BALKAN HARBİNİN TARİHSEL, SOSYAL VE SİYASAL DEĞERLENDİRMESİ

Ahmet Rodopman 
9. Bölüm
BALKAN HARBİ - KIRKLARELİ SAVAŞLARI
1912 yılının Ekim ayının 18. Günü yaşanırken Osmanlı, istenilmeyen bir zamanda ve istenilmeyen bir şekilde savaş gerçeği ile yüz yüze gelmişti. Dayatılan şartlar, uzun zamandan beri büyük devletler tarafından planlanıp, hesaplanıp ortaya konan olumsuzluklardı. Bu arada, Balkan ülkeleri kendi aralarında savaş antlaşmaları yapmış, İngiltere ve Rusya gizli Reval antlaşması ile hazırlanan senaryonun oynanma zamanının geldiğini bildirmişlerdir. Üst üste verilen seferberlik bildirilerinin karşısında Osmanlının Savaşı kabul etmekten başka bir seçeneği kalmamıştı. Karşılarında ki tüm devletler, savaş hazırlıklarını yaparlarken Osmanlı Devleti yıllardan beri bitmeyen iç karışıklıklar, isyan ve çatışmalarla uğraştığı için gerekli önlemleri almakta gecikmiştir. Bu arada yeterli istihbarat yapılamamış, savaş için gereken, silah, mühimmat yığınağı, insan ve yiyecek nakli, savaş plan ve programı henüz bitirilememiştir. Her şeyden önce halkın morali ve ekonomik durumu çok bozuktu. Savaşacak asker gücünün böyle bir savaşa hazır olmadığının ordu komutanları tarafından belirtilmesi ne karşın acele bir seferberlik ilan edilip savaş düzeni alınmaya başlamıştır.
Savaşın başlamasından hemen önce, Osmanlı komuta heyetleri, Bulgaristan’ dan gelecek saldırılara karşı Trakya’ da iki ordu kurmayı planlamıştı. Bunlardan birsi Edirne- Kırklareli hattı üzerinde, diğeri ise Midye(Kıyıköy) taraflarında denize yakın mevkilerde bulundurulacak ve ön saflarda çarpışan birliklere yardımcı olmanın yanı sıra, Bulgaristan kuvvetlerinin Genaral Dimitriyef’ in komutasında olan III. Ordusunun Istıranca Dağları ve ormanlık bölgelerden gelerek Orta Trakya’ ya inemeden karşılanarak yok edilmesi görevleri verilmişti. Ancak savaşlarda ne yazık ki gerçek, haritalarda değil, savaş meydanında görülür. Bu savaşta da Osmanlı yöneticileri ve savaşın komutanları, savaşların, savaştan önce yapılması gereken, iyi istihbarat, iyi eğitilmiş ve yeterli sayıda savaşçı, güçlü ikmal yeteneği, yeterli, silah, mühimmat, erzak stoğunun olması ile kazanılabilme şansının arttırılabileceğini bilmeleri ve bunların sağlamaları gerekirdi. Bu noktada Balkan Savaşları ve ardından gelen felaketler konusunu irdeleyenlerin pek üzerinde durmadıkları ancak bence önemli olan birkaç nokta var. Bunlardan bir tanesi, gerek Doğu Trakya’ da, gerekse Batı Trakya, Makedonya Bosna-Hersek, Novi Pazar ve Arnavutlukta nüfusun önemli bir bölümünü gayri müslimler oluşturuyordu. 1839 yılında ilan edilen Tanzimat yasaları gereği Osmanlıda her dinden ve milliyetten gruplardan ayırt edilmeksizin  askerlik çağına giren gençler silah  altına alındıkları için, ordunun içinde duygusal nedenlerden askeri bilgileri karşı tarafa aktaranların olma olasılığı fazla olmaktaydı. Düşman askerlerinin pek çoğunun Türkçe bilmeleri, Osmanlı birliklerine sızıp yalan haberlerle moral bozukluklarına ve hedef şaşırtmalarına neden oluyorlardı. Birde çok aceleye gelen seferberlik sırasında, savaşa yakın yerlerden yedek askerlerin toplanıp çarpışma sahasına gönderilmesi, firar,bozgun, casusluk ve karşı tarafa geçme gibi savaş sırasında karşılaşılmaması gereken sorunlar çıkartıyorlardı.
O günleri ve yaşanılanları günü gününe hatta saati saatine tuttuğu günlüklerine yazan ve aradan yıllar geçtikten sonra yayınlandıklarından anlıyoruz ki Harbiye Nazırı(Bakanı) ve Orduların Başkomutanı Nazım Paşa ile onun emrine tabii olan,Doğu Ordusu(Trakya Orduları) komutanı Abdullah Paşa(Kölemen) arasında bile savunma mı yapılmalı, yoksa saldırı savaşları yapılmalı tartışmaları yapılmaktaydı. Hatta savaş başlayana kadar savunma hatlarının ve siperlerinin yerleri bile tam olarak tespit edilememiştir. Bulgaristan birliklerinin savaş düzenleri ve hazırlıkları konusunda yeterli istihbaratların yapılmaması sonucunda ise hiç beklenilmeyen bir anda ve mevkide redif diye adlandırılan yedek birliklerden oluşturulmuş kuvvetler karşılarında düşman birliklerini bulmuşlar ve disiplinsiz bir şekilde karşı koymaya çalışmışlardır. Belki de savaşın bir bozgun ve felaketle sonuçlanmasının başlangıcı, Kırklareli-Edirne arasında Petra(Bedre Köyü) civarında kuzey batı istikametinden gelip Edirne’ nin kuşatılması için görevlendirildiği sanılan bir düşman birliği ile karşılaşmaları ilk sıcak çarpışma olmuştur. Savaş öncesinde düşman ordusunun hareketlerinin iyi izlenilmemesi ve gerekli istihbarat bilgilerinin alınmaması savaşın daha başında büyük bir sorun yaratmıştır. Oysa karşılaşılan bu ordu Bulgaristan’ ın en iyi eğitilmiş ve donatılmış en büyük ordusu olan, büyük General Savof’ un başında bulunduğu birliklerdi, O günün koşullarında Alman Komutanların dan Colmar von der Goltz Paşa dahil pek çok strateji uzmanının imkansız olarak gördüğü, koskoca bir III Bulgar Ordusu başında General Dimitriyef olmak üzere , Istranca sıra dağlarını ve sık ormanları bir gece de geçerek inanılmazı başarmış ve Osmanlı Paşalarını kötü bir şekilde şaşırtmıştır. Yıldırım hızı ile ilerleyen Bulgar Orduları sınırı bir çok yerden aşarak Osmanlı Topraklarına girmiş ve önlerine gelen köyleri yıkıp, yakıp katliamlar yaparak ilerlemekte idiler.
Bulgar birlikleri savaş hazırlıklarını başından beri çok daha iyi yapmışlar, savaş planlarını çok dikkatli, gizli ve şaşırtıcı şekilde yapmışlar, değişik bir saldırı düzeni kurgulamışlardır.  Bulgar ordusunun büyük kuvvetlerinin niyetlerini Edirne üzerine yürümek gibi göstermelerine karşın, asıl hedef olarak Kırklareli’yi seçtikleri belli idi. Bulgarların Lozangrat olarak tanımladıkları Kırklareli’ nin tahkimatı oldukça zayıftı. Doğu ve Kuzey Doğu cephelerinde birer adet yeni yapılmış olan Skopo ve Eraklina (Seyfioğlu Tabyası ve Taş Tabya ) istihkamları ile korunmakta idi. Şehir içinde ve şehrin güney tarafında bir hayli piyade ve topçu birliği şehri savunmak üzere tertibat almış bekliyorlardı. Şansızlıklar bir kere başlamaya görsün. Bulgar ve Yunan Ordularının harp nizamlarını ve hareketlerini havadan izleyebilmek için zamanın en modern hava araçlarının alımı yapılmış. İki tane uçak Kırklareli’ ye bunun için gönderilmiştir. Artık kader mi cehalet mi nedir bunun nedeni bilemiyoruz ama, her iki uçakta hiç kullanılamadan Bulgar Birliklerinin eline geçmiştir. İki uçaktan birisi ilk günlerde arıza yapmış, İstanbul’dan parça ve tamir ekibi beklenmeye başlanmış, diğerinin ise pilotu yaralandığı için uçamamıştır. Bozuk uçağın pilotu ise sağlam uçağı kullanmayı bilmediği için uçamamıştır. Bu savaşlarda düşmana bıraktığımız sadece iki uçak olsa neyse, onbinlerce şehit, gazi ve hasta asker dışında, binlerce top, makineli tüfek, yüzbinlerce tüfek ve cephaneleri savaş kayıplarının başında gelmektedir. Üstüne üstlük savaşla birlikte başlayan kolera ve dizanteri gibi salgın hastalıkları savaşan her iki ordunun da kabusu olmuş, ordular Çatalca’ya geldiklerinde her iki tarafında değil savaşacak, ayağa kalkacak güçleri kalmamıştır. Beklenen ataş kes geç olmasına karşın bilindiği kadarıyla 30.000 Bulgar askeri ile 19.000 Osmanlı Askeri sadece bulaşıcı hastalıktan hayatlarını kaybetmişlerdir.
Savaşın başlaması ve bitimi, iki, üç gün içinde olmuş.Bulgar askerleri dahil bu duruma hiç kimse akıl erdirememiştir. Bu birkaç günü kısaca özetleyecek olursak;
Kader ağlarını 22 Ekim gününde farklı bir şekilde örmüştü bu kez. Beklenenin tam karşı tarafından Edirne-Kırklareli hattının tam ortasında Selyolu mevkiinde Mahmut Muhtar Paşa komutasında ki Osmanlı Ordusu I. Bulgar Ordusu sandığı III. Bulgar Ordusu ile karşılaşıp şiddetli bir çarpışmaya girdiler. Erikler ve Eskipolo bölgesi olduça engebeli bir cıoğrafyaya sahip olduğu için, birlikler gün boyunca savaştılar. Akşam üstüne doğru Erikler düştü. Fakat Eski Polo dan Osmanlı askerleri çıkmayıp, savunma yaptılar. Bu çarpışmalar sırasında bir Alman subayı ölüp, iki tanesi de yaralanmıştır. Gece olurken Osmanlı Birlikleri kalkıştıkları bir karşı taaruzla Petra(Bedre) – Eskipolo-Kadıköy üçgenine sahip olup düşmandan temizlediler.
23 Ekim 1912 günü çarpışmalar erkenden başlamış ve bütün gün sürmüştür. Yağmur ve soğukta gittikçe artmış. Her taraf çamur deryası hanilini almıştır. Öyle ki, her iki tarafın askerleri de siperlerde yarı bellerine kadar çamura gömülmüş bir halde karşılıklı ateşe devam etmişler, ancak yoğun çarpışmalardan bir sonuç alınamamıştır.Öğlenden sonra bir Osmanlı birliği Bulgar ordusunun zayıf bit tarafını görüp oraya yüklenmiş ve 5-6 kilometre kadar Bulgar birliklerini geriletmiştir. Osmanlı ordusunda , özellikle rediflerde bozulmayı gören komuta heyeti durumu muhakeme edip savaşa mola vermek için Kırklareli’ de ki ordu merkezine çekilmişlerdir.
Petra Mevkiinde bulunan birliklere komuta eden Aziz Paşa, düşman hakkında keşif kollarından bilgi almadan, her hangi bir gece taarruzunda bulunmamış askerlerle. Ordu kumandanı Mahmut Muhtar Paşanın dahi haberi olmaksızın gece taarruzuna kalkışması kötü bir sürpriz olmuştur. İki kola ayrılan Osmanlı tugayları düşmana karşı bir kuşatma harekatına girişmişler, ancak yağan yağmur ve bastıran sisin de etkisiyle istikametlerini şaşırıp bir tepenin iki ayrı yönüne düştüklerinin farkına varmadan bir birlerini düşman birlikleri sanıp sabaha kadar karşılıklı cephaneleri bitene kadar ateş etmişlerdir. Sabaha karşı yakınlarında bulunan Bulgar Birliklerinin silah seslerini duyup, durumu anlamalarının ardından başlattıkları etkili bir top ateşi ile Osmanlı askerlerini darma dağın etmişler, birliklerimize çok sayıda şehit ve yaralı verdirmişlerdir. Bu cehennemi ateşten sağ kalanlar Petra’ ya doğru kaçmaya başlamışlar, Yardım için Petra’ da  yola çıkan kuverlerle karşılaştıklarında, geri dönüp savaşmak yerine gelen birliği de önlerine katıp. düzensiz bir şekilde ricad (geri çekilme) etmişlerdir. Petra’ ya vardıklarında daha da acı bir tablo ile karşılaşmışlar, Selyolu’nda Bulgar’lara yenilen ve kaçıp kurtulmak isteyen diğer askerlerle birlikte Bulgarlar tarafından kuşatılıp esir edileceklerini anlayınca, o telaş ve tedirginlikle Kırklareli’ ye doğru sığınmak, canlarını kurtarmak için koşmaya başlamışlardır. Bu arada Karakayalar mevkiini savunan Osmanlı birlikleri başarı ile direnirlerken , bu kaçıştan haberdar olunca, tüfeklerini atıp, Kırklareli yolunu tutmuşlardır. Artık kaçış bir bozguna dönmüş, askerler subaylarını dinlemekten vazgeçmiş, bir birlerini ezercesine Kırklareli’ ye koşmaktadırlar. Bu duruma Bulgar birlikleri dahi akıl erdirememiş, kaçan askerleri bile kolalamaktan vazgeçmiştir.
Kırklareli’ ye varan asketler, sokaklara dağılmış, ancak yerli Bulgar ve Yunan halkın oluşturduğu çeteler tarafından vuruluyor,veya tutuluyor,şiddetle cezalandırılmaktadırlar. Bir parça mısır ekmeğine tüfeğini satan askerlerin olduğu şehirde, Türk ahali alabildikleri eşyaları ile , bulabildikleri at, eşek, araba ne yarsa yollara düşüp Pınarhisar veya Babaeski ye doğru yola çıkmışlardır. Hatta hala Kırklareli yaşlılarının ağızlarında olan bir söylenceye göre ‘’Tencereyi ateşte bırakıp, ayakkabılarını giymeden yollara düşülmüştür’’ Şehir bir kıyamet gününü yaşamakta, insanlar bir taraftan yaklaşan Bulgar askerlerinden canlarını kurtarmak için kaçmaya çalışırlarken, yüz yıllardan beri birlikte yaşadıkları Bulgar ve Rum komşularının hakaret ve tecavüzlerine uğramaktadırlar. Yollarda, çamura saplanıp kalan arabalardan, toplardan yürüyebilmenin mümkün olmadığı, sürekli yağan yağmur altında, aç, çıplak ve yorgun insanların kendilerini, bir an evvel   Çorlu veya Çatalca’ya atma isteklerinden başka düşünecekleri bir şeyleri yoktu. Bu durumu ne kadar yazsak azdır. Bu travma aradan yıllar, yüz yıllar geçse de unutulacak gibi değildir. Kırklareli halkının son yıllarında başına gelen, 1878 Rus Savaşı sonrası işgali, Balkan Savaşı İşgali ve 10 yıl geçmeden Yunan İşgali, sonucunda elle tutulur ne mal, ne toprak ne de insan varlığı bırakmış, ama yine de yaşama azmini yüreklerinden söküp alamamıştır.
Koşarak trene yetişmeye çalışanları da bir başka şansızlığın beklemesi işin tuzu biberi olmuştur. Trene zorlukla yetişenleri güç bela tren alsa da, uyarılmalarına rağmen, silah zoruyla makinistin yola çıkması için baskı yapılması sonucu kalkan tren 3 kilometre sonra karşıdan gelen trenle çarpışıp bir başka perişanlığı daha yaşamışlardır.
Olayları yerinde izleyen Fransız gazeteci Stephan Lausanne ise bu durumu şu sözlerle doğrulamaktadır:
“Mahmut Muhtar Paşa'nın emir subayları bile artık kaçmak gerektiğine kanaat getirerek karargahı terk ettiler. Bütün resmi evrakı, dosyaları, haritaları, planları, hatta komutanlığın şifreli yazışmalarını ortada bıraktılar. Emir subaylarından biri o şaşkınlıkta götürecek şey bulamadı, Muhtar Paşa'nın bisküvi kutusunu aldı sadece. Bu trajedinin tek komik tarafı olan bu şuursuz hareket işe yaradı, çünkü sonraki üç gün Muhtar Paşa, fırtınadan kurtarılan bisküvilerden başka yiyecek bulamayacaktı.”
Kaybedilenin sadece bir çarpışma olmayıp, yüzyıllar boyunca oya oya dokunan, yaşanan, yaşatılan pek çok şeyin de kaybolmasını insan kolay kolay kabullenemiyor. Rumelinin fethinin 1352 yılında başlamış olduğunu düşünürsek, bu süreç, 1912 yılında böyle bir tablo ile sona ermemeliydi tabii ki.
Kırklareli’ nin o gece boşalmasından ancak sabahleyin haberleri oln Bulgar’ lar olanlara inanamamışlar, bir kaç ayda  nasıl alabiliriz diye planlar ve hazırlıklar yaptıkları Kıkrlareli’ ye ellerini kollarını sallayarak, bir kurşun dahi atmadan girmişlerdir.O günlerde Kıklareli’ ye gelen yabancı gözlemcilerin şehirde gördüklerini okudukça, insanlıktan çıkacağı geliyor insanın. Bulgar askerleri, kaçan Türk askerleri, yerli Rum ve Bulgar ahali, şehirde kalan Türkler, boş kalan evleri dükkanları yağmalıyor, binaları yakıyor, yıkıyor, insanları yaşlı çocuk bakmayıp katlediyor, şehir tarumar ediliyor diye yazıyorlardı.
Kırklareli sevdalısı biri olarak bunları yazmamın çok zor olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Ancak tarih bilincimin Balkan Savaşlarının 150 yıldır süren öyküsünü daha sonuna gelmeden kesmek te içimden gelmiyor. Onun için bu geri çekiliş macerası Kırklareli Savaşları ile başlasa da arkasından Lüleburgaz Savaşları, Çatalca Savaşları ve Barış Antlaşmaları geliyor.
Onunla da bitmediğini biliyorsunuz tabii ki, Batı Ordusunun Kumonova, Çetina, Bosna Hersek, Arnavutluk, Selanik, Yanya, İşkodra Savaşları var ki her biri birbirinden daha hicranlı, daha iç yarası. Yaklaşık 1.000.000 gencimizin şehit olup kaldığı 2.000.000 genç yaşlı insanımızın yollara düşüp göç ettiği bir acı öyküdür Balkan Savaşları. Anlat anlat bitmez, yaz yaz tükenmez. Ben yazmaktan çekinmem çünkü her gün yeni bir şeyler ekliyorum dağarcığıma. Eğer sizlerde okumaktan bıkmaz sanız, belki tekrar buluşuruz, Balkan Harbinin diğer cephelerinde.
Devam edecek

Popüler Yayınlar