23 Ocak 2022 Pazar

Kırklareli’nin İlk Kadın Gazetecisi FATMA AYTEN KAYAR





 Hasan ÇALIKUŞU


    21 Şubat 1938 tarihinde Ankara’nın Kızılcahamam ilçesine bağlı Karaağaç köyünde Meraki ailesinin dördüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. İlerleyen yıllarda aileye üç kardeş daha geldi. Her ne kadar nüfus cüzdanına ‘Fatma’ adıyla kayıtlı olsa da, resmi yazışmalar dışında bu adı hiç kullanmadı. Ailesi, eşi, dostu onu hep ‘Ayten’ olarak tanıdı ve çağırdı.  Babası ticaretle uğraşmaya karar vererek Ankara’ya göç ettiklerinde henüz 2 yaşlarındaydı. Kalabalık aile, Altındağ’a yerleşti. Yokluklar ve türlü zorluklarla geçen çocukluk yıllarında annesi Şefika Hanımın en büyük yardımcısı Ayten oldu. Küçük yaşlarda hevesle üstlendiği sorumlulukları öyle büyük bir ciddiyetle yerine getiriyordu ki, sert mizaçlı babası Mehmet Bey ona ‘müdür’ lakabını taktı. 


    Altındağ Yıldırım Beyazıt İlkokulu’nda başlayan öğrenim hayatı; Ulus İsmet Paşa İlkokulu ve Hisar Necati Bey İlkokulu’nda devam etti. İsmet Paşa Kız Meslek Lisesi’ne kaydolduğunda çok mutlu olmuştu. Artık kendisi de üretebilecekti. Özgür ruhu ve çalışkanlığı ile hayatına kendi iradesiyle yön vermek en büyük arzusuydu. Kısa zamanda dikiş öğrendi, ustalaştı. Bu becerisini uzun yıllar kendisi, çocukları ve sevdikleri için giysiler dikerek kullandı. Zaman zaman aile bütçesine katkıda bulundu. Ama o yılların en önemli yanı, okul yolunda önünden geçtiği Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nde okuyan, kendisi gibi gencecik, çalışkan bir gençle tanışması olacaktı.


    Nurettin Bey, Ayten Hanım ile tanıştığında fakültenin dördüncü sınıf öğrencisi idi. Bir yıl sonra Nurettin Bey fakültenin son sınıfına geçecek, nikah yapılacak ve Haziran 1956’da veteriner hekim olarak mezun olacaktı. Nurettin Bey bir an önce vatani vazifesini yapmak istediğinden yedek subay olarak Ağrı’ya tayini çıktı. Altı ay sonra Ayten Hanım da Ağrı’ya gitti ve 1,5 yıl süren askerlik süresince orada kaldılar.  Daha sonra iki yıl kalacakları Kars Göle Devlet Üretme Çiftliğine veteriner hekim olarak görev yaptığı Kırklareli Veteriner Müdürlüğü’ne atandı. Çok sevilen ve tanınan Nurettin Kayar 1989 yılındaki vefatına kadar Kırklareli’de 21 yıldır görev yapmaktaydı. 


    Kırklareli’nin medeni ortamı, sıcak insanları, kurulan kadim dostluklar, eğitim kalitesi, İstanbul’a yakınlığı gibi olumlu yanları nedeniyle Kayar Ailesi bu güzel şehre farkında olmadan yerleşmişti. 

Ayten Kayar, Hürriyet Gazetesi muhabirliği yaparak Kırklareli, ilçe ve köylerinde haber peşinde koşmaya başladı. Hem aile bütçesine katkıda bulunuyor hem de hayatın içinde aktif rol alıyordu. Kırklareli insanının kadın erkek demeden herkesi kucaklayan medeni yapısı, Fatma Kayar’ın gazetecilik gibi meşakkatli bir işin üstesinden gelmesine çok yardımcı oldu. İnsanların saygısını, sevgisini kazandı.

Hürriyet Gazetesi’nin İstanbul Cağaloğlu’ndaki tarihi binasına her gidişinde büyük heyecan duyuyordu. Fatma Ayten Kayar, Hürriyet Gazetesi binasında dönemin ünlü gazetecileriyle bir an bile olsa aynı havayı solumaktan yüz yüze olmaktan büyük onur duyuyordu. Doğuştan gelen ‘öğretmen’ karakteri ve bitmeyen enerjisi onu yıllar sonra ‘Hürriyet Gazetesi Trakya Bölge Muhabirliği’ ile onurlandırdı. 

Fatma Ayten Kayar sosyal sorumluluk faaliyetlerine gönüllü olarak destek veriyordu. Bunların başında Kırklareli Çocuk Yuvası geliyordu. Çocuk Yuvası Müdürlüğü görevini Veteriner Müdürü Muzaffer Ekren yürütüyordu. Nurettin Kayar aynı zamanda Veteriner Müdürlüğü’nde ‘Müdür Yardımcısı’ olduğundan ailecek Muzaffer Beyler ile iyi görüşüyor, hayır ve yardım işlerinde birbirlerine destek oluyorlardı. Bu nedenle Fatma Nurten Kayar’da Çocuk Yuvası haberlerine önem veriyor, her zaman faaliyetlerini duyuruyordu.   


    Fatma Ayten Kayar siyasi yönden de aktif bir kişiydi. Çalışmalara bizzat katılıyor, toplantılarda yer alıyor, Kırklareli’nin kalkınması için parti çalışmalarında elinden geldiği kadar faaliyetlerde bulunuyordu.


    Kırklareli’de insanın, emeğin, üretimin olduğu yerin bir haber niteliği olduğunu, olayları ve faaliyetleri okuyucuya aktarırken abartmadan, ajite etmeden, gerçeklerden uzaklaşmadan, haberin merkezine sevgiyi koyarak sakince anlatan bir üslubu benimsemişti. 

Fatma Ayten Kayar, Hürriyet Gazetesi ile Türkiye’de gazetenin ulaşabildiği her ilde, her köyde, kısacası her yerde haberleri ile Kırklareli’yi anlatıyordu. Kırklareli’nin insanını, huzurunu, sakin bir kent oluşunu anlatıyordu.


    Fatma Kayar için uzun yıllar gazetecilik yaptığı Kırklareli’nin mesleki açıdan en olumsuz yanı belki de yeterince ‘sansasyonel’ haberlerin çıkmamasıydı. İnsan, baharın gelişinin bile haber olduğu o yılları özlemle anmadan edemiyor! Ne olurdu en fazla? İki metreyi aşan karla kapanan yollar, dağlardan inen kurtlar… 

Ama Çernobil faciasından sonra yaşanan panik, Babaeski’de yaşanan askeri uçak kazası sonrası traktörlerle hastanelere taşınan yanan askerler gibi unutulmaz notlar da düşüldü tarihe elbette…


    Fatma Ayten Kayar’ın en büyük arzusu çocuklarının okuyup kendilerini yetiştirmeleri, ekonomik bağımsızlıklarını kazanarak ayaklarının üzerinde durabilmeleriydi. Öyle de oldu. Halen çalışma hayatının içinde olan üç kız kardeş her zaman annelerinin en büyük gururu oldu.


    Ailenin ilk çocuğu Şule, 70’li yılların siyasi karmaşasında binbir güçlükle İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra İstanbul’da kalarak avukat olmaya karar verdi. Halen gazeteci-yazar Ümit Fırat’la evli ve 40 yıldır İstanbul Barosu’na kayıtlı olarak avukatlık mesleğine devam ediyor.


    Ailenin ortanca kızı Demet Stigner, Endüstriyel Tasarım mezunu olmasına rağmen yazmaya olan merakı yüzünden kariyerine İstanbul’un çok uluslu ajanslarında reklam yazarı olarak devam etti.  Oğlu Leo’nun doğumu ile reklamcılık mesleğini ve İstanbul’u bırakıp sıfırdan yeni bir hayat kurdu. Ailenin ‘ekmeğini taştan çıkaran’ çocuğu olarak biliniyor. Halen e-ticaretle uğraşıyor. 2003 yılında yayınlanan ‘Karnımda Biri Var’ adında bir de kitabı var. Evli ve oğlu 20 yaşında.


    Ve en küçük kardeş Ayşe Gardet, uzun yıllar Amerika’da yaşadıktan sonra oğlu Alek’in doğumu ile birlikte İstanbul’a döndü. Halen özel bir şirkette yönetici olarak çalışıyor. Yazmak aslında ailenin her ferdinin damarlarında dolaşan bir tutku. Ayşe’nin de 2016 yılında yayınlanmış ‘Ayşe’nin Kırmızı Ruju’ isimli bir kitabı var. Evli ve oğlu 16 yaşında.


    Halen Kırklareli’nde yaşayan Fatma Ayten Kayar iki torun sahibi. Büyük torunu Bahçeşehir Üniversitesi Çizgi Film ve Animasyon Bölümü’nde okuyor. Küçük torunu da bilim insanı olmak istiyor.  


    Olanakları çerçevesinde küçük kız ‘Fatma Ayten’ den gazeteci ‘Fatma Ayten’ e kadar her zaman çevresinde örnek bir Kırklarelili ve Kırklareli ‘de iz bırakanlardan oldu. Yaşama sevgisi, savaşçı mizacı ve çalışkanlığı ile başta yetiştirdiği çocukları olmak üzere nice kadınımızın gururu olduğuna eminiz.  Kendisine sağlık ve afiyetle uzun ömürler diliyor, Kırklareli’ye kattığı değerler için teşekkür ediyoruz.  


KAYNAKLAR: 

Kayar Ailesi Arşivi 

https://www.altindag.bel.tr/#!tarihce https://arkaguverte.com/basin-anilari/hurriyet-gazetesi-cagaloglu-neydi-o-gunler-47640 https://www.babmagazine.com/cagaloglu-hurriyet-gazetesinin-terasi-dili-olsa-da-konussa/ https://tr.wikipedia.org/wiki/Murat_Karayal%C3%A7%C4%B1n

17 Ocak 2022 Pazartesi

KOCAHIDIR İLK ÖĞRETİM OKULU KIRKLARELİ’ NİN SON KALAN TARİHİ VE EN ANLAMLI BİNASI



 Ahmet Rodopman 

Belki bir çoğumuzun her gün defalarca önünden geçtiği, belki içimizden bir kısmının ilk okul yıllarını yaşadığı Kırklareli’ nin tarihi ve en anlamlı binasından söz etmek istiyorum. Taşıdığı ismin özelliği olduğu gibi, 115 yıllık hizmeti, şahitlik ettiği önemli tarihi olayların ve kişilerin gelip geçtiği bu bina artık Kırklareli halkından acil ilgi ve alaka bekliyor.

Ne yazık ki kentimiz tarihi eserlerden, öğünebileceğimiz görkemli eski binalarımız açısından oldukça şanssız. Ardı ardına  yaşanan işgal, yangın ve yağmaların ardından geride kalan az sayıdaki eserlere de yeteri kadar sahip çıkılamayıp göz göre göre kaybetmemizden dolayı sanırım çoğumuz üzgünüz. Ayakta kalan iki elin parmakları kadar olmayan tarihi yapılarımızı, henüz zamanın yok ediciliğine kaptırmadan değerlerinin bilinmesi gerektiği düşüncesindeyim.  Yoksa elimizde kalan eski resimlere ve sayın Nurdan Özten Güven’ in fotoğraflarını çekip, yağlı boya ile yaptığı resimlere bakıp   kentimizin tarihi ve otantik binalarını seyredebileceğiz. 

Çok değil sadece son 50 yıllık bir süreçte Kırklareli’ ye her gelişimde betonlaşma sevdasına kaptırılmış onlarca binayı anımsıyorum. En çok acıdıklarımın başında da Ziraat Bankasının karşı sırasında Rahmetli Doktor Mehmet Can Yeniley ve Bedriye öğretmenin evleri geliyor. O caddede nadide bir biblo gibi duran o evin yok edilişine hala yanıyorum. Ara sıra gördüğüm Kırklareli ile ilgili rüyalarımda yakında yine benimle beraberdi. Onun gibi daha niceleri.

Kırklareli’ ye son gelişlerimde Kocahıdır İlköğretim Okulu’ nun önünden geçerken yine hüzün kapladı benliğimi. Cıvıl cıvıl çocukların koşturduğu bahçe, merdivenler sessiz, camlarında asılı Türk bayrakları ve perdeler sökülmüş, sanki yorgun oldukça da kırgın gibi baktı bana. Benimde gözlerim balkonunda efsane müdürümüz Rahmetli İlhan Berkmen’ i aradı durdu. Sonradan okul olarak boşaltılmış bir başka devlet kurumunca kullanıldığını söylediler. Ama o koskoca bina , ile vedalaşırken ‘’Beni Yaz’’ diye seslenişini duyumsadım arkamdan.

Ve oturup yazmaya başladım işte Kırklareli’ nin medar-ı iftiharı (övünme sebebi) Kocahıdır Okulunu. Tarihler 1904 yılını gösterirken henüz 26 yıl önce bir acı tufan gibi gelip geçen 93 savaşının işgal yılları, ardında yanıp, yıkılmış bir harabe şehir bırakmıştır. Zaman, II. Abdülhamid’ in eğitim seferberliğine başladığı yıllardır. Kırklareli’ de henüz yeni başlayan okullaşma faaliyetleri kesintiye uğramış, okul binaları kullanılmaz hale gelmiştir. O günlerin Kırklareli Mutasarrıfı Galip Paşa, yerleşim merkezindeki bütün okulları birleştirip, çok dershaneli modern bir okul binası yaptırmaya kolları sıvamıştır. Şehir merkezi sayılacak bir yerde arazisi saptanır, İstanbul yönetiminden gereken harcamalar için paralar gelmesine karşın, inşaatın çabuk bitirilmesini sağlayacak ek paraların yardım kurumlarından, yerli halkın bağışlarından ve büyük miktarda da Hacı Hasan Ağa Vakfından gelmesi planlanmış ve yola çıkılmıştır. Kısa denilebilecek bir süre olan 2 yıl içinde inşaat bitmiş, 1906 öğrenim yılına yetiştirilmiştir. O yıllarda adet olduğu üzere padişahın adı konulmuştur. Okulun ilk müdürlüğüne Fahrettin Bey getirilmiştir. Hamidiye Okulu olarak açılan okul, daha sonraki yıllarda Mutasarrıf Süreyya Bey tarafından ismi değiştirilip, Varna Savaşı kahramanı Kocahıdır’ ın adı verilerek günümüze değin gelmiştir.

Bu arada Koca Hıdır’ dan söz etmek gerekirse. Avrupa’ ya geçen Osmanlı’ ların devşirmelerden en iyilerini seçip yetiştirdikleri padişahın has askerlerindendir. II. Murat’ ın Haçlılar ile 1444  yılında yaptığı Varna Savaşı’ nda gösterdiği cesaret ve kahramanlığı ile tanınmıştır. Macar Kralı Hunyadi Yanoş’ un atını düşürerek, Osmanlı ordusunun yenilmesini önlemiş, ve kralı öldürmüştür. Bu kahramanlığı nedeniyle adı çok ünlenmiş, ordunun Edirne’ ye  Kırklalareli üzerinden dönüşünde de yöre halkı tarafından çok sevilmiş ve gerek Kırklareli’ de gerekse Edirne’ da bazı yerleşim yerlerine adı verilmiştir. Özellikle Kırklareli’ de yiğitlikleri dilden dile dolaşmış, aradan 500 yıla yakın zaman geçmiş olmasına karşın adı bir okula verilecek kadar unutulmamıştır.

Kocahıdır Okulunun tarihe tanıklığı 1912 yılında Balkan Harbi sırasında Bulgar ordusunun komuta merkezi olması ile başlamıştır. Çok acı hatıralarla dolu geçen 1912 ve 1913 yılları boyunca bir çok mezalimlikler görmüş. II. Balkan Savaşı sonucunda yapılan antlaşma ile Bulgar işgali sona ermiştir. Ancak bina okul olarak değil de ayakta kalan nadir binalardan olması nedeniyle farklı amaçlar için kullanılmıştır. Genellikle İttihat ve Terakki Partisi ile Hürriyet ve İtilaf Partilerinin yönetim ve toplantı yeri olarak hizmet vermiştir. I. Dünya Savaşı sırasında değişik devlet dairelerince kullanılmıştır. Özellikle 1920 yılından sonra bütün yurtta başlayan ulusal kurtuluş hareketleri, Kırklareli’ de de bu tarihi binanın salonlarında yapılan Trakya-Paşaeli  Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin toplantıları ile ses getirmeye başlamıştır. Direniş hazırlıkları, Ankara Hükumetine bağlılıkla, cephelere asker ve mühimmat sevklerinin kararları hep bu duvarlarda yankılanmıştır. Hatta Kırklareli Yunan Kuvvetlerince işgal edilmeden önce Kuvayi Milliye’ nin Kırklareli yöneticilerinden bir bölümü Yunalıların ellerine geçmesin diye bütün evrakları yakmış ve burada vedalaşarak Dereköy üzerinden Bulgaristan’ a geçmişlerdir. Zorlu geçen bu iki yılın ardından, işgal bitince evlerine dönüp, işlerinin başına geçmişlerdir.

Savaş sonrasında Trakya’ yı işgal eden Yunan Kuvvetleri tarafından Komutanlık Merkezi olarak kullanılmıştır. Binada Divanı Harp kurulmuş ve pek çok yerli halk evladı suçlanarak ağır cezalara çarptırılmıştır. İki yıl kadar süren bu işgal sırasın yaşanan acılı günler ve işkencelerle çıkan feryatlar nihayet sona ermiş. 10 Kasım 1922 yılında Pınarhisar yönünden gelen Türk askerlerinin balkonda ki Yunan bayrağını indirmesi ile Okul binası da, sevgili Kırklareli’ miz de düşman işgalinden kurtulmuştur.

Ama hala çocuklar okullarına, okul sıraları da öğrencilerine kavuşamamıştır. İşgal sırasında Eski Hükümet Binası yandığı için bir süre ilk hükümet merkezi olarak hizmet etmiş, bir takım hükümet işleri buradan yürütülmüştür. Ardından İstasyona gidilen yol üzerinde yapılan yeni hükümet binasına geçilmiştir. Kırklareli’ nin düşman işgalinden kurtuluşunun bir simgesi haline gelen Kocahıdır Okulu 1970 li yıllara kadar Kurtuluş Bayramlarının kutlandığı yer ve bina olarak kalmıştır. Yine böyle bir bayram günü olan, 1938 yılının 10 Kasım’ ın da halk okulun önünde toplandığı sabah vali tarafından o en acı ölüm haberi yurttaşlara duyurulmuş, bayrama gelenler Atalarının ölüm haberini alınca hıçkırıklar içinde toplantıyı terk edip evlerine dağılmışlar. 

Okulumuz 82 yıl acı tatlı bir dolu hatıralarla ve nitelikli öğretmenleri, çalışkan öğrencileri ile dolup taşmış, Kırklareli’ nin nadide bir eğitim yuvası olarak kalplere ve beyinlere yerleşmiştir. 1990 yılında da Tarihi eser olarak kabul edilmiş ve koruma altına alınmıştır.

Bir masal gibi anlattığım geçen bu 115 yılın sonunda, bende isterdim ki bir masalı bittirir gibi ;’’Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine’’ diyebileyim . Ama olmuyor işte.  Bunlar bir masal olmadığı gibi, Kocahıdır okulu da bir masal kahramanı değil. Büyük ve çok anlamlı bir gerçek olarak yanı başımızda kentimizin tam da ortasında duruyor. Hepimize sesleniyor.    ‘’ Ben size 115 yıl hizmet ettim. Acı tatlı onca yıl birlikte göğüs gerdik her şeye, şimdi beni böyle yıkılıp yok olmaya bırakmayın.’’

Bence de bırakmayalım, Türkiye çapında takip ettiğim Yerel Tarih Çalışmaları içinde böylesi tarihi değeri yüksek, anı olmuş, anıt olmuş binalar çok güzel onarılıp, faydalı bir şekilde değerlendiriliyor. Neden okulumuz kentimizde bir kültür binası olarak yapılandırıl masın? O geniş salonlarında değişik alanlarda özgün konulu sergiler, kentimizi değerlerini yansıtan andaçlar, Yerel Basın  Koleksiyonları, Kentimizin Yetiştirdiği Değerlerin sergilenmesi, Bir hayli zengin olan Halk Bilim öğeleri, Folklorik değerler gibi, gibi neden olmasın?

Belki de ben çok saf ve samimi düşünüyorum da, benim gibi düşünen küçük bir azınlık var kentimde. Çoğunluk ise yıkılsın da yerine çok katlı güzel bir AVM yapılsın diyordur. İsmi de yabancı olsun. Havalı olur diye düşünüyordur. Bilemiyorum ki.

Sanırım nu konuda da yerel sivil toplum kuruluşlarına, bilinçli ve duyarlı üyelerine ve yöneticilerine çok iş düşlüyor. 

13 Ocak 2022 Perşembe

ACHILLES ZOÏROS FOTOĞRAFHANESİ




 Hasan ÇALIKUŞU


Fotoğrafçı Achilles Zoïros, 1883 yılında varlıklı ve kalabalık bir ailenin çocuğu olarak Kırkkilise'de doğdu. Sekiz kardeşi olan Achilleas eğitimini Kırkkilise’de tamamladıktan sonra fotoğrafçılığa ilgi duymaya başladı. İstanbul’da bu konuda bilgisini artıran Zoïros Kırkkilise’ye dönerek, 1900’lü yılların başında kendi adına Yayla Mahallesinde, komşu Celepoğlu konağının üst tarafında Kimisis Theotόkou Kilisenin karşısında bir fotoğrafhane açtı. 


   Fotoğrafhanenin konumu o kadar güzeldi ki kısa sürede işleri düzene girdi. Varlıklı Rum aileler başta olmak üzere, memurlar, askerler ve Kırkkilise’ye misafir olarak gelenler stüdyoya müşteri oldu. Daha çok anı, portre, grup ve aile fotoğrafları üzerine fotoğraflar çekiyordu. Achilles’in fotoğrafçılık yaptığı 1906-1907 yıllarında Osmanlı nüfus sayımına göre Kırkkilise'de yaklaşık 22 bin Müslüman, 14 bin Rum Ortodoks, 1600 Bulgar Ortodoks ve 800 civarında Musevi yaşıyordu.


   Fotoğraflarını keşfetmeye çalıştığımız Achilles Zoïros Fotoğrafhanesi’nin biri Latin diğeri Yunan harfleriyle düzenlenmiş iki değişik damga kullanıldığı görülmektedir. Latin harf baskılı damga detayında yatay elips çift çizginin içinde üstte adı “ACHILLES ZOÏROS”, altta ise bulunduğu yer “KIRK-KLISSÉ” ile ortadaki elips içinde Fransızca “PHOTOGRAPHE” yer almaktadır. Rumlara hitaben kullanılan damgada “Fotoğraf A. Zoïros” ile Kırkkilise’nin Rumca adı olan “Saranda Ekklisiai” yazmaktadır. 


   Ayrıca o dönemlerde fotoğraf kartlarının arka yüzünde veya içine konduğu koruyucu kartonların taşbaskı kart süslemeleri de dikkat çekiciydi. Birçok örneğini gördüğümüz bu baskılar arasında Kırkkiliseli anne ve çocuğu fotoğrafının arka yüzündeki bu baskıyı incelediğimizde ortada üçayaklı ahşap antika bir fotoğraf makinası ile arkasında süslü bir ayna ve üzerinde uçan iki kelebek, zeytin dalları, rotüj fırçaları ve “Souvenir - Hatırat” yazan bir palet ile altında inci süslemeleri, muhtelif çiçekler bulunmaktadır. 

Zoïros fotoğraflarının günümüze ulaşan birkaç örneğine baktığımızda bir hatırat olarak çekilen Kırkkiliseli anne Margitsa ve uzunca bir sehpa üzerine oturtulmuş olan 4,5 aylık bebeği Takis Apostolidis ile birlikte Kırkilise’de poz verdiği fotoğraf en dikkat çekici olanıdır. Fotoğrafın arka yüzünde "Atina'daki saygıdeğer anne, büyükanne, kız kardeş ve amcaya" hitaben Yunanca bir ithaf, çekildiği yer olan Saranda Ekklisiai yani Kırkkilise ve 7 Haziran 1915 tarihi not düşülmüştür. 


   Achilles Zoïros’un fotoğraflarını incelemeye devam ettiğimizde; Polonya'nın Radom şehrinden Trakya’ya tatil yapmaya gelen genç bir Yahudi olan Chana Grosfeld'in 20. yüzyılın başlarında Kırkkilise’de çekilmiş fotoğrafından Zoïros’un portre fotoğraflarında güzel örnekler verdiğini görmekteyiz.


   Araştırmalarımda Ioánnou S. Giannakóponlon tarafından 1994 yılında yazılan “Doğu Trakya’nın Kırkkilise’si” isimli kitapta yine Achilles Zoïros’un izine rastladım. Zoïros’a çektirilen bu fotoğrafta 1916-17 yıllarında lise öğrencisi olan Sofia Katsamba ve Chrysí Anastasiadou poz vermişlerdi.


   Kırkkiliseli Yayla mahallesinde oturan Rum komşusu Celepoğlu ailesine ait bazı fotoğraflar da Zoïros tarafından çekildi. Achilles Zoïros Fotoğrafhanesinde çekilen 1920’lerdeki bu fotoğrafta Celepoğlu ailesinin çocukları Elpiniki, Nikolaos, Euripides Celepoğlu görülmektedir. 


   Achilles Zoïros Fotoğrafhanesinde kullanılan fon ve dekorlar Zoïros’a ait fotoğrafların teşhisinde bana çok yardımcı oldu. Özellikle arka planda üçgen alınlıklı antik desenli dekor birçok fotoğrafta yer almaktadır. 


   1870’lerde 14 bin kişi olan Kırkkilise nüfusunun ya- rısı Rum, yüzde otuzu Bulgar, yüzde yirmisi Türklerden oluşuyordu. Kırk sene sonra ise Osmanlı Türk nüfusu artarak 1910 yılına doğru yarıdan fazla olacaktı. 


   Zoïros Fotoğrafhanesi Balkan Savaşı sırasında ve Kırkkilise’nin Bulgar istilası zamanında zor günler geçirdi. Bulgarlar sadece Türklere değil, Rum ve Yahudilere de eziyet ediyordu. Buna rağmen işini sürdürdü. Arkasından gelen Birinci Dünya Savaşı sırasında da yine zorluklar yakasını bırakmadı. Hem fotoğraf hammaddesi bulmakta, hem de maddi sıkıntılar yaşadı. Achilles Zoïros’u belki de en çok şaşırtan Avustralyalı bir Anzak askerinin Kırkkilise’de poz vererek fotoğraf çektirmesiydi. Birinci Dünya Savaşı sonucu yenik düşen Osmanlı Devleti işgal edilmiş, İngilizlerin sömürgelerinden getirdikleri askerler işgal kuvveti olarak buralara kadar gelmişti. 

Temmuz 1920 tarihinde Yunanistan Doğu Trakya’yı ve arkasından Kırkkilise’yi işgal etti. Achilleas Zoïros Kırkkiliseli bir esnaf olarak sadece fotoğrafçılığı ile ilgilendi, işleri düzene girdi ve bir süre rahat etti. 


   1922 yılında Zoïros tarafından çekilen fotoğrafta Sotírios Giannakópoulos ve muhtemelen eşi Chrysí Anastasiádou görülmektedir. O zamanlar Kırkkilise’de kuaförün varlığı bilinmemekle beraber, kadınlar fotoğraf çektirmeye giderken, saçlarına model yapmak için makas şeklinde açılıp kapanan yuvarlak kollu  “maşa" denilen bir aleti kullanırlardı. Maşa önce ateşte ısıtılır, sıcakken saçlar sarılır ve modaya uygun kıvır kıvır dalgalı saçlar yapılırdı. 


   Kurtuluş Savaşından Yunanlıların mağlup ayrılmaları neticesinde Kırkkilise’de Yunan işgali de sona erdi. Ancak 1923 yılındaki Türk-Yunan nüfus mübadelesi nedeniyle yüzlerce yıldan beri Kırkkilise’de yaşayan Rumlar Yunanistan’a göç etmek zorunda kaldı. Bunlar arasında Zoïros ailesinin tüm fertleri de bulunuyordu.


   Achilles Zoïros’un Yunanistan'da Pire şehrine yerleştiği ve 1930’lara doğru 56 Kantharou Caddesi'nde bir fotoğraf stüdyosu açtığı kaydedilmektedir. Daha sonra da Atina’nın kuzeyinde Nea Filadelfeia'da fotoğrafçılığa devam etti. 1950'lerin başına kadar profesyonel olarak aktif çalıştı. 


   İstanbullu Katina Altınoğlu ile evliliğinden 4 çocuğu olan Kırkkiliseli Achilles Zoïros, 1959 yılında 76 yaşında hayata veda etti.  


KAYNAKLAR 

https://www.infocenters.co.il/gfh/notebook_ext.asp...

https://www.koleksiyonevi.net/.../kirk-kilise-kirklareli...

https://www.istanbulmuzayede.com/.../fotografcilik-tarihi...

https://www.awm.gov.au/collection/C2082396

https://collectio.bid/listing/view/5c6953a0bf0474d262468ab8

https://mlp-blo-g-spot.blogspot.com/2019/10/zoiros.html

https://www.modamuzayede.com/.../fotograf-yahudi-fotog

https://tr.wikipedia.org/wiki/Balkan_Sava%C5%9Flar%C4%B1

https://www.koleksiyonevi.net/urun/552550/kirkkilise

https://collectio.bid/?search=k%C4%B1rklareli

5 Ocak 2022 Çarşamba

KIRK-KİLİSSE FOTOĞRAFHANESİ – P. ANTONİTSİS

 HasanÇALIKUŞU


1800’lü yılların sonuna doğru Doğu’nun başkenti olarak anılan İstanbul’a yönelik ilgi, çılgınlık boyutuna ulaşmıştı. Cadde-i Kebir yani İstiklal Caddesinde fotoğrafhaneler adeta para kırıyordu. Fotoğraf fiyatları yüksek olmasına rağmen ilgi ve talep fazlaydı. 

 1895 yılında Yüksekkaldırım’da dükkânı bulunan Max Fruchtermann isimli çerçeveci eğer fotoğrafları bir matbaada kartona bastırabilirse, çok iyi para kazanacağını sezdi. O yılın sonuna doğru yeni yıl kutlamalarından önce İstanbul konulu ilk kartpostalları hazırlatıp satışa sunmuştu bile. 1896 yılbaşında İstanbul’dan Avrupa’ya gönderilmeye başlayan bu kartpostallar ile Max Fruchtermann Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kartpostal editörü olmuştu. Yıldız Sarayı dâhil İstanbul’a ait her fotoğraf kartpostallarda yerini almaya başlamıştı. Böylece İstanbul kartpostallarındaki zengin içerikler ile yurtdışında güçlü bir Osmanlı imajı oluşuyordu. Yıldız Sarayı ise II. Abdülhamit’in en önemli simgesi olacaktı.

Padişah Abdülhamit her an tahttan indirilme korkusu yaşadığından, Cuma günleri hariç halkın arasına hemen hemen hiç karışmıyor, Yıldız Sarayı’ndan çıkmıyordu. İmaj tutkunu Sultan Abdülhamit, tutucu olmasına rağmen teknolojik gelişmeleri yakından takip ediyor, fotoğrafa büyük ilgi duyuyordu. Durum böyle olunca Fruchtermann kartpostallarında da yer alması kaçınılmazdı.

 1900’lü yılların başında kartpostallarda taş baskı dönemi sona ermiş, artık doğrudan fotoğraflar da basılabiliyordu. 

Sultan Abdülhamit’in saray dışında gerçekçi bir göze ihtiyacı vardı. Bu göz tabii ki fotoğraf olacaktı. Fotoğraf Sultan Abdülhamit sadece bir istihbarat kaynağı değil, iktidarını güçlendiren bir araç haline gelecekti. Artık Osmanlı’da askerden sivile, meydandan yollara, eğitimden teçhizata, müşirden teğmenine kadar herkes üniformaları, madalyaları ile el pençe divan pozunda fotoğraf çektiriyor, bunlar saraya gönderiliyordu. Fotoğrafçılar Osmanlı’da çekilmedik yer, meslek, cami, hamam, ev, yalı, kule, sefaret vs. bırakmadı. Her dinden, milletten, ırktan, her yaştan insan, hatta hayvanlar ile sokak köpekleri bile fotoğraf ve kartpostallarda yer aldı. Böylece etkileri bu günlere kadar uzanan bu tür belgelerin üretilmesi Osmanlı’da fotoğrafın da yaygınlaşmasını sağladı.

Kırklareli fotoğraf tarihi de bu gelişmelere paralel ilerledi. Edirne’ye bağlı bir sancak olan Kırkkilise de (Kırklareli) bulunan fotoğrafçılar arasında P. Antonitsis, Achilleas Zoïros, C.Zaphiriades ve Behar Nadir’in izine rastlayabildim.

Kırklareli’de ilk fotoğraf çekimleri 1800 yılların sonuna doğru olmuştur.  Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid 1842-1918 yılları arasında Edirne iline bağlı olan Kırkkilise’de askeri ve sivil alanlarda bazı fotoğraflar çektirdiği bilinmektedir.  

Kırkkilise’de bilinen ilk fotoğrafhane Kırkkiliseli bir Rum olan P.Antonitsis tarafından açıldığı tahmin edilmektedir. Bu fotoğrafhanenin yeri, arşivi ve Antonitsis hakkındaki bilgilere henüz ulaşılamamıştır. 1900’lü yılların hemen başında Osmanlı döneminde Kırkkilise Hızırbey Camii ile Serdar Ali Paşa Camii ve çevresindeki çarşının görüntüsü Fotoğrafçı Antonitsis tarafından çekilen ilk fotoğraf olduğu söylenebilir.  Ancak bir süre sonra kartpostal fotoğrafı olarak her iki caminin yine yerinde olduğu meydanın biraz daha güneyinden Antonitsis’in çektiği aşağıdaki bu fotoğraf kullanılacaktı. 

Osmanlı döneminde kullanılan Kırkkilise’ye ait bu ilk kartpostalların arka yüzünde fotoğrafı çeken kişinin ‘Photographe P. Antonitsis, Kirk-klissé’ yazdığı görülür. Fotoğraf editörü olarak Isacc & Moise Mitrani isimli Yahudi kardeşler bulunmaktaydı. Isacc & Moise Mitrani isimli editör kardeşler hakkında detaylı bir bilgiye ne yazık ki ulaşılamasa da Antonitsis ile işbirliğinin uzun bir süre devam ettiği, bazı kartpostallar ürettikleri görülmektedir. Bu kartpostallar incelendiğinde çeşitli tören ve askeri eğitimlerde askeri fotoğraflar olduğu görülmektedir. Osmanlı idaresine bir şekilde çok yakın olan Antonitsis’in bu fotoğrafları çekmesine müsaade edildiği ve basılan kartpostalların da Balkan Savaşı öncesi propaganda amaçlı kullanıldığı görülmektedir. 

Antonitsis ve Mitrani kardeşler için işler iyi gidiyordu. Askeri ve sivil alanlarda oldukça fazla fotoğraf çekiliyor, bazıları kartpostal yapılırken bazıları İstanbul’a gönderiliyordu. Antonitsis özellikle askeri tatbikat ve manevralarda önemli askeri araçların yanında subayların özel anı fotoğraflarını çekiyor, özel logosu ile birlikte fotoğraflarını hazırlıyordu. Antonitsis’in oldukça gösterişli olan logosunda “PHOTOGRAPHIE P.Antonitsis KIRKLISSE” yazıyordu.   

Balkan Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin kaybetmesi ve Kırkkilise’nin Bulgarların eline geçmesi ile 1912 yılından sonra fotoğrafçı Antonitsis’in kartpostallarında adının kaybolduğu, editör olarak Mitrani kardeşlerin devam ettiği anlaşılmaktadır. Fotoğraf editörleri Isacc ve Moise Mitrani kardeşlerin 1912 yılı kartpostallarında Antonitsis adını silmesi yanında fotoğraflarda retuj yaptırdıkları da  gözlenmektedir. 

Antonitsis’in Osmanlı idaresine çok yakın olması ve askeri stratejik fotoğrafları çekebilmesi nedeniyle Kırkkilise’den ihtimalen ayrıldığı veya başına bir iş geldiği tahmin edilmektedir. Kırkkilise’de Bulgar istilasının devam ettiği 1913 yılında ise kartpostal editörü olarak sadece Isacc Mitrani’nin kaldığı diğer kardeş Moise’in silindiği görülmektedir. 

Bulgarların Kırkkilise’yi “Lozengrad” yani 'Üzüm Şehri' olarak adlandırmaları kartpostallara da yansırken Antonitsis fotoğrafları hala kullanılmaya devam ediyordu. 


KAYNAKLAR 

https://www.infocenters.co.il/gfh/notebook_ext.asp?book=148921&lang=eng&site=gfh

https://www.koleksiyonevi.net/urun/2651819/kirk-kilise-kirklareli-achilles-zoiros-fotografhanesi-kabin-fotograf-11-x-17-cm

https://www.istanbulmuzayede.com/en/product/2370197/fotografcilik-tarihi-kirk-klisse-kirklareli-achilles-zoiros-fotograf

https://www.awm.gov.au/collection/C2082396

https://collectio.bid/listing/view/5c6953a0bf0474d262468ab8

https://mlp-blo-g-spot.blogspot.com/2019/10/zoiros.html

Λεξικό Φωτογράφων 1839-1960. Έλληνες φωτογράφοι και ξένοι φωτογράφοι στην Ελλάδα, (τρίγλωσσο DVD), ΕΛΙΑ/ ΜΙΕΤ, Αθήνα 2006.

https://www.arkeolojisanat.com/shop/urun/max-fruchtermann-kartpostallari-3-cilt-takim_11_4987.html

https://www.flickr.com/photos/mobile_gnome/16080360147/in/album-72157630915896384/

https://www.modamuzayede.com/urun/499865/fotograf-yahudi-fotog

Nazif Karaçam, Efsaneden Gerçeğe Kırklareli

https://tr.wikipedia.org/wiki/Antiye

https://tr.wikipedia.org/wiki/Balkan_Sava%C5%9Flar%C4%B1

Ahmet Rodopman, https://www.facebook.com/groups/500781684047016/posts/908492336609280

https://www.facebook.com/notes/nostaljik-istanbul-foto%C4%9Fraflari-1/max-fruchtermann%C4%B1n-izinde/533757873314872/

https://www.koleksiyonevi.net/urun/552550/kirkkilise

https://collectio.bid/?search=k%C4%B1rklareli

2 Ocak 2022 Pazar

VETERİNER HEKİM MUZAFFER EKREN (1922-1993)


 

Hasan ÇALIKUŞU

Benim de tanışma fırsatını bulduğum, Kırklareli’nin tanıdığı en sempatik, güler yüzlü ve çalışkan  “Veteriner Müdürü” Muzaffer Ekren’i hatırlarken, bu vesile ile geçmiş zamanın kayıt ve hatıralarında yer alan, Kırklareli tarihinde iz bırakmış veteriner hekimleri bir kez daha yâd etmekte fayda var.


Araştırmalarımda bulabildiğim en eski hekim Kırkkiliseli Rum ailelerden 1880’li yıllardan başlayarak adı geçen Kotsas Celepoğlu isimli Rum veteriner hekimdir. Tüccarlık da yapan Celepoğlu, Yayla Mahallesinde oturuyordu. Kırkkilise’yi seven, dinine düşkün, Rum Cemaati arasında hatırı sayılır ve varlıklı kişileri arasında bulunuyordu. Ioánnou S. Giannakóponlon tarafından 1994 yılında yazılan “Doğu Trakya’nın Kırkkilise’si” isimli kitapta Kotsas Celepoğlu ile karşı ev komşusu Dr. Keramicioğlu iyi arkadaş olduğuna dair bilgiler vardır.  Dr. Keramicioğlu al rengi atına, Veteriner Hekim Celepoğlu ise beyaz benekli atına binerek bazen birlikte köy ve kasabalara hasta bakmaya giderlerdi. 1870’lerde 14 bin kişi olan Kırkkilise nüfusunun yarıya yakını Rum, yüzde otuzu Bulgar, beşte biri Türk olduğu kitapta bahsedilmektedir. 

Yayla mahallesindeki varlıklı Rum ailelerin 1900’lü yılların başında taş konak yaptırma girişimlerine Celepoğlu ailesi de katılmış, iki katlı binanın giriş alınlığında ‘Σ.Κ.ΤΖΕΛΈΠΟΓΛ0. 1908’ yazan konağı yaptırmışlardı. Konağın üst komşusu olan Achilles Zoïros Fotoğrafhanesinde çekilen 1920’lerdeki bu fotoğrafta Celepoğlu ailesinin çocukları Elpiniki, Nikolaos, Euripides Celepoğlu görülmektedir.


*   *   *   *   *

 

Kırklareli’de iz bırakmış bir kişi olan Veteriner Hekim Süreyya Harmankaya, Akıncı Mihailoğulları’ndan Bursa kökenli Osman Bey ve Hayret hanımın çocuğu olarak 1891 yılında Mudanya’da dünyaya geldi.1.Dünya Savaşı esnasında Ruslara karşı Diyarbakır Kafkas Cephesinde, Fransızlara karşı Suriye cephesinde bulundu. Milli Mücadelede ise Pontus Ayaklanmasına karşı Milli Müfrezenin başında yer almıştı. Bir süre Kütahya’da çalıştıktan sonra Kırklareli’ye geldi. Kırklareli ve Babaeski’de özellikle mezbahada kesilen hayvanların muayenelerini yapmakla görevli veteriner hekimdi. Bu nedenle Kırklareli Aşağıpınar’da bulunan mezbahaya yakın olabilmek için Aşağıpınar mahallesinde oturmaktaydı. 

Vatansever, ilerici, çalışkan ve cemiyet hayatında aktif bir kimseydi. Kırklareli İhtiyat Cemiyetinde çalışmış, Halk Partisi ve Türk Ocağı’nda başkanlık, Kırklarelispor ve Kırklareli Halk Spor külüplerinde yöneticilik yaptı. Halkevi tiyatro gurubunda eşi Makbule hanımla piyeslerde rol alıyordu.  Atatürk’ün 20 Aralık 1930 tarihindeki Kırklareli ziyaretinde onu karşılayan heyet arasında bulunuyordu. 

1945 yılında ağır hasta olduğundan katılamadığı Babaeski Halkevi seçimlerinde, sayılan ve çok sevilen bir kimse olduğu için Halkevi Başkanı seçildi. Halkevi heyeti hasta yatağında Süreyya Harmankaya’yı ziyaret ederek başkan seçildiği haberini vererek ona moral vermek istedi. Süreyya Harmankaya aydın Cumhuriyet gençlerinin bıraktığı emanete sahip çıkmasından onur duydu ve çok sevindi. Ancak Süreyya Harmankaya 3 gün sonra 1945 yılında 52 yaşında Babaeski’de vefat etti.


*    *    *    *    *


Veteriner Hekim Muzaffer Ekren, 1922 yılında İstanbul Merdivenköy’de doğdu. Babası Remzi Bey Malatya Arapgir kökenli bir aileden gelip, emniyet teşkilatında komiserdi. Annesi Saadet Hanım ise Balkan göçmeni bir aileden geliyordu.

Baba mesleğinden dolayı, tayinle birlikte yer değiştirdiklerinden birçok ili dolaştılar. Ancak Muzaffer Ekren daha çok Antalya’da tahsilini tamamladı. Daha sonra Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesinden mezun olarak veterinerlik yapmaya başlayacaktı ama önünde askerlik olduğundan önce vatani görevini tamamlamaya karar verdi. Yedek subay olarak askerliğini Erzurum’da dört sene yaptı.  

1934 yılı doğumlu olan Güner Hanım ile kuzen çocuklarıydılar ve birbirleriyle tanışıyorlardı. 1952 yılında evlendiler. Muzaffer Ekren’in veteriner hekim olarak ilk tayini Aşkale’ye oldu. İlk çocukları Okan 1953 yılında Aşkale’de dünyaya geldi. Aşkale’den sonra, bir sene kalacakları Çankırı’nın Çerkeş ilçesine tayini çıktı. Kızları Birkan 1956 yılında Çerkeş’de doğdu. Ancak 1957 yılında görev yeri değişerek tayinleri Siirt’e çıktı. 

Muzaffer Ekren Siirt’te görev yaparken 27 Mayıs 1960’da Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa bir askeri müdahale oldu. Askeri rejim yönetimi Siirt’in de içinde olduğu Doğu ve Güneydoğu illerinden başta ağa ve şeyhler olmak üzere birçok kişi sürgüne gönderildi. O zamanlar Siirt’te çalışan birçok memur gibi Muzaffer Ekren de zor günlerde görev yaptı.

Muzaffer Ekren çok sevdiği mesleğinin gereği Veteriner Hekimler Odası’nın çalışmalarına aktif olarak katılıyor, mesleğin gelişmesi için her türlü katkıyı veriyordu. 

Muzaffer Ekren Siirt’te sadece hayvan hastalık ve salgınlarında Veteriner Müdürü olarak değil aynı zamanda vali muavinliği, belediye başkanlığı, çeşitli komisyonlarda başkanlık, lisede öğretmenlik ile birlikte sosyal yardım faaliyetlerinde de yer aldığından idarecilerin güvenini kazanmış halk tarafından çok sevilen bir bürokrattı. Bu yüzden yerel basında sık sık övgüler alıyordu.  

Siirt’ten sonra Burdur’a daha sonra da Bilecik’e tayini çıktı. Bilecik’te Ekren Ailesi daha huzurlu yaşadı, kızı Birkan burada ilkokula başladı. Bilecik’te de Muzaffer Ekren gittiği her görev yerinde olduğu gibi veteriner hekimlik ve devlet görevi yanında halkın yararına olan sosyal faaliyetlerde yer aldığı gibi, görev yaptığı yerlerde gerek resmi işlerindeki titizliği ve çalışkanlığı, gerekse şahıs olarak tavırları ile her zaman saygı duyulan bir devlet adamı ve kişi oldu.

1964 yılında Muzaffer Ekren’in ‘Veteriner Müdürü’ olarak Kırklareli’ye tayini çıktı. Kızı Birkan ilkokul 3. sınıfa Kırklareli’de devam etti. Veteriner Müdürlüğü Kırklareli’de o zamanlar Doğuş Kitabevi’nin sırasında, İmam Hatip Lisesinin karşısındaydı. 

Muzaffer Ekren, Kırklareli Veteriner Müdürlüğü zamanında birçok değerli meslektaşı ile çalıştı. Bunlar arasında Müdür Yardımcısı Veteriner Hekim Nurettin Kayar, Celal Çetin, Doğan Özler, Mehmet Ali Gözübüyük, Abdülkadir Kırsaç ve Mehmet Yavuz bulunuyordu.

1965 yılında genç bir Veteriner Hekim olan İsmet Dökmeci’nin de Kırklareli’ye tayini çıkmış, Veteriner Müdürü Muzaffer Ekren ile birlikte çalışmaya başlamıştı. Muzaffer Ekren, İsmet Dökmeci’nin azmi, çalışkanlığı ve bilgisine hayran kaldığından onun akademik yolda ilerlemesi için tavsiyede bulunuyor, devamlı teşvik ediyordu.

Kırklareli’de Veteriner Müdürlüğü yaptığı sırada hayatında ikinci defa askeri bir darbe ile karşılaştı. 12 Eylül 1980 ihtilali ile yine zor günler geri gelmişti. Veteriner Müdürlüğü yanı sıra bu dönemde Kırklareli Belediye Başkanlığı görevini de vekâleten bir yıl kadar sürdürdü. 

Muzaffer Ekren sempatik ve babacan tavırları ile her gittiği yerde olduğu gibi Kırklareli’de de sevilen ve sayılan kişilerinden oldu. Uzun yıllar Çocuk Esirgeme Kurumu Kırklareli Çocuk Yuvası Müdürlüğü’nü ek görev olarak sürdürdü. Yuvadaki çocukların Muzaffer Bey’e “Başkan Baba” diye hitap etmelerinden sonsuz derecede mutlu oluyordu. Tabii ki bu görev esnasında aile dostu Dr. Nihat Uygun ile birlikte olmak, onun en büyük desteğiydi. Dr. Nihat Uygun da mütevazı ve centilmen tavırlarıyla Kırklareli’nin seçkin simaları arasında yer alıyordu. Müdür Yardımcısı Vet. Hekim Nurettin Kayar,  Hastane Başhekimi Dr. Vehbi Kutlu, Kadın Doğum Uzmanı Dr. Sudi Tutkuner ile Ziraat Bankası Müdürü Remzi Urcan sık sık görüştükleri dostlarıydı.  

Muzaffer Ekren 1984 yılında emekli olduğunda kızı Birkan Yanardağ’ın evliliğinden dolayı Kırklareli’den ayrılmadı. 

Muzaffer Ekren 22 Şubat 1993’de 71 yaşında hayata veda etti.


*    *    *    *    *   


Veteriner Hekim İsmet Dökmeci Çanakkale şehidi Mehmet Köse ile İstiklal Savaşı Gazisi Mustafa Dökmeci’nin torunu, Osman ve Şadiye Dökmeci’nin oğlu İsmet Dökmeci 28 Kasım 1942’de Çorum’da dünyaya gelmişti. Babası Osman Dökmeci’nin memuriyetinden dolayı Ankara Etlik İlkokulu ile başlayan ilkokul eğitimi, Ankara Etlik İsmet Paşa, Ardahan Posof, Konya Kadınhanı İlkokulu ile devam etmişti. Ortaokul hayatına İskilip’te başlayıp, Konya ile Çorum Alaca’da okuyarak tamamlamıştı. Lisede yarım dönem Yozgat Lisesi ve daha sonra Ankara Gazi Fen Lisesi gitmişti. 1960 yılında Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ne başlamış ve eğitimini üstün başarı ile bitirmişti.

1965 yılında atanarak Kırklareli’nde mesleğe başlamıştı. 1966 yılında bir sınavda başarılı oldu ve bir yıllık lisans eğitimi için Fransa Toures’a gönderildi. Daha sonra, Brüksel Üniversitesi Farmakoloji Bölümünde Profesör Paul Genoux Janpa’nın danışmanlığında yüksek lisansını tamamladı. 1971 yılında ise Fransa Nancy Üniversitesinde Prof. La Marche danışmanlığında farmakoloji doktorasını tamamladı ve yurda döndü. Hacettepe Üniversitesi Farmakoloji Anabilim Dalı’nda Öğretim Görevlisi olarak göreve başlamıştır. Burada tıp, diş hekimliği ve eczacılık fakülteleri ile hemşirelik yüksekokulunda 2 yıl farmakoloji dersi verdi.

1973-1975 yılları arasında Fırat Üniversitesine geçti ve yeni kurulan Elazığ Veteriner Fakültesinin kurucuları arasında yer aldı. 1975 yılında farmakoloji doçenti oldu. 

1975-1978 yıllarında Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalında görevine devam etti. 1977 yılında ilk eseri olan ‘Farmakoloji’ kitabını Dicle Üniversitesi‘nde iken yazdı. 1978 yılı sonunda İ.Ü. Edirne Tıp Fakültesi kadrosunda, 1982 yılına kadar Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde dersler vermeye devam etti. 1981 yılında profesörlüğe atandı. Daha sonra Trakya Üniversitesi ve Tıp Fakültesi kurucularından oldu. Tıp Fakültesi Dekanlığına ve Rektör Yardımcılığı görevlerinde bulundu.  

2009 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı. Buna rağmen kitap yazmaya devam etti ve eğitime katkı verdi. Çoğu ‘Farmakoloji’ kitabı olmak üzere, ‘İlaç Rehberi’ ve ‘Tıp Sözlüğü’ dâhil, toplam 29 kitabı vardır.

23 Ekim 2016 tarihinde 74 yaşında Edirne’de hayata gözlerini yumdu.


KAYNAKLAR:

Birkan Yanardağ Aile Arşivi Prof. Dr. Ahmet Ulugöl, “Prof. Dr. İsmet Dökmeci’nin Anısına”, Türk Farmakoloji Derneği 26.Bilimsel Etkileşme Semineri, Ankara, 2017 http://tfd.org.tr/sites/default/files/Klasor/Dosyalar/toplantilar/FEKBES-2017.pdf Veteriner Hekim Celal Çetin ile görüşme notları Türkan Doğruöz ile görüşme notları Ali Rıza Dursunkaya, Kırklareli Vilayetini Tarih, Coğrafya, Kül.ve Eski Es.Yön.Tetkik,Yeşilyurt Bas.1948 https://www.trakya.edu.tr/news/prof--dr--ismet-dokmeci-nin-vefati Ali Coşkun Yanardağoğlu Arşivi Ioánnou S. Giannakóponlon, Doğu Trakya’nın Kırkkilise’si,1994

1 Ocak 2022 Cumartesi

KIRKLARELİ KIŞ KARPUZU



 Ahmet Rodopman 

Her gelen yılla birlikte yeni umutlar, yeni düşünceler ve yeni projeler ile başladığım yeni bir yıla merhaba derken bu yılbaşı gecemizin nostaljik  sürprizi olan Kış Karpuzumuz ile yine 60 yıl gerilere, çocukluk günlerime gittim.

Kırklareli’ de hapishanenin arkasında dere kenarındaki rahmetli Vefik Sözen’ in evinde toplanan büyük ailenin 60-70 kişisi ile birlikte geçirilen o renkli, neşeli yılbaşı gecelerini özlemle anımsadım bir anda. Büyük halanın misafirperverliğinde onca kişi birden yer içer, söyleşir, ardından tombalalar oynanır, fırdöndüler çevrilir. Niyetler çekilir, ortadaki büyük sobanın üstünde kestaneler pişer, fırınında mısırlar patlar, isteyen çay, isteyen ıhlamur içer, yaş ve kuru meyveler yenilirken bir yandan biletini alan radyonun başına geçerek, milli piyango çekilişini takip ederdi. Babama hiç çıkmazdı ama her seferinde ben kazandım derdi. Hiç bilet almayarak nasıl olsa ikramiye çıkmayan biletin parasını ödemediği için, o parayı kazandığını söylerdi.

Ama ben rahmetli babamı yılbaşı deyince en çok itina ile alıp sakladığı Kış Karpuzlarıyla anımsıyorum. O büyük ailenin eksilip, dağılarak ortadan kalkması, Türkiye’ nin 1960 yılları sonrası yaşadığı başkalaşımının da bir başka göstergesiydi sanıyorum. Çekirdek ailelerin oluşması, farklı ortamların ve farklı beğenilerin gelişmesi ile artık yılbaşları  her evde televizyon karşısında bir tebrik kartı veya telefon konuşmaları ile kutlanır hale geldi. Günümüz çocukları yaşlanınca eski yılbaşlarını, eski bayramları nasıl hatırlarlar bilemiyorum.

İşte o eski günlerde damağımda kalan tadı, gözümde şekli ve rengi ile her şeyden önce Kış Karpuzunun evimizde estirilen telaşı ile hatırladım ve aradım uzun süre bulabilir miyim diye Nihayet sevgili kayınbiraderim Güngör Günay, Kırklareli gidip Üsküp ve Kaynarca’ da bulabilmiş ve bize getirmişti,  bu günkü konumuz olan kış karpuzumuzu. Yünlerin içinde ve evin en soğuk köşesinde sakladım aylarca. Nihayet dün akşam, yani, yılbaşı gecesi dost ve akrabalarımızla birlikte olduğumuz yılbaşı yemeğimizin ardından büyük bir merak  ile kestik  efsane karpuzumuzu. Ben biliyordum renginin sarı çıkacağını, ama diğer dostlarımıza da  ‘’ İçinizden bir niyet tutun, gelecek yıla dair beklentinizin gerçekleşmesi için, sarı çıkarsa olacaktır’’ diyerek onları motive etmek istedim. Kestik ve simsiyah çekirdekleri ile harika bir tadı olan sarı renkli karpuzumuzu afiyetle yedik.

Şimdi de beni asla terk etmeyecek olan merakımla bu konuda edindiğim bilgileri ve bu konuda ki düşüncelerimi sizlerle paylaşayım dedim. Konunun biraz ayrıntılarına girersem belki Kırklareli’ miz için apayrı bir tanıtım aracı bile olabilir düşüncesi ile de özellikle ismini ‘’Kırklareli Kış Karpuzu’’ olarak nitelemek istedim. Hani son zamanlarda coğrafi işaret diye yöreler birbiri ile yarışıyorken, şimdiye değin pek bir yerde rastlayamadığım bu karpuz ile ilgili bilgi ve söylencelerden kalkıp, Kırklareli Kış Karpuzu adı ve üretimine öncülük edilebilir diye de heyecanlandım. Umarım Trakya, yemek  kültürü ile bir hayli ilgili olan değerli akademisyenimiz Ali Çakır’ ın da ilgisini çeker ve üzerinde durulur.

Ben yine çocukluğuma dönecek olursam. Her yıl Eylül veya Ekim aylarında, artık bilinen o kırmızı karpuzlar bitmek üzere iken babacığım 4 - 5 tane açık yeşil renkte bu karpuzlardan eve getirirdi. Özenle hiç bir yere çarpmadan, sarsmadan, evimizin altındaki  depomuza özel olarak hazırladığı içi saman dolu tahta sandığa karpuzları birbirine değmeyecek şekilde yerleştirirdi.  Bizlere de yılbaşına kadar bunlara dokunmayacağız derdi. Yılbaşında da karpuzlar çıkarılıp kesilince, tarifsiz bir sevinç kaplardı biz çocukları.  Bu ritüelin 1965 yıllarına değin sürdüğünü sanıyorum. Sonra karpuzlarda kalmadı, bizlerde. Ailenin yaşlıları bir biri ardı sıra ebediyete göç ederken, kardeşler olarak bizlerde dağılıp kendi dünyalarımızı yaşar hale geldik.

Ana yurdunun Afrika olduğu söylenen bildiğimiz karpuz, dünyanın her bölgesine buradan yayılmıştır. Latince, Citrullus vulgaris,  Cumcumis Citrullus, Cumcurbita citrullus, Citrullus lanatus isimleri ile bilinen karpuz kabakgiller familyasından tek yıllık bir bitkisi olup ülkemizde de yaz aylarında bolca tüketilmektedir. Genellikle yeşil, siyah, değişik kabuk renkleri ve kan kırmızı yenilen etli içi ile bildiğimiz karpuzdan farkı, renginin genellikle açık yeşil, çekirdeklerinin biraz daha büyük ve siyah yenilen etki kısmının ise sarının her türün de olmasıyla ayırt edilebilir. Genellikle karpuz ülkemizde nisan,  mayıs aylarında ekilip, haziran, temmuz, ağustos aylarında tüketilen sevilen bir yiyecektir. Yetiştiği tarlasından koparılsa da , koparılmadan bırakılsa da havalar serinledikten sonra, nefasetinden çok şey kaybettiği ve içi boşaldığı için  tüketilmez. Oysa ‘’Kırklareli Kış Karpuzu’’ eylül ayında toplanıp 4 -5 ay kadar daha aynı lezzet ve özelliklerini yitirmeksizin kış ayları boyunca saklanıp, tüketilebilir. Beni şaşırtan bir istatistik bilgi de, Dünya da Karpuz üretiminde Çin’ den sonra ikinci sırada yer alan Türkiye’ de, kış karpuzu olarak bir sıralamaya rastlayamamak olmuştu.

Karpuz adı Türkçeye Farsçadan geçmiş bir sözcüktür. Orta Doğu coğrafyasında oldukça eski yıllardan beri bilinen karpuz sözcüğüne, Kaşgarlı Mahmut’ un  1071 yılında yazdığı Divanü Lugati’ t-Türk ve Ali Şir Nevainin yazdığı Muhakemetü’ i-Lugateyn kitaplarında rastlamaktayız. Bu eserlerde karpuza Türkçe olarak Büken denildiğini görmekteyiz. Ancak bugüne değin kullanıma yerleşmemiş bir sözcük olarak kalmıştır.

Bu özelliğini,  bin yıllar boyunca her coğrafya da ve her toprak çeşidinde yetiştirilmesi ile oluşan genetik mutasyona borçludur. Endüstriyel tarımda kırmızı karpuz kadar yaygınlaşmadığı için, gerek toprak gerek tohum kirlenmesi fazla etkili olamamıştır. Hala elde ata tohumları bulunabilen Kırklareli Kış Karpuzu, kırsal kesimde tarım ile uğraşanlar için tamamlayıcı bir yan ürün olabileceği düşünüle bilir. Kırmızı karpuzun bilinen özelliklerinden pek çoğunu kapsamasının yanı sıra kış aylarında yoksun kaldığımız doğal vitamin ve minerallerin alınması  bakımından da oldukça önemlidir. Kendine has yararlı özellikleri de olan kış karpuzunun yararlarını bütün diyet ve beslenme kitaplarında ve dergilerinde bulabileceğiniz gibi, bu sene için biraz geç olmasına karşın gelecek sene için aklınızda bulunsun. Sonbaharda bir şekilde Kırklareli Kış Karpuzunu edinip tadına bakarak kendinizi sevindirin. Kırklareli dışında iseniz de belki toprağının tadını ve kokusunu alacağınız için özlem gidermiş olursunuz. Resimde gördüğünüz şekildeki karpuz tohumlarından ekmek isteyenler olursa elimdekileri paylaşmaya hazırım.

Bitkilerin insan ve hayvan sağlığı açısından değerlendirilmesi çalışmalarım sırasında,  Botaniğin bir alt grubu olarak niteleyebileceğimiz Etnobotanik incelemelerim sırasında dikkatimi çeken Kış Karpuzu ile pek karşılaşmamam, beni bir hayli etkilemişti. İnsanlığın tarihi boyunca yaşadıkları çevre ve bu çevrelerindeki bitkilerin insan toplulukları ile etkileşimleri , insanlar veya hayvanlar yolu ile yer değiştirmelerinin incelenmesi, bana, yüz yıllarca süre gelen göçler ile birlikte gözden geçirilmesinin gerekliliğini göstermişti. Karpuz da bu bitkilerden biri idi. Tabii Kış Karpuzunu anlatırken bir de onun kan kardeşi diyebileceğimiz Kış Kavunundan da söz etmek gerekir doğal olarak. Ancak ben Kış Kavununun Kırklareli ile ilgili bağlantısının olup olmadığı konusunda bilgim olmadığı için, ona değinemiyorum. Oysa karpuzun M.Ö 4000 li yıllarda Mısır kültüründe yer ettiğini öğrenince, yurdumuza geliş serüvenini de merak etmiştim. Anadolu’ da özellikle Akdeniz bölgesinde çok eski yıllardan beri bilinip, tüketildiği  ve hızla yayılarak tüm ülkede ekilmeye başlandığı  bilinmektedir.  Osmanlı İmparatorluğunun  Bilecik Söğüt’ de kurulduğu yıllardan beri karpuzun günlük kullanımda olduğunu yazılı evraklardan görüyoruz. Bu da bize karpuzun insan hareketleri ile birlikte çekirdekleri sayesinde uzun yollar kat ettiğini gösteriyor. Babamın çocukluğunun geçtiği Bulgaristan dan tanıdığı ve bir memleket hatırası olarak Kırklareli’ ye geldikten sonra da uzun yıllar Kış Karpuzunun peşini bırakmaması bana yine göçler veya fetih yoluyla Balkanlara geçmiş olabileceğini düşündürüyordu. Her ne kadar Balkanlar’ da ki insan hareketliliğini tek bir yönde olamadığını bilsem de, sanki, şu bizim Kış Karpuzu' muzun Osmanlılar ile seyahat edip yine balkon göçleri ile Trakya’ ya gelmiş olabileceğini düşündürüyor. Şimdide Balkan ülkelerinden göç ederek Trakya’ yı yurt edinmişlerin çoğunun Kış Karpuzunu iyi tanıdıkları ve ismini duyduklarında bırakıp geldikleri Balkanların bereketli topraklarında yetiştirdikleri karpuzlarını hatırladıklarını görüyorum. Belki ceplerinde birkaç çekirdek de olsa getirenlerde vardır.

Yılın ilk gününde, Kırklareli Yerel Tarihi ve Halk Biliminde folklorik  yerel beslenmeler konusu içinde yer alabilecek olan ‘’Kırklareli Kış Karpuzu’’ nu sizlerle paylaşmadan edemedim. Umarım ilgilenen çıkar ve ilgililere iletirler.


KIRKLARELİ BELEDİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU 1870-2024

ARIL Barış Toptaş – Kırklar BARIŞ TOPTAŞ İçindekiler Tablosu Kırklareli Adının Tarihçesi 1 Kırklareli’de İdari Yapılanma...