16 Aralık 2022 Cuma

ATATÜRK KIRKLARELİ'NE GELİYOR - 20 Aralık 1930

 







-Bölüm 1-

Hazırlayan: Hasan ÇALIKUŞU


20 Aralık 1930 Cumartesi günü yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ulusumuzun kurtarıcısı, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk Kırklareli’ ye gelmişti. O gün Kırklareli tarihinin en güzel, en müstesna ve coşkulu bir günü olmuştu.


“Kırklareli’nde halkın çok hassas, millet ve memleket işlerinde çok alâkalı ve heyecanlı olduğunu gördüm. Faaliyetinizi de işittim. Burada geçirdiğim iki gün zarfında edindiğim hislerle, hatıralarla sizden ayrılıyorum.”


Gazi Mustafa Kemal


KAYNAKLAR:

Kırklareli Vilayetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik - Ali Rıza Dursunkaya 

Ali Arslan Arşivi

Ali Coşkun Yanardağoğlu Arşivi

Atatürk’ün Kırklareli’ne Gelişi - V.Türkan Doğruöz, Kırklareli, 2011

Prof.Dr. Hüseyin Salman Arşivi

Atatürk Kırklareli'nde- Nazif KARAÇAM

Atatürk Kırklareli'ne Neden Geldi - Macit SABIR

Barış Toptaş https://www.trakyagezi.com/gazi-mustafa-kemal-ataturkun-kirklareli-ziyareti/

Derinsu 39 Kırklareli Arşivi

Tahsin Cicioğlu Arşivi

https://islamansiklopedisi.org.tr/turk-ocagi

https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk_Ocaklar%C4%B1

https://archives.saltresearch.org/handle/123456789/20906

Yılmaz Özdil, Anka Kuşu, S:60

http://gorunumgazetesi.com.tr/haber/37563/gazi-trakyaya-hareket-ediyor.html

https://galeri.uludagsozluk.com/r/atat%C3%BCrk-%C3%BCn- 

https://www.alpullu.org/F/sakir_kesebir.html

10 Aralık 2022 Cumartesi

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN



Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı bu bölümde geçen yazıda anlatmaya başladığı Sulhi'yi  şiirlerinden yeni örnekler vererek tanıtmaya devam ediyor. 1887-1931 yılları arasında yaşamış olan Sulhi anlaşılıyor ki Vahit Lütfi Salcı ile yakın dostlukları olan biri. Bu yazıyı okuyuncaya kadar adından söz edildiğini duymadığım Sulhi hakkında benim bulabildiğim tek kaynak Nazif Karaçam'ın yazdığı  Kırklareli'ni Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar kitabı. Orada da kaynak yine Vahit Lütfi Salcı'nın aşağıdaki yazısı. Oysa Sulhi şiirlerini okuduğunuzda anlayacağınız gibi güçlü bir şair. Nedense kimse Vahit Lütfi Salcı'dan sonra merak edip de yeni bir bilgiye ulaşma gayreti göstermemiş. Bundan sonra gösterilir mi, o da şüpheli. Oysa Kırklareli Üniversitesi ve Edirne'deki Trakya Üniversitesi akademisyenleri şimdiye kadar bu konuda bir araştırma yapmış olmalıydılar. Bizden hatırlatması.)


Kırklareli Halk Şairleri-6

Sulhi aslen Lüleburgazlı'dır. Eski beyler soyundandır. Misinli Çiftliği sahipleri Süleyman ve Ali Beylerin yeğenidir.  Fakat bu beylikle iftihar etmez. Mütevazı ve kalender ve rind bir Bektaşi idi. Lakin her zaman zem edilmekten korktuğu için başkalarından Bektaşiliğini gizlerdi. Bu sebeple de eserleri ve şairliği gizli

kalmıştır.  Sulhi hakikaten çok kudretli ve eserlerine yaklaşılmaz eserler veren lirik bir halk şairiydi.  Şair, hayatını Edirne Kırklareli ve Trakya'nın diğer kasabalarında reji idaresine Ziraat memurluğu ile geçirmiştir.  Kendisinin bu kadar bu kadar kudretli  bir şair olduğunu yakın arkadaşları bile bilmiyordu.  Bundan yedi sekiz sene evvel Edirne Tütün inhisarı  Ziraat Müdür Muavinliği'nde iken ölmüştür. Üç yüz dört  doğumludur. Genç denecek bir yaşta iken öldüğü için edebiyat alemimiz mühim bir şairini kaybetmiştir.

Eserlerini mistisizm tarzında ve ondan kuvvet alarak yazardı. Baş döndürücü ve vurucu bir kalemi vardı. Onun en ziyade coştuğu zamanlar Balkan Muharebesi cereyan ettiği ve ondan sonraki birkaç seneler idi. Her gün beraberdik.  Unkapanı ve Balat meyhanelerinde oturarak içer ve içer, yazar ve yazar,  coşar ve coşardı. Balkan Muharebesi için (Balkanlılara) başlığı ile uzun bir manzumesi vardır ki bu bir şaheserdir. Onu ayrıca neşredeceğim.

Sulhi'nin  (Bektaşi nefesleri) tarzında yazdığı iki manzumesini daha burada örnek olarak verelim:

-1-

Ey zahit  sen bizi sanma günahkar,

Günahımız yoktur sevabımız var.

Gördüğümüz demi hoş görür settar

Bu sırra Kur'anla cevabımız var.

*

Faslımız baisi azaptır sanma,

İçtiğimiz haram bir abdır sanma,

Bize haram olan şaraptır sanma,

Cennet ırmağından şarabımız var.

*

Elest bezmindeki ahdü ikrardan,

Ayrılmayız asla biz o imandan,

İsmail'e  nazil olan kurbandan,

Soframızda meze kebabımız var.

*

Haktan bize her dem hidayet olur,

Muhammed Alli'den inayet olur,

Saz çalmak Allaha ibadet olur,

Davut peygamberden rübabımız var.

*

Şu aneye değin kalu beladan,

Haberimiz var her bir maceradan,

Bu (Sulhi) ye  ihsan olmuş hudadan,

Okuyoruz işte kitabımız var.

-2-

Tarikatsız mümin olmaz kimse,

Nuru nübüvvetle dolamaz kimse,

Hakkı, peygamberi bulamaz kimse,

yatıp kalkmakla divara karşı.

*

Allah gözlerine çekmiş bir perde,

Yok dersin Allahı gökte ve yerde,

Göstereyim gel de Hakkı gör nerde,

Seç de eylesin diye didara karşı.

*

Epsem ol ey (Sulhi) nasıl ersin sen,

Halli müşkül ağır söz söylersin sen,

Hazer kıl belki hata edersin sen,

Haydari kerrare, hünkara karşı.

İşte bu kadar ateşin ve heyecanlı Kırklareli bir şairde tetkiksizlik ve alaksızlık yüzünden bugüne kadar Türk edebiyatı tarihine geçmemiş, ve unutulmuş kalmış olan Türk halk şairleri arasına katılmış gitmiştir. Bunları bulmak memleket gençliğine düşen vazifedir. Gönül istiyor ki Halkevimizin edebiyat kolu bu yüksek ruhlu şairleri daha etraflı tetkik ile memleket edebiyatı tarihine geçirebilsin. Kendi bulamazsa bulabilsin bunu bir bulabilecekleri bulmasını bilebilsin.

Gelecek yazımızda Kırklarelili Hacı Rasih'i anlatacağız.


Trakyada Yeşilyurt, 21 Haziran 1937. s.2.

Yardımcı Sözlük:

Rind: Görünüşe ve dünya işlerine kıymet vermeyen.

Zem Etmek: Çekiştirmek, yermek.

Settar: Kullarınıın hata ve günahlarını bağışlayan anlamımda  Allah için kullanılır.

Bais-i azap: Acıya sebep olan şey.

Ab: Su.

Bezm-i Elest: Allah’la yaratılışları sırasında insanlar arasında yapıldığı kabul edilen sözleşme için kullanılan bir tabirdir. Farsça’da “sohbet meclisi” anlamına gelen bezm kelimesiyle Arapça’da “ben değil miyim” mânasında çekimli bir fiil olan elestüden oluşan bezm-i elest terkibi, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” hitabının yapıldığı ve ruhların da “evet” diye cevap verdikleri meclis anlamını ifade eder. Bu tabirdeki “elest” kelimesi A‘râf sûresinin 172. âyetinden alınmıştır. Bu âyette, geçmişte Allah’ın Âdem oğullarından yani onların sırtlarından (veya sulplerinden) zürriyetlerini çıkardığı, kendilerini nefislerine şahit tuttuğu ve onlara, “Ben sizin rabbiniz değil miyim” diye hitap ettiği, onların da “evet” dedikleri belirtilmiştir.( İslam Ansiklopedisi)

Ahdü İkrar: kabul için söz vermek.

Hidayet: Dağru yol, hak yolu.  Nazil olan:  Yukarıdan aşağıya inen, bildirilen.

İnayet: Lutuf, ihsan, iyilik.

Rübab:   Dize veya bir yere dayanarak çalınan saz.

Kalu Bela: İnanca göre, Allah dünyayı ve içindeki varlıkları yaratmadan önce insaların ruhlarını yaratmıştır. Allah hepsini birden huzurunda toplamış ve "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sormuştur. Bu konuşmanın vuku bulduğu zamana Kalu Bela denir.

Huda: Allah, Tanrı, Cenabıhak.

Nübüvvet: Peygamberlik.

Divar: Eski metinlerde duvar kelimesi.

Didar: Güzel yüz, çehre.

Epsem: Dilsiz.

Haydar-i kerrar: Döne döne, tekrar tekrar düşmana saldıran kimse


6 Aralık 2022 Salı

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN

Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı bu bölümde Şair Sulhi'yi anlatmaya başlıyor. Okumalarım ilerledikçe bazı konularda zorlanmalar da yaşıyorum. Bunlardan birisi coğrafi yer adlarının, tarih içinde yer değiştirmiş olmasından kaynaklanıyor.  Mesela, artık Bulgaristan topraklarında kalmış, Ahtapoğlu, Vasilkoz gibi yer adlarını öğrenmek için ayrı bir araştırma yapmanız gerekiyor. Ahtapol bir liman kazası. Burasının ilginç bir tarihi var. Ama Vasilkoz adını öğrenmem biraz zaman aldı. Betül Konyar'ın Kırklareli İl Merkezi Yer Adları İncelemesi'ne bakmam gerekti. Orada Vasilkoz adı Vahit Lütfi Salcı'nın hayatı anlatılırken çalıştığı yer olarak belirtilmişti. Ama asıl aradığım bilgiye Prof. Dr. Ramazan Özey'in "19. Asırda Edirne Vilayeti Coğrafyası" makalesinde ulaştım. Burada, Edirne Vilayetine bağlı bütün sancak, kaza ve nahiye isimlerinin arasında  Vasilkoz, Kırkkilise sancağına Bağlı Ahtapolu kazasının nahiyesi olarak geçiyordu. 

Yaşadığım başka bir zorluk, dil ile ilgili. Burada iki türlü bir handikap ile karşılaşıyorsunuz. İlki, yazarın kullandığı anlatım biçiminden kaynaklanıyor. Kurallarına uygun doğru haliyle yazmaya çalışsanız da bazen orijinal haliyle  bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Dönemin koşullarından kaynaklanan dizme hatalarını da göz ardı etmemek gerekiyor ayrıca. Bütün bunlar, 1937 yılına ait bir gazeteden bu güne taşımak istediğiniz bir kaynağın doğru bir yöntemle değerlendirilmesini zorlaştıran nedenler.

Okuduğum yazıyı hem anlaşılır kılmak hem de özünden koparmayarak aslına uygun haliyle tanıtmaya çalışmak bana doğru geliyor. Özellikle aktarılan şiirlerde kullanılan ifadelerde aslından ayrılmamaya özen gösterdim. Bu konuda meraklı okuyuculara da iş düşüyor. Bu konuda okuyucunun çabasını da gerekli görüyorum. 

Yazının altına küçük bir sözlük koymayı sürdüreceğim. Ayrıca bu yazıda gördüğünüz gibi önemli isimler için açıklama dip notlarını da bulabileceksiniz. Bu isimlere ait web bağlantılarını da oluşturmaya başladım. Merak eden okuyucu ismin üzerinden bu erişimi yapabilecekler.

Vahit Lütfi Salcı'nın yazılarını okurken aslında tarihin içinde çok yönlü bir  yolculuğa çıkıyorsunuz. Aslında beni bu yazıları okurken heyecanlandıran özellik de bu oldu diyebilirim. Okudukça anlıyorsunuz ki şimdilerde unutulmuş bir çok kültürel öge ile gizli kalmış inanç sistemleri, yaşadığımız coğrafyanın toplumsal tarihiyle iç içe geçmiş durumda. Bu güne kadar bunları yeteri kadar incelememişiz, merak etmemişiz ne yazık ki. İşte Vahit Lütfi Salcı yıllar önce bunu yapmayı başarmış bir araştırıcı. Onun değerinin farkında olmayan çok yaygın bir kitle var hala ve bu durum gerçekten ciddi bir eksiklik. Bu yazıların  tamamını okurken merak uyandıracak çok ilginç başka konulara da rastlayacaksınız. Eminim okurken benim kadar ilginizi çekecek ve heyecanlanacaksınız. )

Kırklareli Halk Şairleri-5

Balkan Harbi patladığı zaman ben ( O vakit Kırkkilise mutasaraflığına tabi) Ahtapoğlu (1) kazası (Vasilkoz) (2) tahrirat katibi idim. Bütün memurları ile İstanbul'a hicret ettik. Şairin "Canan da muhacir oldu" dediği gibi biz de muhacir olduk.  O sıralarda bir akşam istanbul'da bektaşi ceminde  de bulundum. Benim Kırklareli'nden geldiğimi bilenler bana orada bulunan bir genci takdim ettiler. "Kırkkiliseli Salih Bey" dediler.  Bu genç sarışın ve mavi gözlü ve ateşin bir genç idi. O  da benim gibi muhacir olmuştu. İşte bu genç Salih Sulhi idi.

Artık onunla sıkı fıkı arkadaş olmuştuk.  Her günümüz her diyecek kadar beraber geçiyordu. Onun ne kadar ince bir şair olduğunu o zamandan anlamıştım.  Yazdığı şiirleri bana sevinçlerle okuyordu.  Fakat doğrusu ya, ilk önceleri ondan bu kadar ince san'at ummuyor ve o şiirlerin onun olduğuna inanmamak günahına giriyordum.  O kadar güzel o kadar san'atlı idi.  Sonraları benim yanımda yine o derece kuvvetli şiirler yazdığını görünce yaptığım günahtan tevbe ve istiğfar ederek onun şairliğinin kudretine iman ettim.  O zaman aslen Prevezeli olup bahriye zabitlerinden bulunan  ve;

Yarab senin mekanın yok,

Hem dinin hem imanın yok,

Elmasın yok boncuğun yok,

Karın, kızın, çocuğun yok.


                   *

Yatağın yok yorganın yok,

Herbir şeyden münezzehsin

Aban, keben,  gocuğun yok,

Lemyelid ve lemyuledsin.


Gibi İstanbul divan edebiyatı şairlerinin bile dikkatini çekecek derecede mistik  şiirler yazan meşhur (Edip Harabi) sağ idi.  Bugün Türk edebiyatı tarihinde önemli bir yer alan bu Harabi o sıralarda her gün manzumeler yazıyor ve bu manzumeler hayranları arasında elden ele dolaşıyordu. Sulhi de Harabi  gibi yazıyor ve ona tamamiyle  bir rakip kesiliyordu.  Harabi'nin ve Sulhi'nin eserlerini okuyanlar bu eserleri birbirinden ayırt edemiyorlardı. Mübalağa ediyorum sanılmasın,  çok defa Sulhi, Harabi'yi geçiyordu bile.  Harabi eserleriyle mağrur olan ve kendi kendine yüksek kıymetler vermek itiyadında  bulunan bir zat olduğundan Sulhi'nin kıymetini inkar edememek mecburiyetine düşünce onun için : "Benim nushai saniyem" diyordu. Bunun içindir ki bugünkü araştırıcılar Harabi ile  Sulhi'yi birbirine karıştırmak yanlışlığında bulunuyorlar. Çok iyi bir edebiyat bilgileri olan Bay Sadettin Nüzhet (3) bile neşrettiği (Bektaşi Şairleri) adlı kitabında Sulhi'nin olduğunu pek yakından bildiğim şu nefesi o kitapta Harabi'ye mal etmek hatasını düşmüştür:

Ey sofu Cenabı halikı mutlak,

Bu şarabı bize en'am eylemiş.

çok medthetmiş kur'anında açta bak,

Mümin olanlara ikram eylemiş.

                       *

Vakti saadette rezalet eden

Muhammed Ali'ye  adavet eden,

Evladı Resule hıyanet eden,

Münkir munafıka haram eylemiş.

                      *

Biz içeriz Lakin etmeyiz isyan,

Helal etti bize anınçün Sübhan,

Namaz kıldırmaya bile her zaman,

Bir piri mugan iman eylemiş.

                       *

Zemzemi terkedip geçelim deyu,

Haram helalden seçelim deyu,

Mukaddes şarabı içelim deyu,

Allah bize mahsus selam eylemiş.

                       *

Ey hoca bu sırra değilsin agah,

Anınçün şaraptan edersin ikrah,

Şu kalbi Sulhi'ye  Hazreti Allah

Bu doğru sözleri ilham eylemiş.

---Arkası var---

Trakya'da Yeşilyurt, 14 Haziran 1937. S. 2-3.

Sözlük:

İstiğfar: Tövbe etme. Münezzeh: Arındırılmış olan.  Kebe: Kalın keçeden yapılmış çoban gocuğu. Nusha-i saniye: İkinci nüsha; birbirine çok benzeyen. Halik-ı mutlak: Mutlak yaratıcı. En'am: Yaratılmış olan bütün mahlukat.    Münkir: Reddeden, kabul ve itiraf etmeyen. Munafık: İçi başka, dışı başka oşan, iki yüzlü,ara bozucu.  Sübhan: Her türlü kusurdan , noksandan uzak olan anlamında Allah'ın isimlerinden biri. Piri-i mugan: Meyhaneciler.

Açıklamalar:

(1) Şimdi Bulgaristan sınırları içinde kalmış, Osmanlı kaynaklarında "Ahtabolu" adıyla geçen kasaba, 1878-1912 yılları arasında Edirne Vilayetinin Kırkkilise sancağına bağlı  bir kaza merkeziydi. Evliya Çelebi 1663 yılında buradan geçmiş ve Seyahatnamesinin 6. cildinde kasabadan "Ahtabolu" olarak bahsetmiştir.

(2) Ahtapoli kazasına bağlı bir nahiye adı.

(3)  Sadettin Nüzhet Ergun, Edebiyat tarihi üzerine öğretmenlik yıllarında çalışmaya başlamış, halk şiirinden divan edebiyatına ve çağdaş Türk edebiyatçılarına kadar geniş bir çerçevede çalışmalarını sürdürmüştür. İsmi, edebiyat tarihi çalışmalarında Âgâh Sırrı Levend, Ahmed Hamdi Tanpınar, Mustafa Nihat Özön ve İsmail Habib Sevük ile birlikte anılan Sadeddin Nüzhet, Köprülü’den sonra Türk edebiyat tarihi sahasında yetişen en büyük âlim olarak görülmüştür .


3 Aralık 2022 Cumartesi

VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN KIRKLARELİ HALK ŞAİRLERİ

 Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı bu bölümde geçen yazıda kaldığı yerden Hayrani'yi anlatmaya devam ediyor.)


Kırklareli Halk Şairleri 4

Hayrani'nin bütün manzumeleri gösteriyor ki hakikaten kudretli ve lirik bir şairmiş. Hele bu yukarıdaki mistik düşünüşler çok cesaretli düşünceler ve yazılardır.

O zaman garp medeniyeti bile İsa'ya Musa'ya bu kadar çıkışmazlarken şarkta bir Türk şairinin böyle söyleyebilmesi tarihe önemle geçecek bir iştir.

Şairin bazı seyahatine ve seyahatten sonra da Kırklareli'ne dönmesine dair manzumeleri de vardır:

Karaabalardan ta gaiblere

Bağrı yanık yalın ayak yürüdüm

Oradaki yatır evliyalara

Niyaz ettim yüzüm, gözüm sürdüm. 

               *

Oradan da Belenören'e gittim,

Veli babayı da ziyaret ettim,

Hastalandım dermanımı tükettim

Veremler gibi al kanlar tükürdüm.

                *

Erenlere yalvardım elli himmet,

Bir ay sonra vücudum buldu sıhhat,

Artık dönmek  için aldım icazet,

Aynı cemden  taze güller getürdüm.

               *

Günlerin birinde Kırkseye döndüm, (**)

Ehlibeyt aşıklara mihman kondum,

Anların ceminde birlik bulundum

(Hayrani) yim hayran hayran göründüm.


Hayrani'de mistik mefküreden başka yurt mefküresi de vardır.  Çöke'deki  Muhittin Abdalı methederken onun bir yurt fatihi olduğunu da söyleyerek iftar ediyor.


Seyit Ali sultanın arkadaşı

çökede yatan Muhiddin Abdaldır.

Selime sultanının öz karındaşı

çökede yatan Muhiddin Abdaldır.

                  *

Türbesinde hastaları sağlayan,

Gönüllerde himmetleri çağlayan,

Münkirleri ikrarına bağlayan,

çökede yatan Muhiddin Abdaldır.

                     *

Kerameti vardır cinde, peride,

Gazalarda göründü ileride,

Rumelini fethedenin biri de,

çökende yatağın Muhiddin Abdaldır.

                      *

Dervişlere güzel güzel  pend eden,

Tığı bendi boyunları kemend eden,

( Hayrani) yi kendine bend eden,

çöküde yatan Muhittin Abdaldır.

                       *

Hayrani evli miydi, bekar mıydı bunu da bilmiyoruz.

Şairin büyük bir destanı var. Kırklareli'nin mahallelerini sayıyor. Gerdanlı Çeşme'de bir ak gerdanlıya, Karakaş mahallesi'nde bir karakaşlıya  vurulduğunu, bunun için Sultan bayazide (mahalleye) bir arzuhal verdiğini, Hatice Hatun'un( bu da Mahalle) kendine derman tasfiye ettiğini söyleyerek çok güzel zarafetlerde bulunuyor.  Bu destan uzun olduğundan ayrıca yazacağım. Nihayet anlaşılıyor ki Hayrani Kırklareli'ni  çok içten tanımış bir Kırklareli Halk şairidir.

Gelecek yazında Şair (Sulhi) yi anlatacağım.

(**) Kırklareli'ne Kırkkilise denildiği zaman halk sadece (Kırkse) derdi.

Trakya'da Yeşilyurt, 7 Haziran 1937. s.2

Mihman: Misafir, konuk. Münkir: İnkar eden. Pend: Öğüt, nasihat. Tığı bend: Tığı bağlayan.


VAHİT LÜTFİ SALCI'NIN KALEMİNDEN KIRKLARELİ HALK ŞAİRLERİ

 Akın Güre

(Vahit Lütfi Salcı'nın yazılarına Hayrani ile devam ediyoruz. Yazının orijinalindeki yapılan alıntılarda bazı sözcüklere açıklık ve  kısaltma getirdim.)

Kırklareli Halk Şairleri 3 

Kırklareli'de (Hayrani) isminde bir halk şairi varmış. Bu Şair hakkındaki tetkik menbalarımın  şimdi ikisi de Dünyadan Göçüp gitmiş olan iki zattır. Bunlardan birisi Kırklareli'nde Tatar İbrahim ağa (Jandarma zabitliği eden Tatar İbrahim ağa değil) birisi de Tekirdağ'a yakınında bulunan (Klaguzlulu) )köyünden Şaban Sırrı babadır.  Hayrani Tatar İbrahim Ağa'ya her zaman sık sık misafir olurmuş. Bu zattan şairin hayatı hakkında malumat edindim. Şaban Sırrı babanın babası Ahmet Abdal baba da  Kırklareli Alevi köylerinde (irşat için) dolaşırken Hayrani de onunla beraber gezer,  muhabbet ve cem'lerde beraber bulunurmuş. Burada göstereceğim eserlerini de bu Şaban Sırrı babanın mecmuasından aldım. İstanbul'da Fatih'te millet kütüphanesinde de Hayrani namına bir kaç manzum eserler vardır. Fakat o Hayrani, bu Hayrani midir? Bunu kestirme  olarak söyleyemem

Hayrani aslen Şimdi Bulgaristan hududuna yakın olan (Karaabalılar) köyünden imiş. Hangi tarihte doğduğu ve hangi tarihte öldüğü bilinmiyorsa da on dokuzuncu  asrın ortalarında mebzul eserlerini vermiş ve yine bu asrın sonlarına doğru ölmüş olduğu eserlerinden ve rivayetlerden anlaşılıyor. Eskiden alevi mezhebinde bulunan amuca kabilesi ihtiyarlarından duyduğum bir rivayete göre de Karaabalılar köyü mer'asında bir Bulgar köyü varmış.  Köyde bir kaç hanede biraz Türk varmış.  İşte Hayrani bu köyden imiş.

Hayrani ilk önce  Bedrettini tarikatından imiş.  Sonra Ahmet Abdal babaya intisap ederek Bektaşi olmuş. O zaman derviş ve halk şairleri gibi birçok seyahatler yapmış. Köyüne pek nadir  olarak uğramış. Trakya mıntıkasında bulunduğu zamanlar en çok Kırklareli'nde bulunmuş olduğu eserlerinden anlaşılıyor.  Bir koşmasında Kırklareli'ni (sevgili yurdum) diye anıyor. O koşmayı buraya naklediyorum:

Hele bakın yezitlerin işine

Bizim bacılara nisa demişler (*)

Muhammet Peygamberin eşine

Hatice ana huyrunnisa demişler.

                         *

Kapının kilidine vurdum perçin,

Ağladım, ağladım hep senin için.

Meryem ananın doğurduğu p...

İsmine Hazreti İsa demişler.

                          *

Sözümü sakın atmayın yabana

Tilki girmez kolay kolay kapana.

Kırda koyun otlatan bir çobana

Keramet gösteren Musa demişler.

                           *

(Hayrani) yar elinden oldu nalan,

Yalvardığım ona geliyor yalan,

Benim candan sevgili yurdum olan

(Kırk kimse) ye (Kırkkilise) demişler.


(*) Alevi kabileleri kadınları (bacı) derlerdi.


Trakya'da Yeşilyurt Gazetesi, 31 Mayıs 1937.  s 1-4.


Nisa: Kadın. İrşat: Hak yolunu gösterme. Mebzul: Fazlasıyla bulunan. Nalan: Ağlayan, feryat eden.  


KIRKLARELİ BELEDİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU 1870-2024

ARIL Barış Toptaş – Kırklar BARIŞ TOPTAŞ İçindekiler Tablosu Kırklareli Adının Tarihçesi 1 Kırklareli’de İdari Yapılanma...