EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİNDE KIRKLARELİ


 Ahmet Rodopman 

Tarih ile ilgilenenlerin çoğu ,tarihimiz ile ilgili çok az yazılı belge bulabildiklerinden yakınırlar. Özellikle Osmanlı Tarihi konusunda çalışanların çoğu, gerçek bilgilere dayanan belgelerin büyük bölümü yabancı seyyahların veya yabancı konsolosluklarda görev yapan meraklı yabancıların notlarından veya günlüklerinden elde edilen bilgilerle yetinmek zorunda kalmaktadır.  Ancak Osmanlı İmparatorluğunda yetişen ve zamanlarının en iyi eğitimini almış nitelikli yazarlarımız da vardır. Bunlardan birisi de Evliya Çelebi dir.

Bugün, okumaktan çok keyif aldığım ve bilgi edindiğim Evliya Çelebi ve onun ünlü eseri, Seyahatname’ sinden söz etmek istiyorum.

Evliya Çelebi’ nin ailesi Fatihin İstanbul’ u fethinden sonra Kütahya’ dan gelip İstanbul’ a yerleşmiştir. 25 Mart 1611 tarihinde dünyaya gelen Evliya Çelebi, devrin ileri gelen hocalarından ders alarak çok iyi öğrenim görmüş hatta, bilgi ve ilgisi nedeniyle saraya memur yetiştiren  Enderun’ a alınmıştır. Başarısından dolayı IV. Murad’ ın bile övgüsünü kazanmış ve önemli mevkilere getirilmesi düşünülürken, çocukluğundan beri içini kemiren seyyahlık hevesi ile önce yakın yerler olmak üzere 50 yıl sürecek yolculuklarına başlamıştır . İlk yıllarda devlet erkanı ile birlikte yaptığı bu yolculuklara sonraki yıllarda kendi olanakları ile devam etmiştir.

Bu seyahatlere çıkma hikayesi ise şöyledir. Daha 19 yaşında iken gördüğü bir rüyada, İslam peygamberi Hazreti Muhammed’ i, dört  halifesini ve diğer İslam büyükleri ile birliktedir. Peygamberin yanına gidip ondan şefaat dilemek arzusundadır. Ama bir türlü cesaret edip de gidemez. En sonunda bir cesaretle gidip "Şefaat ya Resulullah" diyeceğine, "Seyahat ya Resulullah" der. Böylece gerçek ile efsane birbiriyle karışarak başlayan seyahat yazıları bu güne kadar gelen ve zamanının gerek halk kültürü, gerekse tarihi bilgiler olarak ele geçen en önemli belgelerini oluşturmaktadır. 1630 yılında başlayan bu seyahatler dizisi 42 yıl sürmüş ve Osmanlı topraklarında 350 nin üzerinde irili, ufaklı yerleşim yerini kapsayan 10 ciltlik muhteşem bir seyahatler belgesi ortaya çıkmıştır. Ömrünün yarısını seyahatlerde geçiren Evliya Çelebi yaşamı süresince 7 padişah, onlarca vezir, savaşlar, isyanlar görmüş, hiç evlenmemiş,  82 yaşında öldüğünde arkasında hiç ölmeyecek koskoca bir seyahatname bırakmıştır. Ölümünün üzerinden 340 yıl geçmesine karşın hala 17. Yüzyıl Osmanlı Coğrafyasını ve yaşanılanları  anlayabilmek için başvurulan temel eser olarak nitelenmektedir.

İyi ki bir Evliya Çelebi bu dünyadan geçmiş ve bizlere bu değerli bilgileri yansıtan Seyahatname sini bırakmış. Ülkemizin pek çok şehri ile ilgili eski bilgileri bu yapıttan öğrendiğimiz gibi, başlıca yaşadığımız kentimizin ve çevre yerleşim yerleri ile ilgili tarihi bilgileri de yine Evliya Çelebi’ nin yazdıklarından öğreniyoruz. Kırklareli ve çevresini üç kez adım adım gezerek kaleme alan Çelebinin 1640-1660 yılları arasında Macaristan Seferine giderken, Lehistan Seferinin Dönüşünde ve Rumeli Gezilerindeki izlenimlerinden derleyebildiklerimi buraya aktarıyorum. Yöremizin tarihi ile ilgilenenler için şaşırtıcı olduğu kadar, bilgilendirici de olduğunu düşünmekteyim.

Ne mutlu dünya insanlarına ki, bizden önce UNESCO, doğumunun 400. Yılı olan 2011 yılını ‘’Dünya Evliya Çelebi Yılı’’ olarak kabul etmiş ve ismi biraz olsun meraklıları arasında yayılmıştır. Ancak çoğumuz geçen 11 yıl içinde yine unutmuş olacağız ki pek anmaz bir hale geldik. Yine de burada b,r çoğunu bildiğimiz, Evliya Çelebinin Kırklareli’ miz  ilçelcrimiz ile beldelerimizi anlattığı satırları aktarmaya çalışayım.


KIRKLARELİ

“İlk kurucusu, (Yanko oğlu İlyana) adlı kraldır. Edirne’den kurulup, yediyüzaltmışdokuz tarihinde Hüdavendigar Gazi eline geçmiştir. Edirne eyaletine bağlı sancaktır. Buraya bağlı mükellef köyleri var. Sancak beyine adalet üzere onbin kuruş gelir getirip, beşyüz adam ile hükümet eder. Beyinin hassı ikiyüz bin akçadır. Livaya bağlı bir zeamet onsekiz tımar vardır. Savaş sırasında cebelileriyle sekizyüz, beyinin askeriyle binüç yüz askeri olur. Üçyüz payesiyle yüzeli akçelik şerif kazadır. Kadısına adalet üzere üçyüz kese gelir getirir. Kalesi yoktur. Yeniçeri serdarı, sipahi kethüdayeri , muhtesibi bacdarı var. Şehrin dört tarafında kara taşlı kırmızı topraklı bağ ve bahçeler var ki, içinde insan kaybolur.

Şehri bahçelerin kenarında geniş bir düzlükte kat kat kiremit örtülü, mamur yüksek sarayları ile süslü ve şirin bir kasabadır. Camileri arasında (Eski cami) meşhurdur. Hamamlarından köprü başındaki hamamla bedestene bitişik hamam güzeldir . Dükkanları şehre göre azdır. Amma, bedesteni mamurdur. Yer yer sebil ve hayat suyu çeşmeleri var. Özetle şehir içinde köprü başında iki musluktan akan bir hayat suyu vardır. Bir çeşme üzerinde aydın kişilerin devam ettiği bir kahve var. Evleri kiremitlidir. Şehir bir bayır dibinde kurulmuş olup; kıble tarafı saf bağ ve bahçeler ve köyler ile süslüdür. Kıble tarafındaki mezarlığın acayip bir tarzda sivri sivri uzun taşlardan alametleri var. Halkı, hep ehli sünnet ve ehli zevk adamlardır. Yirmibin kadar bağı var. Suyu üzümlü olur. Müsellesi, pekmezi ve köftesi (köftürü:üzüm pestili) gayet meşhurdur.  Buradan şimale (kuzey) dağlar ve ormanlar içinden giderek, Istranca dağlarıyla, boğaz iskelesini üç saat bir tarafta Karadeniz kenarında bırakarak Karapınar Karyesine geldik.”

Şimdi Evliya Çelebiyi yazmayı bırakıp, Evliya Çelebinin Kırklareli ve ilçeleri ve diğer yerleşim yerleri ile ilgili yaşadığı gördüklerinin bulabildiklerim yorumsuz bir şekilde sizlere sunuyorum. Umarım yaşadığımız yerlerin300-350 yıl önceki hallerini okuduklarınızla gözünüzde canlandırabilirsiniz.

LÜLEBURGAZ

Burgaz’ın ilk fatihi Gazi (Murat) Hüdavendigar’dır. Kırkkilise sancağı toprağında Sokullu Mehmet Paşa vakfıdır. 250 askerle mütevellisi (yönetici) hâkimdir. 700 haneli, bağlı, bahçeli, evlerinin üzeri kırmızı kiremitle örtülü olup, gelişmiş bir şehirdir. 6 mahalle, 5 mihrap(köşk)tır. Üç camide Cuma namazı kılınmaktadır. Sokullu Mehmet Paşa Camii yapıcısı (Kanuni)Süleyman Han, İkinci Selim ve Murat Han’a 40 yıl vezirlik yapmış, ömrünü devlet hizmetinde geçirmiş, sonunda şehit edilmiş, değerli ve âlim vezirin eseridir. Caminin güzelliğinin dil ile anlatılması, kalemle yazılması imkânsızdır.

Şehrin içinde cemaati bol, gezinti ve dinlenme yeri gibi bir ibadethanedir. Dışı mermerli, havlusu ve havuzu fiskiye ve şadırvanlı olup, yüzlerce çınar, servi, ardıç ve kestane gibi mübarek ağaçlarla gölgelenmiştir. Bütün Müslüman cemaat onda ibadet edip Allah’a hamd ederler. Osmanlı ülkesinde buna benzeyen bir vezir camii yoktur. Yapıcısı Koca Sinan bin Abdülmennân ustadır.

 

Bir medrese ve imareti vardır. Ay ve sene, sabah ve akşam, fakir ve zengine, genç ve ihtiyara bir sahan çorba, bir parça ekmek, her ocağa birer mum ve her at başına yem verilir. Nimeti boldur. İhsan hususunda Müslüman, gayr-ı müslim ayırt edilmez. Cuma geceleri bir sini pilav, yahni ve zerde dağıtılır. Yedi adet çocuk mektebi vardır. Güzel bir de hamamı vardır. Çarşısında 300 tane kadar dükkân vardır. Burada Gülnar (ilkbahar) mevsiminde panayır kurulur. Burgaz’ın sığır pazarı Rum ve Acem’de meşhurdur. 40 gün 40 gece alış-veriş yapılıp çok kârlar sağlanır. Şehrin havası hoş, bağ ve bahçeleri güzel, koyunu, kuzusu, tereyağı meşhurdur.

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Kervansaray hakkında şunları yazmaktadır.

Lüleburgaz’ın kervansarayı büyük bir kapıdan girilen kale gibi karşı karşıya yüzeli ocağı olan büyük bir handır. Avlusu, deve konulan yeri ve ahırı dardır ki, sadece ahırı üç binden fazla hayvan alır. Kapıda devamlı olarak bekçileri bulunur. Akşam olunca kapıda mehterhane çalınıp kapı kapanır. Bekçiler vakıf olan kandilleri yakıp kapı dibinde yatarlar. Eğer gece yarısı misafir gelirse kapıyı açıp içeri alırlar. Hazır yemek getirirler. Amma dünya yıkılsa içeriden dışarı bir kimse bırakmazlar. Vakıf şartı böyledir. Tâ bütün misafirler kalkınca yine mehterhane çalınıp herkes malından haberdar olur. Hancılar tellallar gibi;

-“Ey ümmet-i Muhammed, Malınız, canınız, atınız, donunuz tamam mıdır? Diye rica edip bağırırlar. Misafirler;

-“Hepsi tamamdır. Hak, hayır sahibine rahmet eyleye” dediklerinde, bunlar kapıları açıp kapı dibinde;

-“Yollarda gafil gitmen, vakit kaybetmen, herkesi arkadaş etmen, yürün, Allah kolaylık getire” diye dua ve nasihat ederler. Herkes bir tarafa yol alır. Bu yapı da Sokullu Mehmet Paşa’nın olup, demir kapının kemeri üzerinde beyaz mermer taşa Karahisari hattıyla kitabesi şöyle yazılmıştır. “Bu kervansaraya gelen oldu hep revan”.

BABAESKİ

"Madyanoğlu Yanko zamanından beri mamur bir kalesi olan büyük bir şehir idi. Sonra Sırp, Bulgar ve Hersekliler birleşip İstanbul'u harap etmeye giderken, bu şehri de harap ettiler. Sonra Sarı Saltuk Bay Pravadi yakınında vefat ettiğinde, eski vasiyeti üzerine cenazesi yedi adet tabuta konularak her biri bir tarafa götürülürken Edirne kralı da bu adam bizdendir diye Saltuk'un naaşını getirip bu Babaeski'de gömdürür. İşte buna dayanarak kasabaya Babaeski denmişler."  (Evliya Celebi Seyahatnamesi:ç.4 s.34)

"Şehrin doğu girişinde ve su kenarındaki Ali Paşa Camii, medrese, imaret, han ve dükkanların hepsi Semiz Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bunlardan başka yedi mescid, yedi çocuk mektebi, yedi han, yüz kadar dükkan,bir aşevi,bir hamam,üç adet tekke ve çarşi içinde hayat suyu akan bir çesmesi vardır. Ayrıca Saltuk Baba ziyaret yeri ve şeyh Mahmud  Şühüdi Türbesi buradadir."

PINARHİSAR

Evliya Celebi 1658' li yıllarda gördüğü Pınarhisar'ı şöyle anlatıyor. "Fetihten sonra yıkılmıştır. İçinde imareti, yani yoksullara yemek verilen bir yeri yoktur. İçinde koyun ve keçiler kışlar, kalenin dışında kalan mahalle Hisar Mahallesinden daha bayındırdır. Bu da Sancak Beyi'nin oturduğu yer olmasından, ona ayrılmış olmasındandır. Yüzelli akçelik yani gümüş paralık geliri olan bir kazadır.

 

 Burada Vezir-i Azam'a ait başka bir yer vardır ki, o da hükümetindir. Sipahi Kethüda ve yeniçeri serdarı ( atlı asker ve onların komutanları) vardır. 400 kiremitli evi ve bahçeli evleri bulunmaktadır. İki küçük Camii vardır. Camilere gidenler çoktur. 100-150 kadar katır alan üç büyük hanı bulunmaktadır. Bir de küçük hamam vardır. Fakat Pınarhisar'da herkesin hamamı olduğu için kasaba hamamına ihtiyaç duyulmamaktadır. Hamamın işlememesi birde Hıristiyanların çok oluşundan ileri gelmektedir. Yirmi kadar küçük dükkancığı bulunmaktadır. Kasabanın ortasında bir kayadan kalın bir su çıkmaktadır ki, çıkarken büyük gürültü yapmaktadır. Temmuz ayında da buz gibi soğuktur. Bu su on değirmen çevirecek kadar çoktur. Bağ ve bostanları sulayarak Ergene nehrine akmaktadır.

ÜSKÜP

Evliya Çelebi, Üsküp yerleşkesini anlatırken şöyle yazmaktadır.

“Kırk kilise sancağına bağlı yüzeli akçe payesi olan bir kazadır. Edirne Medresesine bağlı bir vakıf arazisidir. Müslüman kasabası olup,Bulgar ve Rumları çoktur. Tamamı 6 mahalle olup, 3000 kırmızı kiremitli altlı üstlü süslü konaklar vardır. Herkes evinin altına birer dükkan yapmıştır.Müslüman Mahallesinde eski bir cami, 6 mescit, 4 han ve 1 hamamı bulunmaktadır. Rumlar buradaki topraklardan dünyaca meşhur şarapları yaparlar”

VİZE

Seyahatnemesinde Vize’yi şöyle anlatır.

 “Kalesi yer yer harap olmuş beşgen şeklinde bir kaya üzerindedir. Kale içinde 300 kiremitli toplam 800 ev, birde fatih camii vardır. Kubbeleri kurşunla kaplıdır. Özü elayetine mahsus Sancak Beyi Merkezidir. Sancak Beyinin Padişah tarafından geliri 224.475.- akçedir. Bu Sancakta Yürüklerin de Beyi vardır. O da (Vize’ye ) hakim bir başka kişidir. Onun geliri 178.000.- akçedir. 3 Zeamet (geliri 20.000.- akçeden 100.000,- akçeye kadar olan topraklar) 79 timardır. (Timar geliri 3.000.- akçeden 20.000.- akçeye kadar olan dirliklerdir.) Çeribaşısı, Alaybeyisi vardır. Sefer sırasında 1.500 asker olur. (Vize Rumeli Beyler Beyine bağlı olduğu zaman 20 Zeamet, 79 Timara ulaşmıştı ve ayrıca 170 Yürük ailesi vardı. Vize 150 akçe payesi önde gelen adamı 150 köyü ile Şerif (Mübarek) bir kazadır. Sancak Beyinin geliri 1.000.-Kuruştur. 1 Kuruş fazla alsa köylü çarığını giyip İstanbul’a şikayete gider.

 

 Şehirde Kethüda (Kahya) yeri Yeniçeri Serdarı (Kumandanı) Kale Dizdarı (Muhafızı) 50 askeri Muhtesibi (Vergi Memuru) Şehir Voyvodosu (Amir) Şehir Kethüdası (Kahyası) Bac (Vergi ve Haraç Memuru) vardır. Köylüsü Yürük Müslümanları ile Bulgar ve Rumlardır. Evleri kiremitli yüksek evlerdir. Kayalardan çıkan sular meşhurdur. 12 Mahallesi vardır. Pırasası meşhurdur. Şeyh Gazanfer Efendi adıyla da bir de Ziyaretgahı vardır.

 

 Evliya Çelebi o sıra Saray’ın Vize Sancak Beyinin yeri olduğunu belirterek Voyvodası Hakimdir. 150 Akçelik kazadır. Bağları çok ise de halkında bereket yoktur. Onun için fukarası çoktur. Hatta Melek Ahmet Paşa efendimizi 1 gece 6.000 askeri ile misafir edemediler diye yazar.Molla Salih 1528’te Kanuni Sultan Süleyman’nın konakladığını yazar.

KIYIKÖY

Evliya Çelebi’de 1650’li yıllarda Kıyıköy’den geçerken gördüklerini   yazdığı Seyahatname kitabında şöyle  . .anlatmaktadır: “Eyüp Mevleviyetinde   (Mevlevi Tarikat) beş yüz evli olup, Hıristiyanı çoktur. Vakıf bir  . . yerdir. Askerler tarafından   korunmaktadır.

Cami, bir hanı, bir hamamı, 20 Rum dükkanı, üç kilisesi vardır. Limanı yoktur. Buradan batıya, Karadeniz kıyısı boyunca gidip, ''Aya Pavya'' limanına geldik. Burası muhtemelen (Panayır İskelesi'dir) Üçyüz evli mescidli bir köydür. Burası Subaşı (Yöreye bakan) kahya ve bostancılarındır. Ama vakıf mı, zeamet mi, hatırımdan çıkmıştır. Bu köyün karşısında dokuz mil uzakta İne ( İğneada) vardır.”


Popüler Yayınlar