DÜNYADA, YURDUMUZDA VE KIRKLARELİ’ DE NEVRUZ


Ahmet Rodopman 

Bu yıl sanıyorum Nevruz’ u ‘’Baharı Bekleyen Kumrular gibi‘’ şarkısındaki gibi bekliyoruz. Bana mı öyle geliyor yoksa eski kışları mı unuttuk bilemiyorum ama geciken sonbahar ve kış nedeniyle midir neden üst üste gelen şu soğukların ve karlı günlerin bitip baharın gelmesini dört gözle bekliyorum. Belki sayrılıklarla geçen günlerin verdiği hüzün de buna eklenmiş ve güneşli güzel günleri özleyiş daha da artmıştır. Şimdi Martın 19 una geldik. Hala dışarıda kar yağıyor ve insanın kanını donduran soğuk devam ediyor. Bu bana tüm dünya insanlarının Nevruz, Yeni Gün, Yıl Başı, Doğanın Uyanışı gibi adlarla andıkları İlkbahar Ekinoksu’ nun önemini anımsattı.

Peki nedir İlkbahar Ekinoksu ? Kuzey Yarım Küre için kış aylarının bitip, baharın başladığı gündür diye geçiyor tanımlamalarda. Doğanın yeniden uyanışı, börtü böceğin yuvalarından çıkıp tabiata kavuşması, bitkilerin çiçek açıp, meyveye durması, göçmen kuşların yuvalarına dönmesi ve insanların tekrar toprakla, doğa ile buluşmasıdır ilkbahar ekinoksu. İlk insanlardan bu yana bu uyanış gününe pek çok isim verilmiş ve değişik şekillerde anlamlandırılıp kutlanmıştır. Özellikle tarım topluluklarında mevsimlere ve dağa olaylarına daha yakın yaşam biçimleri olduğu için bu günü özel bilip, bayram etmişler, yılın başlangıcı sayıp yılı 12 aya,ve 365 güne bölerek düğünlerini, göçlerini, savaşlarını ve barışlarını bu güne göre belirlemişlerdir.

Ne zamandan beri kutlanmaktadır sorusunu yanıtlayabilmek çok zor. Sanki ilk insanlardan beri her klan, her kavim, her topluluk veya millet kendine özgü bir neden bulup bu günü bayram etmiş gibi geliyor. Ancak benim en çok hoşuma giden yanı 21 Martın, mitolojik, efsanevi anlatımı değil de, doğanın gece ile gündüzü eşitlemesidir. Güneşin ekvatora dik gelip 12 saat gündüz, 12 saat geceyi yaşadığımız bu birkaç günden sonra yine eşitlik bozulup günler uzamaya, geceler kısalmaya başlayacaktır. Ta ki 21 Hazirana dek. Sonraki günlerde bu sefer günler kısalıp, geceler uzamaya başlayacak tekrar bir eşitlik oluşuncaya kadar. Artık yaz günleri bitmek üzeredir takvimler 21 Eylül’ lü göstermektedir. Ve sonbahar ekinoks’ u yaşanmaktadır. Yani yılın ikinci defa günlerin eşitliği söz konusudur. Sonra, o gün ve bir kaç gün daha eşitlik sürer.bu sefer günler kısalacak ve geceler uzayacak 21 Aralığa kadar. Böylece yıllar yüzyıllar geçecek, her topluluk bu ritme uygun olarak gelenek, görenek ve adetlerini sürdürecektir. Günümüzde kısmen topraktan kopup eski gelenek ve adetlerimizi unutsak da tüm dünya üzerinde bu gün dönümlerinin hatırlanıp kutlandığına şahit oluyoruz. Her milletin kendi tarihleri ve geçmişleri ile ilgili söylenceleri olduğu gibi, kutlamaların da farklılıklar görülmektedir.

Türkler Nevruz ismini kullanmasalar da Orta Asya’ da yaşamlarını sürdürürlerken yaklaşık 15.000-20.000 yıl önceden beri yılın başlangıcı, doğanın uyanışı olarak kabul ettikleri 21 Martı değişik ritüeller ile kutlamışlardır. Komşu halklarında benzer kabullerle baharın gelişini kutladıklarını görmüş, kültür alış verişi başlamıştır. Persler yaygın bir kutlanışın olduğu bu bayram günlerine Farsça ‘’yeni ‘’ anlamına gelen ‘’Nev’’ sözcüğü ardına ‘’gün’’ anlamına gelen ‘’ruz’’ u getirerek NEVRUZ kelimesini yazılı ve sözlü kullanıma sokmuşlardır. Anadolu ve Orta Asya Türk halklarında da Göktürklerin Ergenekon'dan çıkışı anlamında ve baharın gelişi olarak kutlanır. 2010'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 3000 yıldan beri kutlanmakta olan bu şenliği, Dünya Nevruz Bayramı ilan etmiştir. Kürt toplulukları ise Demirci Kawa efsanesini Nevruz ile özleştirmişlerdir. Aslında bütün Orta Asya Türk topluluklarının da ayrı ayrı adlandırmaları ve kutlamaları bulunmaktaymış ancak bir çoğu zamanla unutulduğu için günümüze taşınamamıştır.

Kavimler göçleri ile Ön Asya’ ya, Anadolu’ ya Orta Doğu’ ya ve Avrupa’ ya gelen Türk boyları ile yeni yerleşimlerde ismi nevruz olarak anılmasa da  ilk baharın bu ilk günü kutsanmış çeşitli ritüeller ile kutlanmıştır. Günümüzde de hala Balkan coğrafyasında  bu kutlamalara ve söylencelerine devam edilmektedir. Bu ritüeller değişik yerleşim yerlerinde farklı olmalarına karşın ana tema, 21 Mart gününde doğaya saygı ve sevgiyi göstermek için kırlık alanlara çıkılmasıdır. Burada ateşler yakılıp üstünden atlanarak niyetler tutulur, tabiatın  sunduğu yiyecekler yenilir,şarkılar, türküler dinlenir, dualar okunur. Tanıdıklar ile yarenlik edilir.  Şimdi hala devam ediyor mu bilemiyorum ama bizler küçükken yani 55-60 yıl önceleri Çamlık mevkine topluca gidilir, baharın ilk günü olduğu için hava soğuk olsa da oyunlar oynanır, Yeni Gün kutlanırdı. Bu ritüel ile ilgili eski bir anımı yazımın sonuna ilave edeceğim.

Nevruz kutlamaları sadece Türkler, Persler, Hintliler  tarafından değil daha pek çok insan toplulukları tarafından değişik şekillerde kutlanmaktadır. Dinler bakımından  bazı farklılıklar olsa da,  değişik isimler altında yaygın olarak geniş bir coğrafyada aynı günlerde yerel bayram şenlikleri yapılır. Hıristiyan alemin de  bahar yortusu olarak renkli yumurta geleneği bu günlerin anısını olarak hala sürdürülmektedir. Arap toplumlarında Müslümanlıktan önce başlayan ilkbaharı kutlama gelenekleri, sonrada devam etmiştir. Hatta Türklerin Müslümanlığı kabul edişleri ile bu kutlamalar daha da anlamlı ve renkli olmaya başlamıştır. Museviliğin ilk yıllarından itibaren, Musevi cemaatinin baharın başlamasını dini ve sosyal ritüelleri ile özel olarak kutladığını, yazılanlar ve söylenenlerden anlıyoruz.

Özellikle bir çok güzel örf, adet ve ananevi özellikleri ile Rumeli’ ye geçen Türkler, pek çok alışkanlıklarını olduğu gibi ilkbahar kutlamalarına da sahip çıkıp yüz yıllarca devam ettirmişlerdir. Kırklareli’ de de genellikle Balkanlardan göçen aileler bu atalarından kalan mirası canlı bir şekilde uzun süre sürdürmüşlerdir.

Günümüze kadar taşınan Nevruz söylenceleri zaman içerisinde menkıbeler, efsaneler ve mitolojik kişilerle özleştirilmiştir. Dilden dile geçerek doğruluğu kanıtlanamamış olsa da halkların kültürlerinde yerlerini almışlardır. Uzunca bir listeyi kapsayan bu söylencelerin en çok dillendirilenlerini merak edenlerin araştırıp doğru olup olmadıklarını belirlemesi umudu ile yazıyorum.

Allah, yeryüzünü 21 Martta yaratmıştır. Bu görüşe bağlı olarak ilk doğa takvimleri hep 21 Martta başlamıştır.

Nevruz, Hz. Adem’in çamurdan yoğrulduğu gündür.

Nevruz Adem ve Havva’ nın buluştukları gündür.

Nevruz Nuh’ un gemisinin karaya ulaştığı gündür.

Nevruz Yusuf Peygamber’ in kuyudan kurtarıldığı gündür.

Nevruz Hz. Musa’nın asasıyla Kızıldeniz’ i yardığı gün olarak kabul edilmiştir.

Nevruz, Hz. Muhammed’in peygamber olduğu gün olarak kabul edilmiştir.

İslamiyet öncesi, su kültünün Hızır’ a, toprak kültünün İlyas’ a yüklenmesi bu gün olmuştur.

Alevi- Bektaşi inanç ve pratiklerinde Nevruz farklı anlamlar kazanmıştır. Bunlar;

Nevruz; Hz. Ali’ nin doğum günü ve halife olduğu gündür.

Hz. Ali ile Hz. Fatma’ nın evlendikleri gündür.

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in doğduğu gündür.

Kerbela olayının olduğu gün olarak kabul edilir. Doğaldır ki bu kadar anlam yüklenen bu günde yapılmış ve yapılacak tüm kutsal veya sosyal etkinlikler toplumlar üzerinde bir hayli etkili olmuşlardır ve binlerce yıldan beri kuşaktan kuşağa aktarıla gelmişlerdir.

Şimdi de benim hafızamda kaldığı kadarıyla Kırklareli’ de yapılan Mart Dokuzu (Nevruz). İlkbahar etkinliklerinden birisini yazayım. Eminim ki benim yaşıtlarım o günleri çok daha iyi anımsarlar ve betimlerler.

Kırklareli geleneğinde Hıdrellez eğlenceleri nasıl ki Asil Beyli Deresi veya Şeytan Deresi’ nde yapılıyorsa Mart Dokuzu kutlamaları da Namazgah Tepesinde yapılmakta idi. . Bilindiği gibi Namazgah açık alanda namaz kılınan yere verilen addır. Kırklareli de de Kırklar Tepesi ve Yayla Tepesinden sonra üçüncü yükselti olan, Yayla tepesinin kuzey doğusunda kalan tepelik alana Namazgah denilmiştir. Cumhuriyet Meydanından başlayıp Gençlik Sinemasının önünden geçerek Eski Vali konağının ilerisine kadar giden bu caddeye Namazgah Caddesi isminin verilmesi de buradaki meydanlık arazide Yağmur Dualarının yapılması, toplu Bayram Namazlarının kılınması için kullanılmasından ötürüdür. Uzun süre boş olarak bırakılan bu bölge 1950 ve 1960 lı yıllardan itibaren Çam ağaçlarının dikilerek, şehrin kuzeyinde bir ağaçlık alan oluşturulmaya başlanmıştır. Bizler ilk okul sıralarında her sene Aralık ,Şubat ayları arasında okulca toplu olarak gider, asker ağabeylerin yardımları ile küçücük çam fidanlarını dikerdik. Şimdi orada hala kaldılarsa çamların50-60 yıllık olduğunu düşünürsek o yıllarda yapılan ağaçlandırma çalışmalarının ne denli yararlı olduğunu anlayabiliriz. Mart dokuzların da buraya gidilip gezilir, yenir içilir, genç kızlar ,genç erkeklerle bakışır, tanışır beklide evliliğe gidecek ilk adımlarını atarlardı. Biz çocuklar için ise bulunmaz bir nimetti. Bütün bir kışı evde ve okul sıralarında geçirdikten sonra, doğanın yenileşip çiçeklerin fışkırmasını hayretle karşılar koşar, top oynar , annelerimizden azar işitir gece olmadan yine bütün konu komşu evlerimize dönerdik.

Mart dokuzu kutlamalarına gidileceğini, bizim mütevazi mahallemizde annelerimizin bir kaç gün önceden başlayan telaşlarından anlardık, bize son günü söylenen gezme hazırlıkları götürüleceklerin ortaklaşa belirlenmesinin ardından sobamızın fırınında pişirilen böreklerden, poğaçalardan anlaşılırdı. Ekmek içi kuru köfteler, ekmek arası teze soğan ve beyaz peynir. Lokmalar ve simitler derken götürülecekler ile göç yolculuğuna çıkanlara nazire toplanırdı taşınacaklar. Görev dağılımında anneler kimin ne getireceğini önceden belirledikleri için pek aksilik yaşanmazdı. Bence her annenin işi zordu ve niye bu kadar eziyete giriştiklerini anlamazdım. Ancak o zamanın kadınlarının yaptığı bu fedakarlıkları arkalarından gelen kızları ve gelinleri yapmadıkları veya yapamadıkları için bu gelenekte azalıp, unutulmuş oldu. Sadece anılarda kaldı o unutulmayan Mart Dokuzu gezmeleri. Oysa şimdi gözlerimin önüne geliyor, cumbur cemaat Dere mahallesinden çıkıp namazgaha ulaşmamız bir macera filmi gibiydi. Elde sepetler, torbalar, yerlere serilecek kilimler, çocuklar, kızlar, anneler. Belki de bu taşra kentinin insanlarının nadir sosyalleşme molalarıydı ki bu denli önemli sayılırdı. Onca işleri arasında birde mart dokuzu yorgunluğu. Ama herkes mutluydu. Bazen 15-20 kişiyi bulan bu kafiledekiler giderken de gelirken de en güzel günlerinden birini geçirmenin keyfini yaşıyorlardı. En çok yorulanlar Karadenizli komşularımız olurdu. Bütan gazı tüplerini, çaydanlıkları, suları, bardakları, kaşıkları, çatalları taşırlar, gelirken de toplayıp yüklenirlerdi. Kimsenin eli boş kalmaz, mutlaka bir şeyler götürüp getirirdi. Bilemezdik ki bütün bunlar. yıllarca sonra buruk birer hoş anı olacaklarmış yaşantımızda, özlemle anılan. Ve bir ilkbahar böyle başlardı Kırklareli’ de o zamanlarda. Şimdi nasıl kutlanıyor veya yaşanıyor memleketimde bilemiyorum. Bilenler yazarlarsa sevinirim.



Popüler Yayınlar