EFSANE DUT AĞACININ ÖYKÜSÜ

 Ahmet Rodopman


Kırklareli’nin geçmişte bir dönem bağlar kenti olarak tanındığını pek çoğumuz biliriz. Ancak geçmişte, ipek böcekçiliği yapıldığı günlerde öyle çok dut ağacı varmış ki Kırklareli’ mizde, şimdi özlemle yad edebiliyoruz ancak. Kırklareli’ de dut ağacı çok yetiştiği için mi ipek böceği yetiştirilmeye başlanmış yoksa,  ipek böcekleri sadece dut yaprakları ile beslendikleri için mi dut ağaçlarının sayıları artmıştır bilemiyoruz. Eski bilgilerden, Kırklareli’ nin bağlık olduğu gibi dutluk olduğu da anlıyoruz. Hatta Asilbeyli köyü civarında ‘’Dutluk’’ olarak bilinen bir mevki bile yakın zamanlara kadar varlığını sürdürmüştür. Ben 60 yıl önceleri bahar ve yaz aylarında ailece bu dutluğa gittiğimizi, yanımızda da maltız keçimizi götürerek cayırlarda ve dutlukta onunla koşturduğumuzu anımsarım. Hatta bir seferinde babamın, dut silkeleyeceğim diye ağacın üst dallarına çıkıp düşmesini hiç unutamam. Neyse ki kırıksız, çıkıksız atlatılmıştı bu kaza. Hala o derenin boyunca dut ağaçları duruyor mudur  bilemiyorum. 

Baharın kendini yaza bıraktığı günlerde heybetli gövdeleriyle, koyu yeşil büyük yaprakları ve baldan tatlı ve lezzetli meyveleriyle bir dut ağacı çıkarsa karşınıza sakın ilgilenmeden geçmeyin. Geçmeyin de ne demek ? Hatta yanı başına oturun konuşun, dertleşin o dut ağacı ile. Meyvelerine uzanın, doyasıya yemeden de ayrılmayın yanından. Bir yudum sağlıktır ağzınıza attığınız her tane. Hem de en değerlisinden, en lezzetlisinden. Hatta bir de türkü mırıldanın duta dair. Sevgiden dem vuran.

Dut ağacı boyunca  

Dut yemedim doyunca  

Yari halvette gördüm  

Sarılmadım doyunca…

Türkünüz bitti ise ve henüz ağzınızdan dutun tadı gitmemişse bin yıllar ötesinden anlatıla, anlatıla gelen o hicranlı  öyküyü anımsayın. Anımsayın ki dutta, ölümsüz sevgilerde bir kez daha kazınsın aklınızın bir köşesine. Unutmayın her ikisini de. 

Bilirsiniz öykü dillere destan bir sevda öyküsüdür. Tıpkı, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Leyla ile Mecnun misali. Yine dünyanın bir başka köşesinde bir birine aşık iki genç vardır. Bir birini delice seven, ama aileleri tarafından evlilikleri engellenen iki komşu çocuğu. Daha kundakta başlamıştır aşkları. Birlikte büyümüşler, birlikte oynamışlardır da büyüyüp serpildiklerinde, yüreklerine aşk ateşi düştüğünde ayrı koyulmuşlardır birbirlerinden. Kızın adı Tispe, erkeğin ki Piremus. Hasretlerinden birbirlerini ayıran duvar bile çatlamış da ailelerinin kalpleri yumuşamamıştı. Onlarda geceleri el etek çekildiğinde bu çatlaktan konuşup, aşklarını pekiştirmişlerdi. Ancak ayrılık dayanılmaz olduğunda, her şeyi göze alarak evlerinden kaçmayı planlamışlardır. Gecenin karanlığında sözleştikleri gibi ormanda o ağacın altında buluşmak için yola koyulmuşlardır. Tispe, ağaca Piremus’ tan önce varmıştır. Ama o da nesi? Karşısında sevgilisini göreceğini sanırken, avını yeni yemiş ağzından kanlar akan koskoca bir aslanla karşılaşır. Öylesine korkar ki koşarak yakında ki bir mağaraya sığınır. Ama bu sırada boynunda ki eşarbı düşürdüğün farkında bile değildir. Birazdan ağacın altına Piremus gelir ki, bir de ne görsün? Ağzından kanlar damlayan aslan, biricik sevgilisinin eşarbını parçalıyor. O an aklına gelen ilk ve tek şey; aslanın Tispe’ yi öldürüp yemesidir. 

Onca bekleyişten sonra böyle bir ayrılığa dayanamazdı Piremus. Tispe’ siz yaşayamazdı. Yapacağı tek şey bir an önce aşkına kavuşmak olmalıydı. Bunun adı ölüm bile olsa, canına kıymaktı. Bir an bile düşünmeden belinden çektiği hançerini göğsüne saplayarak kanlar içerisinde yere yığıldı. Elinde tuttuğu Tispe’ nin kanlı eşarbıyla son nefesini verirken sevgilisiyle birlikte olmanın mutluluğunu duyuyordu. 

Bu sırada aslanın gitmiş olacağını düşünen Tipse mağaradan çıkmış, ağacın altına gelmişti ki, yıllardır hasretiyle büyüdüğü Piremus’ un cansız bedenini kanlar içinde yerde görmüştür. Piremus’ un elinde sımsıkı tuttuğu kendi eşarbını görünce durumu anlar. Ve dehşetle sarsılarak gözyaşlarına boğulur. Tispe, sevgilisinin kendisini öldü sanıp, kederinden  intihar etmesini çok iyi anlayabiliyordu. O da  sevgilisini yalnız bırakamazdı.Onsuz yaşamanın anlamı olamazdı. Oda aynı hançeri göğsüne  saplayarak biricik sevgilisinin üzerine yığıldı. Şimdi iki genç beden sonsuza değin birliktelerdi. Bu olaya şahit olan beyaz dutlar genç sevgililerin kanlarının rengine boyadılar kendilerini ve kırmızı dut olarak adlandırıldılar bundan böyle. 

O anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı bunların aşkına adadılar. Piremus’ un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe’ nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler. İşte o ağaç bizim bugün efsaneden çıkarıp altında oturduğumuz kara dut ağacı olarak karşımıza çıkmıştır. 

O günden beri de kara dut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini, (Piremus' un kan lekesini), dut ağacının yaprakları,(Tispe' nin gözyaşları) temizler.. 

Ve bilir misiniz ki, kara dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz, ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin gittiğini görebilirsiniz.  

Tabii bu  dut ile ilgili bilmediklerimizin sadece birisi. Oysa öyle çok bilmediğimiz, öğrenmemiz gereken özellikleri var ki bu ağacın anlatamam. Kıymetini bilememişiz her şeyden önce, sonra sağlık için, sanayi için, gıda için değerini anlamamışız. Bilemediğimiz içinde yaygınlaştırıp geliştirememiş, başka bilmeyenlere de öğretememişiz. Bu kıymet bilmeme sadece bizle de kalmamış, Asya’ dan, Afrika’ ya, Avrupa’ dan Amerika’ ya yayılmıştır. Oralarda da pek üzerinde durulup değerlendirilememiştir. Ana vatanı Uzak Doğu olmasına karşın dut en çokta Anadolu’ yu ve Balkanları sevmiş, bu topraklarda her koşulda yetişmiş, çeşitlenmiş, renklenmiş, insanımızın aşı, ekmeği, çaldığı sazı, hastalanınca ilacı oluvermiştir. 

Güzel ülkemizde yaşayıp ta bir dut ağacıyla tanışmayanımız çok azdır sanırım. Yurdumuzun pek çok yöresinde yetişen uzun yıllar yaşayan köylerde tarla sınırlarına, kentlerde ev bahçelerine dikilen besin değeri hayli yüksek meyveleri, ipek böceği yetiştirilmesinde kullanılan yaprakları ile hep gözlerimizin önündedir dut ağaçları. Şehirlerin daha beton yığını olmadığı benim çocukluk yıllarımda her mahallede bir kaç tane bulunan dut ağaçları sosyal bir mekan yaratırdı komşular arasında. Çocuklar dallarına çıkar, dut silkeler, kadınlar, kızlar yerlere çarşaflar serer, toplanan dutlar afiyetle yenir, her eve sepet sepet gönderilir, kalanda kurutularak veya kaynatılarak uzun kış günlerinde  tatlı gereksinimi gidermek için saklanırlardı. Yaz günlerinde ve gecelerinde en unutulmaz  mahalle sohbetlerinin yapıldığı yerlerdir dut ağaçlarının altları. Geniş yapraklarının verdiği serinlik değildir insanlara verdiği sadece, günümüzde yapılan çalışmalarla dutun yapraklarında yatan asıl mucize  daha iyi anlaşılmaktadır. 

Dut insanlık tarihinde 5000 yıl öncelerinden başlayarak gerek meyvesinden gerekse yaprağının ipek böceği yetiştirilmesinde kullanılmasıyla yer almaya başlamıştır. Çin’ in gerek yazılı gerekse sözlü edebiyatına girmiş, dut ile ilgili  şiirler şarkılar yazılmıştır. Nasıl yazılmasın ki, Çin yüzyıllarca süren üstünlüğünü ve zenginliğini biraz da dut yaprakları sayesinde yetiştirilen ipek böceğinin kozalarından elde edilen ipek iplikle dokunan kumaşlarına borçludur. İpek böcekçiliği dolayısı ile de dut yetiştiriciliği Çin’ de başlı başına bir kültür oluşturmuş ve bütün dünya ya da buradan yayılmıştır. 

Bir yıl kadar önce yazdığım bir yazımda Kırklareli’ de önemli ölçeklerde İpek böcekçiliği yapıldığını yazmıştım. İpek böcekçiliği  için gereken dut yaprağı şehrimizde dutluk adı verilen sahadaki erkek dutlardan elde edilmektedir. Hatta Yayla semtimizde şimdi  restore edilmekte olan Vakıflar İdaresine bağlı oldukça büyük bir bina vardır. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında buradan ipek böceği yetiştiricilerine özel tohum (yumurta). Dağıtımının yapıldığını biliyoruz. Yetişmiş dut ağaçlarının yaprakları, yumurtadan çıktıktan sonra başlayıp, koza sarmasına gelinceye kadar sadece dut yaprağı ile beslenen ipek böceklerinden elde edilen ipekli kumaşların üretilmesinde kullanılmaktadır. Ve tarım artı sanayi olarak değerlendirildiğinde bir hayli yüksek artı değer kazandıracağı belli olan bir üretimden söz edildiğini belirtmek zorundayım. 

İlk çağlardan başlayarak kadınların gözde giysilerinin kumaşı olan ipeğin üretilmesinde tek hammadde olarak dut yaprağını görmekteyiz. İpek böceği beslenmesinde kullanılan tek ürün olan dut yapraklarının akıl almaz özellikleri sayesinde örülen ipek kozalarından, ipek iplikler ve ipek dokumalar yapılmaktadır.Tüm dünyada da aranan ipek kumaşlar, ipek halılar işte sözünü ettiğimiz dutun yaprakları sayesinde yapılabilmektedir. Ülkemizde en çok Doğu Anadolu ve Orta Anadolu da görülen dut ağaçları ne yazık ki yakın zamana kadar bir kültür bitkisi olarak değerlendirilmeyip üzerinde yeterli araştırmalar yapılmamıştır. Osmanlıdan beri sürdürülen ipek böceği yetiştiriciliği ekonomik değerini yitirdikten sonra da dut üvey evlat muamelesi görerek tarımdan ve hayatımızdan yavaş yavaş çıkmaya başlamıştır. Ancak son yıllarda vefalı, özverili ve değerli kişiler tarafından dut tekrar gündeme getirilerek, önemi anlatılmaya hatta konu ile ilgili paneller yapılarak yetiştirilmesinin özendirilmeye başlanmasını sevinçle gözlemlemekteyiz. Özellikle Erzincan Kemaliye’ de yapılan çalışmalar umut vermektedir. Dutun hak ettiği yere  gelmesi hepimiz için bir mutluluk nedeni olmalıdır. 

Hani bir bilmece sorasınız gelir ya içinizden; meyvesinden, yaprağından, odunundan, kökünden, gövdesinden, dalından yararlanılan bitki hangisidir diye. ilk aklınıza gelenlerden biri olmalıdır dut. her birini ayrı ayrı yazmak var ama yerimiz sadece sağlık açısından dutun önemini anlatmaya bile yetmeyecek korkarım. Diğer özelliklerini anlatmaya bir daha ki dut mevsimini beklememiz gerekecek sanırım. 

Dut ağacı kendi başına doğal olarak dünyanın en ekolojik ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Yetiştirilmesi ve meyveye durması sırasında herhangi bir zirai mücadele ilacına gerek duymadığı için kimyasal kirlenme tehlikesinden uzaktır. Yeter ki yollardan ve tozdan uzak bir bölgede bulunsun, rahatlıkla dalından koparıp yiyebilirsiniz. Ama siz siz olun yine de her olasılığa karşı yıkamadan tüketmeyin dutu. Yoksa şifa niyetine yediğiniz dut, hastalık bulaştırıcınız haline gelebilir bunca çevre kirliliğinin görüldüğü günümüzde.

Genellikle dut denilince aklımıza kapsadığı meyve şekeri gelir genellikle. İşte damağımızda bıraktığı tatlı tadı da bundan gelmektedir. Ancak sadece bu kadar değildir dutla birlikte vücudumuza aldığımız. Dut üzerinde yapılan araştırmalar ilerledikçe,  dutun içerdiği vitaminler, mineraller ve diğer organik maddeler bakımından ne kadar zengin olduğu da anlaşılmaktadır. Başta  kalsiyum, demir, B1, B2 ve C vitaminleri olmak üzere diğerlerini de  bol miktarda içerir.

Kanser konusunda yapılan çalışmalar sırasında özellikle kırmızı dutta antioksidan ve antikansorejen etkili maddeler saptanmıştır. İngiltere Montfort Üniversitesi’ nden Gerry Potter, "Dut ve üzüm gibi bazı yiyeceklerde bulunan 'resveratrol' isimli molekülün pek çok ürünün bozulmasına yol açan mantarlara karşı savaştığını biliyorduk ama araştırmalarda, bu maddenin vücutta kanser hücrelerini hedef alarak onları tahrip eden, kanser karşıtı bir unsura dönüştüğünü saptadık" diyerek dutun bu özelliğinin de olduğunu bildirmektedir.


Japonya’ da beyaz dut yapraklarının extreleri ile yapılan araştırmalar da bir seri biyolojik olarak aktif  bileşenler tespit edilmiştir. Bu bileşenlerin, hücre yaşlanmasını önleyici, antioksidan ve damar sertleşmesini engelleyici ve damarlarda kolesterolden zengin plakların oluşumunu baskılayıcı etkiye sahip olukları ortaya çıkarılmıştır. Japonlar bu etkilerin sevindirici olduğunu ama dut yapraklarının bundan daha fazlasına da sahip olduklarını iddia etmektedirler. Japon uzmanlar, dut yaprakların aynı zamanda yüksek kan şekeri seviyelerini düşüren bileşiklere sahip olduğunu ileri sürmüşlerdir. Yapraklar bu etkilerini, bağırsaklarda maltoz, laktoz, sakroz gibi çifte şekerleri parçalayarak onları bağırsaktan emilebilen glikoz, fruktoz, galaktoz gibi tekil şekerlere dönüştüren enzimleri baskılamak suretiyle göstermektedirler. Böylece şekerler bağırsaktan emilemediği için kandaki seviye de yükselememektedir. 

Ayrıca dut yapraklarından yapılan çayların beden ve zihin gevşetici, rahatlatıcı, ateş düşürücü, idrar arttırıcı, ödem giderici olarak kullanıldığı, meyvesinden de şarap, jöle, reçel, pekmez hatta turşuya kadar çeşitli ürünler elde edilebileceğini de  belirtmemiz gerekiyor.

Hindistan' daki bir grup besin araştırmacısı ise dut yaprağının iyi bir gıda kaynağı olabileceğini ileri sürerek, bu yönde çalışmalar yapmaktadırlar. Bu çalışmalarına göre, dut yaprağı tozu ile buğday ununun bir bölü dörtlük karışımının, Hint mutfağında kahvaltı ve akşam yemeğinde yaygın olarak tüketilen "paratha"nın yapımında kullanmayı öneriyorlar. Çünkü vejetaryen Hint diyetinde organizmanın gereksinimi olan bazı temel besin unsurlarının alınamaması ile sorunlar oluşabilmektedir. Bunun önlenebilmesi için yüksek besleyiciliği olan, toksik olmayan ve ucuz dut yaprakları açlığa karşı güçlü bir çıkar yol olarak önerilmektedir. 

Kara dut şurubu ya da kara dutun yaprak ve kabuklarının kaynatılması ile elde edilen sıvı ağız ve boğaz antiseptiği olarak ve diş eti iltihaplarında günümüzde  sıklıkla kullanılmaktadır.

Aç karnına yenen beyaz dut barsak solucanlarını döker. Sabah aç karnına yenir ve üzerine su içilirse bağırsakların çalışması kolaylaştırır.  

Dutun sağlık açısından faydaları saymakla bitmez, saçların beyazlamasını önlemesinden tutunda, kansızlık, baş dönmesi, bağışıklık mekanizmasının düzenlenmesine kadar pek çok yerde dutun mucizesine tanık olmak olasıdır. Dutun meyvesinin yenilmesinin yanı sıra suyunun çıkarılıp içilmesinin de şüphesiz benzer etkilerinin olacağı bilinmelidir.  


Dutun oluşup olgunlaşması ile toplanıp tüketilmesi arasında çok kısa bir zaman geçtiği için, dut yaş olarak tüketilmesinin yanı sıra hatta çoğunlukla kurutularak, pekmezi, pestili yapılarak ta kullanılıncaya kadar saklanmaktadır. Bu ürünlerinde ayrı ayrı tüketilme şekilleri olmasına karşın her birinin dutun tüm özelliklerine sahip olduğu unutulmamalı, özellikle soğuk kış günlerinde enerji gereksinimini sağlayabilmek için bol bol tüketilmelidir.


Bu efsane ağacın şimdiye değin sadece meyve ve yaprağından yararlanmayı anlattık durduk. Ancak dut sadece meyvesiyle değil odunu, kabuğu, kökü ile de yararlanılabilecek bir ağaçtır.Sarı renkli kerestesi gerek rengi gerek işlenme kolaylığı gerekse verdiği tınısı bakımından çalgı aletleri için gözde bir malzemedir. Özenle işlendiğinde çok güzel telli sazlar yapılabilmektedir. Kök kabukları da ilaç sanayinde aranan bir ham maddedir.


Bütün bunların ötesinde dutun kozmetik sanayinde önemli ölçüde kullanılan gizemli özellikleri ile hanımların güzelliklerine güzellik katan kremlerin yapılmasında yararlanıldığının da bilinmesi gerekir.


Baldan tatlı dutu bu kadar allayıp pullayıp anlatınca eminim okuyanlar dut ağacı aramaya başlamışlardır bile. Aman bir şeyi aklınızdan uzak tutmayın bu kadar ballı bir yiyeceği sizden önce mutlaka arılar ve sineklerde keşfetmişlerdir. Hadi sinekleri kovaladınız ama ya arılar? Arıların hışmına uğrarda iğnelerini batırmalarını engelleyemezseniz hiç telaş etmeyiniz. Onun da dermanı yine dutun kendisinde. Koparacağınız birkaç dut yaprağını arının iğnesinin battığı yere sürterseniz  acısının ve kaşıntısının azalacağını göreceksiniz.


Eee ne duruyoruz? Haydi dut ağacı aramaya gidelim… 


KAYNAKÇA:

1 – AH ŞU KADRİ BİLİNMEDİK DUT

      Dr. Dt. Gülnur Esma Gürler .       www.kirsalcevre.org.tr

2 - ANTİOKSİDAN KAYNAĞI OLARAK DUT

      Nursema Özdemir – Rabia Büşra Akkartal –      www.inepo.com

3 -  BÜYÜK ŞİFALI BİTKİLER

      Ramazan Yıldız      Huzur Yayınevi 2000

4 -  KEMALİYE DUT PANELİ NOTLARI  I. ve  II

        www.ajans.kemaliye.net

5 -  ŞİFALI BİTKİLER ANSİKLOPEDİSİ 

      Yakup Kavas.  Sümer Kitabevi – 1998

6 -  TÜRKİYE DE  BİTKİLER İLE  TEDAVİ

      Turhan Baytop İstanbul – 1984

Popüler Yayınlar