ERTUĞRUL KÖYÜNÜN YİĞİT KÜLTÜR BEKÇİSİ: FATMA EFE

Ahmet Rodopman 


Bugün,  çoktan beri hakkında yazılanları okudukça hep gidip ziyaret etmek, kendi gözlerimle de görüp, kutlamak istediğim Ertuğrul Köyünün inanılmaz kadını, Fatma Efe’ yi yazmaya çalışacağım. Günün ilk ışıkları ile İstanbul’ dan yola çıkıp, Lüleburgaz üzerinden,Pınarhisar yoluna geçtiğimizde pırıl pırıl bir Trakya Sonbaharının serinliğini, gidermeye çalışan güneş arkamızda yükseliyordu. 14 kilometre kadar gidip, Poyralı Köyünü geçtikten bir müddet sonra, sağ tarafta ki yol tabelasında Ertuğrul 10 kilometre yazısını görüp sapıyoruz. Sağlı sollu pancar çıkaran, tarlasını nadasa bırakma hazırlığını yapan, kışlık ürün ekimi yapan toprağın insanları ile karşılaşıyor , selam verip geçiyoruz. Köye girip, camiinin minaresini hizalayıp meydana geliyoruz. Sol tarafta çok güzel restore edilmiş şirin mi şirin bir yapı görüyoruz. Bazı kasaba ve büyük köylerde  gördüğümüz okul yapısını andıran bu yapının tam karşısında duvarlarının farklı boyanmasından, renklerinden ve eski çizmelerin bile saksı olarak değerlendirilip çiçek ekilerek duvar süsü yapılışına kadar burada farklı bir şeyler var dedirten evin kapısını aralıyoruz. Karşımıza Koskocaman bir bahçe, yüzlerce rengarenk küçüklü, büyüklü objelerin her bir köşeye yerleştirilmiş, yazdan kalan çiçeklerin, kasım patları ve güllerle birlikte oluşturdukları öbeklerin arsında çocukluğumuzda hep elimizde, gözümüzde olan onlarca eski tarım aletleri, duvarlarda eski sabanlar, döğenler, yabalar, diğrenler ve daha neler neler. Henüz kimsecikler görünürde yok. Bahçeye girip ilerliyoruz. Belli ki doğru yerdeyiz. Ev sahibinin de ismini biliyoruz ya. Fatma Ana diye sesleniyoruz. Yine ses yok. Evin sundurmasının önünden boydan boya yürüyoruz. Bu arada önümüz sıra dizilen bir sürü tanıdık eşya ile selamlaşıyoruz. O bakır bakraçlar, eski dikiş makineleri, radyolar, ibrikler, sahanlar, tencereler sanki bize hoş geldiniz diye göz kırpıyorlar. Evin arkasına doğru yöneliyoruz. Belki birilerini buluruz diye. Bahçenin ucunda ki odunluktan bir kucak odun ile gelen Fatma Efe yi görüyoruz. Daha önceki resimlerinden tanıdığımız için,
- Seni görmeye geldik Fatma Ana nasılsın. Diye soruyoruz. Ve başlıyoruz konuşmaya.
Genç yaşta eşini kaybettiğini, hiç çocuğu olmadığı için şimdi yaşlılığında yalnız kaldığını söylüyor.
-Ama bütün köyün çocuklarının anasıyım ben. Diye de ilave etmeden söze devam etmiyor.
- Nasıl başladı Fatma Ana, bu toplayıcılık. Diye soracak oluyorum.
-A be her bişeyceğizi eskidi artık diye atıyorlar bu gençler çöpe kızanım. Ben de kıyamıyor alıp getiriyorum buracığa. O gelinler kaynanaları ölünce, eski bunlar diye ne güzel çeyizliklerini atıyorlar, Atmayın bana getirin dedim. Onlar kıymetli şeyler. Sonraları bizim köylüler de, komşu köydekilerde öğrendiler. Atacakları bir şey odlumu benim kapıma getirip bırakıyorlar. Bende işe yarayacak gibileri topluyorum işte. Çoğalınca da başka yerlerde açılan müzelere veriyorum. Kırklareli ‘ de Ali Rıza Efendi Evinde, Tekirdağ’ da döşeyip düzenlediğim odalar var. Biz Balkanlıyız, bir şeyin atılmasına gönlüm razı olmadığı için işe yaramasını istiyorum diyor.
- Bizde Balkan' lıyız diyorum. Eşim Kırcali’den. Biz Filibe’ den gelmişiz. Bir metre ip bulsam yerde elime sarar belki bir gün lazım olur diye saklarım Fatma Ana diye sohbete devam ediyorum.  Memleket muhabbeti başlayınca Fatma Ana da eskileri anlatmaya başlıyor. Bol bol kendisinden,  topladıklarından, evine kadar gelip bunları görmeye gelenlerden söz ediyor
İçeride döşediği gelin odasını, beşikleri, kızçaların giysilerini, oyaları, dantelleri, sünnet kıyafetlerini, allı, pullu yaşmakları, yağlıkları, önlükleri anlattı, katıldığı toplantıların, aldığı başarı belgelerini gösterdi. Bu kadar emek veriyorsun, uğraşıyorsun, bir ihtiyacın, sıkıntın var mı, senin için yapabileceğimiz bir şey var mı diye soruyor eşim.
-Yok be kızanım. Ben tek başıma işte burada dediği, orta odayı göstererek yaşayıp gidiyorum işte. Devlet bir aylık veriyor. Oda bana yetiyor dedi.
Sizin resminizi çekebilir miyim? Bu anlattıklarınızı yazabilir miyim? Diye sordum. Yaz be kızanım. Dedi. Belli ki efkarlanmıştı konuşmalardan. Çıkardı bir sigara odasından yakmak için. Sigarayı bırakmışız ya yıllarca önce. Hemen sigaranın zararlarını, kışın bu havalarda içmesinin sağlığına yapacağı kötülüğü anlatmaya başladım. Sen bize, köyüne, bu ülkeye daha çok lazımsın, bunun içinde kendine çok iyi bakmalısın dedim. Yarıya kadar içtiği sigarasını attı. Ama bırakabileceğine hiç inancım yok. Hayatın sillesini yemiş bir kişi olarak, geçirdiği güzel günleri yad ederek tek başına yaşlılığın getirdiği sorunlarla baş etmeye çalışıyor . Bir başına yıllarca uğraşıp oluşturduğu kendi dünyasında yaşamını sürdürüyor. Yaptığı işlerden de çok keyif aldığını  anlıyoruz. Yaptıklarının çok önemli işler olduğunu, bunu şimdi anlamayanların da yıllar sonra anlayacaklarını söylediğimizde  bunun farkında olduğunu anladık, artık yaşlandığı için her gün bunca eşyanın tozunu alıp temizlemenin kendisini yorduğundan söz edip dertleşerek, uzayıp gidiyor söyleşimiz.
Gitmek için kalkışırken, durun size okulumu da göstereyim dedi. Dedeleri 93 harbinden sonra(1878 yılında) göçmen olarak bu köye gelmişler. O zaman ismi Kazan Köy olan bu köyde doğmuş, ilk okulu yine bu köyde, şimdi Kültür Evi olarak düzenlenmiş bu okulda okumuş. Sonra 16 yaşında yine ayni Köyden Ahmet Efe ile evlenmiş. Eşi 19 yıl önce vefat etmiş. Çocukları da olmadığı için kendini böyle bir kültür hizmetine adamış. Yaptığın bu kültür ürünlerinin ne kadar önemli olduğunu biliyor musun deyince de, biliyorum tabii. Onun için gözüm gibi bakıyorum. Tozlarını alıp, temizliyorum. Bunlarda gelecek kuşaklara kalacak diye seviniyorum dedi. Evinin hemen karşısında ki gelirken gördüğümüz o şirin köy okuluna geldik. Cebinden anahtarını çıkarıp açtı. 1906 yılında yapılmış olan bu tipik köy ilkokulunun içi de yine kendi toplayıp döşediği eşyalarla dopdolu idi. Tabii profesyonel bir müzeci tarafından düzenlenmediği için biraz dağınık gibi görünse de, yine bizi yıllarca öncelere götürdüğünden  karşılaştıklarımız her nesneden farklı bir nostaljik zevk aldığımız için çok mutlu olduk. Fotoğraf çekimlerimizi orada da yaparak, Fatma Ana dan helallik isteyip yola çıktık, gözden kayboluncaya kadar arabanın arkasından el sallayışından eşimin de benimde gözlerimiz yaşarmıştı ve Trakya’ nın ortasında bir köyde tek başına verdiği bu mücadeleyi ve Fatma Efe’ yi nasıl ve hangi kelimelerle anlatabilirim diye yol boyunca düşündüm. Fatma Ana burada, bir köyde bir başına bizim folklor olarak nitelendirdiğimiz Halk Bilimi için bilinçli veya bilinçsizce hayatını adamış yaşamını sürdürüyor. Folklorun , Yerel Tarih Kavramıyla ne kadar çok benzeşen yanları olduğunu ve bu köyde bu işlevi yaparak Kültür hazinemize ne çok yararının dokunduğunu ona anlatabilir miydim bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey vardı ki;
Kültürün tanımı olarak; Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünüdür, söyleminin ne denli doğru olduğunu bir kez daha kanıtlayan Fatma Anayı kendi toprağında, yapıp yarattıklarıyla bir başına bırakıp yola koyulduk.
Güzel bir günün ardından İstanbul’ a dönerken, günün özetini ve yazacağım yazının çatısını kurmaya çalışıyordum. Birden Fatma Efe ye en çok yakışan, belirleyici adın ‘’Kültür Bekçisi’’ olabileceği beynim de ışıdı. Evet, o belki biliyor belki bilmiyor ama bu gün tanıdığım o yiğit insanın gerçek bir Kültür Bekçisi, emekçisi, geçmiş kültürümüzü bu güne, bu günü de yarınlara taşıyan isimsiz bir kahramanı olduğunu düşündüm. Ve bu kadar yakınımızda olmasına karşın neden bu güne değin gelip ellerine sarılıp onurlandıramadığım için kendi kendime kızdım. Kim bilir ülkemizde daha nice nice böylesi kültür bekçilerimiz varda bizler değerlerini bilip, ahir ömürlerinde en azından takdir edemiyoruz. Düşünelim hep birlikte, Anadolu’ muzda, Trakya’ mızda köylerimizde kültürümüze sahip çıkan kişilerin çoğalması ile kültür hazinelerimizi gelecek kuşaklara ne kadar kolay öğretir ve de devredebiliriz. Yaşasın KÜLTÜR BEKÇİLERİMİZ.

Popüler Yayınlar