31 Ocak 2021 Pazar

100 YIL ÖNCEKİ BİR FOTOĞRAFININ HATIRLATTIKLARI

Ahmet Rodopman 

Değerli arkadaşım Mehmet Akın Güre’ nin ‘’Hatırlamalısın Kırklareli’’ grubunun fotoğrafını değiştirdiğini gördüğümden beri, oturup bir şeyler yazmak istedim durdum. Bir türlü fırsat olmadı bitirip yayınlamaya. Bugün kendime söz verdim bitireceğim diye. Bu fotoğrafı yıllar önce ilk gördüğümde çok iyi yorumlayamamış, zaman ve mekan karmaşası içinde kalmıştım. Bence hala Kırklareli’ nin bir hayli eski olmasına karşın en güzel fotoğraflarından biridir. Fotoğrafın ait olduğu yıl oldukça tartışma yaratmışsa da, yaşanılan olayların kronolojisine bakılınca, söz konusu fotoğrafın 1928 ile1930 lu yılların başlarında çekilmiş olması ağırlık kazanıyor. Eski fotoğrafları yorumlamanın keyfi, definecinin hazine bulmasında daha fazladır demişti bu konuda uzman olan bir üstadım. Bunun içinde yer ve konu ile ilgili önce etraflıca bilgiye gereksinim olduğunu da ilave etmişti. Bu fotoğrafla başlayıp nerelere değin gidebileceğimizi hep birlikte görelim.
1 - Büyük Cami’ nin minaresi yarıya kadar yıkılmış. Tarihi bilgilerimiz bize 1912 Balkan Savaşında Bulgar güçleri tarafından top ateşi ile yıkıldığı bilgisini veriyor. Ve o yıllara ait bilinenlerden bir süre bu şekilde yıkık kaldığını anlıyoruz. Harptan sonra Kırklareli’ ye tekrar dönüşler, kıtlık ve yoksulluklarla geçen iki, üç yılın ardından I. Dünya Savaşı ve sonrasında Yunan İşgali derken tarih 1922 yi gösteriyor. Minareni onarımı 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti kurulup, kendini toplayıncaya kadar da epey bir zaman geçiyor. Bu da 1930 ları buluyor.
2 - Bugün bir kısmı istimlak edilmiş, küçültülmüş olsa da, görünen ve kısmen ağaçlandırılmış büyük boş alan Kırklareli’ nin en merkezi yeri olan, Şevket Dingiloğlu Parkı. Peki her taraf evler ve dükkanlarla dolu iken burası nasıl bu kadar bol kalmış olabilir? Bunun oldukça uzun bir hikayesi var. Bu hikayeyi uzun uzadıya bir başka konuda anlatmaya çalışacağız. Ama her yerleşik yerin çok tanınmış, çok zengin, bunun içinde çok ünlü kişileri vardır ya. İşte 1870 ler den başlayarak Kırklareli’ nin de en meşhurlarından Rum asıllı Macaraki’ lerin Trakya’ nın olduğu gibi, Kırklareli’ nin de çeşitli yerlerinde çok sayıda taşınmaz mal varlığı bulunmaktadır. Macaraki ayni zamanda Avusturya Konsolos Vekili olması nedeniylede, pek çok yasal imtiyaza sahip bulunmaktaydı. Bu nedenle de çok farklı alanlarda ve olaylarda ismi geçmektedir. Bu büyük alanda , Bulgaristan, Romanya, Eflak, Boğdan ve Kırım’ a kadar giden yolun belli başlı konaklama yeri olan Menzil Hanı bulunmaktadır. Diğer küçük yol hanlarında bir, iki gece kalan kervanlar ve yolcular burada haftalarca kalabilirler, tüccarlar alış verişlerini yapar , mallarını yükler giderlermiş. Resimde parkın önünden geçen yolun altından o zamanlar açıktan akan dere geçmekte imiş, sonradan kapatılarak yol ve meydan yapılmış, Derenin hemen kenarında şimdi Yapı Kredi Bankasının olduğu köşeye doğru eski hamamlar bulunmaktadır. Hemen meydanın karşısında da camii ve çeşme, onun yanında ise Arasta ve diğer dükkanların bulunduğu bu şehir merkezi o yıllardan beri önemli bir kavşak noktası olmuştur.
Gerek ailesi, gerekse kendisi bile başlı başına birkaç konuda anlatılacak olan Muhittin Bey burada karşımıza çıkıyor. Ailesi Kırımdan gelen Trakya’nın en zengin ailelerinden Şair Mehmet Tevfik Bey Baba nın torunu, Şair Servet Bey Baba’ nın oğlu olan Muhittin Özenbaş 1915 yılında Kırklareli belediye başkanı oluyor. İyi yetişmiş, Mülkiyede okumuş olan Muhittin Özenbaş zorlu uğraşlar vererek Macaraki’ nin bu büyük Hanını istimlak ettirerek yıktırıyor. Ve bugün bile Cumhuriyet Meydanı olarak kullandığımız o zamana göre geniş bir alan oluşturmuştur. Geniş ufuklu bir aydın kişi olan Muhittin Bey o yıllarda İstanbul’ a gelen Avusturya’ lı mimara şehir planı yaptırmış ve aynı Avrupa şehirlerinde olduğu gibi ortada bir meydan, bu meydana açılan ve dairenin çevresinden dağılarak şehrin sonuna kadar giden yolları oluşturmuştur. Dikkat edilirse, hala Cumhuriyet Meydanına  açılan 7-8 cadde li bu sistem devam etmektedir. Ne yazık ki 100 yıl önce yapılabilmiş bu sistem, sonradan oluşan yeni Kırklareli’ de becerilememiş, son zamanlar da ise artan taşıt trafiğinden değil taşıt, insanların bile yürüyemeyeceği bir karmaşaya neden olunmuştur. Adı geçen kişilerin Kırklareli Tarihinde hayli ilginç öyküleri olduğu için burada değil de bir başka bölümde anlatılacağından biz yine parkımıza dönelim.
Menzil Hanının oldukça büyük olan alanına ilave olarak arkada ki evler ve bahçelerde, Kocahıdır İlk Okuluna kadar istimlak edilip yıkılınca düzlenip, eğime uygun olarak taraçalar yapılıp çeşitli ağaçlar dikilmiştir. Fotoğrafta  görülen genç Çınar Ağacı, şimdi yolun genişlemesiyle kenara kadar gelen tarihi Çınar ağacıdır. Hani bir dile gelse de anlatsa bize görüp, yaşadıklarını.
3- Fotoğrafın tarihini belirlememizde bize yardımcı olacak son işaretimiz Mustafa Kemal Atatürk’ ün sağlığında yapılan ender büstlerinden olan Atamızın heykeli gelmektedir. Zamanının en ünlü Heykel yapımcılarından olan Rahmi Artemiz’ in eseri olan bu büstün önünde yaptığımız kutlamaları, tutuğumuz nöbetleri ve anma günlerini biz yaştaki pek çok kişi hatırlarlar. Bu büstün yapılış tarihi de 1928 olduğuna göre, bizim fotoğrafımızın en erken 1920 li yılların sonunda çekişmiş olduğunu anlıyoruz.
Öykümüz henüz bitmedi. Ama, I.Dünya Savaşı bitti. Kırklareli bir beladan kurtulurken başka bir bela olan Mondros Mütarekesinden sonra, Osmanlı İmparatorluğunun dağılacağını anlayan bir avuç aydın yurtsever vatan savunması için çareler aramaya başlamışlardır. Muhittin Özenbaş da Trakya’da kurulmaya başlanan Müdafaa- i Milliye Cemiyetini’ nin ilk şubelerinden biri olarak, bir kaç arkadaşı ile birlikte Kırklareli’ de kurmuştur. Daha sonraları Trakya Paşaeli Müdafaii Hukuk Cemiyetlerine evrilecek olan bu direniş çalışmaları hızla yürürken, Yunan işgali başlamış, cemiyetin bir kaç gözü pek çalışanı ile birlikte Muhittin Bey, İstanbul’ a  gitmiş ve gerek maddi, gerekse manevi olarak Anadolu’ da başlayan kurtuluş mücadelesine silah ve mühimmat sağlama uğraşını vermiştir. Şevket Dingiloğlu ve cemiyetin diğer üyeleri de bütün evrakları kaçırıp Dereköy üzerinden Bulgaristan’ a sığınarak işgal yılların boyunca cemiyetin faaliyetini sürdürmüşlerdir. İşgal süresince Istranca Ormanlarına çekilen direniş güçleri, yurt dışına çıkanlar ile Anadolu’ da kurtuluş için savaşanlar arasında iletişimi sağlamış ve Yunan kuvvetlerine vur kaç şeklinde yaptıkları baskınlarla korku salmışlardır.Bu nedenle Yunan Kuvvetlerinin Anadolu’ ya geçip, Türk Birliklerine arkadan saldırma şanslarını kesmişlerdir. Böylelikle zor yıllar atlatılmıştır. Mudanya Mütarekesi sonrasında , yurtlarını , evlerini terk edenler yavaş yavaş geriye dönmüşler, hayat kaldığı yerden devam etmeye başlamıştır. Tabii ki Yunan İşgali sırasında kimsenin parkı görecek hali kalmadığı için, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte devlet kurumları oluşturulmuş, belediye başkanlığına 1922-1930 yılları arasında Şevket Dingiloğlu getirilmiştir. İşgal süresince yanıp, yıkılan şehrin yeniden yapılanması sırasında da yollar, binalar yapılırken Kırklareli’nin uzun yıllar boyunca en geçerli sosyalleşme alanı olan parkımızda yapılmış, düzenlenmiş ve kullanıma açılmıştır. Yıllarca sonra da yapılma aşamasında hayli emeği geçtiği için Şevket Dingiloğlu Parkı adı verilmiştir. O parkta 1920-1960 yılları arasında Kırklareli’ de yaşayanların kim bilir ne unutulmaz anıları vardır. İçimizde anımsayanlar var mı ?
KAYNAKÇA:
1 - Ali Rıza Dursunkaya . Kırklareli Vilâyetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik. Cilt:1 ve Cilt:2’’. 1948. Kırklareli
2- Y.Mimar Zeynep Eres-TÜRKİYE’DE PLANLI KIRSAL YERLEŞMELERİN TARİHSEL GELİŞİMİ ve ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ PLANLI KIRSAL MİMARİSİNİN KORUNMASI SORUNU-DOKTORA TEZİ- 2007-İstanbul
3– Nazif Karaçam- Namazgah Caddesinin Gittiği Yer Çamlıktır Orası Tarihi Mekandır.Gazete Trakya
4- Nazif Karaçam –Milli Mücadele de Trakya-Gazete Trakya

28 Ocak 2021 Perşembe

KÖY ENSTİTÜLERİ GERÇEĞİ VE KEPİRTEPE ÖRNEĞİ-2

Akın Güre 

Geçen yazımda Köy Enstitülerinin kurulmasını hazırlayan sürecin  anlaşılmasını amaçlıyordum. Cumhuriyetin kuruluş günlerinden başlayarak eğitim meselesinin ekonomik sorunlar kadar önem taşıdığını görmüştük. Nüfusun çok büyük bir bölümünün (12 Milyon) köylerde yaşadığı ve köylerde yaşayan çocukların sadece %25'nin okula gidebildiğini hatırlayın. Okuma yazma seferberliği köklü değişimlerle birlikte başlamıştı. 1928 yılında Latin harflarinin kabul edilmesi buna yönelik bir karardı ve  geniş halk kesimlerine yönelik Millet Mekteplerinin açılmasıyla okur yazarlığın yaygınlaşması istenmişti. Köy Öğretmen okullarının açılması ile de köylerdeki eğitmen açığının kapatılması için gerekli adımlar atılıyordu. Daha sonra Köy Enstitülerine dönüşecek bu hareket eğitim sorunun çok yönlü bir  toplumsal dönüşüm boyutunda ele alınması  demekti. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı'na kapsamlı bir rapor sunan Jhon Dewey'in de yazdıkları bu yöndedir. Konusunda yetkili bir uzman olarak tanınan Dewey'e göre toplumdaki  siyasi, ekonomik ve teknolojik değişimler eğitim siseminde bu amaca yönelik çabalarla mümkün olabilirdi. Dolayısıyla öğrencilere kazandırılacak olan yetenekler ve meziyetler toplumdaki mevcut sisteme karşı yeni görüşlerin ve değerlerin ağırlık kazanmasını sağlayacaktı. Köy okullarında görev alacak öğretmenler köy kalkınmsının öncüleri olacak şekilde, kültürel değerleri ve inançları da dikkate alarak  yetişmeliydiler.
Ancak kurulacak Köy Enstütüleri bu amaçların daha ötesine uzanan bir dinamizme sahiptir. Köy öğretmenlerinden beklenenler köyün sorunları ile sınırlı değildir. Nitekim İsmail Hakkı Tonguç'a göre asıl mesele ülkede yeni rejimi koruyacak  çağdaş bilince sahip  yeni bir nesil yetiştirme hedefidir. Cumhuriyet ancak böyle bir kuşağın çabalarıyla ayakta kalabilecektir. Böyle bir eğitim hedefi aynı zamanda köy ile kent arasındaki farklılaşmayı da azaltacak, toplumsal bütünleşmeyi sağlayacaktır.  
Bu nedenledir ki Köy Enstitüleri ile başlayan dönem eğitimde yeni bir açılım olarak görülür. Tonguç'a göre gerçekçi bir eğitimin amacı köyden başlayacak akılcı uygulamaları  hayata geçirmek, tarımda verimliliği artırmaktır. Köyde gerekli teknik ve bilgi ile donatılmış becerikli kişilerin yetiştirilemesi bu açıdan önemlidir. Köy Enstitülerinden çıkacak öğretmenler aydınlanmanın ve toplumsal ilerlemenin öncüleri olacaklardır. Köylerde yaşayan vatandaşların ekonomik hayatın içinde daha etkin rol alması, tercihlerini belirlemesi,  haklarını savunması onlar sayesinde başarılacaktır. 
Ensititülerinin amaçlarını anlatırken yasayla belirlenmiş görevleri de hatırlatmakta fayda var.
Bu görevler 1942 yılında çıkartılan 4274 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu ile düzenlenmiştir.  Bu yasaya göre köy enstitülerindeki öğretmen ve eğitmenler binaların, işliklerin yapılışından, bahçlerin tanziminden, hayvanların bakımından sorumludurlar. Okula ayrılmış araziyi örnek olabilecek şekilde işleyecekler, öğrencilerin eğitim ve öğretimleri kadar sağlıkları ile de ilgelenip gerekli tedbirleri alacaklar, köylerin okul binalarının yapılmasından sorumlu olacaklardır. 
Yasada ayrıca eğitmen ve öğretmenlere köy halkının yetiştirilmesi ile ilgili görev ve yetkiler de anlatılmıştır. Bunların başında köy halkının milli kültürünü yükselterek onları sosyal hayat bakımından çağın şartlarına göre yetiştirmek gelmektedir. Köy kültürünün olumlu değerlerini korumak, yaymak, güçlendirmek üzere gerekli tedbirleri almak, etkinlikler tertip etmek, köy halkının radyodan azami derecede yararlanamasını sağlamak görevleri olarak sıralanır. 
Köyün ekonomik hayatının  geliştirilmesi için  zirai, sanat ve teknik becerilerin arttırılması, köyde iş hayatının canlandırılması için rehberlik edilmesi, ormancılığa ait bilgilerin aktarılması, ormanların korunması ve bakılması, eser ve anıtların onarılması, korunmaya muhtaç bitki ve hayvan türlerinin tesbiti ve gerekli işlerin yapılmasında yardımcı olunması, diğer sorumlularla birlikte çalışılması, her türlü kooperatifleri kurma ve işletmesinde köylülerle işbirliği yapılması sıralanan görevlerden bazılarıdır.
Köy Enstitüleri deyince akla gelen görev ve sorumluluklar dönemin yaşadığı sıkıntıların, dar boğazların, engellerin aşılması için yapılması gereken ödevlerden yola çıkılarak tanımlanmış konulardı. Mesele sadece köyde okul açıp öğrencilere standart programlara göre verilmesi gereken bilgileri aktarmak değildi. Köyün ihtiyacını  bir seferberlik haline dönüşen kalkınma hedefleri kapsamında değerlendirip ona önderlik edecek kişiler yetiştirmek ve onlara toplumsal sorumluluklar yüklemek gerekiyordu. Köyün sorunları ayrıca çok yönlüydü. Sadece 5400 köyde okul vardı ve bunların büyük çoğunluğu okul denecek uygunlukta değildi. Köylerde ekonomik hayat son derece durgundu.  Köylü hastalık, kuraklık, doğal afetler gibi olumsuz etkenlerin tehditi altında ayakta kalmaya çalışıyordu. Başlayan İkinci Dünya Harbi köydeki genç emek gücünün eksilmesine yol açmış, kadınlar ve yaşlılar yardımcısız kalmışlardı. Bu engellerin aşılması eğitimdeki geri kalmışlıkla bir arada düşünüldüğünde sorunu güçleştiriyor ve devleti hızlı çözümler üretmeye zorluyordu. Kırsal kesimde yaşayan halkın bu şartlarda Cumhuriyet rejimiyle getirilmek istenen yeni kültür düzeyine ve değerler sistemine ayak uydurması nerdeyse imkansızdı. Bu nedenle köylerde başlatılacak eğitim seferberliği aynı zamanda bir kültür meselesiydi. Milli Eğitim teşkilatında bu amaçlara  uygun görevlendirmeler daha Atatürk döneminde başlamıştı. 1935 yılında Milli Eğitim Bakanlığına getirilen Saffet Arıkan, İsmail Hakkı Tonguç'u İlköğretim Müdürlüğüne atadı. Tonguç  bu işe en uygun seçimdi.  Arkadaşları arasında "Köylü İsmail Hakkı" diye tanınırdı. Dar gelirli bir köylü ailesinden geliyordu. Çok güç koşullarda  yetişmesini sağlayacak olanakları kovalamış ve öğretmen olarak mezun olmuştu. Tonguç Köy Enstitülerinde uygulanacak programların belirlenmesinde engin bir görüş açısına ve yeteneğe sahip bir eğitimciydi. Çağdaş eğitim biliminin ışığında uygulanacak plan ve modellerin geliştirilmesini sağladı. Tonguç'a göre köy sorunu tek başına bir eğitim sorunun ötesinde ele alınmalıydı. Bu konu eğitim ve kalkınma meselelerini kapsayan bir bilinçlendirme ve canlandırma sorunuydu. Köye bir şeyler öğretebilmek için önce köyü iyi tanımak, anlamak gerekliydi. Köy hayatının sırlarını kavramadan, köylüyle iç içe yaşanacak bir hayata katılmadan değişimi başlatmak imkansızdı. Bunu en iyi başaracak kişiler köyün içinden çıkmalıydı. Köylünün içinden keşfedilecek böylesine  kahramanlara ihtiyaç vardı. Bunlar Köy Enstitüsünden yetişecek öğretemenler olacaktı. Köyde yaşamayı benimseyerek  köylü ile birlikte zorlukları yenmeyi, sorunları aşmayı, yardımlaşmayı, yaraları sarmayı, binaları yapmayı, aletleri tanıtmayı, fidan büyütmeyi köyde yaşayanlarla birlikte başaracaklardı. Köy böyle kahramanlara muhtaçtı. Yapılacak iş bunları başarmayı sağlayacak bir aydın kimliğini kazanmış öğretmenleri yetiştirmekti. 
İlk bölümde anlatığımız gibi bu amaçlarla işe Eğitmen Kurslarının açılması ile başlanmıştır. Bu kursların çoğu ilerde Köy Enstitiüsü açılacak yerlerde açıldı. Kursları başarıyla bitirenlere Eğitmen adı verildi. Eğitmen kursları 1948 yılına kadar devam eden bir uygulama olmuş ve yaklaşık 9 bin eğitmen yetiştirilmiştir. Ancak asıl hedef Köy Enstütülerine dönüşecek yeni bir yapılanmaya geçmektir. Bu da ilk aşamada Köy Öğretmen Okulları olarak düşünülmüştür. Henüz Köy Enstitüleri için yasal bir dayanak hazırlanmadığından 1926 yılında çıkarılmış Köy Muallim Mektepleri kavramına dayanarak bir çözüm bulunmuştur. İlk adım 1937 yılında İzmir Kızılçullu ve Eskişehir  Çifteler Köy Öğretmen okullarının açılması ile atıldı.  Daha sonra 1938 yılında Edirne'de Karağaç'ta Zabit Mektebi binasında hizmet verecek olan Trakya Köy Öğretmen okulu açıldı. Okulun toplam 83 öğrencisi vardı. 
Köy Öğretmen okulları üç yıllıktı. 17 Nisan 1940 tarihinde kabul edilen 3803 sayılı Köy Enstitüleri yasası çıkınca  bu okullar önceden düşünüldüğü gibi Köy Enstitüsü adını alacak, öğretim süreleri ise 5 yıl olacaktır. 1944 yılına kadar bu şekilde açılan okul sayısı 20'yi bulacaktır. Amaç 24 okula ulaşmaktı. Bu başarılamadı. Niye olmadığını daha sonra anlatacağım. Ancak Köy Enstitiülerinden 1952 yılı sonuna kadar 1398 kadın, 15943 erkek olmak üzere toplam 17341 öğretmen mezun olacaktır. 
Kepirtepe Köy Enstitüsü yukarıda söylediğim gibi önce Edirne Karağaç'ta açılmış bir öğretmen okuluydu. Ancak okulun açıldığı sırada İkinci Dünya Savaşı başlamak üzeredir. Bu nedenle Genel Kurmay Başkanı Salih Omurtak okula gelir ve herkes endişelenir. Nitekim ardından gönderilen bir emirle okulun boşaltılması istenir. Otüzüç vagona yüklenen eşyalarla ilk göç Alpullu'ya taşınmayla başlar. Orada yerleşme sorunu olunca dönem sonunda ikinci göç yaşanır. Bu kez Lüleburgaz Emrullah Efendi İlkolulu ve bahçesinde kurulan çadırlara yerleştirilir öğrenciler, hazırlık sınıfları izinli olarak evlerine gönderilir. Artık harp başlamıştır. Bu arada Kepirtepe Köy Enstitiüsü'nün kurulacağı yer seçilmiş ve inşaatına başlanmıştır. 1939 yılının ekim ayında ana binanın iki katı tamamlanır. İdari hizmetler çadırlarda verilmektedir. Zemin kat yatakhane, bir ve ikinci katlar derslik olarak kullanılmaktadır. Hemen ardından 64 metre uzunluğunda ve 9 metre genişliğindeki yatakhane tamamlanır. Yeterli inşaat çivisi olmadığından kullanılmış tahtalardan sökülen çiviler düzeltilerek yeniden kullanılır. Bir yandan da susuzluk yaşanmaktadır. Lüleburgaz'dan varillerle taşınan suyla idare edilir. İşler tam düzelmeye başlamışken İkinci Dünya Savaşı hızla yayılmaktadır. Okulun önünden Edirne-İstanbul yolunda sınıra doğru ilerleyen tanklar geçmektedir.  Trakya'da savaş tedirginliği her yanı sarmıştır. Okulun tekrar boşaltılması istenir. Bu kez yolculuk Ankara Hasanoğlan Köyüdür. Okul öğrencileri tüm demirbaş eşyalarla birlikte Lüleburgaz tren istasyonundan önce Sirkeci'ye, sonra vapurla Haydarpaşa garına getirilir ler. İlk kez İstanbul'u ve denizi görür öğrenciler. Ankara garına varınca başka bir trene aktarma yapılır. Ankara'dan sonra kısa bir yolculuk daha yaparak Hasanoğlan durağında inilir. Köyden gönderilen kağnılara eşyalar yüklenir, yürüyerek  okula ulaşılır. 
Hasanoğlan'da 9 ay sürecek geçici konaklama sırasında diğer bölgelerden gelen öğrencilerin de yardımlarıyla çok sayıda binanın inşaatı tamamlanır. Kepirtepe öğrencileri evlerine dönerler, yarım kalan enstitülerini tamamlamaya koyulurlar. 
İşte bu, böylesine çileli ama aynı zamanda geride bırakılan eserleri, yardımlaşma duyguları ve biriktirilen güzel anılarıyla gururla hatırlanacak bir hikayedir. O hikayenin artık sayıları azalan kahramanlarına gelince, onlara karşı borçlu olduğumuz teşekkür bütün bu yapılanlardan geride kalan boşluğu doldurmaya elbette yetmeyecektir.

10 Ocak 2021 Pazar

KIRKLARELİ’ DE SANAYİLEŞMENİN İLK ADIMLARI

Ahmet Rodopman 
Osmanlı İmparatorluğunun sanayi  devrimine ne denli uzak kaldığı hepimiz tarafından bilinen bir gerçektir. Dolayısı ile de Kırklareli’ miz de 1912 den sonra, Edirne Sancağına bağlı küçük bir sınır mutasarrıflığı olarak sanayileşmeden nasibini alamamıştır. Hele üst üste yaşanılan savaşlar ve işgaller nedeni ile, bırakın fabrika kurmak, zavallı halkın ahır, kümes yapmaya bile gücü kalmamıştır. Olan birikim ve zenginliklerde savaşlar, yakıp, yıkma ve talanlarla uçup gitmiştir. Kırklareli el elde, el başta bir başına kalmış, ancak topraktan yetiştirebilecekleri ile yetinip yaşam mücadelesi vermiştir.
Pek çok şeyin olduğu gibi Cumhuriyetin kurulması ile Vilayet kimliğini kazanmasından sonra, padişahların yok varsaydığı şehrimizin de yüzü gülmeye başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ ün gerek tarıma, gerekse tarıma bağlı sanayiye çok önem vermesi ile yavaş yavaş ekonomi ve bağlı olarak da küçük sanayi işletmeleri oluşmaya başlamıştır.
İlk günlerde atölye, küçük imalathaneler şeklinde başlayıp sonraları gereksinimler doğrultusunda gelişerek, zaman içinde daha çok tarım işlerinde kullanılabilen alet, edevat ve taşıt araçları yapılmaya başlanmıştır. Topraktan yapılan kap, kacak, testi, çömlek yerine, cam, metal veya plastikten yapılanlar, Elde yapılan, hasır, sepet yerine, halı, naylon torba, suda dövülerek yapılan şayak yerine, tekstil fabrikalarında dokunan kumaş ve diğer dokumalar kullanılmaya başlanmış, süpürgenin tohumundan, ekiminden, kesiminden, yapımından ve dikiminden itibaren küçük çapta sürdürülen Süpürgecilik iş kolu da, daha fazla büyüyemeden, gerek naylon süpürgeler, gerekse yaygın olarak kullanılmaya başlanan elektrik süpürgeleri nedeniyle gelişememiştir. Bunlar gibi daha niceleri nostaljik birer ürün olarak geçmişte kalmışlardır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan Alpullu Şeker Fabrikası yöreye önemli bir dinamizm getirmiş, Trakya insanını tohum, fide, pancar üretiminin şeker, melas(hayvan yemi), alkol gibi sanayi ürünlerine dönüşümünün ve bununla beraberde yaşamının dönüşümünün güzelliklerini tattırmıştır.
Ardından dünyanın en kaliteli kalker yataklarının bulunduğu Pınarhisar ilçesine Çimento Fabrikasının kurulması, çevreye farklı bir bakış açısı, dünya görüşü getirmiştir. Bizim gençliğimizde en büyük derdimiz insanımızın çalışabileceği fabrikaları bulunmaması idi. Çünkü o yıllar kalkınmanın ve zenginliğin tek yolu fabrikaların olması, oralarda çalışılarak hayatların kurtulması hedefleniyordu. Ne yazık ki bu, Kırklareli’ de pekte istenildiği gibi olamamıştır. Bu çalışılacak yerlerin olmaması doğal olarak Kırklareli gençliğinin iş bulabilmek için ailesini, çiftini, çubuğunu bırakarak İstanbul veya başka şehirlere gidip hayatını kazanmak zorunda bırakmıştır. Geçen yıllarda da bu konuda önemli değişiklikler olamamıştır.
1976 yılında Kırklareli’ nin ‘’Kalkınmada Öncelikli İl ‘’ kapsamına alınmasına karşın, ‘’Organize Sanayi Bölgesi’’ ancak 16 yıl gecikme ile 1992 yılında kurulabilmiştir. O yıllarda ki yöneticilerimizin bir çok iyi niyetli girişimi ne yazık ki sonuçsuz kalmış. İnşaatları biten Tarım Alet ve Makineleri Fabrikası ve Zirai İlaç Fabrikası ne yazık ki öngörülen şekilde üretim faaliyetlerine başlayamadan farklı işlevlerde kullanılmaya başlanmışlardır.
Peki, Cumhuriyetten hemen önce ve Cumhuriyetin ilk yıllarında Kırklareli’ miz de faaliyete bulunan sanayi kuruluşlarımızın ilklerini merak edecek olursak ne yaparız ? Tabii ki onca yokluk ve imkansızlıklara karşın insan üstü bir gayretle ALİ RIZA DURSUNKAYA’ nın hazırlamış olduğu iki ciltlik Kırklareli Vilayetini Tarih,Coğraya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik kitaplarına başvuracağız. Şimdi hep birlikte günümüzden 100 yıl kadar gerilere gidip o günün koşullarında oluşturulup, çalıştırılmaya başlayan fabrikaları gözlerimizin önüne getirmeye çalışalım.
DODOPLOS FABRİKASI
Cumhuriyetten önce kurulmuş, bölgenin en gelişmiş un öğütme fabrikası olarak bilinmektedir. 50-60 yıl çalıştıktan sonra 1922 yılı mübadelesinde sahibi tarafından terk edilmiştir. Boş kalan fabrika bir dönem Kasım Yolageldi’li tarafından Milli Emlaktan kiralanarak yeniden kullanılmaya çalışılmış ise de, o günün şartlarında devam etme imkanı olmamıştır.
DOKTOR HACI YANKİ FABRİKASI
Birinci Dünya Harbinden biraz evvel işletmeye açılan bu üç katlı un öğütme fabrikası kısa bir süre çalıştıktan sonra Mudanya Mütarekesinin ardından sahibi tarafından bütün makineleri sökülerek Yunanistan’ a taşınmıştır. Yunan İşgali sonrasında ahalinin elinde ki bütün araba ve taşıma araçları Yunanlılar tarafından kaçırıldığı için, Kırklareli’ de bu taşıtların sıkıntısı baş göstermiş, zamanın yetkililerince eski un fabrikası bir süre At ve Öküz Arabası imalatı için kullanılmaya başlanmıştır. 1960 yıllarına kadar yıkık dökük bir halde kalan bu üç katlı görkemli binayı biz yaştakiler hemen hatırlayacaktırlar. İstasyona giderken sağ tarafta, askeri lojmanların olduğu yerde bulunuyordu. İlerleyen zamanda yıkılarak yerine park, bahçe yapılmıştır.
YASEF MUSAKİ FABRİKASI
1922 yılında sona eren Yunan İşgalinden sonra Kırklareli’ de ilk kurulan Un Fabrikası olarak bilinmektedir. Musevi Cemaatinden olan Yasef Musaki Rodrik tarafından Milli Emlaktan satın alınan eski bir değirmeni büyük gayretlerle günün koşullarına göre modern bir un öğütme değirmeni haline getirilmiştir. 30 beygirlik gazojen bir motoru ile çalışan üç öğütme taşı bulunmaktaydı. 25 yıl kadar çalışan fabrika, Kırklareli de Türk ve Museviler tarafından çok sevilen sahibinin ölümünden sonra işletilememiş ve satılmıştır.
BURHAN İNCE YAĞ FABRİKASI
Karakaş Mahallesi Cumhuriyet Caddesi Dere Sokağında, ayçiçeği yağı üretmek için oluşturulan bir imalathanedir. Kırklareli li gençlerden Hacı Etem in oğlu Burhan İnce tarafından 1944 tarihinde kurulmuştur. Hidrolik pres ve pompa sayesinde tohumlar ezilip yağ elde edilmekteydi.
YAKUP GÜREL FABRİKASI
Daha önce Belediye Buz Fabrikası nı kiralayarak Buz Üretimi ve Un Değirmeni çalıştıran Yakup Gürel adlı genç bir müteşebbisin kurduğu bir hayli büyük işletmedir. Hem Yağ Fabrikası, hem Un Değirmeni olarak uzun süre hizmet etmiştir.
AHMET ZİYA ÇETİNTAŞ FABRİKASI
İlk Okul Öğretmenliğini bırakıp serbest mesleği seçen Ahmet Ziya Çetintaş, önce Karakaş Mahallesi Gazhane Sokağında Emlak dairesinden aldığı arsaya Un Öğütme Değirmeni kurmuş ardından Ayçiçeği yağı çıkaracak hidrolik presler ilave ederek sistemini genişletmiş zamanını en fenni çalışan işletmesini kurmuştur. Kırklareli’ de ilk sigortalı işçi çalıştıran işletme olarak kayıtlara geçmiştir.
MEHMET YÜCE FABRİKASI
Babadan kalma Helvacılık yaparken, Mübadele sonrası giden Rumlardan satın aldığı Susam Yağhanesini çalıştırmaya başlamış bu arada fabrikalar bölgesinde birde ayçiçeği yağı çıkartan bir başka ünite kurarak bu alanda yöresel bir isim haline gelebilmiştir. Ayrıca Büyükdere çevresinde aldığı arazilerde fenni ziraat yapmaya başlamış, Kırklareli’ nin klasik üzümünü canlandırmak için bağlar kurmuş üzümler yetiştirmiştir. Yaşı biraz ilerleyince de işlerini damadına bırakarak dinlenmeye geçmiştir.
HAŞİM PEKSÖZ SUSAM YAĞI İMALATHANESİ
Adliyede ki görevini bırakıp susam tohumlarının ezilmesi ile elde edilen ve halk arasında (Şırlağan) olarak tanınan Susam yağı imalathanesini kurmuştur. Önceleri bir beygirin dönmesiyle elde edilen yağ sonraları motor gücü ile çalışır hale getirilmiş ve oldukça uzun bir süre çalışmasını sürdürmüştür. Ben küçükken kış aylarında babam ile birlikte yağhaneye gider Tahin diye bilinen Susam Yağını alırdık. Balla veya Pekmezle karıştırılarak mükemmel bir tadı olan tatlı elde edilirdi. Şimdi bile kendimi şımartmak istediğim zaman, bu en doğal ve faydalı yiyecek olan Tahin-Pekmezi yapar afiyetle yerim. Haşim Peksöz bir dönem Kırklareli Belediye başkanlığı da yaparak şehrimize siyasi kişiliğiyle de hizmet etmiştir.
* Burada hemen belirteyim ki; fabrikalar ile ilgili bu yazılar ne yazık ki 1948
yılında merhum Ali Rıza Dursunkaya’ nın ve merhum Nazif Karaçam ın 1995 yılında yazdıkları kitaplardaki bilgiler göz önüne alınarak yazılmıştır. Şu anda şehrimizde yaşayan yakınları daha ayrıntılı doğru ve yeni bilgileri tarafımıza iletirlerse, memnuniyetle ilave edebiliriz.
Yararlanılan Kaynaklar:
1 - Ali Rıza Dursunkaya . Kırklareli Vilâyetini Tarih, Coğrafya, Kültür ve Eski Eserleri Yönünden Tetkik. Cilt:1 ve Cilt:2’’. 1948. Kırklareli
2 – Nazif Karaçam. Efsaneden Gerçeğe Kırklareli. 1995. Kırklareli. Belediye Yayınlar :1
Not: Fotoğraf olarak Sayın DERİNSU 39’ un daha önce Kırklareli Hatırlamalısın grubunda yayınlanan iletisi kullanılmıştır

KIRKLARELİ BELEDİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU 1870-2024

ARIL Barış Toptaş – Kırklar BARIŞ TOPTAŞ İçindekiler Tablosu Kırklareli Adının Tarihçesi 1 Kırklareli’de İdari Yapılanma...