BALKAN HARBİNİN TARİHSEL, SOSYAL VE SİYASAL DEĞERLENDİRMESİ
Ahmet Rodopman
5. Bölüm
BALKAN SAVAŞLARINA GİRERKEN OSMANLI DEVLETİNİN DURUMU
Bu bölümü yazmak için öylesine zorlandım ki anlatamam. Bu konuda yüzlerce yazı, onlarca kitap yazılmış. Önemli bir kısmını okudum. Balkan Harpleri ile ilgili sayısını anımsayamadığım kadar yüksek lisans, doktora tezi ve özel araştırma sayfalarını inceledim. 600 yıllık koskoca bir Osmanlı İmparatorluğunun içine düştüğü açmazı, çaresizliği hala anlamakta güçlük çekiyorum. İmkansızı başarmak deyiminin hakkı verilmiş ve karşısında dünyanın titrediği bir dev çok kısa bir zamanda yere serilerek tarih sahnesinden silinmiştir. Düşündükçe içim ağlıyor, beynim isyan ediyor. Ne kadar zorlasam da kedimi, kabullenemiyorum. En iyisi en son yazacağım düşüncemi, önce söyleyeyim. ‘’Yaşanılanlardan herkes sorumlu, herkes kabahatli, herkes suçlu’’. Belki de bunun bilincinde olarak yıllarca Balkan Savaşlarının üzerinde durulmamış, hatta yok sayılarak ne yeni kuşaklara öğretilmiş, ne de onca olumsuzluklardan ders çıkarmayı öğrenmişiz. Sanırım şu günlerde bile yaşadığımız olumsuzlukların ard alanında Balkan Savaşları öncesinde yaptığımız hatalarla yüzleşemeyişimizin nedenleri yatmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğunun 1900 lü yılların başına gelinceye kadar önlenemeyen bir gerileyişini farklı tarihçiler farklı nedenler ve farklı tarihler ile ifade ediyorlar. Ancak genel kabul gören adlandırma oldukça deneyimli Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa nın ölümüyle Osmanlıda duraklama yılları başlamış oldu. Devşirme olarak saraya giren Sokullu yaşamının 60 yılını devletin değişik mevkilerinde hizmet ederek geçirmiş, bunun 14 yılında da değişen padişahlara rağmen, hala tam olarak çözümlenemeyen, bir katilin bıçakla saldırıp öldürmesine kadar veziriazamlığını sürdürmüştür(11 Ekim 1579). Sokullu zamanında Osmanlı İmparatorluğu ulaşabildiği en geniş toprak büyüklüğüne ulaşmış, birçok zaferler kazanmış, içeride ve dışarıda baş gösteren bir çok karışıklıkların ustalıkla altından kalkan bu efsane sadrazamdan sonra, Osmanlı kurulmuş olan düzenini bir daha elde edememiştir. Bozulmanın Kanuni Sultan Süleyman zamanında başladığı (Kapitülasyonlar meselesi) bilinse de özellikle Kanuniden sonra gelen II. Selim ve III Murad zamanında belirginleştiği bilinmektedir.
120 yıl kadar süren bu duraklama devri, Osmanlı maliyesinin bozulması ile başlayıp, orduda huzursuzluklar, azınlıkların istekleri ve zamanında yapılması gereken yenilileşmelerin ertelenmesi sonucu hızla inişe geçmeyi getirmiştir. 1699 yılında Avrupa da ilk büyük toprak kaybedişi olarak bilinen Karlofça Antlaşmasına kadar süren Duraklama süreci ne yazık ki, gerileme sürecinin başlamasına neden olmuştur. Duraklama devrinde Osmanlı’nın bu kötü gidişini ve özellikle İmparatorluk içinde büyük bir nüfus oluşturan gayrımüslimlerin huzursuzluklarının nedenlerini farklı bir görüşle,yazılı tarihe geçiren yabancı tarihçiler şöyle özetlemektedirler. ‘’Mısır’ ın fethedilmesinin ardından, Kahire’ den İstanbul’ a getirilen müderrisler (Din alimleri) yeni bir zihniyet getirdiler. Devlet katında din faktörü hoşgörünün yerini aldı. Din ayrımı ve gayrımüslimlerin din değiştirerek Müslüman olma istekleri, avantajlı bir durum yarattı. Özellikle vergilerden ve devlet memurluğundan yararlanma bakımından tercih edilmeye başlandı. Osmanlı devletinin tutumunda değişmeler oldu. Hıristiyan Avrupa karşısında daha güçlü olmak için büyük İslam camiasının başına geçmek uygun bulundu. Sultanlar ayni zamanda Halife oldular. İslam olmayan her şey ülke yönetiminden uzak tutuldu. Müslim ve gayrimüslim arasında kıyafet farklılığı getirildi. Gayrimüslimler askerlik görevlerine alınmayınca, Hıristiyan halklarla yaratılıp devam ettirilen Yeniçeri ocağı bir İslam topluluğu haline geldi. Bu ayrımlar giderek Müslim ve gayrımüslimler arasında karşılıklı kırgınlık ve küskünlükler doğdu. Bu kırgınlıklar zamanla derinleşen ayrılıkların oluşmasına neden oldular’’
Bu görüşten farklı olarak, ‘’Eski gücünü kaybeden devlet , artık büyük seferler düzenleyemeyip, büyük ve zengin ülkeler feth edemediği için, askerlerin kazandıkları zaferlerden sonra elde ettikleri yağma gibi gelirlerinin kesilmesi başlı başına ordu içinde bir huzursuzluk kaynağı oluşturmasını duraklamanın nedenleri arasında sayanlarda bulunmakta idi. Zaman geçtikçe imparatorluk sınırları içinde farklı ırk, din ve milliyetten olan toplulukların istek ve şikayetleri artmış, bu sorunları giderebilecek önlem ve düzenlemelerin yapılamaması karışıklıkların artmasına neden olmuştur.
Karlofça Antlaşması ile sonuçlanan Avrupa’ da Kutsal İttifak olarak nitelenen, Avusturya, Venedik , Lehistan ve Rusya kuvvetlerine karşı Osmanlı güçlerinin yenilmesi, Hıristiyan aleminde, Osmanlı’ nın artık yenilmez bir güç olduğu konusundaki düşüncelerini değiştirmiştir. O gün için önemsiz gibi görünen nedenler daha sonraki yıllarda onarılamayacak yaralar açıp, gerileme devrine doğru sürüklenmesini getirecek sonuçlar doğurmuşlardır. Bunları kısaca sayacak olursak;
Coğrafi keşifler sonucunda değişen ticaret yollarından uzak kalınması gelirlerin azalmasına neden olurken, saray masraflarında ciddi artışlar, Tımar siteminin bozulması ile sürekli bulundurulan asker sayısının artması, sık sık değişen padişahlarla birlikte dağıtılan cülüs miktarlarıunın çoğalması, köylerden, kentlere göçlerin artması ile, tarımsal üretimin azalması, Celali İsyanları, Osmanlı parasının değer kaybı yaşaması başlıca etkenlerini oluşturmuştur.
Böylece yeni bir yüzyılın başına gelinmiş Osmanlı Devleti 1700 lü sorunlu yılları yaşamaya başlamıştır. 1700 ve 1800 lü yıllarda alınan hatalı kararlar, yenilgiler ve yapılamayan reformlar Osmanlı İmparatorluğunu dağılma sürecine sokacağı için hayli önemli olduğundan biraz daha detaylı bakmak zorundayız. Çünkü artık adım adım Balkan Savaşlarını hazırlayan ortama doğru yol almaktayız.
Osmanlı’da Gerileme Devri 1699 Karlofça Antlaşması’yla başlatılır; Kırımın elden çıkıp Rusya ile Yaş Antlaşmasının yapıldığı 1792 yılına kadar sürdüğü kabul edilmektedir.Aslında 18. yüzyıla girildiğinde Osmanlı’da sorunlar netleşmiş ve Avrupa’nın üstünlüğü de kabul edilmiş olduğundan reform yapma düşüncesi ağırlık kazanmıştı. Çünkü üst üste alınan yenilgiler özellikle silahlı kuvvetlerin günün koşullarına göre yeniden organize edilmenin şart olduğunu göstermekteydi. Ancak reformlar için zamana ve mutlak bir barış dönemine ihtiyaç duyulmaktaydı.
12 yıl süren Lale Devri (1718-1730) sırasında bu barış süresi sağlanmıştır. O yıllarda padişah olan III. Ahmet tarafından 1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşması ile önemli toprak parçaları Avusturya ve Venedik Devletine bırakılmak zorunda kalınmıştır. Avusturya’ nın Balkan Savaşlarının çıkmasına neden olan Bosna- Hersek sorunu da bu şekilde başlamıştır ve 100 yıl boyunca sürmüştür. Lale Devri’nin en önemli yeniliklerinden biri şüphesiz ilk Türk matbaasının kurulmuş olmasıdır (1727). Aslında Osmanlı’da ilk matbaa İstanbul’da İspanya’dan göç eden Museviler tarafından 1493 yılında açılmıştı. Yine Ermeniler 1567, Rumlar ise 1627 yıllarında kendi matbaalarını kurmuşlardı. Bu tarihleri özellikle belirtmemizin nedeni, yaşadığımız günleri bile etkileyen kitap okur yazarlığımızın sorunlarının ne denli eskilere dayandığının anlaşılır olması içindir. Ancak ülkenin hızla bozulan sosyal ve ekonomik düzeni nedeniyle, 1730 yılında Patrona Halil İsyanı çıkmış ve başlayan reform hareketleri sekteye uğramıştır. Yeni padişah I. Mahmut ilk iş olarak yarım kalan reformlarla askeri kurumların modernleştirilmesine ağırlık vermiş, ardından Padişah olan III. Mustafa reformlara devam etmek istemiş ancak Osmanlı Devletini bağlayan kapitülasyonlar ve borç ödemeleri yüzünden ekonomi iyice bozulmuştur. Onun yerine Padişah olan I. Abdülhamit zamanında yine Rusya ile savaşlar Osmanlının gündeminden düşmemiştir. Uzun süreli Avusturya Savaşları ve Kırım Savaşı Osmanlı Ordularının büyük ölçüde kırılması ile sonuçlanmıştır. Rusya ile yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması ve Yaş Antlaşması ile artık Gerileme Devride geçilip, Dağılma Süreci fiilen başlamış olmaktadır. Bu dönemin hazin sonuçlarının en başında Balkan Savaşlarının nüvelerinden birini oluşturan, Rusya’nın Hıristiyan azınlıkların hamisi olma hakkını elde etmesi ve gelecek yüzyıl boyunca bu konuyu işleyip, Balkan halklarını Osmanlıya karşı kışkırtmasıdır. Bunda 1792 yılında yapılan Fransız Devrimiyle birlikte gelişen milliyetçilik ve bağımsızlık hareketleri de eklenince gelmekte olan yeni yüzyıl Osmanlılar için pekte iç açıcı olamayacağı açıktır.Buna rağmen sevindirici bir gelişme olarak yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı’da tarihin en kapsamlı reform programlarından biri olan Nizam-ı Cedit’in hazırlıklarının yapılmamakta olduğunu görmekteyiz. Yeniçerilerin ve sipahilerin sık sık çıkardıkları isyanlar, sadrazamların, padişahların alaşağı edilmeleri hatta öldürülmelerine varıncaya dek istekleri, İstanbul’ da ve Anadolu’ da huzur ve nizamın ortadan kalkmış olması, vergilerin toplanamaması nedeniyle devlet hazinesinde maaş verecek kadar bile para olmaması, yer yer çıkan celali isyanları, üretimin azalıp, ekonominin bozulması neticesinde halkta başlayan moral bozukluğu, yüzyılın en sıkıntılı günlerini yaşatmaktadır.
Ordunun değişik cephelerde savaşıyor olması, yeniden organize olan silahlı güçlerle, eski sitemin silahlı güçleri arasında oluşan gerginliklerin yanı sıra Makedonya başta olmak üzere Balkanlarda hiç dinmeyen karışıklıklar bu bölgelerde gözü olan devletleri de tedirgin ettiğinden, İngiltere, Fransa ve Avusturya, Ruslarıın Balkanlara inmesi tehlikesine karşı devreye girip, tarafları sakinleştirerek zamna kazanılmasına çalıştılar.
18.yüzyıl sonlanırken Osmanlı Devleti bölgesinde en geniş topraklara sahip ve 24 Milyon nüfusu olan büyük bir İmparatorluk halinde durmaktaydı. Ancak ufukta görünen kara bulutlar bu imparatorluğun ancak çeyrek asır kadar ayakta kalıp, tarihin derinliklerine sürükleneceğinin haber veriyordu sanki.
Yüzyıl sona ermeden Osmanlının hiç hazır olmadığı bir zamanda Rusya’ nın çıkardığı 1877-1878 Savaşı(93 Harbi diye bilinen savaş) Osmanlı İmparatorluğu için sonun başlangıcı denilebilecek kadar olumsuzluklarla başlayıp, kötü bir barış antlaşması ile sonuçlanmıştır(Ayastefenos Antlaşması) ardından Berlin Antlaşması gerek Avrupa kıtasında gerekse Asya da Kafkasya’ da büyük toprak kayıplarına uğraması ve savaş oldukça yüklü bir tazminatı ödemek zorunda kalması Osmanlı Devletini hayli güç bir durumda bırakmıştır. II. Abdülhamit’ in padişahlığının ilk yıllarında, yenileştirilmeye çalışılan silahlı kuvvetlerin henüz savaşa hazır olmadığı bir zamanda başlayan harpte Rus Kuvvetleri,8-9 ay gibi kısa bir sürede Plevne’ den kalkıp İstanbul (Yeşilköy) (Ayastefenos) a kadar gelmesi düşman güçlerinin başkente dayanması,Osmanlı sarayını telaşa düşürürken, İngiltere’de Rusların Boğazlara sahip olacak korkusuna kapılması ile hayli ağır şartları içeren Ayatefenos Antlaşmasının yapılmasını sağlamıştır. Ardından Berlin’ de bu antlaşmanın şartları biraz hafifletilmiş olsa da Osmanlı tarihinin en büyük toprak kayıplarını verilmiştir. Başta Bulgaristan olmak üzere diğer Balkan halkları da bağımsızlık isteklerini açıkça beyan eder, Osmanlıdan toprak ve taviz ister hale gelmişlerdir. Bu arada savaş ve işgaller bir yıl civarında sürse de , o bölgelerde yüzyıllardan beri yerleşik Müslüman halkın yollara düşerek İstanbul’ a gelme maceraları onlarca yıl sürmüştür. Balkan harbi yıllarına kadar devam eden Tuna boylarından, Adriyatik denizi kıyılarından, Bosna-Hersek’ ten malını bırakıp, canını kurtarmak için yalın ayak perişanlık, açlık ve yoksulluk içinde yapılan göçlerde kaybedilen insan miktarı sayılamayacak kadar çoktur. Yabancı gözlemcilere göre 3-4 milyon kişinin yola çıktığı bunlardan ancak 1.5-2 milyon kişinin İstanbul’ a ulaşabildiği belirtilmektedir.
Bütün bu olumsuz gelişmeler ve bunların getirdikleri, yetişkin insan , maddi ve manevi kayıpların giderilmeden, yaraların sarılamadan geçen yıllarla birlikte yeni bir yüzyıla yani 20. Yüzyıla gelmiş oluyoruz. Bu yüzyılın ilk 20 yılı da bambaşka problemlerle dolu yaşanmıştır. Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı gibi çok büyük yıkımlardan sonra gelen Sevr Antlaşması ile de Osmanlı Devleti tam ortadan kalkıyordu ki, Türk milletinin yüzünü güldürecek Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları bir güneş gibi Osmanlının küllerinden doğarak, Türkiye Cumhuriyetini kurdular. Bizlerde 20 Yüzyılı alnımız ak, başımız eğilmeden yaşama mutluluğuna erdik.
Bundan sonraki bölümlerimizde, Balkan Savaşlarını Osmanlı’ nın hangi devletlerle yaptığını, nedenlerini ve sonuçlarını görüp asıl önemli olanında, bu yaşanılanlardan ders alınıp, doğru ve akılcı yolları seçip modern bir ülkeye kavuşmak, yapılması gerekenlerin yapılmasını sağlamak için çok çalışmanın gerekliliğinin anlaşılmasıdır.