15 Mayıs 2022 Pazar

GİZEMLİ KIRK SÖYLENCESİ VE KIRKLARELİ’ NİN ‘’KIRKI’’


 Ahmet Rodopman 

Kırklareli’ nin isminin nereden geldiği ile ilgili tarihi bilgi ve belgeleri derlemeye çalışırken, aslında Kırk sözcüğünün asıl rolü oynadığını çıkarsadım. Ardından şu kırk sözcüğünün etimolojisi(köken bilim)ni araştırmanın daha mantıklı olabileceğini düşündüm. Bunun içinde tarihteki ilk yazılı metinlerden başlayarak, sözlü aktarımlara ve ilkel toplumlardan başlayarak oluşturulan kültürel birikimlere eğilmek zorunluluğu duydum.

Dünyaya gelişimizden başlayarak, anlamasak da ilk ve en çok duyduğumuz sözcüklerden birisi de ‘’Kırk’’ sözcüğüdür. Çünkü annemizin rahminde 40 haftalık bir saltanattan sonra dünyaya gözlerimizi açıyoruz. Ardından, Kırkı Çıkmak, Kırkını Çıkarmak, Kırkını Uçurtmak la hayatımıza giren Kırk sözcüğü, bu dünyadan ayrılıp, ebediyete karışıncaya değin insanı bırakmaz. Öldükten sonra bile Kırkı sayılır, Kırkı dolması beklenir, ardından dualar okutulur, hele Kırk Hoca yı toplayıp, dua okutup, yemek verip, helva dağıtılırsa yattığı yerde rahat edeceğine inanılırsa, kırk söylencesi beşikten, mezara kadar insanlığın peşini bırakmıyor diyebiliriz. Bu kabullenişler anadan kıza, babadan oğula, nesilden nesile aktarılarak sürüp gelmiştir günümüze değin.

Evet bu gelenek Orta Asya’ dan başlayarak tarih boyunca Türklüğün  yayıldığı tüm coğrafyalarda etkinliğini sürdürerek gelmiştir. Ancak bu belli sayılara bir takım anlamlar yükleyip kutsamak sadece Türk ve Müslüman aleminde değil de yeryüzündeki, her din ve ırkta da,  yani  tüm insan topluluklarında göze çarpmaktadır. 1,2,3,5,7,9,12,13,19.21,40, 48, 52,72,100 gibi sayılar farklı toplumlarda farklı anlamlar yüklenerek günümüze kadar sürmüş ve bir çoğumuzun da yaşamını etkiler hale gelmiştir.

Dünya üzerinde ister dini, ister din dışı inanışlarda değişik sayılara değişik anlamlar yüklenirken kentimize neden kırk sayısı yakıştırılarak bir ad verilmiş olduğuna  şimdiye kadar net bir yanıt verilememiştir. Çeşitli yakıştırma ve benzetmelerin olduğunu eski belgelerde görebiliyoruz. ‘’ Kentimizin Öyküsü ‘’ adı ile yazdığım yazı dizimde günümüzden 7.900 yıl önceden başlayan Kırklareli tarihinde değişik zamanlarda farklı isimler ile anıldığını gördük. Bunlardan Herakliya, Vrisium, Verisse, Bozili, Narisse  Roma imparatorluğunun Kırklareli’ye hakim oluncaya değin verilen isimler olarak tarihte yerlerini almışlardır. Tarihsel süreç içinde milat denilen tarih, Kırklareli adı için de bir hayli önemli olduğunu anlıyoruz. Hıristiyanlığın yayılmaya başlaması ile birlikte tiranlıkla yönetilen Roma topraklarına giren Hıristiyan misyonerler şiddetle cezalandırılmaya başlanmıştır. Özellikle Anadolu’ da çok büyük güçlüklerle karşılaşan ilk Hıristiyan’ lar seneler içinde zor da olsa Trakya’ ya geçmişler ve Roma’ ya doğru yeni dinlerini yaymaya çalışmışlardır. Ancak Roma yetkilileri, kendileri için sakıncalı gördükleri bu yeni dini yaşamaya çalışanları Trakya topraklarında da rahat bırakmamış, korkunç denilebilecek uygulamalarla cezalandırmıştır. Roma askerlerinin hışmından korunmak isteyen Hıristiyan din adamları Trakya’da saklanabilmek için yoğun orman örtüsü olan Istranca dağlarına ve bol miktarda bulunan mağara ve oyuklara sığınmışlardır. Yıllar boyunca Aziz denilen bu ilk misyonerler Kırklareli ve yöresinde sayısal olarak çoğalmışlar ve yeni dini olabildiğince yaymışlardır. Günümüzde yeni yeni keşfedilen mağaralar, o zamanların Azizleri için mükemmel barınma ve saklanma yerleri olduğu sanılmaktadır. Bir çok yazar Kırklareli’ ye ‘’Azizler Yurdu ‘’ (Azizlerin bulunduğu yer), çok sayıda kilisenin bulunduğu yer, Kırkıncı Kilisenin bulunduğu yer, Kırk Azizler Kilisesi anlamına gelen  'Saranta Ekklesies’’ adını vermiş ve uzun yıllar bu isim ile bilinmiştir. Bizans’ a bağlı kaldığı 1300 yıl civarında da bu isim ile anılmıştır. 1360 lı yıllarda Osmanlılar tarafından alınması sonucunda da aynı isim Türkiye Cumhuriyetinin kurulup, 20 Aralık 1924 tarihinde Büyük Millet Meclisinde onaylanarak, yine bir Kırk sayısına bağlı olarak Kırklareli olarak değiştirilmiştir. Bu ismin verilmesinde Kırklareli’ nin Bizans’ lıların elinden alınırken çarpışmalarda şehit düşen 40 Osmanlı yiğidinin değerli hatırasına bağlanması da ilimizin anlamına anlam katmıştır.  Kırklar tepesinde yatmakta olan 40 şehidimizin ruhlarının koruyuculuğu altında mutlu ve huzurlu günler sürmenin sevincini yaşamaktayız.

Kırk Şehidimizi ışıklar içinde kabirlerinde bırakıp, biz şu kırk söylencesinin tarihin derinliklerinden gelirken, günümüze nasıl ve ne şekilde ulaşıp anlamlar kazandığına hep birlikte bakalım. Her belgeyi incelediğimde, her okuyuşumda yeni kırklar ilave etmekten yoruldum desem yeridir. Artık kırklara karışmadan şimdiye değin saptadıklarımı listeleyip, değerlendirmenize sunayım dedim.

’40′ sayısı daha ziyade İslam toplumunun günlük yaşamında en çok kullanılan sayıdır. İçinde kırk sayısı geçen isim ve deyimlerin bazıları şunlardır: Kırkpınar, kırk haramiler, kırk-ikindi yağmurları, kırk dereden su getirmek, kırk bir kere maşallah, kırk ev kedisi, kırk para, kırk yılın başı, kırk yılda bir, kırk yıllık dost. kırk katır mı, kırk satır mı, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırının olması…

Kırk sayısının özel ve uğurlu bir sayı olduğuna, bazı tabiat varlıklarını temsil ettiğine çok eski çağlardan beri inanılır. Dinde, matematikte, astronomide, astrolojide, edebiyat ve tasavvufta ayrı ayrı anlamlan vardır.

Kırk sayısı eski Mısırlılarda gök varlıklarının kendi yörüngeleri üzerindeki dönüm sürelerini gösterir. Tevrat’ta da insanın yaş dönemlerini belirtir. Muhtemelen ‘kırkından sonra azmak’ veya ‘kırkından sonra saz çalmak’ deyimleri de buradan kaynaklanır.

Eski doğu ülkelerinde, Hindistan’da ve Türklerde büyük önem taşıyan kırk sayısı sonradan İslam inançları içerisine girdi. Kırk sayısı Kuran’da ve onun hükümlerine dayanan hadislerde de geçer. Bunların biri de insanın 40 yaşında olgunlaşması ile ilgilidir. Hz. Muhammed’e 40 yaşında peygamberlik verilmesi, İslam dininin doğuşu sırasında ona ilk bağlananların kırk kişi olması, kadınlarda hamileliğin 40 hafta sürmesi de bu sayının kutsallığına olan inancı geliştirmiştir. İnsanın malının kırkta birini zekat olarak vermesi de bununla ilgilidir.

Ayrıca, insanlar tarafından Nuh tufanının 40 gün süren yağmurlardan sonra oluştuğuna, Tanrının Hz. Adem’in çamurunu 40 gün yoğurduğuna, dünyanın sonu yaklaştığında Mehdi’nin kıyametten önce 40 yaşında ortaya çıkacağına ve kırk yıl yeryüzünde kalacağına inanılır.

Doğum yapmış kadınların çocukları ve ölüler için doğumdan ve ölümden sonra, 40 gün geçmesi daha sonra şerbet ve lokma dağıtılması ile ‘kırkı çıkmak’ deyiminin kullanılması da 40 sayısının özelliğine olan inançla ilgilidir.

1, 2, 4, 5, 8, 10 ve 20'ye bölünebildiği için bereketli bir sayı kabul edilen kırk rakamı, gök cisimleri ve gök olaylarıyla ilk defa ilgilenen eski Bâbil'de Ülker yıldızının gözden kaybolduğu kırk günlük süreden sonra yeniden görünmesi üzerine kutlanan yeni yıl bayramı dolayısıyla kutsallık kazanmıştır.

Tarihin eski zamanlarından itibaren birtakım sayılar kutsal ve uğurlu sayılmış, inanç ve gelenekler içerisinde bu sayılara yer verilmiştir. Kırk rakamı da gerek semavî dinlere dayandırılan yorumlar gerekse eski medeniyet birikimleri, mitolojik efsaneler, gelenek, folklor vb. yönlerden Ortadoğu coğrafyası başta olmak üzere Doğu ve Batı milletleri tarafından sıkça kullanılmıştır.

Yirmi sekiz ay konağı ile on iki zodyak işaretinin birleşimini temsilen Stonehenge' deki kırk sütunun kırk adım çapında kutsal bir daire oluşturması, Britanik-Cermen geleneğinde yirmi sekiz kral veya piskoposla on iki mümine işaret eder. Kitâb-ı Mukaddes' e göre Yahuda' yı temsil eden Satürn' ün kırk yönü vardır. Eski Ahid' de insan ömrünün ideal süresi 3 × 40 yıl (120 yıl) olarak gösterilir, İsrail kralları da (Süleyman ve Davud dahil) genellikle kırkar yıl hüküm sürerler. Çıkış ve mabedin inşası sırasında her biri kırk yıllık on iki nesil yaşamıştır.

Ortaçağ Hristiyan tefsiri, tufanı kırk gün olarak belirler ve İsrâiloğulları' nın çölde kırk yıl dolaştığını kabul eder. Hz. Mûsâ' nın Tûr dağında kırk gün kalması, şeytanın Hz. Îsâ' yı saptırmak için kırk gün uğraşması, Mesîh' in mezarda kırk saat yatması (Roma Katolik kilisesinin Kırk Saat Adağı bundan esinlenmiştir), Paskalya' dan önceki Büyük Perhiz' in kırk gün sürmesi ve On Emir’ in dört İncil ile çoğaltılarak kırkı tamamlaması da bu sayının hristiyan geleneğindeki önemini gösterir.

Kur'ân-ı Kerîm' de kırk (erbaîn) rakamı dört yerde geçer. Bunlardan üçü Hz. Musa ve kavmiyle, diğeri de insanın bu yaşta kemale ermiş olmasıyla alâkalıdır. Hadislerde kırk rakamının on sekiz defa kullanıldığı saptanmıştır . Kırk rakamının ayet ve hadislerde anılması, kırk ayet veya hadisin derlendiği eserlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Hz. Muhammed' e kırk yaşında peygamberliğin gelmesi, Müslümanların sayısı kırka tamamlanınca açıktan tebliğe başlanması, ayrıca İslâm hukukunda malın kırkta birinin zekât olarak verilmesi Müslüman geleneğinde kırk rakamının önemli bir yer tuttuğuna işaret sayılabilir.

Tasavvuf geleneğinde de kırk rakamı sıkça kullanılmıştır. Tarikata girenlerin kırk günlük ön perhizini simgeleyen çile, Hz. Ali' nin kırklar meclisinin sakisi kabul edilmesi, dünyayı dolaşan ermişlerin sayısının kırk oluşu ve buradan türeyen "kırklara karışmak" deyimi, Bektaşîlik' deki kırklar meydanı, kırklar şerbeti, kırk budak ve kırk makam, insan hamurunun kırk gün boyunca rahmet yağmurlarınca yıkandığı gibi hususlar bunlar arasında sayılabilir.

Bazı rivayetler dolayısıyla inançlara yansımış başka görüş ve yorumlamalar de bulunmaktadır. Mehdî kırk yaşında gelip edip kırk yıl dünyada kalacak; kıyamet gününde göklerden fışkıracak bir duman arzı kırk gün kaplayacak; sûr ve kıyametin dehşeti kırk yıl devam edecek; günahkârlar cehennemdeki akrep ve yılanların zehrini kırk yıl hissedeceklerdir. Ölen birinin ardından kırk gün Kur'an okunup kırkıncı gün dua yapılır; yenilen haram lokma da kırk gün bedenden çıkmaz.

Kırk rakamının eski Türk kültüründe önemli bir yeri vardır. Kırgız (Kırk Kız) efsanesinden itibaren Türk destan ve masallarında kırk ve kırklar motifi önemli bir yer tutar. Orta Asya kökenli destanlarda yiğitlerin yanında kırk er, hatunların çevresinde kırk kız bulunduğu bilinmektedir. Kırk vezir ve kırk harâmiler gibi halk hikâyelerinde, Kırkçeşme, Kırkanbar, Kırkgöz, Kırkpınar, gibi yer adlarında ve "kırkı çıkmak, kırklamak, kırk oruç, kırk kurban, kırk gün kırk gece" gibi sosyal hayatı ilgilendiren alanlarda Türk geleneğini zenginleştiren kırk rakamı Türk atasözleri ve deyimlerinde de sıkça anılır. "Acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır; kırkından sonra azanı teneşir paklar; kırk kurda bir aslan ne yapsın; kırk derviş bir kilime sığar ama iki sultan bir iklime sığmaz; birisine kırk gün deli dersen deli olur" gibi atasözleriyle "kırklara karışmak, kırk deveye bir eşek, kırk gün günahkâr bir gün tövbekâr, kırk serçeden bir börek, kırk yılın başı, kırkı on paraya" gibi deyimler bu türdendir.

İran kültüründe de kırk rakamı benzer şekillerde sıkça kullanılmış ve çihl (kırk) kelimesinden türeyen pek çok kavram ortaya çıkmıştır: Çihil menâr (kırk minare), çihl sütun, çihlten (çilten, ricâlü'l-gayb), çihl vezir, çihl duhterân (kırk kız), çihl çerağ (kırk meşale), çihl sâl (kırk yıl)

Kırk rakamı Yakındoğu coğrafyasında benzer kullanımlarda yer alır. Bedevîler, kırk gün kabilenin düşmanlarıyla uğraşan bir kimsenin kırkıncı gün onlardan biri olacağını, Pakistan'ın Sind eyaletinde bir kadını kendisine âşık etmek isteyen kişinin onun adını özel bir ağacın yapraklarına kırk gün yazmasının yeterli olacağını, çocuğu olmayan kadınların ramazanın son cumasında cemaatten kırk kişinin Fâtiha sûresini bir kâğıda yazdırmaları, ulucaminin kubbesi altında kırk gün sabah namazı kılanın Hızır'ı göreceği (bu geleneğin bir varyantı İstanbul'da Ayasofya Kubbesi için geçerli kabul edilir), Habeşistan'da mavi gözlü bir çocuğun kırk gün siyahî bir kadın tarafından emzirilmesiyle gözlerinin siyaha döneceği ve Uzakdoğu meditasyonunda kırk günlük tecrübenin önemli yer tutması gibi inanışlar bunlar arasında sayılabilir.

İslâm kültüründe bazı kitapların kırk bölüm halinde düzenlenmesi (meselâ İmam Gazzâlî'nin İḥyâʾü ʿulûmi' d-dîn' i) ve masallarda kırk durak veya kırkıncı kapının bir mutlu son oluşu, arınmanın kırk gün sürmesi gibi hususlar bu sayının bir olgunluk ve tamlık ifadesi için kullanıldığını gösterir. Bunlardan başka Orta Amerika yerlileri, Afrika ve Altay kavimleri, Budistler ve özellikle Mısır, İbrânî, Arap, Bâbil, Ârâmî, İsrail gibi Sâmî kavimlerinden itibaren Ortadoğu coğrafyasında dinler tarihi, folklor ve edebiyata yansımış olan kırk rakamı diğer sayılar içinde en çok kullanılan ve kutsallık atfedilen sayı olmuştur.

Kırk söylencesini bir hayli uzattığımın farkındayım. Ama henüz 40 sayfa olmadan bitireceğim. Ancak yine de sözü sevgili Kırklareli’ mize getirip her şeyi de kırka bağlamamak gerektiğini söylemeliyim. Henüz yazılı bir belgesini bulamasam da söylencelerle gelen bir   ‘’Kır Klise’’ deyişinden söz edilir Kırklareli ismi ile ilgili. Kırklareli Osmanlıların eline geçtikten sonra gayrı müslümlerin çoğunlukta olduğu yerleşim yerlerinde yeni klise yapılmasına izin verilmeyince şehrin biraz dışına doğru kırlık bir alanda klise yapılmış ve halkın orada ibadetlerini yapmalarına izin verilmiştir. Tahminen Aşağı Pınar civarında olduğu düşünülen bu kliseden hiçbir kalıntı kalmamış olmasına karşın, Kırklise ismi kente miras kalmıştır diye bilinmektedir. Zamanla bu Kır Klise, Kırkkliseye dönüşmüş ve yüzyıllarca bu isim ile anıldıktan sonra, Cumhuriyetimiz ile birlikte bu günkü ismi olan KIRKLARELİ olarak değiştirilmiştir.

Ahmet Rodopman

10 Mayıs 2022 Salı

HIDIRELLEZ VE KAKAVA (3. BÖLÜM)

 Hasan ÇALIKUŞU

Makedonya Kralı Büyük İskender'in Mısır'ı alması ve İskenderiye şehrini kurması ile beraber Mısır’ın kadim halkı Kıptîler (Koptlar) Helenistik kültürün etkisinde kaldılar ve İon harflerini barındıran Kıptî alfabesi kullanmaya başladılar. Roma devrinde ağır vergiler altında ezilen Kıptî halkı milattan sonra Hristiyanlığa geçmeye başlayınca, bu sefer de din baskısı görmeye başladılar. Bizans İmparatoru Konstantinos Hristiyanlığı serbest bırakınca biraz rahatlarlar. Ancak Ekümenik konsilinde Hristiyan temel meseleleri hakkında anlaşmazlık çıkar ve Hristiyan cemaatinden dışlanırlar. Kendi inanışlarına göre İsa'nın ilahi ve insani yanları birdir, hiç ayrılmamıştır.
Devlet dinini Katolik Hristiyanlık olarak benimseyen Bizanslılar Kıptîlerin sapkınlığa düştüğünü söyleyip çok baskı yaparlar. Kıptîler o kadar bunalmışlardı ki Araplar saldırdığı zaman Bizanslılar'a yardım etmezler. Araplar geldiği zaman üç yüzyıl rahat ve huzura kavuşurlar. Haçlı Seferleri başladığı zaman Haçlılardan da kıyım görürler.
Kavalalı Mehmet Ali Paşa zamanında devlette yüksek kademelere kadar çıkarlar. Osmanlı zamanında kendi hallerine bırakılıp İslam hukukuna göre gayrimüslim vergileri olan cizye ve haraçtan mesul tutuldular. Romanların seçtikleri “Çeribaşı” onların iş ve hizmetlerini organize eden, denetleyen, haklarını koruyan, kendi aralarındaki sorunların çözümünü sağlayan bir otoriteydi. Çeribaşı bir yıllık hizmetin karşılığı olarak vergileri de tahsil ederdi. 
16. yüzyıldan beri Trakya’da Romanların 5 Mayıs günü akşamüzeri kutlamaya başladıkları Hıdrellez kutlamaları, ertesi gün geleneksel Roman kültüründeki ‘Kakava’ yani ‘Bahar Bayramı’ ile devam ederdi. Kırklareli’de de yüzyıllardan beri süre gelen Kakava şenlikleri, müziği ve eğlenceyi seven Romanlara, diğer vatandaşların da iştirak etmesiyle daha renkli bir kutlamaya dönüşürdü. Şeytandere veya Asilbeyli deresi boyunda 6 Mayıs günü başlayan şenlikler üç gün sürerdi. Bu süre boyunca, yer, içer, oynar ve coşarlar, birbirlerine ikramlarda bulunurlardı. Hıdrellez ve Kakava şenliklerini vergi toplama vesilesi yapan Çeribaşı da üçüncü gün sonunda tahsilatını yapardı.
Roman söylencesi ve inancına göre Kakava, Mısır'a egemen olan Tanrı Kral Firavun'un, Mısır'ın eski halklarından Kopt kavmine farklı soy ve inançta olmaları nedeniyle yapılan zulümler neticesinde sularda yitirilen çok sevdikleri ve inandıkları ‘Kurtarıcı’larının dere veya akarsu boylarında aranması,  bir gün döneceği umudunun halen yaşatılmasıdır. Bu nedenle binlerce yıldan beri bu kavim ne yerleşik düzene geçmiş ne de dere boylarına gitmekten vazgeçmiştir. Onlar için ‘Kurtarıcı’nın bir gün mutlaka geceleği inancı ve bekleyişi hiç bitmeyecektir.

KAYNAKLAR: 
Kırklareli 1967 İl Yıllığı
Kırklareli 1973 İl Yıllığı
Kakava, Şerif ERCAN, Maya Dergisi, Nisan-Haziran 2005
Kırklareli 2000
Ali Coşkun YANARDAĞOĞLU Arşivi
https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C4%B1pt%C3%AEler
https://tr.wikipedia.org/wiki/K%C4%B1pt%C3%AEler#/media/Dosya:Coptic_monks.jpg

#KirklareliYerelTarih   #Kakava   #Hıdrellez  #Hederlez #Ederlez  #Hiderlez #İderlez

HIDRELLEZ ve KAKAVA (2.Bölüm)


Hasan ÇALIKUŞU


Bahar yılın en güzel mevsimidir. İnsan bu mevsimde doğanın canlanmasıyla birlikte adeta bir yaşam gücü kazanır, duygular güzelleşir, düşünce berraklaşır, arzular çoğalır. İnsan kendini bir iyimserlik, neşe ve canlılık havası içinde hisseder.  Bu nedenle herkes ümitle bahara çıkmayı arzular. 

Güzel ve canlandırıcı havası yüzünden bahar, insanlar tarafından her yıl değişik âdetlerle, bir bayram havası içinde ve büyük bir coşkuyla karşılanmaktadır. Bu gelenekteki en önemli unsur ise, baharın vermiş olduğu bu nimetler karşısında insanın da ona şükranlarını ifade etmek istemesidir.

İranlılar ‘Nevruz’ (22 Nisan), Türkler ‘Hıdırellez’ (6 Mayıs), Hıristiyanlar ‘Paskalya’ (14 Mart sonrası Pazar günü) ve ‘Bahar Bayramı’ (1 Mayıs) adı altında ve diğer ülkelerde baharın ilk ayında belirli bir günde Hıdrellez, Hederlez, Ederlez, Hiderlez, İderlez, İlkyaz gibi isimlerle baharı karşılamak için geleneksel eğlenceler tertip ettikleri bilinmektedir.

Kırklareli’de kışın sonu, yazın başlangıcı Hıdrellez olarak kabul edilir. Halk takviminde bir yıl biri yaz, diğeri de kış olmak üzere iki bölümdür. 6 Mayıs’tan 7 Kasım’a kadar 186 gün “yaz”, 8 Kasım’dan 5 Mayıs’a kadar arasındaki 179 gün ise “kış” günleridir. 

Eskiden Kırklareli halkı 5 Mayıs’ta kırlardan 41 çeşit ot toplar, bunları içi su dolu bir küp veya kazana koyarlar, ertesi gün Hıdrellez sabahı bu suyla tüm aile bireyleri elini yüzünü yıkardı. Bu bir temizlik, güzellik ve zindelik ayiniydi. Ayrıca evin kapısına asılan taze söğüt dallarının o haneye sağlık getireceğine, ‘Cadı Karı’nın girmesini engellediğine inanılırdı. 

6 Mayıs Hıdırellez gecesi evdeki eski hasır ve eşyaların yakılmasıyla üzerinden atlanır ve böylece beden haşere, kötü alışkanlık ve günahlardan arıtılırdı. Hıdırellez gecesi aynı zamanda niyet gecesidir. Kim neye niyet eder, ne isterse o işin olacağına inanılırdı.  

Eski yıllarda, Hıdrelleze bir hafta kala erzaklar kontrol edilir, eksikler tamamlanır, kutlama hazırlıkları başlardı. Evlerde temizlik yapılır, piknik için yiyecek ve içecekler hazırlanırdı. 6 Mayıs günü oğlak veya kuzu çevirme yapmak, sucuk kızartmak, köfte pişirmek adettendi. Ayrıca çörekler de yapılırdı. Bir gün önce pazılar açılır, çörekler döşenir, aralarına yumurta, peynir ve yağlar konurdu. Ayrıca bir çöreğin içine para yerleştirilirdi. Fırında pişirilen çöreklerden yenirken para kime çıkarsa o kişi evin en kısmetli kişisi olduğu anlaşılırdı. Hıdrellez aynı zamanda bereketin başladığı günlerdi. Hıdrellezde koyun ve keçilerin ilk defa sütleri alınarak bunlardan peynir, yoğurt ve ekşimik yapılırdı. 

Hıdrellezde öğleden sonra eğlenceler yapılır, salıncaklar kurulur, maniler söylenir. Bu arada köyün delikanlıları sevdiklerine biraz daha yakın olma özlemi içindedir. Kızlar delikanlılara imalı şekilde maniler atarak uzaklaşmalarına izin vermezlerdi. 

Gitme yârim batoza

Gözlerin batar toza

Nasıl vuruldun yârim

O kuru beyaz kıza.


Erkeklerin cevabı şöyle olurdu:

Mari başlık başımda 

Ateş yanar karşımda 

Haklısın be yârim

Cahillik var başımda.

Hıdrellez akşamı toplanan genç kızlar, bir çömleğin içine kendilerine ait bir eşyayı (boncuk veya yüzük) atarlar. Hıdrellez sabahı tekrar toplanan genç kızlar, küçük bir çocuğun gözlerini bağlayarak çömlekten boncuk ve yüzükleri tek tek çektirirler. Bu sırada mani bilen kızlar da tek tek mani söylerler. Kimin eşyası hangi manide çömlekten çekilmiş ise; o genç kız, o maniyi kendine göre yorumlar.

Kırklareli’de çok uzun yıllar önce Hıdrellez’in kutlandığı yerlere “Hıdırlık“ denilmekteydi. Kent merkezine 36 km. mesafedeki Azizbaba Köyü’nün yanında bulunan ve “Hıdırlık” denilen bölgede Hıdrellez eğlenceleri yapılmaktaydı. Hıdırellez için Çamlık, Balaban Baba, Kavaklı ve Karahıdır Korusu, Waldorf Çamlığı gibi piknik alanları ile Aşağıpınar, İncidere, Şeytandere veya Asilbeyli deresine gidilirdi.


KAYNAKLAR: 

Kırklareli 1967 İl Yıllığı

Kırklareli 1973 İl Yıllığı

Kakava, Şerif ERCAN, Maya Dergisi, Nisan-Haziran 2005

Kırklareli 2000

Ali Coşkun YANARDAĞOĞLU Arşivi

Fuat GÜRKAŞ Arşivi

https://twitter.com/nataliavazyan/status/700784141709611008

9 Mayıs 2022 Pazartesi

HIDRELLEZ ve KAKAVA(1.Bölüm)


Hasan ÇALIKUŞU


1983 yılında Kırklareli’ye ‘Veteriner Hekim Asteğmen’ olarak 33. Tümen 1. Hudut Tabur Komutanlığı’na atanmıştım. Böylece Kırklareli ile ilk tanışmam bu sayede gerçekleşmiş oluyordu. Yanık Kışla olarak adlandırılan 1. Hudut Tabur komutanlığında görevim Dereköy Hudut Takımından Edirne’nin Vaysal köyüne kadar uzanan askeri takımlarda bulunan at, katır ve köpeklerin sağlık ve kontrollerinden sorumluydum. O sırada 33. Tümen Sağlık Komutanı Üsteğmen Dr.Cevdet Erdöl’e de haber vererek birlikte bütün takımları gezer sağlık hizmetleri konusunda gerekeni yapardık. Sabah Kırklareli’den çıkar, Vaysal’dan başlayan sağlık turumuz Bulgaristan hududunda bulunan Devletliağaç, Malkoçlar, Topçular, Ahmetler, Ahlatlı, Karaabalar, Çağlayık ve Dereköy güzergâhı ile devam eder ve nihayetinde 180 kilometrelik büyük tur akşam Kırklareli’de biterdi. Bazen de Dereköy’den başlayan tam tersi bir rota izlerdik. Çoğunlukla da birkaç takımdan oluşan küçük ziyaretler yapardık. Bu ziyaretler esnasında çok az insanın bildiği ve gördüğü Kırklareli’nin eşsiz ve muhteşem orman, bitki örtüsü, dere ve doğal yapılarını görme olanağımız olurdu. 


Yine böyle bir gezi sonrası çok yorulmuş ve hastalanmıştım. O zaman Kurtuluş Caddesinde Taşkın Apartmanında oturuyordum. Mayısın ilk pazar günü sabahı neredeyse sabahın köründe ben ateş ve kırgınlık içinde yatarken dışarıdan arkası kesilmeyen eğlenceli bir bağırış ve çığırışla insan sesleri duymaya başladım. Merakla zar zor da olsa ayaklanıp yola bakınca uzun bir süre yüzlerce insanın konvoy halinde at arabası, kamyonet, motosiklet, bisiklet veya yaya olarak Kurtuluş Caddesi’nden geçerek güle oynaya, şarkılar söyleyerek, birbirine laf atarak Pınarhisar istikametine doğru gittiklerini gördüm. İnanılmaz bir insan hareketi ve coşkusuydu bu… O gün bir ‘Kakava’ günüydü..


Birkaç yıl sonra Kırklareli Belediyesi’nde Veteriner Müdürü olarak çalışmaya başlayınca rahmetli Belediye Başkanı Ali Nazmi Üstündağ’ın Kakava’yı anlatırken; “Kakava günü Kırklareli boşalır, sadece hastalar ve hırsızlar kalır!” sözünü asla unutamıyorum. 


Kırklareli adı haricinde hiçbir bilgisi olmayan ben yıllar içinde Ali Nazmi Üstündağ, Ali Coşkun Yanardağoğlu, Kamil Tomruk ve Fuat Gürkaş arasında Kırklareli kültürü ve sevgisi ile yoğrulacaktım.


Belediye de çalışmaya başladığım yıllarda kendiliğinden organize olan geleneksel Kakava eğlencelerine şahit olmuştum. Belediye sadece Şeytandere’de kış şartlarında bozulan dere boyundaki çayır, arazi ve dere içinde halkın rahatı için gerekli tamirat ve çevre düzenlemeleri yapar,  kimsenin eğlencesine karışmazdı. 


Ali Nazmi Üstündağ bağ, bahçe ve ağacı seven bir kişiydi.  Belediye başkanlığı zamanında da ağaçlandırma ve bağcılığa önem veren çalışmalar yapmıştı.  Dereköy yolu üzerinde belediye arazilerinde bağ ve Waldorf Çamlığı ile Şeytandere’de bir cevizlik ve bağ alanı onun zamanında yapılmıştı. Belediye olarak bu bağın kenarında kurulan mütevazi Kakava sofrasına gelen davetlilerle güzel bir gün geçirilirdi.  


KAYNAKLAR: 

Kırklareli 1967 İl Yıllığı

Kırklareli 1973 İl Yıllığı

Kakava, Şerif ERCAN, Maya Dergisi, Nisan-Haziran 2005

Kırklareli 2000

Efsaneden Gerçeğe Kırklareli – Nazif KARAÇAM

Ali Coşkun YANARDAĞOĞLU Arşivi

Fuat GÜRKAŞ Arşivi

KIRKLARELİ BELEDİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU 1870-2024

ARIL Barış Toptaş – Kırklar BARIŞ TOPTAŞ İçindekiler Tablosu Kırklareli Adının Tarihçesi 1 Kırklareli’de İdari Yapılanma...