BALKAN HARBİNİN TARİHSEL, SOSYAL VE SİYASAL DEĞERLENDİRMESİ
Ahmet Rodopman
10. Bölüm
BALKAN HARBİ – LÜLEBURGAZ SAVAŞLARI - PINARHİSAR SAVAŞLARI
23 Ekim 1912 gecesi, Kırklareli’ nin üzerine bir kabus gibi çökmüştü. Düşman bir yandan, soğuk, yağmur ve çamur bir yandan, bir de üstüne üstlük yolculuk yapılacak ne at ne araba elde olmayınca, binlerce Kırklareli’ li evini, işini, aşını bırakıp bilinmeze doğru yola çıkmıştı. Bozguna uğrayan askeri birliklerden dağılan silahlı, silahsız askerler, çoluk, çocuk sivil halk çamurlara bata çıka, kimi ayakların ne bulduysa geçirmiş, kimi yalın ayak bazısı Babaeski yolu ile Lüleburgaz’ a, bir kısmı da Pınarhisar üzerinden Demirköy ormanlarına sığınmak için yollara düşmüşlerdi. Bitmek bilmeyen yollar, gece boyunca yürümekle bitmediği gibi insancıklar yorgunluktan bitap düşüp çamurların içinde kıvranıyor, yakınlarını kaybedenlerin çığlıkları gecenin karanlığının da kayboluyordu. Tek şansları, Bulgar’ ların durumun vahametini anlamayıp kaçan birliklerin arkasından gelmemesiydi. Yoksa hayli güçlü olan süvari birlikleri ile takip harekatı başlatsalar dı Trakya’ da sağ ve salim kimsenin kalabilmesi düşünülemezdi. Bulgar birlikleri de üç gün üst üste süren çatışmalarda bir hayli yorulup ölü ve yaralı verdiklerinden, komutanları tarafından dinlenip kendilerine gelmeleri için bir kaç günlüğüne harekata ara vermeleri nedeniyle Lüleburgaz ve civarına biraz geç de ulaşılabilmişti. Burada ki şartlarda bir hayli çetindi.
Osmanlı komutanları dağılan orduyu toplayıp, yeni bir savunma hattı oluşturmaya gayret ediyorlar, bir taraftan siperler kazılıyor, elde kalan silahlar, toplar onarılmaya çalışılıyor, bir taraftan İstanbul’ dan gelemeyen mühimmat, erzak ve haberlerin birliklere ulaştırılması için uğramaktadırlar. Gelecek günlerde olacaklardan habersiz ama salgın halini alan Kolera ve Dizanterinin yok edici pençeleri altında boğuşuyorlardı.
Takvimler 28 Ekim 1912 yi gösterirken beş günden beri her iki taraf içinde sakin geçen günler sona eriyordu. Çepheler oluşturuluyor, siperler kazılıyor, yeni bir savaş için son hazırlıklar yapılıyordu. Payitahtta ise bakanlar kurulunda fırtınalar esiyor, sadrazam istifa edip yerine nispeten ılımlı olarak bilinen Kamil Paşa Hükumeti kuruluyordu. Tesadüf aynı gün Trakya’ da devam eden savaşın Başkumandanı olarak atanan Abdullah Paşa görevinden istifa ediyor ancak, ‘’dereyi geçerken at değiştirilmez’’ misali bu istifa kabul edilmeyip, tekrar görevi başına dönmesi sağlanıyordu. Çünkü karşılarındaki Bulgar ordularının savaş vaziyeti alan hareketliliği gözleniyor ve yeni bir saldırı ile karşılaşılacağı anlaşılıyordu. Bu da Lüleburgaz’ ın üzerine kara bulutların çökmesine az kaldığını gösteriyordu. Gün içinde Bulgar Birlikleri ile Osmanlı kuvvetleri arasında çok önemli sayılmayacak kadar çatışmalar olmasına karşın, Osmanlı birlikleri daha çok İstanbul’ dan gelmesi beklenen mühimmat, erzak ve diğer ihtiyaç maddelerinin ikmalinin yapılması ile meşgul olmuştur. Gerekli hazırlıkların tamamlanamadığının istihbaratını alan Bulgaristan güçleri gece yarısından sonra ertesi gün yapmayı planladıkları büyük bir saldırıya hazırlanmaya başlamışlardı.
29 Ekim 1912
Savaş, Trakya’nın Kuzeyinde Vize-Pınarhisar hattında ve Güneyinde Lüleburgaz-Karaağaç hattında bulunan Osmanlı ve Bulgaristan birlikleri arasında başlayan çatışmalarla, yoğun yağmur yağışı altında gün boyu devam etmiştir. Osmanlı askerleri yoğun topçu ateşi altında oldukça fazla zayiat verildiği için istenilen yeni bir saldırıda bulunamamışlardır. Gün sona ererken güney de Bulgar orduları belirgin bir ilerleme sağlayarak Osmanlı birliklerini geriletmiştir. Lüleburgaz’ ı yoğun bir top atışı altına alan Bulgar birlikleri, halkın işgal edileceği telaşı ile kenti terk edip civar tarla ve tepelere çıkmasına neden olmuştur. Bu arada Topçu ateşine karşılık veremeyen Osmanlı birlikleri Karıştıran mevkiine kadar geri çekilmek zorunda kaldıkları sırada Bulgar güçlerince Tren İstasyonu almış, daha sonra da Lüleburgaz’ a girmişlerdir. Akşama doğru Şevket Turgut Paşa II. Kolordu ile hücuma geçince, yardımına gelen IV. Kolordunun saldırısına dayanamayan Bulgar kuvvetleri, Lüleburgaz’ ı üç ayrı yerinden ateşe vererek şehirden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bu arada pek çok köy de yakılmış ve yıkılmış bırakılmış, gecenin karanlığında Osmanlı birliklerinin de takip edecek güçleri kalmadığı için, her iki taraf için de yeni günü beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştır. Kuzeydeki savaş hattında Mahmut Muhtar Paşa ve Hamdi Paşa komutasındaki birlikler oldukça zor şartlarda savaşmalarına karşın düşmanın Pınarhisar’ a kadar geri çekilmelerini sağlamıştır. Bütün gün süren karşılıklı çarpışmalar sonucunda, her iki tarafta çok yorgun olduklarından 50 kilometreye yaklaşan çatışma hattında daha fazla çarpışmadan istirahate çekilmek zorunda kalmışlardır.
30 Ekim 1912
Sabahın erken saatlerinde muharebeler bütün şiddeti ile tekrar başlamış, hatta Osmanlı birlikleri siperlerinde çok iyi direnmişler ancak taarruz edecek güçleri kalmadığı için, Bulgar Süvarilerinin orduyu dağıtmaması için var güçleri ile dayanmaya çalışmışlardır. Sanki her iki taraf ta gecenin olup, dinlenilecek zamanın kazanılmasını istiyor gibiydi. Sakin geçirileceği düşünülen gece de, ‘’su uyur, düşmen uyumaz’’ atasözü bir kez daha gerçeklik kazanmış oldu ve gece yarısına doğru savaş meydanına yeni sürülen Bulgar askerleri, Osmanlı birliklerinin yorgunluktan derin uykulara dalmış olmalarından yararlanarak, sinsice, sessizlik içinde mevzilere 300 metreye kadar yaklaşmışlardır. Bulgar birlikleri süngü saldırısına girişmişler, aniden yakılan büyük projektörlerin ışıkları ile uyanan Osmanlı askerlerini kendilerine gelemeden şehit etmişlerdir. Hiç ateşli silah dahi kullanmadan, giriştikleri bu saldırıda, gafil avlanan birlikler büyük ölçüde kayıplar vermişler, sağ kurtulanlar düzensiz bir şekilde Çorlu’ ya doğru kaçmak zorunda kalmışlardır. Osmanlı askerinin bıraktığı bölgede sabaha kadar siper kazıp mevzilenen Bulgarlar, Soğucak Deresinin üzerine seyyar köprüler kurarak topları ve askeri malzemeleri doğu tarafına geçirmişler, sabah başlatacakları hücumu beklemektedirler.
31 Ekim 1912
Kötü geçirilen bir gecenin ardından başlayan günün de çok iyi olacağa benzemiyordu. Geri çekilen ordunun yanına ilaveten, bozulmuş olarak kaçmaya çalışan birliklerde katılınca büyük bir arbede çıkmıştır. Kırklareli Savaşlarında sahneye çıkan redifler burada da silahlarını atıp kaçmaya başlamışlar, bu durumları düzenli çekilme emrini yerine getirmeye çalışan birlikleri de etkilemiş, günlerden beri ağızlarına bir lokma ekmek girmemiş askerler yorgunluk ve çaresizlikten bozgun halinde Karaağaç bayırlarına üst üste yığılmışlardır. Bu hali bekleyen Bulgar Topçusu savunmasız Osmanlı askerlerinin üstüne yoğun bir top ateşine başlamış ve kaçıp kendini Çorlu yoluna atanlar ancak kurtulabilmiş, büyük sayıda şehit ve gazi tarlalarda ve yollarda kalmıştır. Bu arada bir hayli zayıflayan Osmanlı kuvvetleri nedeniyle Bulgar Ordularının bir kısmı Çorlu, Tekirdağ ve Gelibolu’ ya kaydırılmış, oraları işgal edilirken büyük bir ordu ile Edirne kuşatılıp, altı ay gibi süren ve tarihe Edirne Savunması olarak geçecek olan Şükrü Paşanın efsanevi savunma savaşı da başlamış oluyordu.
Balkan savaşlarında olup bitene akıl erdirilemiyor denilmesi o kadar yerin de ki. İstanbul’dan Yaklaşık 100 kilometre uzakta bir ölüm kalım savaşı veren orduna bir hafta yiyecek bir dilim ekmek götüremiyor, birlikler cephaneleri bitip yenileri gelemediği için savaşamıyor, dağılan birlikler boşalan köylere bir parça ekmek bulabilmek giriyor, ordu komutanları bile yiyecek bulamadıkları için açlıktan, soğuktan ve hastalıktan kırılıyorlar. Bütün bu olumsuz koşullara rağmen Osmanlı Ordusu hala Bulgarlara karşı direnmeyi bırakmamış, rediflerin kaçıp gitmesinden sonra kalan askerler yine askeri disipline uyarak savaş düzenini almışlar, hatta düşman üzerine yaptıkları baskınlar ile dağılan askerlerin Bulgar ordusu tarafından tamamen yok edilmesini büyük ölçüde engellemişlerdir. Özellikle Mahmut Muhtar Paşa’nın komutası altındaki birlikler Pınarhisar-Vize hattında düşmana nefes aldırmamış, kuzeyden gelip Osmanlı Ordusuna yapacakları kuşatma harekatına izin vermemişlerdir. Balkan Savaşları içinde en fazla asker sayısı ile girilen bu savaşta ne yazık ki başarılı olunamamış, çok sayıda şehit verilmiş ve yaralılarla birlikte vatanın en kıymetli toprakları Bulgarlara terk edilerek son savunma hattı olarak düşünülen Çatalca’ya çekilme emri verilmiştir.
Bulgarlar İstanbul sınırına gelmiş olmalarının sevinci ile tamamen hakim oldukları demiryollarını, Osmanlı’nın bırakmak zorunda kaldıkları Lokomatif ve katarları ile sürekli yeni asker, erzak naklini kolayca yaptıkları gibi, çoğu kullanılamadan terk edilen top ve tüfeklere de el koyarak, büyük bir avantaj kazanarak, elde ettikleri zaferin sarhoşluğu ile Çatalça önlerine gelmişlerdi. Ancak geçen son iki hafta da her iki ordunun da verdiği kayıplar bir hayli fazla olmasına karşın, verilen sayılar bir hayli farklı olmuştur.
Devam edecek