28 Mayıs 2021 Cuma

EFSANE DUT AĞACININ ÖYKÜSÜ

 Ahmet Rodopman


Kırklareli’nin geçmişte bir dönem bağlar kenti olarak tanındığını pek çoğumuz biliriz. Ancak geçmişte, ipek böcekçiliği yapıldığı günlerde öyle çok dut ağacı varmış ki Kırklareli’ mizde, şimdi özlemle yad edebiliyoruz ancak. Kırklareli’ de dut ağacı çok yetiştiği için mi ipek böceği yetiştirilmeye başlanmış yoksa,  ipek böcekleri sadece dut yaprakları ile beslendikleri için mi dut ağaçlarının sayıları artmıştır bilemiyoruz. Eski bilgilerden, Kırklareli’ nin bağlık olduğu gibi dutluk olduğu da anlıyoruz. Hatta Asilbeyli köyü civarında ‘’Dutluk’’ olarak bilinen bir mevki bile yakın zamanlara kadar varlığını sürdürmüştür. Ben 60 yıl önceleri bahar ve yaz aylarında ailece bu dutluğa gittiğimizi, yanımızda da maltız keçimizi götürerek cayırlarda ve dutlukta onunla koşturduğumuzu anımsarım. Hatta bir seferinde babamın, dut silkeleyeceğim diye ağacın üst dallarına çıkıp düşmesini hiç unutamam. Neyse ki kırıksız, çıkıksız atlatılmıştı bu kaza. Hala o derenin boyunca dut ağaçları duruyor mudur  bilemiyorum. 

Baharın kendini yaza bıraktığı günlerde heybetli gövdeleriyle, koyu yeşil büyük yaprakları ve baldan tatlı ve lezzetli meyveleriyle bir dut ağacı çıkarsa karşınıza sakın ilgilenmeden geçmeyin. Geçmeyin de ne demek ? Hatta yanı başına oturun konuşun, dertleşin o dut ağacı ile. Meyvelerine uzanın, doyasıya yemeden de ayrılmayın yanından. Bir yudum sağlıktır ağzınıza attığınız her tane. Hem de en değerlisinden, en lezzetlisinden. Hatta bir de türkü mırıldanın duta dair. Sevgiden dem vuran.

Dut ağacı boyunca  

Dut yemedim doyunca  

Yari halvette gördüm  

Sarılmadım doyunca…

Türkünüz bitti ise ve henüz ağzınızdan dutun tadı gitmemişse bin yıllar ötesinden anlatıla, anlatıla gelen o hicranlı  öyküyü anımsayın. Anımsayın ki dutta, ölümsüz sevgilerde bir kez daha kazınsın aklınızın bir köşesine. Unutmayın her ikisini de. 

Bilirsiniz öykü dillere destan bir sevda öyküsüdür. Tıpkı, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Leyla ile Mecnun misali. Yine dünyanın bir başka köşesinde bir birine aşık iki genç vardır. Bir birini delice seven, ama aileleri tarafından evlilikleri engellenen iki komşu çocuğu. Daha kundakta başlamıştır aşkları. Birlikte büyümüşler, birlikte oynamışlardır da büyüyüp serpildiklerinde, yüreklerine aşk ateşi düştüğünde ayrı koyulmuşlardır birbirlerinden. Kızın adı Tispe, erkeğin ki Piremus. Hasretlerinden birbirlerini ayıran duvar bile çatlamış da ailelerinin kalpleri yumuşamamıştı. Onlarda geceleri el etek çekildiğinde bu çatlaktan konuşup, aşklarını pekiştirmişlerdi. Ancak ayrılık dayanılmaz olduğunda, her şeyi göze alarak evlerinden kaçmayı planlamışlardır. Gecenin karanlığında sözleştikleri gibi ormanda o ağacın altında buluşmak için yola koyulmuşlardır. Tispe, ağaca Piremus’ tan önce varmıştır. Ama o da nesi? Karşısında sevgilisini göreceğini sanırken, avını yeni yemiş ağzından kanlar akan koskoca bir aslanla karşılaşır. Öylesine korkar ki koşarak yakında ki bir mağaraya sığınır. Ama bu sırada boynunda ki eşarbı düşürdüğün farkında bile değildir. Birazdan ağacın altına Piremus gelir ki, bir de ne görsün? Ağzından kanlar damlayan aslan, biricik sevgilisinin eşarbını parçalıyor. O an aklına gelen ilk ve tek şey; aslanın Tispe’ yi öldürüp yemesidir. 

Onca bekleyişten sonra böyle bir ayrılığa dayanamazdı Piremus. Tispe’ siz yaşayamazdı. Yapacağı tek şey bir an önce aşkına kavuşmak olmalıydı. Bunun adı ölüm bile olsa, canına kıymaktı. Bir an bile düşünmeden belinden çektiği hançerini göğsüne saplayarak kanlar içerisinde yere yığıldı. Elinde tuttuğu Tispe’ nin kanlı eşarbıyla son nefesini verirken sevgilisiyle birlikte olmanın mutluluğunu duyuyordu. 

Bu sırada aslanın gitmiş olacağını düşünen Tipse mağaradan çıkmış, ağacın altına gelmişti ki, yıllardır hasretiyle büyüdüğü Piremus’ un cansız bedenini kanlar içinde yerde görmüştür. Piremus’ un elinde sımsıkı tuttuğu kendi eşarbını görünce durumu anlar. Ve dehşetle sarsılarak gözyaşlarına boğulur. Tispe, sevgilisinin kendisini öldü sanıp, kederinden  intihar etmesini çok iyi anlayabiliyordu. O da  sevgilisini yalnız bırakamazdı.Onsuz yaşamanın anlamı olamazdı. Oda aynı hançeri göğsüne  saplayarak biricik sevgilisinin üzerine yığıldı. Şimdi iki genç beden sonsuza değin birliktelerdi. Bu olaya şahit olan beyaz dutlar genç sevgililerin kanlarının rengine boyadılar kendilerini ve kırmızı dut olarak adlandırıldılar bundan böyle. 

O anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı bunların aşkına adadılar. Piremus’ un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe’ nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler. İşte o ağaç bizim bugün efsaneden çıkarıp altında oturduğumuz kara dut ağacı olarak karşımıza çıkmıştır. 

O günden beri de kara dut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini, (Piremus' un kan lekesini), dut ağacının yaprakları,(Tispe' nin gözyaşları) temizler.. 

Ve bilir misiniz ki, kara dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz, ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin gittiğini görebilirsiniz.  

Tabii bu  dut ile ilgili bilmediklerimizin sadece birisi. Oysa öyle çok bilmediğimiz, öğrenmemiz gereken özellikleri var ki bu ağacın anlatamam. Kıymetini bilememişiz her şeyden önce, sonra sağlık için, sanayi için, gıda için değerini anlamamışız. Bilemediğimiz içinde yaygınlaştırıp geliştirememiş, başka bilmeyenlere de öğretememişiz. Bu kıymet bilmeme sadece bizle de kalmamış, Asya’ dan, Afrika’ ya, Avrupa’ dan Amerika’ ya yayılmıştır. Oralarda da pek üzerinde durulup değerlendirilememiştir. Ana vatanı Uzak Doğu olmasına karşın dut en çokta Anadolu’ yu ve Balkanları sevmiş, bu topraklarda her koşulda yetişmiş, çeşitlenmiş, renklenmiş, insanımızın aşı, ekmeği, çaldığı sazı, hastalanınca ilacı oluvermiştir. 

Güzel ülkemizde yaşayıp ta bir dut ağacıyla tanışmayanımız çok azdır sanırım. Yurdumuzun pek çok yöresinde yetişen uzun yıllar yaşayan köylerde tarla sınırlarına, kentlerde ev bahçelerine dikilen besin değeri hayli yüksek meyveleri, ipek böceği yetiştirilmesinde kullanılan yaprakları ile hep gözlerimizin önündedir dut ağaçları. Şehirlerin daha beton yığını olmadığı benim çocukluk yıllarımda her mahallede bir kaç tane bulunan dut ağaçları sosyal bir mekan yaratırdı komşular arasında. Çocuklar dallarına çıkar, dut silkeler, kadınlar, kızlar yerlere çarşaflar serer, toplanan dutlar afiyetle yenir, her eve sepet sepet gönderilir, kalanda kurutularak veya kaynatılarak uzun kış günlerinde  tatlı gereksinimi gidermek için saklanırlardı. Yaz günlerinde ve gecelerinde en unutulmaz  mahalle sohbetlerinin yapıldığı yerlerdir dut ağaçlarının altları. Geniş yapraklarının verdiği serinlik değildir insanlara verdiği sadece, günümüzde yapılan çalışmalarla dutun yapraklarında yatan asıl mucize  daha iyi anlaşılmaktadır. 

Dut insanlık tarihinde 5000 yıl öncelerinden başlayarak gerek meyvesinden gerekse yaprağının ipek böceği yetiştirilmesinde kullanılmasıyla yer almaya başlamıştır. Çin’ in gerek yazılı gerekse sözlü edebiyatına girmiş, dut ile ilgili  şiirler şarkılar yazılmıştır. Nasıl yazılmasın ki, Çin yüzyıllarca süren üstünlüğünü ve zenginliğini biraz da dut yaprakları sayesinde yetiştirilen ipek böceğinin kozalarından elde edilen ipek iplikle dokunan kumaşlarına borçludur. İpek böcekçiliği dolayısı ile de dut yetiştiriciliği Çin’ de başlı başına bir kültür oluşturmuş ve bütün dünya ya da buradan yayılmıştır. 

Bir yıl kadar önce yazdığım bir yazımda Kırklareli’ de önemli ölçeklerde İpek böcekçiliği yapıldığını yazmıştım. İpek böcekçiliği  için gereken dut yaprağı şehrimizde dutluk adı verilen sahadaki erkek dutlardan elde edilmektedir. Hatta Yayla semtimizde şimdi  restore edilmekte olan Vakıflar İdaresine bağlı oldukça büyük bir bina vardır. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında buradan ipek böceği yetiştiricilerine özel tohum (yumurta). Dağıtımının yapıldığını biliyoruz. Yetişmiş dut ağaçlarının yaprakları, yumurtadan çıktıktan sonra başlayıp, koza sarmasına gelinceye kadar sadece dut yaprağı ile beslenen ipek böceklerinden elde edilen ipekli kumaşların üretilmesinde kullanılmaktadır. Ve tarım artı sanayi olarak değerlendirildiğinde bir hayli yüksek artı değer kazandıracağı belli olan bir üretimden söz edildiğini belirtmek zorundayım. 

İlk çağlardan başlayarak kadınların gözde giysilerinin kumaşı olan ipeğin üretilmesinde tek hammadde olarak dut yaprağını görmekteyiz. İpek böceği beslenmesinde kullanılan tek ürün olan dut yapraklarının akıl almaz özellikleri sayesinde örülen ipek kozalarından, ipek iplikler ve ipek dokumalar yapılmaktadır.Tüm dünyada da aranan ipek kumaşlar, ipek halılar işte sözünü ettiğimiz dutun yaprakları sayesinde yapılabilmektedir. Ülkemizde en çok Doğu Anadolu ve Orta Anadolu da görülen dut ağaçları ne yazık ki yakın zamana kadar bir kültür bitkisi olarak değerlendirilmeyip üzerinde yeterli araştırmalar yapılmamıştır. Osmanlıdan beri sürdürülen ipek böceği yetiştiriciliği ekonomik değerini yitirdikten sonra da dut üvey evlat muamelesi görerek tarımdan ve hayatımızdan yavaş yavaş çıkmaya başlamıştır. Ancak son yıllarda vefalı, özverili ve değerli kişiler tarafından dut tekrar gündeme getirilerek, önemi anlatılmaya hatta konu ile ilgili paneller yapılarak yetiştirilmesinin özendirilmeye başlanmasını sevinçle gözlemlemekteyiz. Özellikle Erzincan Kemaliye’ de yapılan çalışmalar umut vermektedir. Dutun hak ettiği yere  gelmesi hepimiz için bir mutluluk nedeni olmalıdır. 

Hani bir bilmece sorasınız gelir ya içinizden; meyvesinden, yaprağından, odunundan, kökünden, gövdesinden, dalından yararlanılan bitki hangisidir diye. ilk aklınıza gelenlerden biri olmalıdır dut. her birini ayrı ayrı yazmak var ama yerimiz sadece sağlık açısından dutun önemini anlatmaya bile yetmeyecek korkarım. Diğer özelliklerini anlatmaya bir daha ki dut mevsimini beklememiz gerekecek sanırım. 

Dut ağacı kendi başına doğal olarak dünyanın en ekolojik ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Yetiştirilmesi ve meyveye durması sırasında herhangi bir zirai mücadele ilacına gerek duymadığı için kimyasal kirlenme tehlikesinden uzaktır. Yeter ki yollardan ve tozdan uzak bir bölgede bulunsun, rahatlıkla dalından koparıp yiyebilirsiniz. Ama siz siz olun yine de her olasılığa karşı yıkamadan tüketmeyin dutu. Yoksa şifa niyetine yediğiniz dut, hastalık bulaştırıcınız haline gelebilir bunca çevre kirliliğinin görüldüğü günümüzde.

Genellikle dut denilince aklımıza kapsadığı meyve şekeri gelir genellikle. İşte damağımızda bıraktığı tatlı tadı da bundan gelmektedir. Ancak sadece bu kadar değildir dutla birlikte vücudumuza aldığımız. Dut üzerinde yapılan araştırmalar ilerledikçe,  dutun içerdiği vitaminler, mineraller ve diğer organik maddeler bakımından ne kadar zengin olduğu da anlaşılmaktadır. Başta  kalsiyum, demir, B1, B2 ve C vitaminleri olmak üzere diğerlerini de  bol miktarda içerir.

Kanser konusunda yapılan çalışmalar sırasında özellikle kırmızı dutta antioksidan ve antikansorejen etkili maddeler saptanmıştır. İngiltere Montfort Üniversitesi’ nden Gerry Potter, "Dut ve üzüm gibi bazı yiyeceklerde bulunan 'resveratrol' isimli molekülün pek çok ürünün bozulmasına yol açan mantarlara karşı savaştığını biliyorduk ama araştırmalarda, bu maddenin vücutta kanser hücrelerini hedef alarak onları tahrip eden, kanser karşıtı bir unsura dönüştüğünü saptadık" diyerek dutun bu özelliğinin de olduğunu bildirmektedir.


Japonya’ da beyaz dut yapraklarının extreleri ile yapılan araştırmalar da bir seri biyolojik olarak aktif  bileşenler tespit edilmiştir. Bu bileşenlerin, hücre yaşlanmasını önleyici, antioksidan ve damar sertleşmesini engelleyici ve damarlarda kolesterolden zengin plakların oluşumunu baskılayıcı etkiye sahip olukları ortaya çıkarılmıştır. Japonlar bu etkilerin sevindirici olduğunu ama dut yapraklarının bundan daha fazlasına da sahip olduklarını iddia etmektedirler. Japon uzmanlar, dut yaprakların aynı zamanda yüksek kan şekeri seviyelerini düşüren bileşiklere sahip olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yapraklar bu etkilerini, bağırsaklarda maltoz, laktoz, sakroz gibi çifte şekerleri parçalayarak onları bağırsaktan emilebilen glikoz, fruktoz, galaktoz gibi tekil şekerlere dönüştüren enzimleri baskılamak suretiyle göstermektedirler. Böylece şekerler bağırsaktan emilemediği için kandaki seviye de yükselememektedir. 

Ayrıca dut yapraklarından yapılan çayların beden ve zihin gevşetici, rahatlatıcı, ateş düşürücü, idrar arttırıcı, ödem giderici olarak kullanıldığı, meyvesinden de şarap, jöle, reçel, pekmez hatta turşuya kadar çeşitli ürünler elde edilebileceğini de  belirtmemiz gerekiyor.

Hindistan' daki bir grup besin araştırmacısı ise dut yaprağının iyi bir gıda kaynağı olabileceğini ileri sürerek, bu yönde çalışmalar yapmaktadırlar. Bu çalışmalarına göre, dut yaprağı tozu ile buğday ununun bir bölü dörtlük karışımının, Hint mutfağında kahvaltı ve akşam yemeğinde yaygın olarak tüketilen "paratha"nın yapımında kullanmayı öneriyorlar. Çünkü vejetaryen Hint diyetinde organizmanın gereksinimi olan bazı temel besin unsurlarının alınamaması ile sorunlar oluşabilmektedir. Bunun önlenebilmesi için yüksek besleyiciliği olan, toksik olmayan ve ucuz dut yaprakları açlığa karşı güçlü bir çıkar yol olarak önerilmektedir. 

Kara dut şurubu ya da kara dutun yaprak ve kabuklarının kaynatılması ile elde edilen sıvı ağız ve boğaz antiseptiği olarak ve diş eti iltihaplarında günümüzde  sıklıkla kullanılmaktadır.

Aç karnına yenen beyaz dut barsak solucanlarını döker. Sabah aç karnına yenir ve üzerine su içilirse bağırsakların çalışması kolaylaştırır.  

Dutun sağlık açısından faydaları saymakla bitmez, saçların beyazlamasını önlemesinden tutunda, kansızlık, baş dönmesi, bağışıklık mekanizmasının düzenlenmesine kadar pek çok yerde dutun mucizesine tanık olmak olasıdır. Dutun meyvesinin yenilmesinin yanı sıra suyunun çıkarılıp içilmesinin de şüphesiz benzer etkilerinin olacağı bilinmelidir.  


Dutun oluşup olgunlaşması ile toplanıp tüketilmesi arasında çok kısa bir zaman geçtiği için, dut yaş olarak tüketilmesinin yanı sıra hatta çoğunlukla kurutularak, pekmezi, pestili yapılarak ta kullanılıncaya kadar saklanmaktadır. Bu ürünlerinde ayrı ayrı tüketilme şekilleri olmasına karşın her birinin dutun tüm özelliklerine sahip olduğu unutulmamalı, özellikle soğuk kış günlerinde enerji gereksinimini sağlayabilmek için bol bol tüketilmelidir.


Bu efsane ağacın şimdiye değin sadece meyve ve yaprağından yararlanmayı anlattık durduk. Ancak dut sadece meyvesiyle değil odunu, kabuğu, kökü ile de yararlanılabilecek bir ağaçtır.Sarı renkli kerestesi gerek rengi gerek işlenme kolaylığı gerekse verdiği tınısı bakımından çalgı aletleri için gözde bir malzemedir. Özenle işlendiğinde çok güzel telli sazlar yapılabilmektedir. Kök kabukları da ilaç sanayinde aranan bir ham maddedir.


Bütün bunların ötesinde dutun kozmetik sanayinde önemli ölçüde kullanılan gizemli özellikleri ile hanımların güzelliklerine güzellik katan kremlerin yapılmasında yararlanıldığının da bilinmesi gerekir.


Baldan tatlı dutu bu kadar allayıp pullayıp anlatınca eminim okuyanlar dut ağacı aramaya başlamışlardır bile. Aman bir şeyi aklınızdan uzak tutmayın bu kadar ballı bir yiyeceği sizden önce mutlaka arılar ve sineklerde keşfetmişlerdir. Hadi sinekleri kovaladınız ama ya arılar? Arıların hışmına uğrarda iğnelerini batırmalarını engelleyemezseniz hiç telaş etmeyiniz. Onun da dermanı yine dutun kendisinde. Koparacağınız birkaç dut yaprağını arının iğnesinin battığı yere sürterseniz  acısının ve kaşıntısının azalacağını göreceksiniz.


Eee ne duruyoruz? Haydi dut ağacı aramaya gidelim… 


KAYNAKÇA:

1 – AH ŞU KADRİ BİLİNMEDİK DUT

      Dr. Dt. Gülnur Esma Gürler .       www.kirsalcevre.org.tr

2 - ANTİOKSİDAN KAYNAĞI OLARAK DUT

      Nursema Özdemir – Rabia Büşra Akkartal –      www.inepo.com

3 -  BÜYÜK ŞİFALI BİTKİLER

      Ramazan Yıldız      Huzur Yayınevi 2000

4 -  KEMALİYE DUT PANELİ NOTLARI  I. ve  II

        www.ajans.kemaliye.net

5 -  ŞİFALI BİTKİLER ANSİKLOPEDİSİ 

      Yakup Kavas.  Sümer Kitabevi – 1998

6 -  TÜRKİYE DE  BİTKİLER İLE  TEDAVİ

      Turhan Baytop İstanbul – 1984

KIRKLARELİ TABLETLERİ

 


17 Mayıs 2021 Pazartesi

SABAHATTİN ALİ'NİN HAYATINDA İKİ ŞEHİR

 Meriç Gök

           Sabahattin Ali’nin çocukluk ve ilk gençliğinin geçtiği Edremit ve Balıkesir’den yüksek öğrenimine devam ettiği ve çalıştığı İstanbul, Berlin, Yozgat, Konya, Aydın Ankara gibi şehirlerin dışında, hayatında ve bu hayatının sona ermesinde önemli rolü olan iki şehir daha var: Sinop ve Kırklareli.

             Sabahattin, 1933 Mayıs’ında geldiği Sinop kalesinin cezaevi denen zindanından Cumhuriyetin 10. yıldönümü dolayısıyla çıkarılan genel aftan yararlanarak “özgürlüğüne” kavuşur. Yaklaşık 7 ay hapis yattığı bu süre içinde bugün çok sevilen şarkıların sözleri olan şiirlerini (Hapishane Şarkıları) ve “Bir Şaka”, “Kazlar”, “Bir Firar”, “Katil Osman” “Çaydanlık” ile “Duvar” adlı hikâyelerini burada yazdı. Ancak Sabahattin Ali’nin bu zindanda yatmış olması nedeniyle şehrin ve Sinop kalesinin son on beş, yirmi yıllık süre içinde bir turizm destinasyonu haline gelmiş olmasıyla yetinilmesinin de yazarımıza yapılan bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Kentin, Sabahattin Ali’yle bu çerçeveyi aşacak bir şekilde ilişkilendirilebilmesi için onun adına kütüphane, konser ve tiyatro salonu vb. kurumlar oluşturmak, yanı sıra periyodik olarak yapıtlarının ele alındığı bilimsel-edebi kongre, konferans, sempozyum vb. düzenlemek gibi yapılabilecek ve yapılması gerekenler Sinop halkı ve yerel yönetimleri tarafından bir an önce saptanıp, mutlaka planlanarak hayata geçirilmelidir.

             Yazının konusu bakımından Sinop cezaevi, Sabahattin Ali’yle veya tersi, ilintili olduğundan bu zindanla ilgili bir başka rahatsız edici önemli husus da sanki burada — tanınmış olup olmamayı bir yana bırakalım — sadece erkek mahkûmlar kalmış gibi kadın mahkûmlardan hiç söz edilmemesidir. Oysa bu ülkenin ilk kadın oyun yazarı Fatma Nudiye Yalçı Sinop zindanlarında yıllarca hapis yatmıştır. Yalçı’nın adının, mutlaka anılması gereken yerlerde dahi anılmaması son derece üzücüdür. Örneğin Kemal Tahir kendisiyle yapılan bir röportajda 1938 Donanma davasından bahsederken “iki de kadın vardı” der ve aynı davada yargılandığı bu tutuklu kadınların adını dahi anmaz. Şimdi saygıyla söyleyelim bu kadınlardan biri, tam on yıl ağır hapis cezası verilen ve tutuklandığı 25 Nisan 1938’den cezasını doldurduğu 1948 yılına kadar günü gününe tamamlayan Fatma Nudiye Yalçı’dır; diğeri ise 18 yıla mahkûm edilen Emine Alev’dir. Nudiye Yalçı cezanın kesinleşmesinin ardından önce Sinop cezaevine 1946 yılında da Kayseri cezaevine gönderilir. 1930’lu yıllarda birçok Marksist eseri Türkçeye kazandıran Nudiye Yalçı yazmış olduğu Beyoğlu 1931 adlı oyunuyla ilk kadın oyun yazarımız unvanına da sahiptir. Fatma Nudiye Yalçı hakkında okurların Dipnot Yayınları’ndan çıkan Kadınlar Hep Vardı- Türkiye Solundan Kadın Portreleri’nde geniş bilgi bulabileceklerini hatırlatarak Kırklareli’ye geçiyorum.

                    


                                    Sinop cezaevinde yatan kadın mahkûmlardan Fatma Nudiye Yalçı.

       Kırklareli, Sabahattin Ali tarafından artık kendisi için yaşanmaz hale getirilmiş yurdundan, nefes alabileceğine inandığı bir yer(ler)e, sadece kendi çabasıyla oluşturduğunu sandığı bir ilişkiler ağı sayesinde geçiş yapabileceğini düşündüğü bir yer olarak seçilmiştir. Sabahattin Ali’nin Kırklareli ile olan ilişkisinin, onun yaşamının burada sonlandırılmasıyla sınırlı olması, zaten burasının Sinop gibi bir turizm destinasyonu haline gelmesini de çok zorlaştırmaktadır. Ancak Kırklareli’de de tıpkı Sinop’ta önerdiğimiz gibi yapılabilecek ve yapılması gerekenler, bu kentin halkı, onun sivil örgütleri ve yerel yönetimi tarafından programlaştırılıp hayata geçirilmeli ve böylelikle bu güzel kent, bir “olay mahalli” olmaktan mutlaka çıkarılmalıdır.

             Bu yazımı 16 Haziran 1944’de Lyon’da 26 direnişçiyle birlikte yaşamına Sabahattin Ali gibi insanlık düşmanlarınca (katil Gestapo sürüsünce) kurşuna dizilerek son verilmiş olan Annales Okulunun kurucusu çok kıymetli tarihçi Marc Bloc’un sözleriyle bitirmek istiyorum.

             “ Geçmişin incelenmesi aslında bugünü anlama çabasından başka bir şey değildir ve bu çabaya tarihçi bir de tarihi “tersten okuma” çabası eklemelidir.”

             73. yıldönümünde Sabahattin Ali’ye saygıyla ve sevgiyle…

                                                                                                                                   

                                                                                                                                        

14 Mayıs 2021 Cuma

ALMAN ÇEŞMESİ HAKKINDA BİLDİKLERİMİZ


Akın Güre

Halk arasında Alman Çeşmesi olarak bilinen tarihi çeşmenin hakkında bildiklerimiz ne yazık ki sınırlı. İlimiz Kültür Müdürlüğü tarafından hazırlanmış  Kırklareli Envanter içinde yer alan  çeşmenin yapılış tarihi 1898 yılı olarak geçse de bizce bu tarih doğru değildir. Bu konuda  yaptığım araştırmalar sonucunda bilgisine güvendiğim Barış Toptaş'ın da önerdiği gibi çeşmenin yapılış tarihi Balkan Harbi sonrasına ait yakın bir yıl olmalıdır. Bu konuda bana makul gelen açıklamaları yapan Barış Toptaş, Balkan Harbi sırasındaki Bulgar işgaliyle minaresi yıkılan Büyük Cami' nin yakınındaki Serdar Ali Paşa Caminin de yıkıldığını söyler. Büyük Cami'ye yakınlığı nedeniyle ortaya çıkan boşluğa yeni bir cami yerine  Alman Çeşmesi yapılır. Çeşmeyi yaptıran kişi de Edirne Valisi ünlü Hacı Adil Bey'dir. Hacı Adil Bey'in 1910 yılından itibaren Edirne valisi olduğu bilinmektedir. Bu nedenle 1898 yılına şüpheyle bakmamız gerekiyor. Öte yandan Serdar Ali Paşa camisinin Balkan Harbi öncesi fotoğraflarında çeşme henüz  ortada yoktur. Bütün bu bilgiler bizi çeşmenin yapılış tarihini sorgulamaya zorluyor. Aşağıda çeşmeye ait yine Barış Toptaş'dan aldığım fotoğrafları görüyorsunuz. Çeşmenin ait olduğu parselin gösterildiği yerleşim planı sanırım çoğunuz için ilk kez karşınıza geliyor. Bunların bilinmesini istedim. Çeşmenin mimari özellikleri ve ayrıntıları başka bir yazıda ele alacağım. Şimdilik şu kadarını ilave edeyim ki, çeşmenin niye Alman Çeşmesi olarak bilindiği de ayrı bir çalışma konusudur. Bunu en iyi tarih araştırmacıları, dönemin kayıtlarına bakarak  yapacaklardır. Benim kanaatime göre bu çeşmenin mimari uslubu, farklı işçiliği nedeniyle şehirdeki tek çeşme olması halkın gözünden kaçmamış ve Alman Kralı 2.Wilhelm tarafında 1901 yılında  2.Abülhamit'e hediye edilen çeşmenin isminden esinlenerek bu çeşme de halk arasında Alman Çeşmesi adıyla anılmaya başlanmıştır.










10 Mayıs 2021 Pazartesi

Kaygusuz Vize’li Alaeddin’den Gazanfer Dedeye, Vize’de Bayramiyye Melami Zaviyesi ve Şeyh Bali Türbesine Tarihsel Bir Bakış

 Barış Toptaş

Hacı Bayram-ı Veli tarafından Halvetiyye ve Nakşibendiye'nin Ekberi sufi düşünce tarzı altında harmanlanarak birleştirilmesi ile kurulmuş bir tasavvuf yolu olan Bayramiyye tarikatı içerisinde, sonradan bir kol olarak ortaya çıkan Melamiyye-i Bayramiyye tarikatı, Hacı Bayrım-ı Veli’nin müritlerinden Bıçakçı Ömer Dede (Şeyh Emir Sıkkini) tarafından kurulmuştur.

Vize İlçesinde bir dönem oldukça etkili olan bu tarikatın Vize’deki ilk Şeyhi, döneminin Melamiyye-i Bayramiyye kutbu, Hayrabolulu Şeyh Ahmed-i Sarban Efendinin öğrencisi Kaygusuz Vize’li Alaeddin olarak ta bilinen Alaeddin Ali Efendidir. Alaeddin Ali Efendi önce Aksaraylı Pir Ali’ye, daha sonra oğlu ve halifesi İsmail Ma’şuki’ye,intisap etmiştir. Son olarak Hocası Ahmed-i Sarban’ın yanında tasavvuf yoluna sülûk etmiş ve Ahmed-i Sarban Efendiden icazet alarak halifeleri arasına girmiştir. Ahmed-i Sarban Efendinin vefatından sonra, Vize’deki Zaviyesinde uzun süre kendisine intisap edenlerin yol göstericisi olmuştur.

Kaygusuz Alaeddin’in tasavvuf silsilesi içerisinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Hacı Bayram-ı Veli'den itibaren tasavvufi silsilesi ise şu şekildedir:

1. Hacı Bayram-ı Veli, 

2. Şeyh Ömer-i Sıkkini (Bıçakçı Dede), 

3. Şeyh Bünyamin-i Ayaşi 

4. Pir Ali (Aksarayi), 

5. İsmail Ma’şuki, 

6. Ahmed-i Sarban, 

7. Vize’li Alaeddin Ali 

Yunus tarzını benimseyen ve bu tarzı mükemmel bir şekilde tasarruf edecek derecede güçlü bir halk şairi olan Vize’li Alaeddin Efendinin “Kaygusuz” mahlası ile yazdığı birçok şiiri bulunmaktadır. Ancak şiirlerinden birçoğu Şeyhi Ahmed-i Sarban’ın ve mahlası dolayısıyla da Kaygusuz Abdal’ın şiirleriyle karıştırılmıştır. Divan şiiri, tasavvuf, tarikatlar ve mezhepler üzerine yaptığı çalışmalarla ve 1927’yılından itibaren uzun yıllar İlkokullarda okutulan “Yurt Bilgisi” kitabının yazarı Abdülbaki Gölpınarlı, 1933 yılında bastırmış olduğu “Kaygusuz Vize’li Alaeddin” isimli kitabında, Kaygusuz mahlası ile yazılan şiirleri altı madde de incelemiş, ispatlayıcı örnekler ile açıklayarak bu yanlışlığı düzeltmiştir. Kaygusuz mahlasının Vizeli Alaeddin Ali’ye ait olduğunu gözler önüne sermiştir.

Şiirlerinde her iki vezni de kullanan Vizeli Alaeddin, daha çok piri Hacı Bayram-ı Velî gibi hece veznini tercih etmiş, mensubu olduğu yolun gelenekselleşmesini sağlamış ve kendinden sonra gelen şairlere örnek olmuştur. Çeşitli gazete ve dergilerde dağınık halde bulunan şiirleri Abdülbaki Gölpınarlı tarafından toplanarak, ilk olarak “Kaygusuz Vize'li Alaeddin Hayatı ve Şiirleri)” adıyla 1933 yılında basılmıştır. Söz konusu kitabın 2018 Yılında  Kapı yayın evi tarafından tekrar baskısı yapılmış olup, bunun dışında başka eser bulunmamaktadır. Örnek olması amacıyla aşağıda Kaygusuz Vize’li Alaeddin’e ait “Şükür Hakk'ın Keremine” adlı  şiire yer verilmiştir.

Şükür Hakk'ın keremine

Ben bende buldum imanı

Hak bir kapu açtı bana

Ben bende buldum imanı


Hakk'ın kapusun açayım

Âleme nurun saçayım

Küfrüm yok neden kaçayım

Ben bende buldum imanı


Hak nazar eyledi bana

Dopdolu olam cihana

Mazhar düştüm ol sultana

Ben bende buldum imanı


Hakk'ın lütfu rahmetiyle

Habibinin şefkatiyle

Evliyanın himmetiyle

Ben bende buldum imanı


Yaradılmışa oldur yar

Kalmadı arada ağyar

Kaygusuz'um ne kaygum var

Ben bende buldum imanı

Vizeli Alaeddin Efendi 1562 (Hicri 970) yılında vefat etmiş, cenazesi zaviyesine ait Hazireye defnedilmiştir. Bugün ne Zaviyenin ne de mezarının yeri bilinmemektedir. 

Abdülbaki Gölpınarlı, Vize’de uzun yıllar Hükümet Doktorluğu yapmış olan Cemalettin Arifi Bey’e bu Zaviyenin yerini sormuş, aramış fakat ne eserini, ne de kendisini bilen birine ulaşamadığını belirtmiştir. 

Abdülbaki Gölpınarlı, Kaygusuz Alaeddin’in Vize’deki Zaviyesinde sırayla;

  • Vize’li Kaygusuz Alaeddin,

  • Halifesi Gazanfer Dede, 

  • Onun Halifesi Vize’li Bali Efendi, 

  • Bali’nin oğlu Şeyh Hasan, 

  • Şeyh Hasan’ın oğlu Şeyh Mehmed’in

Şeyh olduklarını, Şeyh Mehmed’ten sonra kimlerin şeyh olduğu hakkında herhangi bir bilginin olmadığını belirterek bunun sebebinin de Zaviyenin, Hamzaviler aleyhindeki tenkil hareketlerinin birinde Devlet tarafından kapatılmış veya yıktırılmış olabileceğinden bahsetmiştir.

Şeyh Alaeddin’in vefatından sonra Zaviyenin başına kardeşi Gazanfer Efendi geçmiştir. Deri tabaklama işi yapan Gazanfer Efendi, zamanla bu işi bırakarak ağabeyi Alaeddin Efendinin yanında tasavvuf yoluna girmiş, Zaviyesinin Vize’de etkinliğini sürdürmüştür. 1566 yılında (Hicri 974) vefat eden Gazanfer Efendinin cenazesi yine Zaviye Haziresine defnedilmiştir. Cenaze Namazını ise damadı ve iki halifesinden biri olan Haşimi Seyyid Osman Efendi kıldırmıştır.

Gazanfer Efendi’nin vefatı ile Vize’deki Zaviyenin başına halifesi Vize’li Şeyh Bali  Efendi geçmiştir. Bu tarihten sonra Vize’deki  Zaviyenin adının sürekli olarak onun adı ile anılmıştır. Günümüzde Vize’de yaşayan halk söz konusu Zaviye ve Türbeden onun adı ile bahsetmekte,  Zaviyeye ait Osmanlı Arşiv belgelerinde onun adı kullanılmıştır. Şeyh Bali’nin hangi tarihte vefat ettiği ve mezarının nerede olduğu halen bilinmemektedir. 

Gazanfer Efendinin damadı ve diğer halifesi olan Haşimi Seyyid Osman ise, gördüğü bir rüya üzerine Vize’ye gelmiş, Şeyh Alaeddin Ali Efendi ve Şeyh Gazanfer Efendi’nin Zaviyesinde uzun bir süre bulunarak tasavvuf yolunun edeplerini öğrenmek için gayret göstermiştir. Bu sure zarfında Şeyh Gazanfer Efendinin kızıyla evlenmiştir. Şeyh Gazanfer Efendinin vefatı ile Vize’den ayrılan Haşimi Seyyid Osman İstanbul’a giderek Hoca Nureddinzade’nin Dergahında misafir kalmıştır. Daha sonra  Hoca Nureddinzade’den icazet alan Haşimi Seyyid Osman Efendi, Kasımpaşa’da kendi dergahını kurmuş, burada Hak taliplerine ve ilim öğrenmek isteyenlere ders vermiştir. Haşimi Seyyid Osman Efendinin manzum bir Tarikatnamesi vardır. Şiirlerinde Haşimi mahlasını kullanmıştır. Haşimi Emir Osman Efendi, Gazanfer Dede hakkında şu methiyeyi söylemiştir:

Cümle evliyanın serveri

Pirim Gazanfer Sultan’dır

İçlerinde din rehberi

Pirim Gazanfer Sultan’dır

Arşullah’ı seyran kılan

Meydanında selvan uran

Hakk’a canın kurban kılan

Pirim Gazanfer Sultan’dır

Üçler yediler önünde

Baş u can vermiş yolunda

Muhammed mehdi dilinde

Pirim Gazanfer Sultan’dır

Haşimi der ey Taliban

Gece gündüz eylen figan

Derdinize derman olan

Pirim Gazanfer Sultan’dır.


Haşimi Seyyid Osman ve Vize’li Şeyh Bali ile Vize’deki Zaviyede çocukluk yıllarında  görüştüğünü belirten Sarı Abdullah Efendi, Haşimi Seyyid Osman’ı orta boylu, güzel yüzlü ve uzun saçlı olarak, Şeyh Bali Efendiyi ise uzun boylu olarak tarif etmiş, Şeyh Bali Efendinin yol gösterici kimliğinden bahsetmiştir. 

Vize’de ise, Şeyh Bali Efendinin vefatı ile yerine oğlu ve halifesi Şeyh Hasan Efendi, onun da vefatı ile Şeyh Mehmed geçmiştir. Abdülbaki Gölpınarlı’nın da bahsettiği üzere, Şeyh Mehmed’ten sonra Zaviyenin başında kimin olduğu ve Zaviyenin yeri ve mevcut durumu hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır.

Bütün bu bilgilerin dışında, bugün Vize'de Şeyh Bali Türbesi olarak bilinen yer ve yakın çevresinde yapmış olduğum yüzey araştırmaları,  Şeyh Bali soyundan gelen bazı  kişilerin vermiş oldukları beyanlar ile Osmanlı ve Tapu Arşiv Belgeleri üzerinde yapmış olduğum araştırmalar sonucunda, bazı bilgilere ulaşılabilmiştir. 

Şeyh Bali Türbesi : Bugün, Vize İlçesi, Kale Mahallesi, Türbe Sokak üzerinde 199 ada, 12 parsel numaralı taşınmaz üzerinde bulunan, halk arasında Şeyh Bali Türbesi olarak bilinen yapı ve hazire, tapu kütüğünde “mezarlık” olarak kayıtlı olup, Kadastro Tutanağında başka bir açıklayıcı bilgi bulunmamaktadır. 

Foto 1. Şeyh Bali Türbesi ve Haziresi, 2005 Yılı


Söz konusu alan, Kırklareli Kültür Envanteri içerisinde “Şeyh Bali Türbesi ve Mezarlığı” adı ile korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli olup, tescil kaydında tarihsel başka bir bilgi bulunmamaktadır.Türbe girişinde yer alan briket ve beton kullanılmak suretiyle inşa edilen, herhangi bir mimari değeri olmayan mezar yapısının ön kısmında iki çubuk demir ve üzerinde dört çubuk demir korumanın arkasında metal bir şamdan bulunmakta, şamdanın üzerinde metal malzeme kullanılarak “Şeyh Bali Hz. Türbesi” yazmaktadır. 

Foto 2. Şeyh Bali Türbesi ve Haziresi


Foto 3. Şeyh Bali Türbesi ve Haziresi


Foto 4. Şeyh Bali Türbesi ve Haziresi, 2005 Yılı

Bazı vatandaşlarca zaman zaman şamdan üzerinde mum yakılmak suretiyle dua edildiği görülen mezar yapısının 1960’lı yılların sonunda İlçede yaşayan bir vatandaşın rüyasında Şeyh Bali’yi görmesi nedeniyle inşa ettirildiği halk arasında söylenmekte ancak, kimin yaptırdığı bilinmemektedir.

Foto 5. Şeyh Bali Türbesi

Bugün mezarlık alanı içerisindeki mezar taşlarının 9çok azı ayakta durmaktadır. Çoğu devrilmiş veya tahrip edilmiş olmakla beraber yaklaşık 25-30 civarında menhir şeklinde yazıtsız mezar taşı bulunmaktadır. 

Foto 6. Şeyh Bali Türbesi ve Haziresi


Foto 7. Şeyh Bali Türbesi ve Haziresi

Alan içerisinde üzerinde yazıt bulunan ancak, dikili olmayan, gelişigüzel bir şekilde türbe olarak sonradan inşa edilen mezar yapısı içerisine konmuş dört adet mezar taşı ve parçalanmış bazı mezar taşları bulunmaktadır. Büyük ölçüde tahrip edilmiş bu taşların söz konusu mezarlığa ait olup olmadıkları ise bir muammadır. Zira Türbe-Mezarlığın hemen üst tarafında yer alan, Hatice Sultan Vakfına ait tarihi İmarethane yapısının ön kısmında, geçmişte başka bir Türbe ve Müslüman mezarlığı bulunduğu, dört sütünce üzerinde duran türbenin yıkılmış olduğu, Balkan Savaşları esnasında Vize’yi ziyaret eden Bulgar Ulusal Müze Müdürü Bogdan Filov’un 1912 yılında çekmiş olduğu fotoğraf ve alana ilişkin notlarından ve Osmanlı Arşivi belgelerinden anlaşılmaktadır.

Foto 8. Bogdan Filov-1912 / Hüseyin Mevsim / Balkan Savaşı Günlükleri

Arkada Hatice Sultan Vakfına Ait İmarethane, Önde Türbe ve Mezarlık


Ayrıca, 1959 yılında Vize Ortaokulunda tarih ve coğrafya öğretmeni olarak görev yapan Kadri Öztürk, Kale Mahallesinde bulunan “İmaret ve Şeyh Gazanfer Efendi Ziyaretgahının” önemli Türk eserleri arasında yer aldığından bahsetmiştir. Kadri Öztürk’ün imaret ve ziyaretgahtan birlikte bahsediyor olmasından Gazanfer Efendi Ziyaretgahı olarak bahsettiği yerin bu iki yerin biri birine çok yakın olması münasebetiyle  muhtemelen Şeyh Bali Türbesi olabileceği düşünülmektedir. 

Şeyh Bali Türbesi içerisinde yer alan ve gelişigüzel bir şekilde türbe girişinde toplanan mezar taşlarının üzerindeki Osmanlıca yazıtların incelenmesi sonucunda;

1. Mezar taşında, “Bu dünyadan göçüp giden Cemilzade Ahmet Ağa, Ruhuna Fatiha” yazmaktadır. Bugün Kale Mahallesi, Hamam Sokak üzerinde bulunan, 16. Yy.’da  Ferhat Bey tarafından yaptırılan, Ferhat Bey Çeşmesinin 1838 yılına ait onarım kitabesinde, söz konusu çeşmenin Cemilzade Mahmut Ağanın oğlu Ahmet Ağa tarafından tamir ettirildiği belirtilmektedir. Mezar taşının bu şahsa ait olduğu düşünülmektedir.

2. Mezar taşında, “Merhum ve manfur Yedek Süleyman Paşa Acem Feran İbni Süleyman ruhu için Allah rızası için Fatiha”  yazmaktadır. 

3. Mezar taşında, “İbni İbrahim’den olma  Seyyid Molla Muhammed Tayyip, Hicri 1161” yazmaktadır.

4. Mezar taşında ise, “Seyyide Esma Hatun ruhuna Fatiha Hicri 1159” yazmaktadır. Bu mezar taşının antik tiyatro yakınında bulunan, Esma Hanım Çeşmesini yaptıran Esma Hanıma ait olduğu tahmin edilmektedir. Seyyid Molla Muhammed Tayip ve Seyyide Esma Hatun’un ölüm tarihlerinden aynı dönemde yaşadıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca, Osmanlı Arşiv belgelerinde Şeyh Bali Zaviyesi Şeyhlerinin de “Seyyid” olması nedeniyle, bu zatların Zaviye eşrafından olma olasılıkları bulunmaktadır.

Foto 9. Cemilzade Ahmet Ağa’ya ait Mezar Taşı.


 Foto 10. Yedek Süleyman Paşa’ya ait Mezar Taşı.


Foto 11. Şeyh Bali Türbesinde Çeşitli Mezar Taşlarına ait Parçalar.

 Ancak, yukarıda da açıklandığı üzere söz konusu mezarlığın içerisinde geçmişte bir türbe olup olmadığı hakkında kesin bir bilgi olmaması, mezarlık içerisinde türbe yapısının sonradan inşa edilmesi, içerisindeki dikili mezar taşlarının yazıtsız olması ve tahrip edilmiş olarak bir kenara konmuş olarak bulunan bazı mezar taşı parçalarında bulunan yazıtlarda da Zaviye Şeyhlerinin adlarının geçmemesi nedeniyle, söz konusu mezarlığın Şeyh Bali Zaviyesine ait olup olmadığı konusunda tereddütler oluşturmaktadır.

Foto 12. Şeyh Bali Türbesinde Çeşitli Mezar Taşlarına ait Parçalar.


Foto 13. Çeşitli Mezar Taşlarına ait Parçalar.

Diğer taraftan bugün İmarethane yapısı kısmen ayakta durmakta ancak, söz konusu alan çok uzun yıllar önce yerleşime açıldığından imarethanenin önünde bulunan türbe ve mezarlığa ait tek bir kalıntı dahi bulunmamaktadır. Bu nedenle, bahse konu mezar taşlarının bu mezarlıktan Şeyh Bali Türbesine nakledilmiş olma olasılığı da bulunmaktadır.

Foto 14. Machiel Kiel-1970 Yılı / Hatice Sultan Vakfına Ait İmarethane


Foto 15. Hatice Sultan Vakfına Ait İmarethane


Foto 16. Hatice Sultan Vakfına Ait İmarethane

Yukarıda açıklanan bilgilerin dışında, Şeyh Bali Türbesi ve yakın çevresine ait kadastro ve sokak haritalarının incelenmesi sonucunda ise, faydalı olabilecek birçok bilgiye ulaşılmıştır.

Harita 1. Google Earth Fiziki Haritası

Şeyh Bali Türbesi olarak bilinen mezarlığın bulunduğu sokağın “Türbe Sokak” olduğu, Türbe Sokağın batı kısmında “Tabakhane Sokak” ile kesiştiği, Tabakhane Sokağının da kuzeyinde “Şeyh Bali Sokak” ile kesiştiği, Şeyh Bali Sokağının da batı kısmında bir çıkmaz sokak olan “Tekke Sokak”a ayrıldığı haritası üzerinde net bir şekilde görülmektedir. Vize Belediyesi Fen İşleri Müdürü Hakan Yılmaz ile yaptığım şifai görüşme sonucunda, bahse konu sokak isimlerinin 1980 yılı öncesine ait olduğunu ancak, veriliş tarihlerinin bilinmediği gibi kayıtlara ilişkin herhangi bir belgeye de ulaşılamadığı bilgisini vermiştir.

Bununla beraber, bu bilgiler Şeyh Bali Soyundan gelen ve bugün Kırklareli’de yaşayan Ayşe Devecioğlu (Genç) ile paylaşılmış, kendisi Şeyh Bali Sokağının girişinde ve Tekke Sokağına bitişik bulunan ancak, bugün başka bir şahsa ait olan arazinin öncesinde (yukarıda haritasında işaretli, 374 ada, 10 parsel) dedesi Hulusi Bali’ye ait olduğunu, üzerinde eski ahşap ve kerpiç karışımı iki katlı küçük bir ev olduğunu ancak yapının uzun yıllar önce yıkıldığını, karşısında Tekke Sokağın girişinde bulunan (374 ada, 3 parsel) yerin ise, öncesinde dedesinin kardeşi Sunuhi Bali’ye ait olduğunu, dedesi Hulusi Bali’nin İstanbul’da Medrese eğitimi aldıktan sonra Vize’de ve özellikle Müsellim Köyünde çiftçilikle uğraştığını, aynı zamanda Hafızlık yaptığını belirtmiş, Şeyh Bali Türbesi yakınındaki İmarethane binası ile ilgili olarak ta, Hulusi Bali’nin babası Tahir Bali ve yakın eşrafı tarafından burada  fakir ve muhtaç insanlara yemek verdikleri bilgisini vermiştir.

Foto 17. Hulusi Bali.

Ayrıca, Hulusi Bali’nin kızı olan rahmetli Hamdiye Genç, vefatından önce Şeyh Bali Efendi’den herhangi bir eşya ve değerli bir eser kalıp kalmadığı yönündeki soruma, dedesi Tahir Bali’den bir el yazması Kuran-ı Kerim ve üzeri işlemeli bir bastonun kaldığını, tam tarihini hatırlamamakla birlikte bunların (1940-1950 yılları arası) jandarmalar tarafından ellerinden alındığını ve bir daha da geri verilmediği bilgisi verilmiştir.

Foto 18. Ortada Oturan Hulusi Bali, En Solunda Kardeşi Sunuhi Bali. Tekke Sokakta Bulunan Evlerinin Önünde. 


Gerek yukarıdaki haritada belirtilen “Şey Bali Sokak ve Tekke Sokak” sokak isimleri, gerekse aynı soydan gelen Rahmetli Hamdiye Genç ve kızı Ayşe Genç’in vermiş olduğu bilgiler ışığında, Şeyh Bali soyundan gelen Hulusi Bali ve Sunuhi Bali’ye ait meskenlerin geçmişte bu sokaklar üzerinde bulunması, yine Şeyh Bali Sokağının güneyinden geçen sokağın adının Tabakhane Sokak olması ve Zaviye Şeyhlerinden Gazanfer Dedenin bir dönem deri tabaklama işi ile de uğraşmış olması, Vizeli Kaygusuz Alaeddin, sonrasında Gazanfer Dede ve Şeyh Bali’ye ait Zaviyenin geçmişte bu alan üzerinde olduğu varsayımını oldukça güçlendirmektedir.

Foto 19. Dawkins, Bay Richard McGillivray-1906 Yılı/Atina Üniversitesi Tiyatro Çalışmaları Bölümü Dergisi, S.16/1, 

Arka planda, Hulusi Bali’ye ait Ev.


Foto 20. Vize-2003 Yılı / Gazi Mahallesine Ait Hava Fotoğrafı.


    Şeyh Bali ve Tekke Sokak üzerinde yapmış olduğum yüzey araştırmaları sonucunda ise, Zaviyenin bu alanda olduğunu gösterebilecek bir unsura rastlanılamamıştır. Zira Hulusi Bali’ye ait ev mülkiyetin el değiştirmesi nedeniyle yıkılmış yerine yeni bir yapı inşa edilmiştir.

    Bunun dışında, Tekke Sokağın bitimindeki alan üzerinde Roma dönemine ait bazı unsurlara rastlanılmıştır. Google Earth’ün 2016 yılına ait uydu fotoğrafında ise, otların kuruması nedeniyle, büyük bir yapı veya bahçe duvarına ait temel kalıntıları net bir şekilde görülmektedir. Zeminde yer yer ve kısmen gözüken kalıntının ne olduğu ve dönemi ancak yapılacak bilimsel kazılar sonrasında ortaya çıkarılabilecektir.

Foto 21. Roma Dönemine Ait Sütun Parçası.


Foto 20. Google Earth 2016 Yılı Uydu Fotoğrafı.


Foto 22. Temel Kalıntıları



Foto 23. Yıkılan Yapıya Ait Kesme Taş Parçaları.



Şeyh Bali Zaviyesine ait, Osmanlı Arşiv Belgeleri ve diğer yazılı kaynakların incelenmesi sonucunda da bir takım bilgilere ulaşılmıştır.

Bugün Vize’deki Gazi Mahallesinin geçmişteki adı Seyyid Kasım Mahallesidir. Seyyid Kasım Mahallesi Vize’nin en eski mahallelerinden olup, Şeyh Bali Zaviyesi ve etrafında kurulmuştur. 

Seyit Kasım Mahallesine ait 19. Yy. dönemi Temettuat Defterlerinin incelenmesi sonucunda, defterde kayıtlı bulunan 28 ve 29 numaralı hanelerde yaşayan hane reislerinin Şeyh Bali Zaviyesinde görevli zaviyedar oldukları bilgisi yer almaktadır 

Harita 2. Vize Yerleşim Haritası/Vize Belediyesi

Şemsettin Sami, Vize’de iki tekke bulunduğundan bahsetmiştir. Ancak, çeşitli kaynaklarda Vize’de Haydarhane Zaviyesi, Çiledar Derviş Zaviyesi, Ahmetbaba Zaviyesi ve Nasuh Dede Zaviyelerinin bulunduğu bilgisi yer almaktadır. Ahmetbaba Zaviyesinin bugün Pınarhisar İlçesine bağlı Erenler Köyünde bulunan Binbir Oklu Ahmet Baba Türbesi ile bağlantılı olabileceği düşünülmektedir. Nasuh Dede Zaviyesinin ise bugün neresi olduğunu tespit edemediğimiz geçmişte Kara-karlı Köyünde bulunduğu, bağlı olduğu aynı isimli vakıftan anlaşılmaktadır. Haydarhane Zaviyesinin ise kesin olarak Vize Merkezinde bulunduğu gerek aynı isimli vakıf gerekse Tapu kayıtlarından anlaşılmaktadır. Yeri hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla beraber, bugün Namık Kemal Mahallesi (geçmişte Manavlar Mahallesi) sınırları içerisinde bulunan, Gazi Mahallesi (geçmişte Seyit Kasım Mahallesi) ile ortak kullanılan mezarlığın bulunduğu alan “Haydarhane” mevkii olarak tapu kayıtlarına geçmiş olup, söz konusu mezarlık Şeyh Bali Sokağına yaklaşık 650 metre yakınlıktadır. Çiledar Derviş Zaviyesinin yeri ile ilgili olarak ise hiçbir bilgiye ulaşılamamıştır.

Osmanlı Arşiv Belgelerini tarihsel sırası ile incelediğimizde;

Hicri 10-11-1107 tarihinde (Miladi 1695), Valide Sultan’ın arabaları soyan ve yakalanamayan eşkıya Rüstem isimli şahsın, Vize’de Şeyh Mehmed tarafından Zaviyede saklandığı yönündeki ihbar nedeniyle, durum Padişahın ve sarayın güvenliğinden sorumlu olan Bostancıbaşıya bildirilmiş, Şeyh Mehmed ise tahkikat için Ordu-yı Hümayına gönderilmiştir. 

Kaygusuz Alaeddin’in 1560, Halifesi ve kardeşi Gazanfer Efendinin ise 1564 yılında vefat ettiğini bilmekteyiz. Ancak, 1564 yılında Zaviyenin başına Şeyh Bali’nin geçtiğini bilmemize rağmen kendisi ile birlikte, kedisinden sonra Zaviyenin başına geçen  Şeyh Hasan ve Şeyh Mehmed’in vefat tarihleri bilinmemektedir. Dolayısı ile 1564-1695 yılları arasında 131 yıl gibi çok uzun bir süreç olması nedeniyle, Zaviyenin bugüne kadar bilinen son Şeyhi Şeyh Hasan’ın Halifesi Şeyh Mehmed ile yukarıda bahsi geçen Şeyh Mehmed’in aynı kişi olması teorik olarak mümkün görünse de uzak bir ihtimaldir.

Hicri 24-06-1118 tarihinde (Miladi 1706), Şeyh es-Seyyid Mehmed tarafından verilen talepname ile, kendisinin Vize ve Vize’ye bağlı Horzum ve Ömer Bey Mezralarının meşru Zaviyadarı olduğundan bahsederek bazı kişilerin haksız ve yersiz bir şekilde kendisine bağlı olan Horzum ve Ömer Bey Mezraları Zaviyedarlığına müdahale ettiğini belirtmiş, gerekli tahkikatın yapılarak bu kişilerin men edilmesi istenilmiştir. Hicri 28-06-1118 tarihinde ise, talebi uygun görülerek Şeyh es-Seyyid Mehmed'in Vize'deki Horzum ve Ömer Bey Mezraları Zaviyedarlığına müdahale eden şahıslar bundan men edilmiştir.   

Yukarıda belirtildiği üzere, Zaviyenin başında yine Şeyh Mehmed’in bulunduğu, bununla beraber Horzum ve Ömer Bey Mezraları Zaviyelerinin kendisine bağlı olduğu anlaşılmaktadır. 19-20 Yy. dönemine ait çeşitli haritalar incelenmiş ancak bu iki mezranın adına rastlanılamamıştır. Bu iki mezranın bugün nerede olduğu, isim değişikliğine uğrayıp uğramadıkları da bilinmemektedir. 

Belge 1. Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivleri/Şeyh es-Seyyid Mehmed'in Vize'deki Horzum ve Ömer Bey mezraalarının zaviyedarlığına müdahale eden şahısların bundan menedildiğine ilişkin belge.

    Hicri 06-12-1133 tarihine ait belgeden (Miladi 1720), Vize ve Vize’ye bağlı Horzum ve Ömer Bey Mezraları Zaviyedarı Şeyh Seyyid Mehmed’in vefatından sonra yerine oğlu Seyyid Ahmet’in geçmesi gerekirken, Seyyid Ahmet’in yaşının küçük olması nedeniyle, rüşd sahibi oluncaya kadar yerine vekaleten Es-Seyyid Hüseyin’in getirildiği, Es-Seyyid Hüseyin’in de bu görevi yapacak yeterliliğe sahip olmaması nedeniyle, yerine Zaviye eşrafından Es-Seyyid Muhammed’in vekalaten getirildiği anlaşılmaktadır.

Es-Seyyid Muhammed’in aynı yıl içerisinde vefatı ile,  Seyyid Ahmet’in yaşının küçük olması nedeniyle bu kez Zaviye eşrafından Es-Seyyid Hasan vekaleten getirilmiştir.

Hicri 09-12-1226 tarihine ait belgeden (Miladi 1810), Vize ve Vize’ye bağlı Horzum ve Ömer Bey Mezraları Zaviyedarı Es-Seyyid Ahmet’in oğlu Es-Seyyid Muhammed ve onun oğlu Es-Seyyid Şeyh Bali’nin vefat etmesi nedeniyle, oğulları Es-Seyyid Mehmet ve Es-Seyyid İbrahim’in birlikte Zaviyenin başına geçtikleri, Es-Seyyid İbrahim’inde vefatı ile oğulları Es-Seyyid Muhammed Tahir ve Es-Seyyid Muhammed Ragıb’ın Zaviyenin başına geçtikleri anlaşılmaktadır. 

Hicri 20-07-1235 tarihinde (Miladi 1819), Es-Seyyid Mehmet’in vefatı ile yerine oğlu ve Halifesi Es Seyyid Selim Zaviyenin başına geçmiştir.

Bu bilgiden anlaşılacağı üzere, Es Seyyid Mehmet’in tekrar Zaviyenin başına geçtiği görülmektedir.

Şeyh Bali Zaviyesi Vakfına ait, Hicri 29-12-1271 (Miladi 1854) Varidat ve Masarifat Muhasebe kayıtlarında Vakfın;

Hicri 1270 senesinde, 3827 Kuruş geliri, 3340 Kuruş Gideri olduğu,

Hicri 1271 senesinde, 5232 Kuruş geliri, 3460 Kuruş Gideri olduğu,

Ayrıca, kayıtlarda Halife Mehmet, Halife Abdullah ve Halife İbrahim’in oluşan gelir farklarından pay aldıkları görülmektedir. Halife Mehmet’in gördüğü iş nedeniyle aldığı payın yüksekliği olması ve konumu nedeniyle Zaviye Şeyhi olduğu düşünülmektedir.

    Hicri 23-07-1316 (Miladi 1898), tarihli belge ise, Şeyh Bali Zaviyesi Şeyhi Tahir Efendi tarafından Edirne Vilayeti Vekâlet-i Celîlesine çekilen telgrafta, Vize Kaymakamının hasmı olan Dimitri’yi koruyarak hukukunun mahvedildiği şikayeti üzerine, konu hakkı tahkikat başlatıldığı anlaşılmaktadır.

    Zaviye Şeyhi Tahir Efendinin, yaşadığı dönem itibari ile Rahmetli Hulusi ve Sunuhi Bali’nin babaları, Hamdiye Genç’in ise dedesi olduğu tahmin edilmektedir. 

Belge 2. Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivleri/ Şeyh Tahir Efendi tarafından verilen şikayet dilekçesi.


Şeyh Bali Zaviyesi Vakfına ait, Hicri 11-11-1317 (Miladi 1899) Varidat ve Masarifat Muhasebe kayıtlarında  Şeyh Bali Zaviyesi Vakfı Mütevellisi olarak Mehmet Tahir Efendi’nin adı geçmektedir. Hicri 11-09-1315 tarihli kayıtlara ilişkin cetvel aşağıda gösterilmiştir.

Miktar-ı Vâridât

Envâ-ı Vâridât

Miktar-ı medfû‘ât

Nev-i medfû‘ât ve cihât-ı hayrât

Tarih-i berât-ı şerif

Mülâhazât

17625

Aşar bedeli

15300

Masârif-i it‘âmiye





335

Masarif-i müteferrika





15635

Yekün 





17625

Ber vech-i bâlâ vâridât





15623

Ber vech-i bâlâ masârifât





1990






497.20

Aaş-ı muharrer ve harc-ı muhasebe





1492.20

Ber mûcib-i mukâbil kadîm zâviyedârca taksim olunan

Bu bilgiden de anlaşılacağı üzere, Zaviye ve Vakfının 1899 yılı itibari ile resmi olarak faaliyetlerine devam ettiği bilinen son Şeyhin  Mehmet Tahir Efendi olduğu görülmektedir. Mehmet Tahir Efendinin bu görevi hangi tarihe kadar sürdürdüğü bilinmemektedir. 13 Aralık 1925 tarihli 677 sayılı Kanun ile Tekke ve Zaviyeler kapatıldığından Zaviyenin bu tarihe kadar faaliyetine devam etmesi ihtimaller dahilindedir. 

Belge 3.Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivleri/Şeyh Bali Zaviyesi Vakfı Varidat ve Masarifat Muhasebe Kayıtları


Belge 4.Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivleri/Şeyh Bali Zaviyesi Vakfı Varidat ve Masarifat Muhasebe Kayıtları


Sonuç olarak, yukarıda paylaşılan tüm bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Şeyh Bali Zaviyesinin geçmişte adı Seyyid Kasım Mahallesi olan bugünkü Gazi Mahallesi’nde, yukarıda haritasında işaretli alan içerisinde bulunduğu, Zaviyenin adının Şeyh Bali Efendiden itibaren aynı isimle anıldığı, 1899 yılı itibari ile Zaviye ve Vakfının faaliyetine devam ettiği, büyük ihtimal 1925 tarihli 677 sayılı Kanun ile kapandığı, Zaviyenin son bilinen Şeyhinin Mehmet Tahir Efendi olduğu, nedeni bilinmemekle birlikte Zaviyenin bir şekilde yıkıldığı ancak, bu alanın yine aynı soydan gelen Mehmet Tahir Efendinin oğulları Hulusi ve Sunuhi Bali ile vefatları ile varisleri tarafından mesken olarak kullanımının günümüze kadar devam ettiği anlaşılmaktadır.

Öte yandan Şeyh Bali Türbesi ile Hatice Sultan Vakfına ait İmarethanenin Zaviye ile ilişkisinin bulunup bulunmadığı ise halen teyide muhtaç halde olup  tam olarak tespit edilememiştir. 

Ayrıca elde edilen ve yukarıda paylaşılan veriler ışığında, tamamı tespit edilememekle birlikte Vize’li Kaygusuz Alaeddin tarafından kurulan Zaviyede sırası ile, 

  • Vize’li Kaygusuz Alaeddin, vefat H. 970

  • Halifesi Gazanfer Dede, vefat H. 974

  • Onun Halifesi Vize’li Bali Efendi, vefat ?

  • Bali’nin oğlu Şeyh Hasan vefat ? 

  • Şeyh Hasan’ın oğlu Şeyh es-Seyyid Mehmed vefat H.1133 

  • Şeyh es-Seyyid Mehmed’in oğlu Es Seyyid Şeyh Ahmet adına (yaşının küçüklüğü ned.) vekaleten Es-Seyyid Hüseyin görev yılı H.1133

  • Es Seyyid Şeyh Ahmet adına vekaleten Es-Seyyid Muhammed vefat H.1133

  • Es Seyyid Şeyh Ahmet adına vekaleten Es-Seyyid Hasan görev yılı H.1133

  • Es-Seyyid Şeyh Ahmet 

  • Es-Seyyid Şeyh Ahmet oğlu Es-Şeyh Seyyid Muhammed

  • Es-Şeyh Seyyid Muhammed oğlu Es-Seyyid Şeyh Bali

  • Es-Seyyid Şeyh Bali oğulları Es-Seyyid Mehmet ve Es-Seyyid İbrahim

  • Es-Seyyid İbrahim’in oğulları Es-Seyyid Muhammed Tahir ve Es-Seyyid Muhammed Ragıb

  • Es-Seyyid Şeyh Mehmet vefat H.1235

  • Es-Seyyid Şeyh Mehmet oğlu Es Seyyid Selim 

  • Halife Mehmet, H.1271

  • Şeyh Mehmet Tahir Efendi, görev H.1316-?


Zaviye Şeyhi oldukları  gerek Osmanlı Arşiv belgeleri gerekse  diğer yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır.


KIRKLARELİ BELEDİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU 1870-2024

ARIL Barış Toptaş – Kırklar BARIŞ TOPTAŞ İçindekiler Tablosu Kırklareli Adının Tarihçesi 1 Kırklareli’de İdari Yapılanma...