü dinamik tutan tarihsel işlerle doludur. O’nun sevgisi sarsılmaz bir aşk halindedir. Selimiye abidesi, bir dindar gözüyle değil, ulusal duygunun en parlak heyecanıyla ve ucunda bir eşi bulunmayan yüksek teknik bedialarıyla içimizde ve gönlümüzde tutuşan bir ateştir. 

Kutlu topraklarımız çok verimlidir. Her şey yetiştirilebilir. 

Bayındırlık, ekonomi, kültür, tarım ve sağlık bakımından gereken işler sıra düzeniyle yapılacaktır. Köylülerimizin kalkınmasına çok önem verilecektir. 

Göçmen kardeşlerimizin işleriyle hararetli surette uğraşıyoruz. 2-3 ay sonra çıkacak satış kooperatifleri kanunu Trakya bölgesindeki bütün ürünleri bilhassa peynirciliği, şarapçılığı, balıkçılığı sımsıkı tutacağız. Eskiden çok iyi denenmiş olan patates ürünü ve yaş meyve satışlarıyla ihracatın gelişmesi yollarını araştıracağız. Bütün Trakya’da ürünlerin ıslahı için büyük tedbirler alacağız. 

      Bataklıklarla sıtma mücadelesi önünde önemle duracağız. Yeniden bir çok çiftlikler açacağız. Vilâyetlerde köy büroları açarak köylünün kalkınmasına dikkat edeceğiz. Her tarafta koru orman yetiştireceğiz. 

Gençliğin yükselmesine halkımızın neşesine biraz da sanat hayatına önem vereceğiz. Bazı şartlara özen vererek Edirne’mizi turizm için önemli bir kaynak yapacağız.”(*)

Bu sözler  yapılacak işlerin kapsamını gayet iyi özetlemektedir. Elde edilen sonuçlara bakıldığında Kazım Dirik paşanın her zaman kanıtladığı gibi verdiği söze daima sadık kaldığı görülecektir. Ölümüne kadar yaklaşık  altı yıl çalıştığı görevinde  kendisinden beklenenler fazlasıyla yerine getirmiş, ömrü boyunca kanıtladığı gibi yaratıcı, fedakar ve azimli tutumundan hiç vazgeçmeden çalışmış biridir o. İşini hayatının merkezi yapmış bir idareci olarak sağlığını hiçe sayarak inandığı doğrulardan vazgeçmeyen ısrarı nedeniyle sonunda  hastalığına  yenik düşmüştür. Hayatı boyunca, görüşlerini eleştiren, aleyhinde çalışan, Atatürk’e varıncaya kadar en üst makamlara şikayet edenleri de  eksik olmamıştır Kazım Dirik hepsiyle korkusuzca hesaplaşmayı başarır, hazırlanan tuzaklardan kurtulurken daha fazla göze girer. Bundan sonra anlatacaklarımı okurken takdir gören bu başarılarının değerini daha iyi anlayacaksınız. Ancak bundan önce bir devlet adamı olarak Kazım Dirik’i farklı kılan ve  kendisinden sonraki kuşaklara örnek teşkil edecek özelliklerine değinmek istiyorum. 

Kâzım Direk bir kahraman değildir, ama bağlı olduğu liderine  ve ideallerine sonuna kadar sadık bir yol askerdir. 

Kâzım Direk hedefleri belirleyen biri değildir, ama liderinin verdiği her görevi karşılıksız ve  sadece işi olarak benimsediği için inanarak yapan ve inatla en iyi başarabilen bir uygulamacıdır. 

Kâzım Direk müthiş bir detaycıdır. Ayrıntıdaki nedenselliği keşfeden, başarıya giden yolu tasarlayan  pratik bir dehadır. Böyle insanların elinden her iş gelir. Bir çözüm sihirbazıdır. 

Ülkesine ve halkına hizmet etmeye kendisini  adamış biridir. Cumhuriyet kuruluş yılları bu türde insanların olağan üstü çabalarının eserleriyle doludur. 

Kâzım Direk siyasetin emrindedir ama bir siyasetçi gibi  davranmayı sevmez. Doğru olanı yaparken siyasi hesapları kaale almaz. Mustafa Kemal Atatürk’ün en başından beri hep yanında yerini alarak güvenini kazanmasında bu farklılığın önemli bir payı vardır denebilir. Onu sevmeyenler bu nedenle belki Atatürk’e kızamadıkları için öfkelerini kendisinden çıkartmışlardır.

Kâzım Dirik prensiplerine bağlığı  kendisini olduğundan  daha katı gösteren bir mizaca sahiptir. Ancak bu kararlı duruşu kadar hayallerinin peşinde koşan çocuksu  bir heyecana da sahiptir ve bu onun şaşırtıcı kararlar almasına yol açar. 

Bütün bunlar Kazım Dirik’in çalışma tarzına yansıyan, onu halkın nezdinde farklı kılan özelliklerdir. Belki bu kadar çok sevilmesini de ancak böyle anlamak mümkündür. 

(*) Yeliz Batı, General Kazım Dirik ve Trakya Umum Müfettişliği, 2008.


(Devam Edecek) 

Kaynaklar:

- Engin Çağdaş Bulut, Devletin Taşradaki Eli: Umum Müfettişlikler, Karadeniz Teknik Üniversitesi, 2015.

- Yeliz Batı, General Kazım Dirik ve Trakya Umum Müfettişliği, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Edirne 2008.

-Murat Burgaç, Trakya Umum Müfettişliği, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişhehir 2010.

-Gürsel Özgür, Komutan ve Bürokrat Olarak Kazım Dirik, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitiüsü, İstanbul 2006.

KIRKLARELİ BELEDİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU 1870-2024

ARIL Barış Toptaş – Kırklar BARIŞ TOPTAŞ İçindekiler Tablosu Kırklareli Adının Tarihçesi 1 Kırklareli’de İdari Yapılanma...