KIRKLARELİ PARKI, TARİHİ, BU GÜNKÜ HALİ VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


 Ahmet Rodopman 

Kırklareli’ ye Ramazan Bayramı için geldiğimde güzel anılar, sohbetler ve edindiğim yeni bilgilerle dönmenin sevinci yaşarken bazı noktalarda duyduğum üzüntü ve hüznü de yazmadan edemeyeceğim.

Bunlardan en önemlisi de şehrin ilk kurulduğundan beri merkezinde yer alan Şevket Dingiloğlu Parkı idi. Kırklareli’ de doğup büyüyen, gelip geçen, yerleşip yaşayan hemen hemen herkesin göz ve beyin hafızasında o meşhur çınar ağacı, Atatürk Heykeli, havuzu ve kenarlarındaki ağaçların altındaki masalarda içilen gazozu, çayı, kahveyi, her şeyden önemlisi de yapılan sohbetleri unutulur mu? Unutulmaz elbette. Ama 50 yıl önce bıraktığım kentimde özlemle dolaşırken ne yazık ki o eski parkı göremedim. Adeta bir harabe gibi, kaderine terk edilmiş, gözden çıkarılmış bir arsa haline gelmiş gibi geldi bana. Zaten bir tarafında Arasta(Bedesten) yangınından sonra işyerleri yanan esnafa geçici bir mekan olarak yapılan ahşap kulübeler ayrı bir görüntü kirliliği yaratırken, bakımsızlıktan içinden geçilmek bile istenmeyen hali içimi sızlattı. Oysa ne güzel çocukluk, iİlk gençlik anılarım vardı şimdi olmayan o masalarda ve sandalyelerde. Sevdiğim, kaybettiğim o yakınlarım gibi yoklardı artık parkta. Bir soluk alıp karnımızı doyurmak için Küçük Mustafa Köftecisinin üst katında oturup köftelerimizi yerken, uzaktan da olsa resimlerini çekmekle yetindim ne yazık ki.

Oysa Kırklareli tarihi demek belki de bir ölçüde Parkın tarihidir de demek gerekir. Kırklareli’ nin önce Bizanslılardan bir kaç yıl sonra 1368 yılında  Bulgarların işgalinden kurtarılıp alınmasından itibaren Kırklareli’ nin bir Osmanlı şehri olarak yapılaşmasında  merkezi ilk nokta olmuştur. Önünden geçen Bağlıca dere üzerinde yapılan tahta köprüleri  kentin iki yakasını birleştirmektedir.  İlerleyen yıllarda istimlak edilip yıkılan, hemen yanında eski çifte hamamlar ve karşılarında altta çeşmesi, üstünde kahvehanesi olan dinlencesi bulunmakta idi. Trakya’ da ilk yapılan camii ve külliyelerden olan Büyük cami, bedesten ve çifte Hamamlar ile klasik Osmanlı Balkan kenti görünümü alan bu yapılaşma, büyük bir şans, koruma ve öngörü ile bu güne kadar yok olmadan gelebilmiştir..Kırklareli Osmanlılar tarafından alınmasından  kısa bir süre sonra şu anda parkın Yapı ve Kredi Bankası tarafındaki bölümüne büyük bir Menzil Hanı Yapılmıştır. Bu han1800 lü yılların sonuna kadar çok iyi çalışmış bütün kuzeye giden yolcuların uzun süre kalabilecekleri önemli bir konaklama ve alış verş yapma ve ulaşım merkezi haline gelmiştir. Özellikle Menzil hanının önünde n geçen cadde  Bulgaristan’ ın Tırnavo kentine geçişi sağladığı için Tırnavo adını almış ve bu cadde üzerinde de Gümrük Hanı gibi irili ufaklı geçici han ve oteller yapılmıştır. Kırklareli’ yi en kestirme yoldan Tırnavo’ ya(Bulgaristan) oradan da Romanya, Macaristan, Moldavya, Ukrayna gibi kuzey ülkelerine gidiş ve gelişler için kullanılmaktadır. Zamanla atla, araba  ile, yayan veya kervanlarla yapılan bu yolculuklar azalmış, özellikle 1877-1878 yılı Osmanlı Rus savaşından(93 harbi)  sonra bu topraklar Osmanlının elinden çıktığı için ve Kırklareli Balkan Savaşları sonucunda artık son sınır şehri olarak kalınca, hanlar işlevlerini yitirmişlerdir. Gümrük Hanının Atlas , İnci Sinemasına dönüştüğü gibi, diğer hanlarla birlikte Menzil Hanı da işlevlerini yitirmişlerdir. Menzil Hanının özelliği sahipleri olan Macerakiler’ in Trakya’ da en sözü geçen, zengin kişilerin olması idi. Değişik yerleşim yerlerinde kuyumcu dükkanları ve diğer gelir getiren varidatları olup, Avusturya hükümetlerinin konsolos vekilliğini de yapmaktaydılar. Macarakilerin bir kısmı Lozan Barış Antlaşması öncesinde Kırklareliyei terk edip, Başlıca Yunanistan olmak üzere farklı ülkelere gitmişlerdir.Kalan diğerleri ise 1924 mübadelesi ile şehrimizden ayrılmışlardır. Ancak Yayla’ daki evlerinin ve yaşantılarının şatafatı uzun yıllar Kırklareli^’ de dilden dile dolaşmıştır. Bir başka yazımda Mararakilerin arabuluculuk yaptıkları Osmanlı’ daki ilk tren soygununu ayrıntıları ije anlatmıştım. İşte bu güçlü ve zengin aşlenin elinde bulunan Menzil Hanı ve etrafındaki bütün küçüklü, büyüklü ev ve işyerlerini bütün imkanlarını kullanarak istimlak etmeyi başaran ve bizlere şehrin tam ortasında olşdukça büyük bir alanı temizleyip bırakan bir kişi çıkıyor Kırklareli’ de karşımıza.

İşte, Balkan savaşlarının hemen ertesinde gerek ailesi, gerekse kendisi bile başlı başına bir kaç konuda anlatılacak olan o kişi Muhittin Bey. Ailesi Kırımdan gelen Trakya’nın en zengin ailelerinden Şair Mehmet Tevfik Bey Baba nın torunu, Şair Servet Bey Baba’ nın oğlu olan Muhittin Özenbaş 1915 yılında Kırklareli belediye başkanı oluyor. İyi yetişmiş, Mülkiyede okumuş olan Muhittin Özenbaş zorlu uğraşlar vererek uzun yıllar Kırklareli’ nin tek kullanılan meydanını oluşturuyor. İşte Cumhuriyet Meydanı ve Şehir Parkı olarak kullandığımız yerler kentimize o zaman kazandırılıyor. Geniş ufuklu bir aydın kişi olan Muhittin Bey o yıllarda İstanbul’ a gelen Avusturya’ lı mimara şehir planı yaptırmıştır. Aynı Avrupa şehirlerinde olduğu gibi ortada bir meydan, bu meydana açılan ve meydanın çevresinden belirli açılarla dağılarak şehrin sonuna kadar giden caddelerden oluşan modern bir şehir planı  oluşturmuştur. Dikkat edilirse, hala Cumhuriyet Meydanına  açılan 7-8 cadde  li bu sistem devam etmektedir. Ne yazık ki 100 yıl önce yapılabilmiş bu sistem, sonradan oluşan yeni Kırklareli’ de gerektiği gibi yürütülememiştir. Son zamanlar da ise artan taşıt trafiğinden değil taşıt, insanların bile yürüyemeyeceği bir karmaşaya neden olunmuştur. Adı geçen kişilerin Kırklareli Tarihinde hayli ilginç öyküleri olduğu için burada değil de bir başka bölümde anlatılacağından biz yine parkımıza dönelim.

Menzil Hanının oldukça büyük olan alanına ilave olarak arkada ki evler ve bahçelerde, Kocahıdır İlk Okuluna kadar istimlak edilip yıkılınca düzlenip, eğime uygun olarak taraçalar yapılıp çeşitli ağaçlar dikilmiştir. 1932 yılından başlayarak bu oldukça büyük alanın orta kısmına büyük uğraşlar verilerek çok güzel ve işlevsel bir Halk Evi inşa edilmeye başlanmış ve her yıl artan etkinlikleri ile bölge kültür, eğlence ve öğrenim alanı haline getirilmiştir. Halk Evinin arkasdında kalan büyük alan Kapalı bir konser ve tiyatro salonu olarak düşünülmüşse de yaklaşan II. Dünya Savaşının sıkıntıları nedeniyle vazgeçilmek zorunda kalınmıştır. Fotoğrafta  görülen genç Çınar Ağacı, şimdi yolun genişlemesiyle kenara kadar gelen tarihi Çınar ağacıdır. Hani bir dile gelse de anlatsa bize görüp, yaşadıklarını.

Parkımızın öyküsü henüz bitmedi. Ama, I.Dünya Savaşı bitti. Kırklareli bir beladan kurtulurken başka bir bela olan Mondros Mütarekesinden sonra, Osmanlı İmparatorluğunun dağılacağını anlayan bir avuç aydın yurtsever vatan savunması için çareler aramaya başlamışlardır. Muhittin Özenbaş da Trakya’da kurulmaya başlanan Müdafaa- i Milliye Cemiyetini’ nin ilk şubelerinden biri olarak, bir kaç arkadaşı ile birlikte Kırklareli’ de kurmuştur. Daha sonraları Trakya Paşaeli Müdafaii Hukuk Cemiyetlerine evrilecek olan bu direniş çalışmaları hızla yürürken, Yunan işgali başlamış, cemiyetin bir kaç gözü pek çalışanı ile birlikte Muhittin Bey,  İstanbul’ a  gitmiş ve gerek maddi, gerekse manevi olarak Anadolu’ da başlayan kurtuluş mücadelesine silah ve mühimmat sağlama uğraşını vermiştir. Ülkemizin bulutsu yılları olarak geçiştirdiğimiz bu yıllarda Muhittin Beyi kah İstanbul’ da Kuvva-i Milliyeci’ lerle kah İğne Adadan İnebolu’ya asker ve mühimmat sevk ederken görebiliyoruz. Ankara Hükümetinin Trakya şubesi gibi çalıştığı belirtiliyor. Bu arada, Şevket Dingiloğlu ve cemiyetin diğer üyeleri de bütün evrakları kaçırıp Dereköy üzerinden Bulgaristan’ a sığınarak işgal yılların boyunca cemiyetin faaliyetini sürdürmüşlerdir. İşgal süresince Istranca Ormanlarına çekilen direniş güçleri, yurt dışına çıkanlar ile Anadolu’ da kurtuluş için savaşanlar arasında iletişimi sağlamış ve Yunan kuvvetlerine  vur kaç şeklinde yaptıkları baskınlarla korku salmışlardır. Bu nedenle Yunan Kuvvetlerinin Anadolu’ ya geçip, Türk Birliklerine arkadan saldırma şanslarını kesmişlerdir.  Böylelikle zor yıllar atlatılmıştır. Mudanya Mütarekesi sonrasında , yurtlarını , evlerini terk edenler yavaş yavaş geriye dönmüşler, hayat kaldığı yerden devam etmeye başlamıştır. Tabii ki Yunan İşgali sırasında kimsenin parkı görecek hali kalmadığı için, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte devlet kurumları oluşturulmuş, belediye başkanlığına 1922-1930 yılları arasında Şevket Dingiloğlu getirilmiştir. İşgal süresince yanıp, yıkılan şehrin yeniden yapılanması sırasında da yollar, binalar yapılırken Kırklareli’nin uzun yıllar boyunca en geçerli sosyalleşme alanı olan parkımızda yapılmış, düzenlenmiş ve kullanıma açılmıştır. Yıllarca sonra da, yapılma aşamasında hayli emeği geçtiği için Şevket Dingiloğlu Parkı adı verilmiştir. Bu tarihi parkta 1920-1970 yılları arasında Kırklareli’ de yaşayanların çok fazla unutulmaz anıları vardır. İçimizde anımsayanlar olacaktır mutlaka. Kırklareli’ de oturup dinlenebilecek, tanıdığı kişilerle görüşülebilecek tek yer olarak bu şehir parkı vardı. Hele sıcak yaz gecelerinde adeta vazgeçilmezimizdi. Daha hava kararmadan çocuklar havuza yakın masaları kapmaya giderdik. Sonra anne ve babalar, konular, komşular gelirdi. Çaylar, gazozlar içilir. İsteyen yolun karşısındaki Cennet Pastanesinden tatlı veya dondurma alır yer, geleneksel ayçiçeği çıtlama gürültülerine sohbet sözcükleri karışır, Tarihi çınarın yanındaki  su havuzu veya arkasında ki kum havuzunda  çocuklar oyunlar oynar, tellere veya ağaç dallarına asılan renkli küçük elektrik ampullerinin aydınlattığı yerlerde genç kızlar ile genç erkekler birbirleri ile bakışır, bakışlarla anlaşırlarsa parkın daha tenha köşelerinde konuşurlardı. Hatta, ayaküstü yapılan bu bu konuşmalar kimi kez de yeni evlilikler için atılan ilk adımlar olurdu. Böylece Kırklareli’ nin sıcak yaz günlerinin ardından gelen serin gecelerinde insanlar dinlenir ve evlerine sakin, sessiz dönerlerdi. Bu ritüel yıllar, yıllar boyunca tekrarlandı. Ta ki nedendir bilinmez aklı evveller parkımızı, halkımızdan mahrum bırakana kadar. En azından yüz yıllık bir anlamlı geçmişi olan parkımız yıllar içerisinde ne hüzünleri ne sevinçler yaşamıştır, bunları bilenlere sormalı. Askere gidenler bu parkta  vedalaşır, haçtan gelenler burada karşılanır, Otobüsler bu parkın yanından kalktıkları için, yolcu bekleyenler, yola gidecekler burada soluklanırdı. Milli bayramlar o zamanlar Cumhuriyet Meydanı olan parkın önündeki geniş alanda yapılır, resmi geçit parktan izlenirdi. Bana en hüzün veren yanı, şehit askerlerin bayrağa sarılı tabutlarının askeri bando eşliğinde taşınıp götürülmeleri idi. Bunun yanında  hemen yan tarafta bulunan  Belediye binasında nikahlar kıyıldığı ve düğünler yapıldığı için gelin-damat geçitleri eksik olmazdı. Sünnet çocuklarının sünnet kıyafetleri ile dolaşmaları hiç bitmezdi. Pazar günleri Askeri Bando bayrak indirmeye giderken herkes selam durur, askerler alkışlanırdı.

İşte böyle bir masal gibi anlatıla gelmiş bir kent mekanından söz ediyoruz şimdi. Her birimiz için anısı olan bir yeri mutlaka vardı parkımızın. Benin en çok Halk evine çıkan merdivenleri hoşuma giderdi. Rahmetli babam anlatırdı, vaktiyle Kırklareli’ nin bir Vahit Dedesi varmış. O yaz günleri bu merdivenlere oturur gençlerle söyleşirmiş. Aynı 2300 yıl önceki Atinalı Sokrates gibi. Sonradan bu kendine özgü davranışları olan kişinin Vahit Lütfü Salcı olduğunu öğrenmiş, lise yıllarında çok arayıp soruşturmama karşın pek bir bilgi edinememiştim. Neyse ki şimdi internetten hakkında yeni bir şeyler öğrenebiliyoruz. Ama Kırklareli kendisine  çok şeyler katan, bir dolu şeyin ilkini yaşatan Vahit Dede’yi de aynı şehir parkını olduğu  gibi unutup, unutulmaya terk etmişiz.

Oysa gerek tarihi parkımız, gerekse  şimdilerde değerini anlayabildiğimiz Vahit Lütfü Salcı’ mız ve onlar gibi onlarcası, yüzlercesi, bizlerin vurdumduymazlığı, umursamazlığı yüzünden unutulup gidiyor. Yenine ne koyduğumuzu bilemiyorum. Ama Kırklareli' ye her gelişimde özelliklerinden, öz benliğinden çok şeyin yitirildiğine şahit oluyorum. Buda beni çok üzüyor. Biraz olsun hatırlatabilmek için, belki ileride birileri çıkar merak eder diye durmadan yazmaya çalışıyorum.

Parkımızın da diğer pek çok değerimiz gibi yok edilmesinin önüne geçilmesi için hatırlatmalarda bulunuyorum. Hele Kırklareli’ de iken kulağıma gelen çok katlı İş Merkezi veya AVM yapılacakmış söylemlerine öylesine canım sıkıldı ki oturup Kırklareli’ nin en önemli bir parçası olan Parkımızı yazmak geldi içimden ve farklı bir şeyler düşünenlere de ağız dolusu DOKUNMAYIN PARKIMIZA diye seslenmek istedim. Duyarlarsa, duymak isterlerse tabii ki. 

 

Parkımızı yazıp Atatürk heykelimizi yazmamak olası değil tabii ki. Ancak bu büyük emanetinde en az parkımız kadar ilginç bir öküsü var. Burada yazsan çok uzayacak. En iyisi bir sonraki yazımızda Aziz Atamızını sağlığında yapılan nadir heykellerinden biri ve çok özel Heykeltıraşımızı yazmayı da birlikte ele alalım. Hep beraber görelim Parkı, Halk Evini, Çınarı ve Atamızı bize özel yapan özelliklerini tanıyalım. Çünkü kentimizin birbirinden ayrılamayacak değerleridir onlar.‘’Kentler de insanlar gibidir, anılarıyla birlikte yaşarlar, yaşatılırlar’’


Popüler Yayınlar