HİLMİ GÖKER’ İN VİTRİNİ KIRKLARELİ’ DEN PORTRELER HİLMİ GÖKER

Ahmet Rodopman 

1950 ile 2000 yılları arasında Kırklareli’ de yaşayıp da Haluk Hilmi Göker’ i tanımayanın olmadığını düşünüyorum. Rahmetli zaten bir şekilde kendisini tanıtır ve herkesi de tanırdı. Ben bile hiç tükenmeyen merakım nedeniyle Hilmi Amca ile tanışmış hatta arkadaş bile olmuştum.10 yaşlarımda başlayan tanışıklığımız uzun süre vitrinini seyredişlerimle sürüp gitmişti. Ta ki üniversiteye gelinceye değin. Sonra İstanbul’ a geliş ve 50 yıllık bir kopuş yaşadım Kırklareli’ den. Ama hiçbir zaman Hilmi Göker’ in vitrini aklımdan çıkmadığı gibi defalarca da rüyalarıma girmişti. Daha ilk okul sıralarında nereden merak sarmıştım bilemiyorum, Doğan Kardeş Dergilerinin iflah olmaz bir okuyucusu olmamdan mı eve her hafta alınan Hayat Mecmualarında gördüklerimden mi bilemiyorum az da olsa eski eserler ile ilgili bilgilerim vardı. Bir gün annemle Pazara giderken, Büyük Caminin karşısında hamama bitişik köşe dükkanının vitrininde eski paralar, kırık dökük çanak, çömlek, toprak yağdanlıklar, demir bıçaklar, el işlemeli örgüler gibi diğer dükkanlarda göremediğim şeylerin olduğunu fark etmiştim. Evimize oldukça yakın olan bu dükkana gider önünde durup, hayran hayran seyrederdim bu vitrinde sergilenenleri. Önce ara sıra seyretmeye gittiğim vitrin, giderek beni daha fazla kendine çekmeye başlamıştı. Özellikle orta okula başlayınca, evle okul arasında kalan Hilmi Amcanın dükkanının önünden geçerken göz atmadan edemediğim vitrininin önünde zaman geçirmelerim özellikle okul çıkışından sonraki saatlerde daha da fazlalaşıyordu. O eski paralar, paslanmış kılıçlar, bakır kaplar, taştan yapılmış kolyeler, kırılmış kaplar, bozuk tabancalar hepsi gözümde canlandırarak oyunlar oynadığım nesneler olmuşlardı. Çok ilginç bir kişi idi bence Hilmi Göker, sanırım bende onun dikkatini çekmiştim. Yakışıklı, uzun boylu, her zaman düzgün ve güzel giyinen, güler yüzlü, tatlı dilli, herkesle barışık, ağzı iyi laf yapan tam bir esnaftı anladığım kadarı ile. Okul dağılımlarında dükkanı kapalı olduğu zaman, genelikle karşıdaki Büyük Camii ye öğlen veya ikindi namazlarına gittiğinde, uzun uzun vitrinini seyrediyor ve bundan son derece mutlu oluyordum. Kütüphane merakım nedeni ile eski eserler, müzeler ve arkeoloji ile ilgili pek çok kitap okumuştum. Ama hiç müze görmemiştim. Hayalimde ki müzeyi onun vitrininde bulmuş, adeta kurmuş gibi hayran hayran bakıyordum gelip geçerken. Çok seyrekte olsa ara sıra vitrindeki ürünler değişir, eskileri merak ederken yenilerin konuldukları yerleri ezberlerdim. Hatta okuduklarımdan yola çıkarak, mahallemizde dere boyunda yıkılmış eski bir evin bahçesinde bir kaç arkadaşımla birlikte, keser ve el çapaları ile kazılar yapıp, kırık tabak parçaları, topraktan yapılmış yağ kandilleri, çanak, çömlek kırıkları, paslanmış demir parçaları, çiviler çıkarıp toplamıştık. Onlar ile mahalle müzemizi kurma hayallerimiz olmuştu.
Bir süre dükkanının kapalı olduğunu görüyordum. Sonra bir tabelanın konulduğunu hissettim kapalı kepenklere.’’Uzun bir yolculuğa çıktığım için bir süre işyerim kapalıdır’’ gibi bir yazı duruyordu.. Hac mevsimi idi. Demek ki antikacı amca hacca gitmiş, ancak dini görevi ile işini karıştırmamak için böyle yazmış olabileceğini düşünmüştüm. Çocuk aklımla da bu nedenle antikacıyı daha çok sevmiş tim.
Aslında tek işi bu eski eserleri alıp satmak olmayan Hilmi Göker tatlı dili ve hoşsohbet davranışları ile  özellikle Çarşamba günleri şehre gelen köylülerin de uğrak noktalarından biri idi. Dükkanı kadın ve erkek köylerden gelenlerle dolup taşardı. Çok sonra tabelasını görünce anlamıştım bunu.’’Altın dizer, altın bozar, kuyumcu Hilmi Göker ‘’ yazıyordu. Ama benim çocuk aklımla bunu anlayabilecek halim yoktu.
Günün birinde babamın dükkanında iken Hilmi Göker dükkana geldi. Eyvah dedim beni babama şikayet edecek şimdi. Ama hiçte düşündüğüm gibi olmadı. Meğer babamla uzun zamandan beri tanışıyorlarmış. Bazı şeyler satın aldı ve babama ;   - Bu çocuk senin oğlun mu Hüseyin Ağabey ? diye sordu. Rahmetli babamda, -Allah bağışlarsa benim küçük oğlum dedi. Ben bu sırada kıpkırmızı olmuş nefessiz dinliyor ve bekliyordum ne olacak diye. Hilmi Göker, - Çok meraklı bir çocuk. Çok da terbiyeli. Benim vitrinimin önünden ayrılmıyor. Bana çırak ver onu dedi. - Ona kaç defa içeriye gir, merak ettiklerini yakından gör dedim girmedi. Diye ilave etti. – Babam da; - Sağ ol Hilmiciğim. Çok meraklıdır, Okumayı da çok seviyor. Senin vitrin ilgisini çekmiş demek ki demişti. Bana da dönüp; - Hilmi Amcan yabancı değil. Merak ettiğin bir şey olursa içeri gir sor. Demişti.
İçim rahatlamıştı. Sonraki günlerde artık daha rahat seyretmeye gidiyor. Kolay gelsin. Hayırlı işler deyip selam veriyordum. Bu arada aylar, yıllar da geçiyordu. İstanbul’ a, Edirne’ ye geldiğimizde özellikle müzelere görmeye gidiyorduk. Lise çağlarında artık müze kavramım değişmişti. O koca vitrin bana küçük görünmeye başlamıştı. Eski eserler diğer gördüklerimden çok daha albenisiz olduklarını, eski paraların yerine altın, gümüş sikkelerin değerli olduğunu öğrenmiştim. Buna karşın yine arada sırada Hilmi Amca’ ya uğrayıp hatırını sorar, iyi işler derdim. Çok hoş karşılardı. Sevinirdim.
Hilmi Göker’ in o vitrini başka kimlerin dikkatini çekip geleceğine ışık saçmıştır bilemiyorum. Ama benim lise yıllarımdan sonra çok istememe karşın yaşam koşullarını düşünüp vazgeçtiğim Arkeoloji tahsilimi yapmasam da, ölesiye tutkun olduğum, eski eserler, kültürel değerler, insana dair olan her şeyle ilgilenmemi sağlayan okuma ve öğrenme isteğimin filizlenmesine neden olduğu için  Hilmi Göker’ in o vitrine minnettarım. Tabii bu vitrini yapan yaratan kişi olan Hilmi Göker’ e Kırklareli’ de nasıl tanınırsa tanınsın, buradan bir kez daha rahmetler diler, mekanının cennet olmasını dilerim.
Yazıma son vermeden önce sanırım çok azımızın bildiği bir özelliğini de sizlerle paylaşmaktan onur duyarım. Hilmi Göker ‘ in yaşamını merak edip araştırırken, onun gençlik yıllarında iyi bir şair ve hatip olduğunu öğrendim. Hatta 1946 lı yılın da ‘’ Gül Bahçesinde Bir Yaralı Arslan ‘’ adlı bir şiir kitabı yayınlayarak Kırklareli şairleri arasına girerek benin ‘’Kırklareli’ den Portreler’’ dosyamda önemli bir yerde olmasının da nedeni olmuştur. Çok aramama karşın edinip okuyamadığım kitabına sahip olanlar varsa en azından bir iki şiirini buraya yazarlarsa çok sevinirim. Çoğumuzun yakından veya kısmen tanıdığımız Hilmi Göker ile ilgili ne yazık ki çok fazla şey bilemiyorum . Edindiğim bilgilere göre 1921 yılında o zaman ülkemiz sınırlarsı dışında olan Üsküp te dünyaya gelmiştir. Babası Kadri Bey 1. Dünya Savaşı’na katılıp Üsküp’e geri geldikten sonra devletler arası antlaşmalar neticesinde Kırklareli’ nin Yenice köyüne yerleştirilmişlerdir. 1940 yılında askere gidinceye kadar köyünde kalmıştır. Beş yıl İzmir de askerlik görevini yaptıktan sonra İstanbul’ a gelmiştir. İstanbul’ da çok değişlik işlerde çalışmış, sanıldığına göre burada antikacılık mesleğine merak sararak Kırklareli’ ye dönmüştür. Birkaç yıl Kırklareli köy ve kasabalarında seyyar antikacılık yaparak köyleri, köylüleri ve antikacılık ile kuyumculuk mesleğini tam olarak öğrendikten sonra Kırklareli’ de dükkanını açmıştır.Uzun bir süre bu dükkanında çalışan Hilmi Göker 2000 li yılların başlarında hastalanarak hakkın rahmetine kavuşmuştur. İşte Büyük Caminin karşısında ki köşede bulunan bu dükkan ve o dükkanın vitrini benim Kırklareli’ de en sevdiğim ve hala rüyalarıma giren ve unutamadığım yerlerden birisi olarak kalmıştır.


Popüler Yayınlar