TARİHE BAKIŞ VE KIRKLARELİ'NİN KURTULUŞU

Akın Güre
Tarih okudukça öğrenmenin sorumluluğu da artıyor.  Tarihin içinde dolaşırken hem yeni bir  düşünce ufku kazanıyorsunuz hem de şimdiye kadar bildiklerinize eleştirel gözle bakmayı öğreniyorsunuz. Tarihsel bilgiyi sorgulayıp anlamaya çalışırken ayrıca şunu da görüyor insan: Tarih bize anlatılan kadarı değil.
Özellikle Osmanlı'nın çöküşünü hazırlayan 19. yüzyıl başlarından itibaren devam  eden yenilgiler, toprak kayıpları, ayaklanmaların tarihi çok can alıcı detayları  barındırıyor. Bunları toplayarak elde ettiğiniz bilgiler sizi kavramsal anlamda yeni bir yere taşıyor.  Balkan Savaşları sırasında gördüğümüz gibi, mütemadiyen bir öncesine bakarak o güne neden, nasıl gelindiğini anlama gereği duyarken bir bakıyorsunuz ki en az 100 yıl geriye gitmeniz gerekiyor. Hatta bazı durumlarda bu bile yetmiyor. Tarih bilgisi size geçmişi sorgulamaya zorlarken her adımda biraz daha derine inmeye  mecbur bırakıyor.  Bu bütünsellik halkalar halinde iç içe geçen süreçlerle günümüze  kadar uzanıyor. Geldiğimiz noktalarda zihninize takılan soruların yanıtlarını daha kolay verebiliyorsunuz artık. Tarihi öğrenmek bu güne bakış açınızı da belirliyor, bu günü bakarken bir yanda da geçmişi nasıl "okumalıyız" diye düşünmeye başlıyorsunuz. Tarihi öğrenmenin bu yüzden heyecan verici bir özelliği var.
Örneğin, Balkan Savaşlarını okurken  bir devletin neden yıkıldığını, bu yaşanırken toplumda  nasıl travmalar yarattığını, bu gün bile zihinlerimizde etkisi devam eden  hangi izler bıraktığını daha iyi kavrıyorsunuz.  Balkan Savaşının başlama nedenlerini öğrenirken Osmanlı Devletinin yapısal engeller içinde nasıl sıkıştığını da görüyorsunuz. Bu durumu kullanan Avrupa Devletlerinin ve Rusya'nın her fırsatta sizden bir parça daha koparmaya çalışmaları, Balkanlardaki milliyetçi uyanışları teşvik ederek yayılma emellerini açığa çıkartmaları,  parçalanma ve küçülmeye neden oluyor. Bu sorunu aşmaya çalışan reformcu akımların 19. yüzyılın ilk yarısında başlattıkları islahat hareketleri ise batının beklentilerini sağlar görünse de Osmanlı'ya sadece zaman kazandırıyor ama çöküşü durdurmaya yetmiyor. Bu arada  İkinci Meşrutiyet'e giden süreçte  iç siyasetteki çekişmelerin de  hızlandığını, İttihat Terakki yönetiminin Sultan karşısında gücünü arttırarak   ülkeyi yeni maceralara sürüklediğini görüyoruz. Ülkeyi savaşa sokan İttihatçıların kendi sonlarını da hazırlayan yenilgiler ise Çanakkale savunmasındaki askeri kahramanlıklara rağmen  ülkenin Doğudan batıya kadar Avrupa devletleri arasında bölüşülmesi ile sonuçlanıyor. 
Çok hızlı geçip şuraya gelmek istiyorum: Mondros Mütarekesi sonrasında dayatılan yenilgi şartları altında artık geride bir devlet kalmamış gibidir. Çünkü bu enkaza rağmen iktidarını korumaya çalışan hanedanlık hala çözümü kendi bekasında görmek arzusundadır.  Oysa Anadolu'da ve  Tarkya'da başlayan direniş ve hareketlenmeler başka bir kıvılcımın habercisidir:  Yeni bir döneme girilmiştir. Bu güne kadar küçülme ve yenilgilerle  karşı direnen  devlet yerine gücünü milli iradeden alan bir kurtuluş mücadelesi başlamıştır. Hem de Anadolu coğrafyasının tam göbeğinde...Bu konum aynı zamanda tarihsel bir bileşkenin yeniden canlanması demektir. Artık her şey bu merkezden yürütülecek ve ilerleyecektir. Yarının kuruluşu buradan yönetilen kurtuluşun eseri olacaktır. 
Kurtuluş mücadelesinin Trakya ayağına gelirsek oradaki uyanışın başlangıçta bazı zayıflıkları vardır. Edirne'de kurulan Trakya-Paşaeli Cemiyeti daha başlarken adına Heyet-i Osmaniye adını ekleme gereği duyar. İstanbul Hükümetince  planlanan oyalama takitiği fark edilmez.   Beklentileri Wilson prensipleri gereğince topraklarında egemenlik haklarının sağlanması ve korunması ile sınırlıdır. Trakya'nın Türklere ait olduğunu ve bu devamlılığın güvence altına alınması en önemli kaygıdır. Cemiyet üyleri bu düşüncelerle İtilaf devletlerinden destek beklerler, İstanbul'da bulunan temsilcileriyle irtibata geçerler. Kurtuluşun Anadolu ile birlikte düşünülmesi gereken topyekün bir mücadele olduğu gerçeği Yunan işgalinin hızlanmasından sonra anlaşılacaktır.  En son Edirne ve Kırklareli 26 Temmuz 1920 tarihinde Yunanlılar tarafından hiç bir direnişle karşılaşmadan işgal edilir. Kurtuluş Mücadelesi sırasında Trakya'da başlayan direnişin savaşın kaderini belirleyen Ankara merkezli  eksene oturması  zaman alacaktır. Gazi Mustafa Kemal Nutuk' da bu konuyu çarpıcı bir biçimde  açıklar. Hatta Trakya'da görevli 1. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar'ı direnişin askeri örgütlenmesini  iyi yönetemediği için bayağı hırpalar. Sonunda Tarkya'daki ulusal mücadele askeri sahada, köy ve kasabalardaki halkın insiyatifi ile oluşan milis kuvvetlerce sürdürülür. Osmanlı ordusu oldukça zayıflamış haldedir ve kırsal kesimde Yunan ordusuyla yürütülen bu çete savaşları oldukça etkili olur. Yunanlılar bu direnişler  nedeniyle Anadolu'ya güçlerini taşımaktan vazgeçerler, dolayısıyla Trakya'daki silahlı direnişler Anadolu'daki mücadeleye önemli katkılarda bulunur. Trakya Paşaeli Cemiyeti Ankara ile birlikte hareket ederek milli mücadelenin batıdaki önemli bir ayağı olur.   Ankara'da toplanan milli meclise Trakya temsilcisi olarak İsmet İnönü, Kazım Karabekir Paşa ile Cafer Tayyar bey seçilmiştir. 
Bunların öğrenmeden Trakya'da Milli Mücadele tarihi anlaşılmaz. İki gün önce 98. yılını kutladığımız Kırklareli Kurtuluş için anlatılacak, konuşulacak çok konu var. Bunlar içinde, mesela Kırklareli'nin Yunan işgalinden kurtuluşundan önce şehirde yaşananları da bilmek lazım. Ali Rıza Dursunkaya Kırklareli Vilayetinin Tarihini anlattığı kitabında 1.Dünya Harbi öncesi henüz sancak merkezi sayılan Kırklareli'nde 5 Şubat 1919 tarihinde atanan adı Yanyalı Vessaf olan mutasarrıftan bahseder. Bu kişi koyu bir İttihatçı düşmanıdır ve şehirdeki Hürriyet ve İtilaf partisinin kontrolü altındadır.  Yayla Meydanındaki Çocuk Yurdunu (Darüleytam) İttihaçı taraftar yetiştiriyor diye kapatır, çocuklar sokağa atılırlar. Henüz işgal başlamasa da Yayla'da Yunan Ordusunun zaferi kutlanır, Rum Mektebinde(Eski Faik Üstün Lisesi) yunan bayrakları ile süslü salondo balolar tetip edilir. Bunlardan birinde Vessaf bey de bulunur. Yine Yayla'da rumlar ellerinde bayrakları ile  bir yürüyüş yaparken bir polisimiz bayraklardan birini ellerinden alıp parçlayınca Rum ileri gelenleri Metropolit ile birlikte Vessaf beyin makamına  şikayete gelirler, mutasarrıf da bu yapılandan dolayı özür diler, "Polis edepsizlik etmiş, derhal vazifesine son verdim" der. Mutasarrıfın işbirlikçi davranışı doğal olarak şehirde büyük tepkilere yol açacaktır. İşgal günlerinde kurulan, savaştan dönen genç yedek subayların oluşturduğu İhitiyat Zabitan Cemiyeti üyeleri mutasarrıfın tutumuna isyan edercesine Sadrazama bir telgraf çekmeye karar verirler. Bu telgrafta şunlar yazılıdır:
"Trakyanın geçirdiği en nazik bir devirde Kırkkiliseye musallat edilen Mutasarrıf Vesaf adlı adamı derhal kaldırmadığınız takdirde silaha sarılarak işi halledeceğimizi arz ederiz"

Telgrafın gönderildiği tarih 10 Kasım 1919'dur. Altında imzası olan iki kişiden biri sizlerin çok iyi bildiği İhtiyat Zabitan Cemiyeti reisi Ali Rıza Dursunkaya'dır. Telgraf Karargah olarak kullanılan Belediye Binasında yazılmış ve  Ali Rıza Bey tarafından  karargah komutanı Şükrü Naili beye de gösterilmiştir.  Gözleri dolu dolu olan Komutan bu hareketi onaylamış ve başarılı olmalarını dilemiştir. Bu olaydan sonra ihtiyat zabitlerinin evleri basılır ve silah araması yapılır. Kimisi de Jandarma tarafından tutuklanır. Mutassarıfın Yayla'da oturduğu evde bomba bulunması üzerine baskılar şiddetlenir. Daha sonra  bu olayın tahkikatı için    Nedim Nazmi Bey adında bir Mülkiye müfettişi gönderilir.  Müfettiş mutasarrıfın nasıl biri olduğunu anlar ve İstanbul hükümetine yazdığı telgrafta Vessafın görevden alınmasını ister. Bir gün sonra mutasarrıf Vessaf gizlice şehirden jandarma himayesinde Alpullu'ya kaçar ve  oradan İstanbul'a giden trene biner. 
Trakya Paşaeli Cemiyeti ile başlayan çalışmaların detayları uzun  uzun anlatılmaya muhtaçtır. Nihayet Kırklareli 2 Ekim 1922 'de Yunan askerlerinden boşaltılarak Fransız kuvvetlerine teslim edilir.  30 Ekimde de Türkler geçici bir yönetim oluştururlar , Hükümet Konağı olarak kullanılan Kocahıdır Okulu binasına Fransız bayrağı  çekilir.6 Kasım'da ise Yunanlılar yönetimi Fransızlara devrederek tamamen  şehri terk ederler. Türk birlikleri Şeytandere mevkiinde şehre girmezden bir kaç gün önce toplanırlar ve 10 Kasım günü Kurtuluş Caddesinden geçerek şehre girerler. Türk ordusu şehre girişte büyük bir kalabalık ile karşılanır, kurbanlar kesilir. Ordumuzu karşılayanlar arasında sevinçlerini aynı çoşkuyla paylaşan yahudiler de bulunmaktadır. Hükümet Konağındki Fransız bayrağı indirilerek yerine Türk bayrağı çekilir. Artık Kırklareli'nde TBMM idaresi resmen başlamıştır. Mutasarrıflığa  Tevfik Sırrı Gür, Belediye Başkanlığana da Trakya Paşaeli Cemiyeti kurucularından Şevket Dingiloğlu getirilir.

KAYNAKLAR
1. Özgür Mert, İşgalden Kurtuluşa Doğu Trakya, AÜ.Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Ataürk Yolu Dergisi,  S.58, Bahar 2016.
2. Ali Rıza Dursunkaya, Kırklareli Vilayetini Tarih Coğrafya Kültür ve Eski Eaerleri Yönünden Tetkik, 1 ve 2. Ciltler, 1948 Kırklareli.
3. Veysi Akın, Trakya'nın Türklere Devir Teslimi, AÜ.Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Erzurum 1994.
4. Ali Arslan, Trakya'da Milli Mücadele, Türkiye Barolar Birliği Yayını, 2014.

Popüler Yayınlar