NİYAZİ AKINCIOĞLU İLE ZAMANIN TOZU
Akın Güre
Yakın tarihimize ait tuhaf bir davadan bahsetmek istiyorum sizlere. Konumuz Şair Avukat Niyazi Akıncıoğlu ve yargılandığı Köy Kalkınma Derneği davasıdır.
Niyazi Akıncıoğlu'nu ne zaman hatırlansa akıllara ilk önce Edirne ve Bursa şiirleri gelir. Onun hayatını pek bilmeyenler bu şiirlerinden yola çıkarak onu Edirneli ya da Bursalı bir şair olduğunu düşünürler. Hiç önemli değildir; Niyazi Akıncıoğlu bir Türkiye şairidir, her yerde yaşar, anılır, sevilir sonuçta. Ama onun Kırklarelili bir şair oluşuyla alakalı bir başka konu da hatırlanır hemen. Ona ve çoğu öğretmen olan arkadaşlarına açılan bir dava hiç unutulmaz.
Bu davadan tutuklanıp aylarca süren bir yargılamanın sonucunda aklanırlar ama beraat haberini veren Dünya gazetesi onlara hala suçlu muamelesi yapacaktır! Amaç o zamanın itibarsızlaştırma aracı olan “komünist” sıfatını kullanarak olayın perde arkasını ve bir hukuksuzluğu gizlemektir aslında.
Dava kapalı olarak görülür. Ortada bir iddia ve bilinen zanlılar vardır ama gerisi karanlıktır. Davanın asıl gayesi, hazırlanışı, kullanılan yöntemleri gizlidir. Ancak bütün gizlilikler dava duruşmaları sırasında bozulur, adı savcı ifadeleriyle açığa çıkan ajanın marifetleri mahkeme tutanaklarında tarihe geçer ve dava iki yıla yakın bir süre devam ettikten sonra sanıkların lehine sonuçlanır. Ancak, mahkeme halka kapalı şekilde devam ettiği için uzun süre kimsenin haberi olmaz bunlardan. Haklarındaki itibarsızlaştırma kampanyası suçsuz yere aylarca süren mahkumiyete yol açmışken bu mağduriyet dava sonrasında da hayatlarını değiştiren acılı sonuçlar yaratarak devam eder. Kimi hastalanır, kimi işini kaybeder, büyük maddi sıkıntılar yaşanır. Mahkemede aklanmış olmaları ellerinden alınan hakların iade edilmesine, mağduriyetlerin telafi edilmesine yetmez.
İddiaların çürütülerek davanın kazanılmasında en büyük payı olan kişi, yaptığı muhteşem savunma ile Niyazi Akıncıoğlu'dur. Onun artık elimizde olan ve zamanın tozuyla kaplı 108 sayfalık savunması bir hukuk insanının cesur haykırışı ve akıl gücü ile doludur. Kimse bu korkusuz savunmayla ilgili tek haber okuyamadığı gibi haksız suçlamaların gerekçesi olarak sunulan sahte iddiaların sorgulaması da yapılmamıştır. 1950'li yılların “komünist avı” ortamında böyle bir davanın mağdurlarının yanında durmak zordur, sessiz kalmaktan başka yapılacak bir şey yoktur! Hatta eskiden birlikte olduğu gazeteci, yazar arkadaşları dahi dava ile ilgili olup bitenlerden habersiz yaşamışlardır yıllarca. Sonuçta dava kazanılsa, kazanmanın ötesinde bir rezalet perdesi açılarak arkasındaki kirli oyuncular, dönen dolaplar ortaya saçılsa bile olup bitenlerden kimsenin yıllarca haberi olmayacaktır. Devir öyle bir devirdir! Olan olmuş, tutukluluk bitmiş, serbest bırakılmışlardır, hepsi o kadar. Dünya gazetesi beraat haberini verirken, onlara zanlı muamelesi yapmaktan geri kalmaz.
Duruşmalar sırasında Niyazi Akıncıoğlu savcılığın bütün iddialarını çürütür ve büyük komployu ifşa eder. Suçsuzluğu adalet önünde kanıtlamıştır. Ama küskündür. İşinde başarılı bir avukat olarak gösterdiği başarıyı, bir şair gibi yaşasa da, ekmek parası derdine düşünce edebiyat alanında eskisi kadar göstermeye niyetli değildir. Bu sessizliği biraz da olup bitenlere habersizmiş gibi davrananlara olan küskünlüğündendir.
Niyazi Akıncıoğlu Kırklareli'nde yaşamayı seçerken başlarda belki olduğundan daha yükseklere çıkaracağını umduğu şiirini yazmak için bir gün hevesinin kırılacağını, eskisi kadar şiire sarılamayacağını bilmiyordu. Yaşadığı bu kentte ona fenalık edenlerin kuracağı tuzakları, kötülükleri nerden tahmin edebilirdi? Dünya büyük bir kaostan çıkmaya çalışırken yaşadığı ülkenin huzurlu, güvenli limanlara dümen kırması için içinde yeşeren çabalar boşuna değildi. Bir şair olduğu kadar insanlığın geleceği İçin çözümler arayan hümanist bir arayış, heyecanla doluydu o günlerde. Dünya, insanlığı büyük kayıplara uğratan korkunç bir harpten çıkmış, ülkede tek parti dönemi kapanmış, çok partili yeni bir döneme geçilmiştir. Akıncıoğlu’nun çağdaş, olgun bir demokrasiye geçilmesi umuduyla başlayan siyasal çabaları ve dergi hazırlıkları, o günün Türkiye’si için aydınlıkçı, ülkesini seven ilerici bir aydının davranışlarıdır. Ülkenin içinde bulunduğu şartlar ise hayalleriyle örtüşmez maalesef. Çok partili rejime yelken açan Türk siyaseti Batı Bloku’nun gözüne girebilmek adına ülke içinde solculara karşı acımasız bir sindirme harekatına başlamış ve liberal görüntüsünü terk etmiştir. Solu çağrıştıran Köy Enstitüleri’ni tamamen kapatmak için hedef tahtasına koydukları kişileri komünistlikle suçlayan ve bunu ajanlar eliyle yürütülen bir tertibin içinde bulur kendini Akıncıoğlu. Başlarda destek verdiği iktidardaki liberal açılım konusunda yanıldığını görmüş ve üzülmüştür. Bu hayal kırıklığı şiirsel eylemine de yansır. Çoğu tanıdığı olan edebiyat çevrelerinden kopması, yaşadığı yerde haksızlığa uğraması onu kendi içinde başka bir yere çeker, bununla yetinmeyi öğrenir. Ama yaşadığı yerin insanları gençliğindeki dostların eksikliğini dolduramaz, onu unutturmak için estirilen rüzgara engel olamaz. Bir çok insan Niyazi Akıncıoğlu gibi bir şair olduğunu öğrendikçe hayret edip hayıflanırken, birileri de görmemezlikten gelmeye devam eder. O ise Nazım'ın anlattığı bir ceviz ağacıdır yaşadığı şehirde:
"Başım köpük köpük bulut
içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında" dediği şiirde olduğu gibi...