19 Temmuz 2021 Pazartesi

TRAKYA UMUM MÜFETTİŞİ KAZIM DİRİK(3)




Akın Güre

Kâzım Dirik’in 2. Tümen Komutanı olarak atandıktan sonra 30 Temmuz 1924’te Bitlis Vali Vekilliği görevini de üstlendiğini önceki bölümde yazmıştım. Bu görevi sırasında karşılaştığı en önemli sorun Şeyh Sait ayaklanmasıdır. 1924 yılı içinde başlayan hareketlilik ayaklanmayı hazırlayan  diğer gelişmelerin paralelinde yayılarak artacaktır. Hilafetin kaldırılması dindar Kürt  kesimlerde tepkilere yol açmış, Ankara Hükümetine karşı güvensizliği teşvik etmişti. Öte yandan Kürt dilinin kamusal alanlarda yasaklanması, batıya sürgünler milliyetçi dayanışmayı körüklüyordu. Kürt ayaklanması ile o günlerde görüşülmekte olan Musul meselesinin bir arada düşünülmesi gerektiğine inan çevreler  bu girişimin arkasında İngilizlerin payı olduğunu savunagelmişlerdir. Burada amacımız Kürt ayaklanmasının nedenleri ve sonuçları konusuna girmek değil, kısa bir hatırlatma yaparak hayatının ilk valilik döneminde Kazım Dirik’in  karşılaştığı sorunun önemini vurgulamaktır sadece. 

Kâzım Dirik  bir komutan ve mülki amir kimliği ile kendisine verilen görevleri istenildiği gibi yerine getirmiştir. 13 Şubat 1925'de başlayan Şeyh Sait ayaklanması, 15 Nisan 1925 tarihine kadar sürer. Önce 20 Eylül 1925’ de Bitlis’te vekaleten yürüttüğü göreve asaleten atanan Kazım  Dirik başarılarından dolayı 16 Mart 1926 tarihinde İzmir Valiliğine atanır. 

İzmir o günlerde işgal yıllarından kalan bayındırlık ve eğitim sorunları nedeniyle acilen hizmet bekleyen yorgun, bakımsız kalmış bir şehirdir. Kazım Dirik burada gösterdiği çabalarla önemli işler başarır. Öncelikle eğitimdeki bina yetersizliğine el atar ve kısa zamanda mevcut ilk okul sayısını 190’dan  626’ya çıkarır. Şehrin alt yapısıyla ilgili çalışmaları başlatır. Yeni su kaynaklarından istifadeyi sağlayan şebekeleri devreye sokar. Ünlü Şaşal ve Yamanlar içme suyunun şehre kazandırılması onun sayesinde olur. İzmir ilçe ve köyleriyle bağlantı yollarının yapılması onun döneminde hızlanır. Cumhuriyetin ilanından önce İzmir’deki şoselerin uzunluğu 187 kilometre iken 1934 yılında 753 kilometreye çıkartılır. Kooperatifçilik onun girişimleri ile güçlenir. Tarım Kredi Kooperatifleri ilk defa  onun zamanında İzmir ‘de kurulur.   Bu  alanda da yapmış olduğu hizmetlerden dolayı Türk Kooperatifçilik Cemiyeti tarafından üyeliğe davet edilir ve ilk mülki amir olarak tarihe geçer. Kazım Dirik tarih ve kültür alanında da üstün hizmetler yapmış biridir. Eski eserlere sahip çıkmak için başkanlığını da yapacağı  Asar-ı Antika Cemiyetini kurar. Cemiyet İzmir ‘i dünyaya tanıtmak için dergi yayınlar. Bergama, Efes, Didim başta olmak üzere bir çok kazı çalışmaları onun sayesinde başlar. İzmir ve Bergama müzeleri açılır. Sadece eski eserlerle yetinmez, Türk Halıcılığı ile ilgilenir, bu konuda bir kitap dahi yazar. Modern hayatın yerleşmesi için çok çaba sarf eden biri olarak Çeşme plajlarının açılışı Kazım Dirik tarafından yapılır. İzmir Konak’da 27 Temmuz 1932 yılında açılışı yapılan görkemli Atatürk Anıtı,  İtalyan sanatçı Pietro Conanica tarafından yapılmıştır ve yine Kazım Dirik Valiliği dönemindeki eserler içinde göz dolduran örneklerden biridir. 

Kazım Dirik’in İzmir kenti için yaptığı hizmetleri anlatmaya devam etsem belki Trakya Umum Müfettişliği dönemine sıra bir türlü  gelemeyecek. Bu nedenle onun örnek alınacak yenilikçi, çalışkan cumhuriyetçi bir yönetici  kimliği ile ortaya koyduklarını daha fazla anlatmayı  Trakya dönemine bırakmak en iyisi. 

Ancak Kazım Dirik’in kişisel hayatında büyüme çağından başlayarak peşini bırakmayan zorluklar görevleri sırasında tanıklık ettiği, bizzat müdahil olduğu olayların niteliği ile oldukça  bağdaşır. Bu tesadüfler zincirini  özellikle vurgulamak istemem onun mücadeleci, ısrarcı ve kararlı kişiliğinin oluşumunda her halde çok tesir etmiş olmasındandır. 

Büyük Kurtarıcı ile birlikte çıktıkları Samsun yolculuğundan başlayarak milli mücadelenin her aşamasında komutanının yanında durmayı görev saymış, daima ona inanmış bir kişi olarak birlikte göğüsledikleri zorlukların içinde pişmiş, deneyimler edinmiş bir asker, becerikli, yaratıcı, aşırı çalışkan tutkulu kimliği ile liderin gözünde hep vazgeçilmez biri olmuştur Kazım Dirik Paşa. Yaptıkları kadar sevilmeyi, takdir edilmeyi hak ederken, başarılarını çekemeyenler tarafından sürekli  tenkit edilmiş, hatta ispiyonlanmış, ama  dürüstlüğü ve öz güveni nedeniyle bunları savuşturma gereği duymadan, inandığı yolda yürümeyi becerebilmiş biridir o. İzmir Valisi iken Türkiye’de bulunan İran Şahının Azari dilinde kullandığı “dirik” sıfatına layık görüldüğü için Komutanı ona  Dirik soyadını boşuna vermemiştir. 

Daha Erzurum’daki Menzil komutanlığı döneminde görüldüğü  gibi hayatının bir çok safhasında doğruluğuna inandığı şeylerden asla vaz geçmeyen bir inatla sadece devleti, halkı, ordusu için hep gerekeni yapan, her halükarda çare üretirken, haksızlıklara boyun eğmeyen ender rastlanacak bir kişiliğe sahiptir. Bu yönüyle kimi tanıklar  çok zeki olduğunu söylerken onun saf ve iyi niyetli bir insan olduğunu da itiraf ederler.  Evet, hayalleri, tutkuları toplumun isteklerinin ötesinde  durmuş böylelerinin özellikle kişisel hırsları görevlerinin önünde gidenlerce sevilmemesi olağandır. Onun hızına yetişemeyenlerin ezikliğidir bu.  Nitekim Kazım Dirik hayalleri için onu çok heyecanlı biri olarak tanıyanlara hak verir ancak “Ben sarıldığım işlerin hepsini değil ama çoğunu başardım” diyerek haklı olarak gururlanır. Kazım Dirik bu yönüyle örnek alınacak ve günümüzde benzerleri çok azalmış devlet adamlarından biridir. Beğenilmeyi düşünmeden her işe olağanüstü bir çabayla ve inançla sahip çıkan bu insanın hayatında peşini bırakmayan tesadüfler belki onun kaderi olduğu kadar yaşadığı toprakların tarihini yaratan şartlardır. 

Bunlardan birisi de  1926 yılının Haziran ayında  İzmir Valisi iken yaşadığı Mustafa Kemal’ e yapılan suikast girişimidir. Bu olay da Şeyh Sait isyanı sırasında olduğu gibi bölgenin en yetkili idarecisi sıfatıyla bulunduğu bir zamana denk gelir. Suikast yapmak isteyenleri Yunan adalarından birine kaçıracak olan Giritli İsmail’in son anda itiraf etmesiyle ortaya çıkan komplo hazırlığını ilk öğrenen Kamil Dirik olacaktır. Mustafa Kemal o sırada Balıkesir’den İzmir ‘e hareket etmek üzeredir. Derhal haber göndererek gelmemesini tavsiye eder. Mustafa Kemal İzmir ‘e gitmeye kararlıdır. Bu sırada tutuklamalar da başlamış, suikast hazırlığı içinde olanlar teker teker yakalanmışlardır. Ziya Hurşit bulunduğu otel odasında silah ve bombalar ile birlikte yakalanırken Laz İsmail ve Gürcü Yusuf’da silâhlarıyla birlikte ele geçirilmiştir. Mustafa Kemal hain girişim hakkında ilk bilgileri tren  istasyonunda kendisini  karşılayan Kazım Dirik’ten öğrenir. Valiyi alnından öperek teşekkür borcunu ifade eder. Daha sonra İçişleri Bakanı, Kazım Dirik’in suikast olayına karışanları yakalaması için gösterdiği gayretlerinden dolayı 05.09.1926 tarihli resmi bir yazıyla  kendisini takdir eder. Mustafa Kemal yine aynı  gayretlerinden dolayı Kazım Paşa’ya İş Bankası aracılığıyla bir miktar para havale edilmesini ister. Ama Kazım Dirik  “Ben sadece vatani görevimi yaptım” diyerek parayı kabul etmez ve  iade eder. 

Kötü tesadüfler Vali Paşa’nın peşini bırakmayacaktır. İzmir Valilisi olarak görev yaptığı sırada, 1930 yılının 23 Aralık ayında, kendini mehdi ilan eden Derviş  Mehmet isimli Nakşibendi tarikatın mensup kişinin önderliğinde İzmir’in ilçesi  Menemen’de   Cumhuriyetin kuruluşundan 7 yıl sonra  yaşanan  ayaklanma sırasında Mustafa Kemal Edirne’de bulunmaktadır. Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay şehit eden gericiler şeriat istiyoruz diye halkı isyana çağırırlar. Olayların büyümesinde Menemen jandarma komutanının gevşekliği ve bir dizi ihmal  büyük rol oynar. Ancak askeri güçlerin sert müdahalesi ile olaylar anında bastırılır. Vali Kazım Dirik olayın derinlemesine tahkiki için dört kişilik bir heyeti derhal Menemen’ e gönderir.

1935 yılının 9 Ağustos unda  İbrahim Tali Öngören’nin istifasıyla boşalan Trakya Umum Müfettişliği görevini devralan Kazım Dirik bundan sonra ölümüne kadar devam edecek yeni ve son görev yerine giderken arkasında bıraktığı İzmir’i hiç unutmayacaktır. Öldükten sonra naşı gömülmesini istediği bu kente götürülecektir. 

Bundan sonraki son bölümde Kazım Dirik’in yaklaşık 6 yıl sürecek Trakya Umum Müfettişliği döneminde yaptıklarını ve yaşadıklarını anlatacağım. Ayrıca Umum Müfettişlik teşkilatlanmasının biraz geçmişine de girerek, Trakya’da Doğuda kurulan 1.Umum Müfettişliğinden sonra neden Trakya’da 2.Umum Müfettişliği kararı alındığı meselesi  bence aydınlatılması gereken bir konu olduğundan anlatmaya buradan başlayacağım. 


(Devam Edecek)


Kaynaklar:


-Hilmi Özden, ŞEYH SAİT İSYANI, İNGİLTERE VE MUSUL Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Yakın Tarih Dergisi 2019 Cilt 3 Sayı 6.

-Ramazan Şahin Er, İZMİR’DE BİR VALİ KAZIM DİRİK, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya 2019.

-Martin Van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet İletişim Yayınları 2013 İstanbul.

13 Temmuz 2021 Salı

TRAKYA UMUM MÜFETTİŞİ KAZIM DİRİK(2)


 Akın Güre 


Amasya Genelgesi’ nin yayınlanmasıyla Kurtuluş Mücadelesinin başladığı resmen  ilan edilmiş oluyordu. İstanbul Hükümeti’ne duyulan güvensizliğin açıklandığı genelgede milletin bağımsızlığını milletin azim ve kararı kurtaracaktır  deniliyordu. Sivas’ta milli bir kongrenin derhal toplanması kararı alınmıştı ama önce Doğu Anadolu'da birliğin  sağlanması için   Erzurum’ da toplanılması gerekiyordu. Mustafa Kemal, içinde Kazım Dirik’in de bulunduğu heyetle  26 Haziran 1919 tarihinde Amasya’dan  ayrılır. Heyet Tokat yolu üzerinden bir gece kalacakları Sivas’a geçtikten sonra Erzincan üzerinden  3 Temmuz 1919 günü Erzurum’a gelirler ve burada Doğu Ordusu komutanı Kazım Karabekir tarafından karşılanır. Mustafa Kemal Erzurum’a geldikten sonra  8 Temmuz 1919 gecesi  görevinden ve askerlik mesleğinden ayrıldığını telgrafla Padişaha bildirecektir. Bu noktadan sonra kendisine bağlı olan heyetteki Kazım Dirik’in aldığı karar kafalarda epey soru işareti  yaratır. Kâzım Bey Mustafa Kemal’ e askerlikten istifa etmeyeceğini söyledikten sonra görevinin sona ermesi nedeniyle evrakları kime teslim edeceğini Mustafa Kemal’ e sorar. Kâzım Dirik’in bu kararını onun gözden düşürülmesi için kullanmak isteyenler olmuştur. Rauf Orbay hatıralarında Kazım Dirik hakkında suçlayıcı ifadeler kullanır ama bu konuda farklı yorumlar yapanlar da vardır. Ancak bence en inandırıcı olanı Mustafa Kemal’in Kazım Dirik hakkında olumsuz bir kanaate sahip olmadığı ve ona olan güveninin devam ettiğidir. Nitekim kendisinin altında  çalışacağı, 15.Kolordu komutanlığı devam eden Kâzım Karabekir de Mustafa Kemal’i başkomutan olarak tanıdığını söyleyerek  bağlılığını gösterir.


Erzurum’ dan Sivas’a geçecek heyette artık  Kazım Dirik yoktur ama kendisine Erzurum Kalesi Kumandanlığı verilmiştir. Falih Rıfkı Atay’a  göre bu görevlendirme Mustafa Kemal’in Kazım Karabekir hakkında ihtiyatlı davranmasının bir gereğidir. Nitekim kale komutanlığı yanı sıra Erzurum Vali Vekilliği ve Kolordu komutan yardımcılığı görevlerini de üstlenir. Kılıç Ali de hatıralarında aynı konuya değinirken anliyoruz ki Mustafa Kemal’in arkadaşlarıyla yaptığı toplantıda  Kazım Dirik’in orduda kalacağı kararı alınmıştır.


Buradan şu noktaya gelmek istiyorum. Mustafa Kemal Kazım Dirik’in üstün meziyetlerin farkında bir lider olarak onu hiç bir zaman uzağında tutmamış ve gerekli gördüğü en kritik görevlendirmelerde onun enerjisinden, yaratıcılığından yararlanmasını bilmiştir.


Kazım Dirik’in Milli Mücadele dönemlerine ait yaptıklarını ve yaşadıklarını öğrenmenin onun kişiliğini daha yakından tanımaya kolaylık sağlayacağını düşünüyorum. Size başka bir örnek daha anlatayım: Erzurum’ da artık resmi görevleri ile ilişkileri kesilmiş olan Mustafa Kemal ve karargahtakilerin  yol ve iaşe giderleri için gerekli olan paranın  temini sorun olmuştur.   Bunun için devreye tahmin edeceğiniz gibi yine  Albay Kazım Dirik girer, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şubesiyle derhal temasa geçerek üyelerden yardımda bulunmalarını ister. Parayı denkleştirmek kolay olmaz fakat sonunda gerekli  para toplanır ve Kazım Dirik aracılığı ile Mustafa Kemal’ e ulaştırılır.


O sırada Erzurum Vali Vekilliği de  yapan Kazım Dirik 18 Mayıs 1920 tarihinde Karabekir tarafından Menzil işleri, iaşe temini için görevlendirilir. Bütün bu özellikleri onun bir takım kişiler tarafından kıskanılmasına mani değildir ne yazık ki. Onu çekemeyenler, menfaatleri nedeniyle gözden düşürmek isteyenler, hakkında durmadan şikayette bulunanlar da çıkacaktır. Ankara'da Millet Meclisi açıldıktan sonra görev yaptığı Erzurum’ da onu rahat bırakmazlar. Mesela 15. Kolordu Kafkas Tümen Komutanı Halit Paşa, Erzurum Mebusları Celalettin Arif bey ve Hüseyin Avni bey gibileri aleyhinde telgrafla çekerek görevden alınması için ısrar ederler. Hatta Celalettin Arif bey daha ileri gidip kendisini vali vekili ilan eder, Erzurum Halk Temsilcileri adıyla  50 kişilik imza listesiyle Ankara’ya  telgraf çeker. Mustafa Kemal Kazım Dirik’i arayarak imza sahiplerini derhal tutuklanmasını ister. Kazım Karabekir araya girer ve olay yatışır.


Kazım Dirik bu gelişmelerden son derece üzgündür, 5 Ekim 1920 tarihinde görevinden istifa eder. Bundan sonra, kendisini Ankara Hükümeti’nin talimatları doğrultusunda hareket eden, Kafkaslarda yaşanan gelişmeler içinde önemli roller üstlenen bir idareci ve diplomat olarak görüyoruz.


Gürcistan’da Tiflis temsilciliğine atanır. Kafkasya Sovyet Rusya açısından son derece önemli bir bölgedir. Savaş sonrasında, İngiltere ve Fransa'nın başını çektiği  İtilaf Devletleri burada Sovyetler’in önünde bir Kafkas Duvarı örme peşindedirler. Rusya’daki Bolşevik devrimini kendileri için bir tehdit olarak algılayan batılı güçler Gürcistan ve Ermenistan topraklarındaki Sovyet hakimiyetini engellemek için Ankara hükümetiyle pazarlık bile yaparlar. Azerbaycan’ın birlikte işgali bile konuşulur. Sovyet Rusya gelişmelerden  son derece  kaygılıdır ve Ankara hükümetine kurtuluş mücadelesinde destek vermeye hazırdır. Farklı düşünenler olsa da Türkiye tercihini Sovyetler ile uzlaşmadan yana kullanarak arasındaki sorunları diplomatik yollardan çözüme kavuşturur.  16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Antlaşmasıyla Batum Sovyetler bırakılırken Kars ve Ardahan sınırlarımız içinde kalır.. 28 Mart’da Türk birlikleri Batum’dan ayrılır.  Albay Kazım Dirik, Batum’dan ayrılarak önce Trabzon’a gelir. Hayatının  Kafkaslardaki dönemi artık sona ermiştir.


Milli Mücadele için çalışma isteğini ilettiği Ankara ona yeni bir görev verir, Konya Menzil Müfettişliğine tayin olur. Aynı zamanda Sakarya savaşına hazırlanan ordunun ihtiyaçlarının karşılanması için belirlenen ulusal yükümlülüklerin  uygulanmasını    üstlenen komisyonun başına getirilir. Yayımlanan Tekalif-i Milliye emirlerine uyulmasını sağlamak üzere ilçelerde kurulan  komisyonların denetimi Başkomutanlık Karargahında kurulan bürodan yönetilir. Kazım Dirik bu büronun başındaki kişidir. Savaşan ordunun bütün lojistik ihtiyaçlarının karşılanması için olağanüstü bir çaba sarf eder. Sakarya Meydan Savaşında Türk Ordusu’nun iaşe ve ikmal işleri onun sayesinde başarıyla  yürütülmüş, Tekalif-i Milliye emirleri başarıyla uygulanmıştır. Cephenin gerisinde yürütülen  bu mücadele savaşın kazanılması için önemli bir etkendir. Askerin yiyecek ve suyundan başlayıp  Nalcılık okulu için  Almanya’dan öğretmen getirmeye, topların çalışır hale gelmesi  için  sökülen raylardan kama yapılmasına varan her türlü iş Kazım Dirik gibi çalışkan birinin sağlığını tehlikeye atarcasına gösterdiği olağanüstü çabalarla başarılmıştır. Bu özellikleri onun ömür boyunca aynı tempoda devam eden faaliyetlerinde hep fark edilecektir. Sağlığını hiçe sayarak daima üstlendiği göreve odaklanan bir insandır o. Ne yazık ki daha sonra anlatacağım görevleri sırasında da aynı nedenden dolayı geç teşhis konmuş bir rahatsızlık sonucu hayatını kaybedecektir.


Kazım Bey, Menzil Müfettişi olarak  Sakarya Savaşı ve gerekse Büyük Taarruz sırasında Türk ordusunun yiyecek, araç ve gereç ihtiyacının karşılanması için hiç durmadan çalışır. Büyük Taarruz’dan sonra, 28 Kasım 1922’de Batı Menzil Müfettişi Kolordu Komutanlığı yetkisiyle Milli Savunma Bakanlığı Sevkiyat ve Nakliyat Müdürlüğü görevine atanır.  26 Eylül 1923’te ise Merkezi Bitlis’te olan II. Fırka Komutanı olarak görevlendirilir. Artık General rütbesine terfi etmiştir. 30 Temmuz 1924’te Bitlis Vali Vekilliği görevini  yürütmeye başlar.


Bundan sonra Doğu Anadolu'da başka zorlukların yaşanacağı günler gelecektir. Şeyh Sait isyanı, İzmir Valiliği sırasında Atatürk’e  suikast girişimi gibi olaylarda yine onu anlatmaya devam edeceğim. 

(Devam Edecek)


Kaynaklar:

- Yeliz Batı, General Kazım Dirik ve Trakya Umum Müfettişliği, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü  Ağustos, 2008.

- Gürsel Özgür, Komutan ve Bürokrat Olarak Kâzım Dirik, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enstitüsü, İstanbul 2006.

- Ramazan Şahin Er, İzmir' de Bir  Vali Kazım Dirik Paşa, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Kütahya 2019.

- Murat Burgaç, Trakya Umumi Müfettişliği, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir 2010.

9 Temmuz 2021 Cuma

TRAKYA UMUM MÜFETTİŞİ KAZIM DİRİK (1)

Akın Güre


 


Kırklareli yakın tarihinde isimlerini anmadan geçemeyeceğimiz, iz bırakmış önemli şahsiyetleri tanıtmaya çalışıyorum. Bunlardan birisi de Kazım Dirik'tir. Kırklarelili değil ama Makedonya topraklarında Atatürk ile aynı yılda doğmuş, aynı okullarda askerlik eğitimi almış, hayatının son döneminde ölümüne kadar Trakya Umum Müfettişi olarak vazife almış, fedakarlığı, çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile tanınmış bir tarihi portre ile karşı karşıyayız. 

Yerel tarihle ilgili yaptığım çalışmalarda onun adına çok sık rastlıyordum. Yerel basında gözden geçirdiğim kaynaklarda kendisinden pek az bahsedildiğini görmem ise bende merak uyandırıcı bir yadırgamaya yol açmıştı. Bunun nedenleri üzerine düşüncelerimi sizlerle ayrıca paylaşacağım. Kâzım Dirik üzerine öğrenmem gereken bilgilere  ise akademik çevrelerde yazılmış makale ve tez çalışmalarını okuyarak ulaşabildim. Az da olsa bu konuda yapılmış araştırmaları yazımın sonunda kaynak listesinde belirttim. Bunlardan birisi üzerinde çalışırken  bir süre önce cevabını aramaktan vazgeçtiğim bir sorunun cevabını bulunca çok duygulanmıştım. Çok yakınımızdaki İnece’de bulunan Atatürk anıtının hangi yılda, kim tarafından yaptırıldığını bir türlü öğrenememiştim. Evet, İnece Atatürk’ün 1930 yılındaki Trakya Gezisi sırasında Edirne’ye geçerken uğradığı bir yerdi, ama böylesine gösterişli bir heykelin İnece gibi küçük bir yerleşim yerinde düşünülmesi çok ilginç değil miydi? Heykelin bulunduğu parka konduğu yılın 1937 olması, zamanın Trakya Umum Müfettişi Kazım Dirik tarafından yaptırıldığını öğrenmek doğrusu beni çok heyecanlandırdı ve meraklandırdı. Daha sonra okuduğum diğer kaynaklarda da aynı dönemde açılışı  yapılmış  başka heykellerin de olduğunu öğrendim. Bu yerlerden birisi bir  Kırklareli ilçesi olan Pehlivanköy, diğeri Üsküp bucağı idi. Şaşırdınız değil mi? Önünden belki saygıyla geçtiğiniz bu anıtların hangi tarihlerde, kimler tarafından yapıldığını öğrenmenin bence tarihi bilgiye sahip olmanın değerini anlamak açısından bir önemi vardı. Bu heykellerin yapıldığı küçük kasaba ve köylerin nasıl seçildiğini öğrendiğimde ise fazla meraklı olmanın insana neler kazandırdığını da yeniden keşfettim. Ne yazık ki ben de, çalışmalarından hep yararlandığım araştırmacı Nazif Karaçam'ın her defasında vurguladığı gibi bu kentin belleğine sahip çıkma konusundaki ihmalimizi yine hatırlatmak zorundayım. Aslına bakarsanız, önünden geçerken sadece görmekle yetindiğimiz kültürel varlıkları tanıyarak, sahiplenerek kent kimliği üzerinde inşa edilmiş bir yaşam  bilinci inşa etmenin önemini anlatmaya çalışıyorum durmadan. Bu konuda söylenecek, yazılacak çok şey var ama biz yine konumuza dönelim isterseniz ve size Kazım Dirik’i anlatmaya başlayayım. 


İnece Atatürk Anıtı

Kâzım Dirik 1881 yılında Manastır’da doğmuştur. Babası Plevne savunmasına katılmış yüzbaşı Hasan Tahsin bey, annesi Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın akrabası Hüsniye Hanımdır. Manastır Askeri Rüştiyesini ve Manastır Askeri  İdadisine bitiren  Kâzım Bey 1897 yılında İstanbul Harp okuluna girer ve 1899 yılında Piyade Teğmen olarak mezun olur. Burada şu hatırlatmayı yapmakta fayda var: Mustafa Kemal Atatürk ile aynı doğumlu olmalarına rağmen Manastır İdadisinde aynı yıllarda okumamışlardır. Nitekim Mustafa Kemal, Kazım Bey ile 3 yıl arayla Harbiye’den 1902 yılında mezun olur. Burada sanırım, Kazım Dirik’in tartışmalı doğum tarihinin bir payı olsa gerek. Nitekim Kazım Dirik’in doğum tarihi ile ilgili belirsizlik araştırmalarda konu edilmiştir. Bunu ayrıca konuşmak lazım. Askerlik görevine Teğmen olarak başlayan Kâzım Dirik 1904’de Üsteğmen, 1906’da Yüzbaşı, 1909’da Harp Akademisi’ne girerek 3 yıl sonra Kurmay Yüzbaşı olur. Balkan Savaşında Üçüncü Kolordu Komutanı Muhtar Paşa’nın Başkumandanlık İrtibat Subaylığını yapar, 1. Dünya Savaşında ise Çanakkale cephesinde görev alır. Daha sonra Dördüncü Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın yanında Menzil Müfettişliği görevine tayin olur. Bu görev sırasında üstün başarıları nedeniyle  göze girer ve arkadaşlarının önüne geçerek 1916 yılında  Albaylık rütbesine  yükselir. 8 Haziran 1918 yılında Batum Başmenzil Müfettişliği görevine getirilir. Savaş sonrasında İstanbul’a dönen Kazım Dirik’i bundan sonra  9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal’in yanında görmeye başlarız. 1 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in çağrısı üzerine  Pangaltı’daki evinde buluşurlar. Burada Mustafa Kemal ondan Müfettişlik Erkân-ı Harbiye Reisi olmasını ister ve bu görevi hemen kabul eder. Samsun’a hareket etmek üzere Müfettişlik teşkilatı ile ilgili hazırlıklar tamamlanınca yola çıkacak 18 kişilik ekibin içinde  Kurmay  Albay Kâzım Bey de yer alacaktır. 

Samsun’a ulaştıktan sonra 25 Mayıs 1919’da Havsa’ya geçildiğinde artık Mustafa Kemal’in izleyeceği yol daha anlaşılır olmuştur. Burada yapılan mitingte İzmir’in işgali ve Pontus saldırıları protesto edilir. İstanbul hükümeti durumu, daha doğrusu kendisini bekleyen tehlikeyi sezmiştir, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya  gönderilmesinden pişmanlık duyulmaktadır. Dönme çağrısını dinlemeyen Mustafa Kemal yönünü daha güneye, Amasya’ya çevirmiştir. Burada bir balkondan  halka hitap ederken artık vatan savunması için çağrı yapmaktadır. O günden sonra diğer komutanların da bu mücadele ışığı altında toplanmak üzere hareketlendikleri görülür. Mustafa Kemal Rauf beyi Amasya’ya çağırır. Refet Bele, Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir de davet edilir. Amasya’ya ulaşan komutanlar sevinçle karşılanır. Aralarında görüşmeler derhal başlarken bu toplantıların tutanakları da Albay Kâzım Dirik tarafından takip edilir. Alınan kararlar milli mücadelenin başladığını gösteren işaret fişeğidir. Mustafa Kemal  bu toplantılardan çıkan genelge hakkında düşüncelerini öğrenmek istediği ekip arkadaşlarını yanına çağırdığında aralarında Albay Kâzım Dirik de bulunmaktadır. Onların olumlu görüşlerini öğrenmek Mustafa Kemal’i mutlu eder. 22 Haziran 1919 günü yayınlanan Amasya Genelgesi Kurtuluş savaşımızın en yaşamsal belgelerinden birisi olarak hatırlanacak ve Albay Kâzım beyin yaşam öyküsünde önemli bir yeri dolduracaktır. 

(Devam Edecek)


Kaynaklar:

- Yeliz Batı, General Kazım Dirik ve Trakya Umum Müfettişliği, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü  Ağustos, 2008.

- Gürsel Özgür, Komutan ve Bürokrat Olarak Kâzım Dirik, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enstitüsü, İstanbul 2006.

- Ramazan Şahin Er, İzmir' de Bir  Vali Kazım Dirik Paşa, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Kütahya 2019.

- Murat Burgaç, Trakya Umumi Müfettişliği, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir 2010.

5 Temmuz 2021 Pazartesi

YÜN ; İNSANLIĞIN EN ESKİ VE EN DEĞERLİ DOSTU NOSTALJİK OLDUĞU İÇİN DEĞİL, EKOLOJİK OLDUĞU İÇİN KULLANILMALIDIR

Ahmet Rodopman 


İnsanlığın yerleşik hayata geçmeden önce evcilleştirip yetiştirmeye başladığı ilk hayvanlardan köpek ve koyunun yaşantımızda çok önemli bir yeri vardır. Yapılan Arkeolojik araştırmalardan ,  koyunun  M.Ö 11.000 li yıllardan beri yeryüzünde değişik iklim ve kara parçalarındaki koşullara uyarak, bu arada da kendi ırkında da evrilip gelişerek insanla beraberliğini günümüze değin sürdürdüğünü biliyoruz. Koyun sahip olduğu pek çok özelliği nedeniyle insanlığın bin yıllardan beri vaz geçemediği bir arkadaşı olagelmiştir. Bunda,  çok yararlı, uysal ve kolay bakılabilen bir tür olmasının yanında, her sene bir veya iki yavru yaparak sayısal artışı sağlaması ile birlikte diğer özellikleri de sayılmalıdır. Hiç şüphe yok ki, etinden, sütünden tutunda, derisinden, boynuzundan, bağırsağından, gübresinden ve yününden  faydalanılan nadir evcil canlarımızdan birisidir. Ona hayvan demek gelmiyor içimden, çünkü o hayvandan öte bir candır. Besleyenler bilir. Biz çocukluğumuzda Kurban Bayramından birkaç ay önce babamın getirdiği koçları beslerken bile, onların ne denli insanla, hele kendilerini sevdiğini hissettiği bir kişi ile nasıl bir bağlantı kurduğunu anlardık. Rahmetli babamın kuzulara, koyunlara, koçlara aşırı sevgisi ve bağlılığı vardı. Bulgaristan’ da 3000 adet koyun sürüsünde, eline doğup büyüttüğü bir kuzuya Emine ismini verdiğini, diğerlerini de koruyup kollamasına karşın, sanıyorum bu kuzucukla farklı bir sevgi bağı olmuş ki aralarında, sadece babam ‘’Emine’’ diye seslendiğinde nerede olursa olsun ‘’Meeeeeee’’ diyerek ses veriyormuş. Başkası seslenince hiç ses çıkarmıyormuş. 17 yaşında Bulgar Mezaliminden kaçıp Türkiye’ ye geldiğinde, orada bıraktığı onca mal, mülk, dost, akraba değil de en çok Emine’ den ayrıldığına üzülmüş. Yıllarca aile geri gelecek, görsün diye Emine’ yi ne satmış ne de kesmişler. Uzun süre yazılan mektuplarda yaşadığını belirtmişler. Babam da ölünceye kadar da unutmamıştı ve bizlere anlatırdı.. Yıllar sonra merak salıp hayvan dediğimiz canlarla ve doğal ürünlerle uğraşmaya başlayınca babamı daha iyi anlar olmuştum.
Günümüzde ülkemizde yapılan sayımlara göre yaklaşık 42.000.000 koyun olduğu belirtiliyor. Gerek eti, gerek sütü veya yünü için özellikle üretilen değişik cinsten koyunların (Karaman, Dağlıç, İvesi, Sakız vs.)olmasına karşın, yününden faydalanmak için merinos ve Kıvırcığın yeğlendiği bilinmektedir. Merinos dünyada yünü en çok beğenilen ve büyük oranda da bunun için yetiştirilen bir ırktır. Avustralya ve Yeni Zelanda dünya üretimin yarıya yakınını sağlamaktadır. Kıvırcık cinsi ise neredeyse Trakya ‘ ya  has ve çok özel bir ırk olup, uzun süre üvey evlat olarak bakılmış ve neredeyse soyu tükenmek üzere iken tekrar islah edilip çoğaltılmaya başlanmıştır. Bin yıllardan beri bu toprakların otuna, suyuna, sıcağına, soğuna çok iyi uyum göstermiş, etinin lezzeti pek çoğundan daha iyi olmasının yanında elde edildiği yünü de en değerli yünlerden sayılmaktadır. Hele ilk kırkım denilen yün yumuşaklığı ve kullanılabilirliği bakımından hep ön saflarda yerini almıştır. Kırklareli nin etlerinin, sütlerinin dillere destan lezzetini oluşturan, Istranca dağlarından kopup gelen havayı soluyup, meralardaki kekik kokan otlarla beslenen,  gözelerden fışkıran tertemiz suları içerek yetişen Trakya Kıvırcıklarının özellikleri anlatılmakla bitmez. Bir başka yazımızda, Kıvırcık koyunlarının, kas lifleri arasında oluşan ince yağ demetleri sayesindeki lezzetini, ve bu etlerden yapılan yemeklerini, koyunlarının ayaklarından(paça, dodik) tutunda , bağırsaklarından (kokoreç), ciğerlerinden sarma(karaciğer,akciğer), böbrek, dalak, yürek ve kellesinden hele birde bulabilirsek uykuluğundan ayrıca söz etmek üzere biz yine konumuz olan yüne dönecek olursak, bence koyunun en çok hayatımıza giren ve en değerli ürünü olarak değerlendirilmesi gerekenidir.

Koyun yünü denip geçilmemesi gerekir. Yünün kendisi zaten başlı başına bir  kaç uzmanlık dalını kapsıyor. Dünyada pek az canlının tüylerinde rastlanan özellikleri sayesinde, koyun yünü insanlık için bulunmaz bir şans olarak insana sunulmuştur. İnsanlarda bu şansın kıymetini bilerek yüz yıllarca koyunlarını ve yününü sağlık ve yaşantılarını kolaylaştırıcı olarak kullanmışlardır. Ancak son 50 yıl içinde yüne benzer sentetik ürünlerin çoğalması ve giderek ucuzlaması nedeniyle, koyun yünü gerek giyim kuşamda, gerekse yorgan, yatak, yastık ve kuşaklarda çok daha az kullanılır olmuştur.  Bunun, yünün özellikleri öğrenilince çok doğru bir seçim olmadığı anlaşılarak yavaş yavaş eski alışkanlıklarımıza dönülerek doğal koyun yününden yapılan ürünler kullanılmaya başlanmıştır. 

Benim yün ile tanışıp yaşamımın büyük bir bölümünde kullanmamın öyküsü oldukça küçük yaşlarımda yakalandığım ve uzun yıllar boğuşmak zorunda kaldığım, yaygın romatizmalarım sürecinde doktorumuzun özellikle kış aylarında yün çamaşır giymemi zorunlu kılması ile başlamıştı. Rahmetli anneannem bize geldiğinde, şimdi artık sanırım hiç kalmayan, Karaumur Caddesinde, eski Pazar yeri civarındaki tanıdığı yapak taraklarına giderdik, o, yapakçılarla konuşur, bazen bir tutam yünü iki eli ile çekiştirerek açar, beğendiğinden pazarlık ederek bir çuval alır, bende yüklenir eve gelirdik. Bizim yün maceramız böylece başlamış olurdu. Çocukluğumun en eğlenceli ve hoşlandığım zamanları idi, anneannemle birlikte yün ipliği yapmak. Sanki bir bulut parçası gibi, yumuşacık tel tel dökülen o yün öbeklerini, sabırla ve büyük bir dikkatle iplik haline getirmek günlerimizi, haftalarımızı alırdı. Hala bazı parçalarını atamayıp sakladığım, iğ(eğirmen), ağırşak, öreke ve kirmen kullanarak o bir yığın taranmış yün öbeğinden, istenilen kalınlıklarda bükülmüş yün iplerin elde edilmesiydi sanırım beni en çok cezbeden. En ilkel şekliyle bile olsa bir ham maddeden, işe yarar bir ürün üretmenin verdiği hazzı hala unutamam. Hani şimdi internette görüyoruz ya, mevsim kışa dönmüş, hava soğuk, odanın bir köşesinde peçka yanıyor, üstünde bir tas çorba kaynıyor, etrafında kestaneler, fırında çörekler pişiyor. Nine ile torunda yere serilmiş büyük bir sofra bezinin üstünde yün eğiriyor, bu arada anneannemin bitip tükenmeyen masallarını dinlerken içim geçiyor, uykum geliyor ve kıvrılıp anneannemin dizinde uyumaya başlıyorum. Bu tablo gözlerimin önünden hiç gitmiyor ve şimdi içimden Abidin Dino’ ya seslenmek geliyor.’’Böyle bir mutluluğun resmini yapabilir misiniz ?’’ diye.  
 
Kısa bir süre sonunda acemiliğimi atlatıp, bende iğ, ağırşak veya kirmen kullanarak yün eğirmeye başlamıştım. Hatta çocukluk enerjisi ile anneannemle yarışır hale bile gelmiştim. Genellikle bana bükülmüş ipliklerin ikisinin tekrar bir arada bükülüp yumak haline getirilme işi verilirdi. Öyle dikkatli sarardım ki yumakları, her biri büyükçe bir yumurta gibi eliptik ve çok güzel bir görünümde olurlardı. Sonra anneme iş düşerdi. O ipliklerden genellikle bana olmak üzere iç fanilası, çorap, bazen de gömlek veya pijama üzerine giyilecek yelek yada kazak örmeye başlardı. Yakın zamana kadar rahmetli anacığımın ördüğü yelekleri özellikle kış gecelerinde giyerdim. Ne kadar kalın olurlarsa olsunlar, hazır alınan kazaklar asla o eski elde örülmüş yünler kadar beni ısıtamamışlardır. Yünden ipliğe, iplikten yeleğe dönüşümdeki göz nuru ve el emeği hele birde yapma, yaratma sevgisi bambaşka bir anlam katıyordu herhalde bana ki, hala unutamıyorum o günleri.

Yün  konusu benim için önemli olduğu kadar herkes için çekici olmaya bilir. Ancak yün ile ilgili bazı gerçekleri bir kez daha hafızamıza kaydedersek sanırım bu güne değin ilgilendiğimizden fazla dikkatimizi çeker. Bence de çok iyi olur. Hepimiz kendi sağlığımızı ve sevdiklerimizin sağlığını çok önemsediğimizi söyleriz. Ama bunun ne kadarını yaşantımıza geçiriyoruz. Söz yünden açılmışken yine yünün özelliklerinden ve öneminden örnekler vermeye çalışacağım. Benimseyip uygulamayı seçmek, tabii ki kendi özgür düşüncenizle doğru orantılıdır. Saygı ,ile karşılanması gerekir.

Bilimsel verilere uygun olarak yetiştirilen kuzu ve koyunların dişilerinin belirlenen zamanlarda makine ile veya makas ile kırkılan(kimyasal ile veya yolunarak elde edilme değil) yünlerinin yine en uygun teknikler uygulanarak doğal yollarla kullanılabilir hale getirilen  ipliklerinden yapılan giysilerin sağlık açısından değerleri oldukça  önemlidir.  Kısaca değinecek olursak;

Koyun yünü iyi bir ısı dengeleyicidir. Vücudu soğuğa ve sıcağa karşı korur. Koyun yününden yapılan ürünler yazın serin, kışın sıcak tutma özelliklerine sahiptir. Çoğumuz yazın sıcaktan dolayı üzerimize yorgan örtmeden uyumaya çalışır. Ancak yorganımız koyun yünündense rahatlıkla üzerimize örtüp uyuyabiliriz. Çünkü yün nefes alıp verme özelliğine sahiptir. Isıyı tutmaz. Yün Elbiselerin Sıcak Tutma Nedeni: Yün ipliklerinin dalgalı kıvırcıkları nedeni ile deriyle giyecek arasındaki hava tabakasının, yani vücut ısısının dışarı kaçmasına ve dışarıdaki soğuğun da içeri girmesine engel olur. Yani yünlü giysi aslında ısıtmaz iyi bir yalıtkan görevi yaparak sıcak tutar.
Kuzu ve koyun yünü sinyal ve radyasyon emicidir. Evlerimizde yoğun olarak kullandığımız, cep telefonu, modem, kumanda, alarm gibi elektronik cihazların yaydığı radyasyonu emerek vücudumuza zarar vermesine mani olur. Bunun için özellikle yorgan, yastık ve döşeğimizin koyun yününden olmasına önem vermeliyiz. Çünkü uyuduğumuz zaman boyunca, cep telefonu ve internet cihazları devamlı sinyal alır verir ve radyasyon üretir. Vücudumuz ve bilhassa da beynimiz bu radyasyondan ciddi zarar görür. Eğer uyku setimiz koyun yönünden yapılmış ürünlerden oluşuyorsa bu zarar en aza iner.
Koyun yünü dinlendiricidir ve rahat uyku sağlar. Koyun yününden yapılmış yorgan, yastık ve yatakla uyursanız, sabaha dinlenmiş olarak kalkarsınız. Çünkü koyun yünü, vücutta biriken statik negatif enerjiyi alır. Böylece bedenimizde oluşan yorgunluk ve rehavet üzerimizden kalkmış olur. Aslında gün boyunca koyun yününün dinlendirici etkisinden faydalanmalıyız. Bunun için evlerimizde, işyerlerimizde, arabalarımızda koyun yününden yapılmış minderler ve artık modası geçtiği için kullanımdan kalkan postaki ve postları kullanabiliriz. Koltuğumuzun, kanepemizin üzerine sererek üstüne oturmamız son derece faydalı olacaktır. Bilhassa yerinde uzun süre oturanlar için bu çok faydalı olacaktır. 
Koyun yünü; yağmuru ve suyu çekmez. Dolayısıyla kolay ıslanmaz, ama ortamdaki fazla nemi emer ve rutubet oranını doğal bir şekilde düzenler.
Yün yanmaz. Ateşe, aleve karşı dirençli ve dayanıklıdır. Özellikle ateş ile temas edenler için iyi bir koruyucudur
Koyun yünü uzun ömürlüdür. Özel bir lif yapısına sahip olması nedeniyle, kolay kopmaz ve esnekliği nedeniyle sert yüzeylerle temasından çok etkilenmez.
Yün terletmez, teri emer, ter yapmaz, terleyen vücuttan pamuklu giysilerde olduğu gibi teri hemen kurutmayarak insanın üşümesine neden olmaz.
Vücudu sıcak tutması nedeniyle  ağrıları alır. Bir çok romatizma ağrılarına iyi gelir.
Bit, pire, karınca, akrep, yılan ve bir çok haşarat yünün kendi has özelliğinden dolayı, yüne ve yünlü mamullere gelmeye çekinir.
Bir çok mantarlar, parazitler ve hastalık yapıcı mikroplar yünde yaşamlarını sürdüremezler kaçarlar. Yalnız yün lifleri içinde “güve” mevcuttur. Dışarıdan gelme değildir. Güveyi yok etmek imkânsızdır. Eskiden faaliyete geçmemesi için bir petrol ürünü olan NAFTALİN kullanılırdı. Genellikle, güve denilen bu parazitler bulundukları yün eşyayı yiyerek deler ve dışarıya uçarak çıkarlar. Naftalin kokusundan faaliyet yapamazlar. Umumiyetle sıcak mevsimlerde faaliyete geçerler, soğukta faaliyetleri durur. Son zamanlarda Naftalinin buharlarının insan ve hayvan sağlığına zarar verebileceği düşüncesi ile kullanımı azalmış, hatta kaldırılmıştır. Bunun yerine uygun yerlere beyaz el sabunu veya kekik, levanta, nane gibi uçucu yağ içeren aromatik bitki kuruları konularak aynı yararı sağlaya bilirsiniz.
Yünden elektrik cereyanı geçmez, yalıtkandır. Çobanlar kepenek içinde yağmurdan, doludan, kardan ve her türlü soğuktan müteessir olmadıkları gibi kepenek içinde iken yıldırım isabet etmez.
Yün için söylenecekler bitmez. Burada sadece artık unutulmak üzere olan yün ve yünlü giyeceklerin özelliklerini bir kez daha anımsatmaya çalıştım. Siz, siz olun yüzünüzü günden, bedeninizi yünden eksik etmeyin.


KIRKLARELİ BELEDİYE TEŞKİLATININ KURULUŞU 1870-2024

ARIL Barış Toptaş – Kırklar BARIŞ TOPTAŞ İçindekiler Tablosu Kırklareli Adının Tarihçesi 1 Kırklareli’de İdari Yapılanma...