ESKİ BİR RAMAZAN GÜNÜ CANLANDI HAFIZAMDA

 Ahmet Rodopman


Geçen gece uyku kaçmıştı. Geç saatte yatıp, uzunca bir süre de kitap okumama karşın uyuyamıyordum. Derken uzaklardan bir gürültü gelmeye başladı. Gittikçe artan sesten, bize doğru yaklaştığını anladım. Ramazan olduğu için davul olabileceğini düşündüm ancak alışık olduğum davul sesi ile bir benzerliği yoktu. Ses yaklaştıkça, gürültünün davuldan geldiğini ancak anlayabildim.  Oktay Akbal bir öyküsünde ‘’Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey’’ diye bir cümle kullandığını anımsadım. Demek ki dedim ‘’Bozulmalar davul sesine kadar gelmiş ! ‘’ . Sahur zamanının geldiğini  hatırlatmak için yapılan gürültü giderek arttı, pencerede beklemeye başladım yakınımızdan geçerken görebilmek için. Bizin sokaktan değil de, yandaki sokaktan geçtiğini sesin gittikçe azalmasından anladım. Ve tekrar yatağıma yatım.

Uyumaya çalışırken,60 yıl gerilere gittim bir anda. 6, 7 yaşlarında iken Ramazan aylarının Ocak veya Şubat aylarına rastladığını hatırlıyorum. Kırklareli’ nin gece yarısı soğukları. Suların bile donduğu, hatta kar yağışı nedeni ile zaman,  zaman elektriklerin de kesildiği günlerdeydi. Yatarken de annem mutfakta yemek yapıyordu. Sahurda uyandığımda da yine mutfakla odamız arasında koşturup duruyordu. Aklıma gelmiyor değildi, annem hiç uyumadan nasıl dayanıyor bütün gün oruçlu olarak, evin bütün işlerini yapmaya. Hele şimdiki gibi bulaşık makineleri, çamaşır makineleri dört gözlü ocaklar, elektrikli fırınlar yoktu. Tek göz gaz ocağında ve sobanın üstünde pişirilerek yapılan yemekler hazırlanacaktı. Rahmetli babam 130 kilo civarında idi. Pilavsız, böreksiz, tatlısız, çorbasız bir gün geçirmezdik. Hatta söylediğimde çoğu arkadaşım inanmazlardı. Bizim evde iki günde bir çeşit çeşit börek yapılırdı. Hem de hep iki ayrı tepsi. Bazen Gençlik Sinemasının karşı köşesindeki fırına götürür piştikten sonra da getirirdik ablamla . Bazen de annem peçka sobamızın fırınında pişirirdi.  Hele soğuk havalarda , yerler de buz turmuş sa, derenin üzerinde ki daracık köprüden geçmek apayrı bir heyecan fırtınası yaşatırdı bize gidip , gelirken. Rahmetli anacığım tek başına 4 çocuk, ikisi de kendileri, 6 kişilik sofralar kurar, kaldırılırdı. Ramazan aylarında en sevdiğim saatlerdi sahur saatleri. Uykulu, uykulu yenen yemekler, Sabah ezanı ile birlikte oruç niyeti ile içilen bir bardak su ile kesilen sahur yemeği . Öyle tatlı gelirdi ki yemekten sonra okul vaktine kadar uyumak. Ama çok zor gelirdi sıcak yataktan çıkıp uykumu alamadan  okula gitmek. Ancak açıkça söylemeliyim ki her şey bir yana hafızamda en canlı şekli ile, davulcunun beklenmesi kalmıştır.  O zaman ki davulcularda davulcu idi hani. Sanki dili vardı da davulun konuşturuyor gibiydi. Birde güzel sesle söylenen ramazan manileri. En güzellerini de ramazanı 15 . günü para topladıkları zaman söylerlerdi. Genellikle geceleri sokaklar karanlık olduğu için davulcunun yanında bir elinde bir torba, diğerinde de fener ile bir kişi daha dolaşırdı. Bazı gecelerde bekçi amcalar katılırdı bu kervana. Hele bir de kar yağmaya başladı mı, doyulmazdı seyretmenin keyfine. Kimsenin olmadığı sokaklarda, bembeyaz gecenin ayazında, karşımız da ki caminin minaresinin şerefesinden yayılan ışıkların altında seyrettiğim o tabloyu unutamadım hala. O yıllarda Hayat Dergilerinin arka kapağında belki hatırlayanlarınız vardır. Tarif ettiğim bu manzaranın çok güzel bir resmi vardı. Eski hayat dergilerinde bulabilirsem buraya aktarırım. Bütün gün oynayıp, zıplayıp yorulduğumdan güç bela iftar saatini bekler, artık oruç tutmak için sahura kalkmayacağımı söyler, ama yine sahurda ki telaşa dayanamaz davulun sesini uzaktan duyunca bile kalkar bu ritüeli  doyasıya yaşardım. İyi ki yaşamışım. O yıllarda ki  ne açlığı, ne tokluğu, ne uykusuzluğu  hatırlayamıyorum da,  ama gözlerimin önünden gitmiyor, karşı sokaktan maniler söyleyerek gelen Ramazan davulcusunun görüntüsü. Bir de unutulması olanaksız olan iftar topunun atılmasını  bekleme anları vardı. Mahalle arkadaşları çoğu gece ramazan topunun atıldığı Kırklar Tepesine  seyretmek için giderler, top patlayınca da , canhıraş bir    koşturmaca ile yokuştan aşağıya inerler, aileleri oruçlarını açıp, yemeğe başlamak üzere iken eve yetişirlerdi. Babam genellikle işyerinden gelirken evimizin karşısında ki Kadı Camisine uğrar ayak üstü orucunu açar, Akşam Namazını kılıp hızlıca eve gelirdi. Softa hazırlanmış, sofrada herkes yerini almış, sadece annem koşuşturuyor mutfakla yemek masası arasında, sofranın görüntüsü, açlığımızın dayanılmazlığını  arttırırdı. Genellikle annem babamın gelmesini  bekler, biz çocuklarsa bardaklarda hazırlanmış suları, dualarla yudum, yudum içerek,  oruçlarımızı açardık. Açardık diyorum çünkü, annem oruç bozma sözcüğünü hiç sevmezdi. ‘’Oruç kutsaldır, Bozulmaz ‘’derdi. Bu arada babam gelir, çorba ile başlanıp, yemeğe,  ardından o gün ne hazırlanmışsa  ardı ardına gelirdi sofraya, tatlı veya meyve ile de iftar faslı biterdi.  Çaylar içilir, annem hariç herkese bir rehavet gelir, bu arada radyodan ajans dinlenerek, haberler ile ilgili konuşmalar yapılırdı. Annem bulaşıkları yıkamak ve sahur için yemekleri hazırlamak için mutfağa koşturur, biz çocuklar da derslerimizi yapmak için kitap ve defterlerimizle kucaklaşırdık.  

Uykumuzu alalım diye annem beni ve küçük ablamı erken yatırırdı . Haftada bir veya iki defa babam beni de yatsı namazına götürürdü. Camimizin hocası Kırklareli’ nin efsane hocası Abbas Hoca idi.  Abbas Hoca olduğu için de diğer mahallelerden de Teravi Namazını kılmak için insanlar gelirler, genellikle cami dolardı. Abbas hoca ile babamın arası çok iyi, sohbetleri  çok güzeldi idi. Hatta, Abbas Hoca bu camide imam olduğu için bu evi satın aldığını bile söyler dururdu. Benimde isimi doğduğumda koyduğu için, beni de çok sever vakit namazlarına koşturarak gelirken sokakta bile görünce ‘’Ahmet, Allaha emanet’’ diye seslenir, gülümseyerek hızlıca giderdi rahmetli.

Bu belirlenmiş hareketler ve davranışlar (ritüeller) ramazan ayı boyunca tekrarlanır, arada bazı geceler iftara misafirlerimiz gelirdi. O zaman telaş ve koşturmaca daha fazla olur, Biz çocuklara ayrı masa veya yer sofrası kurulurdu. Annemin işi iki kat artsa da, babam, iftar yemekleri kalabalıkla yendiğinde daha büyük sevap kazanılır diye, haftada bir tanıdıkları çağırırdı. Annem bundan çok hoşnut olmasa da sesini çıkarmaz katlanırdı. Ve büyük bir heyecanla 11 ay beklediğimiz ramazan ayı, bir koşturma işçinde çabucak geçer bayram hazırlıkları başlardı. Şimdi düşünüyor ve anlam veremiyorum, onca telaş ve heyecan dolu yorgunlukla geçen günlerin bittiğine sevinileceğine neden üzülürdü annem diye? Bayram hazırlıkları ise bambaşka bir durumdu. Sevinç, heyecan, merak hepsi birbirine karışır, anne ve babamız için belki değil ama, biz çocuklar için tarifsiz bir  coşkulu bekleyişti

Ramazan davulla gelip davulla giderdi. Davulcuların son ziyaretleri bayram namazından sonra babalar evlerine dönünce başlar, bu sefer davula daha farklı vurulur, maniler bayramı anımsatıcı mısralarla düzülür, bahşişlerini alırlar, genellikle evlerde yapılan börek, bayram tatlısı gibi yiyecekler davulcu ile birlikte gezen, ellinde, sepeti,zembili veya torbası olan kişiye verilir, bayram kutlamaları yapılır ve bir daha ki ramazana kadar iyilikler, sağlıklar dilenip, içeri girilir. Bayram günü bizim evin dış kapısı kapatılmazdı. Avlu dediğimiz girişte bir hol vardı, gelenleri orada karşılardık. Anneciğim az işi varmış gibi bayramda gelecekler içinde önceden hazırlıklar yapardı. Kimine şeker, kimine para, kimine mendil, kimine  tülbent verirdi. İşte böyle bir ramazan daha geçti gözlerimin önünden. Bu arada gece de bitti. Sabah ezanı okunurken henüz daha gözlerimi yummamıştım bile. Ama hatıraları anmak rahmetli babacığımı, anneciğimi saygı ve minnetle yad etmek uyumaktan çok daha iyi gelmişti bana. Tabii birde yazmakta olduğum Davul ve davulcu konusunu da daha bir beynim de şekillendirmiş olmamın mutluluğu ile yeni bir güne başlamış oluyordum.


Popüler Yayınlar