BALKAN HARBİNİN TARİHSEL, SOSYAL VE SİYASAL DEĞERLENDİRMESİ 2.BÖLÜM
Ahmet Rodopman
BALKAN HARBİ ÖNCESİNDE AVRUPA DEVLETLERİNİN DURUMLARI : RUSYA DEVLETİ
Tarihin bizlere öğrettiği gerçek, savaşların hepsinin bir çıkış nedeni vardır ön kabulüdür.. Bu ön kabule göre Balkan Savaşlarının da çıkartılmasının elbet bir veya birden çok nedeninin olması gerekiyor. Peki bunlar nelerdir diye tarih sayfalarımızı 150 yıl kadar geriye doğru çevirirsek, Ogünlerde Avrupa’ nın ve Dünyanın belli başlı ülkelerinin durumlarına şöyle bir bakmamız yeterli olacaktır sanırım. Böylece bu devletlerin Osmanlı İmparatorluğuna bakışlarından, besledikleri hain emellerini anlayabiliriz . Buna bir de Balkan Devletleri diye adlandırılan, yaklaşık 400-500 yıl Osmanlı yönetiminde kalan Başta Bulgaristan olmak üzere, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’ın o günkü durumlarını gözden geçirirsek, nedenleri anlamamız için çok fazla zorlanmayacağımız açıktır. İsterseniz önce bölgemizde en büyük rolü oynayan Rus Çarlığından başlayalım, gözden geçirmeye etraftaki devletleri.
Osmanlı İmparatorluğunun temel taşlarının sarsıldığı, 17 Temmuz 1774 tarihinde imzalanan Küçük Kaynarca antlaşmasında kabul edilen Rusya’ nın Osmanlı İmparatorluğu topraklarında ki Ortodoks azınlığın dini hamiliğini alması ile pek çok sorunun başlamasını sağlamıştır. Ardı sıra Rusya’ nın Dini azınlıkların haklarını bahane ederek isteklerini yaptırmaya çalışmaları hiç bitmeyecektir. Son yüz yılda gerek Avrupa gerekse Osmanlı İmparatorluğunda yaşananlar, yönetime gelenler ve ülkelerin gösterdikleri modernleşme ve sanayileşme atılımları, coğrafyalar değişmese de ülkeler ve o ülkelerin insanlarının değişimi dolayısı ile tarihini ve talihinin de değişimini getirmektedir. Yunanistan’ ın 1821 Mora Ayaklanmasından sonra, bir Avrupa sorunu haline getirilen Yunanistan’ ın iç işlerinde bağımsız, Osmanlı devletine bağlı bir devlet olma isteklerini Rusya, İngiltere ve Fransa İstanbul ‘ a bir nota halinde bildirince, Osmanlı Hanedanlığı bunu kabul etmemiş, bunun üzerine de aralarında anlaşarak ortak bir kuvvet haline gelen bu dört devlet Mora Yarımadasının güneyinde çok iyi korunmalı Avarin(Nevarin)limanında demir atmış olarak bekleyen Osmanlı ve Mısır Donanmalarına gerçek niyetlerini beyan etmeyip yanlış bilgi vererek limana girmiş ve limanda bilinçli olarak çıkardıkları sorun sonucunda önceden planladıkları şekilde, hiç beklemedikleri bir anda ağır toplarıyla Osmanlı gemilerine saldırmış ve 4-5 saat içerisinde 100 adet civarında gemimizi sulara gömerek 4.500 Türk ve Müslüman askerinin kaybedilmesine neden olmuşlardır. 20 Ekim 1827 tarihinde yaşanan bu deniz savaşı tarihimizde Nevarin Felaketi olarak bilinir ve acısı hiç bitmeyecek gibi sürüp gider. Yanan, yakılan ve batırılan gemileri için Rusya’ dan tazminat isteğinde bulunan Osmanlı Devletine Rusya tazminat ödemeyince ve elçisini de İstanbul’dan geri çağırınca, Osmanlı Hanedanlığı Boğazları kapatarak Rusya’nın deniz bağlantısını kesmek istemiştir. Bu arada da Osmanlı İmparatorluğunun büyük borçlar altına girip, zamanın modernleşme faaliyetlerinden uzaklaşıp, top yekun gerilemeye başladığını anlayan Rusya sıcak denizlere inmesinin kesilmesini bahane ederek Karadeniz’ in doğusundan ve batısından olmak üzere her iki taraftan Osmanlı İmparatorluğunun topraklarına girmiş. Ve süratle ilerleyerek Avrupa ‘ da Kırklareli, Lüleburgaz (22 Ağustos 1829) ve Edirne (28 Ağustos 1829), Asya da Kars, Erzurum, Bayburt’ a kadar istila etmişlerdir. Uzun görüşmeler ve diğer Avrupa Devletlerinin araya girmesi ile 14 Eylül 1829
günü, şartlarının ağırlığı nedeniyle Osmanlıyı çok büyük zorluğa sokacak olan Edirne Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Eflak ve Boğdan Ruslara verilecek, Ruslarda Kırklareli ve Edirne’den çekilecekler ancak doğuda Azerbeycan ve Nahcivan dahil bütün Kafkasya’ ya hakim olacaklardır. En kötüsü de Osmanlının ödeyemeyeceği kadar savaş tazminatı vermek zorunda bırakılması idi. Üstüne üstlük Yunanistan’ ın da bağımsız bir devlet kurmasına izin verilmiş oluyordu. Daha o yıllardan beri Yunanistan’ ın Osmanlı’ ya karşı Fransa, İngiltere ve Rusya tarafından ne denli korunduğunu tarihi gerçekler bizlere göstermektedirler. Bu koruma ve kollama durumu, giderek daha da artmış ve Yunan Krallığı zamanla daha da şımarmış ve Osmanlı’ dan toprak talepleri hiç bitmemecesine artmıştır. Osmanlı İmparatorluğunun çöküş dönemi diye adlandırılan yıllar Avrupa topraklarında görece bir sakinlik durumu devam etmiş, ancak bu yıllarda Osmanlı kendini toparlayıp topraklarına sahip olacağına, kötü yönetilmesi nedeniyle , gereken yenilikleri yapamamıştır. Avrupa’ nın her alanda ilerlediği bu yıllarda, büyük borçlar alarak, gelirleri har vurup harman savurma misali, eriterek, Avrupa’ nın ‘’Hasta Adamı’’ olarak tanınmasına kendi yöneticilerinin basiretsizliği, saraydaki karışıklıklar neden olmuştur. Giderekte hızla güç kaybetmiş ve düşmanlarının hedef tahtası durumuna düşerek, her etnik topluluğun toprak talep ettiği bir ülke haline gelmiştir. Çok değil 30 yıl gibi bir aradan sonra Kırım savaşı başlamış. Sebebi olarak kutsal yerler meselesi gibi görünmesine rağmen asıl nedeninin Rusya’ nın yayılmacı politikaları ve bunun için kullandığı Osmanlı İmparatorluğunun nüfusunun % 30 una yakın Ortodoks nüfusa sahip çıkma, hamilik yapma arzusu idi. Balkanlar da ki etnik azınlıkları kışkırtıp toprak kazanıp, Boğazlardan rahat geçerek, sıcak denizlere ulaşma isteği idi. Bu yıllar, 1672 yılında doğup 1725 yılında ölen ünlü Rus Çarı Büyük Petro’ nun hükümdarlığı sırasında yaptığı büyük atılımlar ve yenileşme hareketleriyle bambaşka bir Rusya’ nın dünya sahnesinde yerini alması ve artık sözünü dinletip, isteklerinin yerine getirilmesini dayatmaya başladığı yıllardı. Fransa ve İngiltere gibi büyük ülkeler ise Rusya’nın bu yayılmacı isteklerini tehlikeli buluyor ve engel olmaya çalışıyorlardı. Derken, ani bir kararla, Temmuz 1853’te Rus birlikleri Osmanlı hakimiyetinde olan Ulah ve Buğdan prensliklerini (günümüzdeki Romanya toprakları) işgal etti. Osmanlı devleti istemeyerek de olsa, 23 Ekim 1853’te Ruslara savaş ilan etti. Osmanlının gücünün yeni bir Rus savaşını kaldıramayıp topraklarını Rusya’ ya kaptıracağını düşünen bu bundan endişe eden Fransa, İngiltere, 27 Mart 1854 tarihinde Rusya’ ya savaş ilan ettiler. Savaşın bir kısmı Baltık Denizinde geçmesine karşın çoğunlukla Karadeniz ve Kırım Yarımadasında çarpışmaların yapılması nedeniyle tarihe Kırım Savaşı olarak geçmiştir.
Savaş bir çok cephede 2,5 yıl çatışmalarla sürüp Rusların yenilgiyi kabul etmesi sonucu 30 Mart 1856 tarihinde Paris Antlaşması sona erdirilmiştir. Rus Çarlığı bu antlaşmadan memnun kalmamış. Ve bu memnuniyetsizliğinin acısını Osmanlı Devletinden çıkarmak için 20 yıl boyunca savaş açmak için bahaneler yaratmaya uğraşmıştır. Nihayet Panslavizm diye bir doktrinle Balkanlarda ki Slav asıllı, farklı etnik kimliklerde ki insanları kışkırtmaya başlamış. En fazla Bulgar toplumu ile ilişkilerini ilerletip. Yeni bir Devlet kurmaları için yardımlarını arttırmıştır.
Ve tarihler 1877 yılını gösterirken Osmanlı İmparatorluğu için en büyük kayıpların verildiği ünlü 93 Harbinin, Ruslar tarafından başlatıldığını görüyoruz. II Abdülhamid’ in daha yeni Padişah olarak göreve başladığı yıllarda çıkarılan bu savaşa Osmanlı ordusu hazırlıksız yakalanmıştır. Devletin alınan borçlar yüzünden, ekonomik durumunun hayli kötüleştiği ve bir çok ülkenin topraklarında gözü olduğu bir durumda her ne kadar Avrupa devletleri Rusya ile savaşının kötü sonuçlanacağını belirtmelerine karşın, Osmanlı devleti, Rusların Tuna’yı geçip ilerlemeye başlaması üzerine istemeyerek de olsa savaşa girmek zorunda kalmıştır. Hicri takvime göre 1293 yılında başlayan savaş Osmanlı ordusunun yorgun ve moralsiz olması, ordu ve saray arasında iletişiminde sıkıntılar yaşanması ve her şeyden önce büyük borçların altında Osmanlının savaş harcamalarını yapamayacak hale gelmesi nedeniyle savaşa girmekten çekinilmesine rağmen alı9nan bu talihsiz karar çok büyük sorunlar yaratmıştır. Savaşın başlaması ile birlikte, hiç kimsenin beklemediği bir şekilde Rus Çarlığının güçleri 6-7 ay gibi, kısa bir sürede Ayestefenos(Yeşilköy) a kadar gelmişlerdir. İstanbul’u alma tehditti artınca başta İngiltere olmak üzere, diğer Avrupa devletleri araya girerek savaşı sonlandırmışlardır. Yapılan Ayestefenos Antlaşması pek sevinilecek şartlar sağlamamıştı. Ruslar’ın böyle bir antlaşma ile sıcak denizlere ulaşma şanslarının arttığını gören Avrupa devletleri tarafları tekrar Berlin de toplayarak yeni bir antlaşma yapılmasını sağladılar. Bu ikinci antlaşmada Osmanlının büyük toprak kaybına engel olamamış sadece Kırklareli ve Edirne’ nin geri alınmasını toprakların sınırının Meriç Nehri olmasını sağlamıştır. Bunun yanında kaybedilenleri sıralamak için bir bu kadar daha yazmak gerekiyor. En azından şunu söylemek gerekirse , Gazi Osman Paşa’ nın Plevne yi bırakmasının ardından 1 milyon kadar kişiden fazla Türk ve Müslüman yollara düşüp Ruslardan kaçmak için İstanbul’ a ve Anadolu’ya sığınmak zorunda kalmışlardır. Onu da bir başka yazımızda değineceğimizi umuyorum. Çünkü 93 harbinin sıkıntıları Kırklareli’nin çok önemli sorunlarını oluşturmuştur. Şehir hafızasında bu 1 yıllık işgal çok derin yaralar bırakmıştır. Unutulacak, unutturulacak gibi değildir. Ruslar, Osmanlı Devletinden alabileceği ödünleri ve toprağı aldıktan sonra yine boş durmamışlar, bu sefer Balkan ülkeleri olarak nitelenen Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’ı destekleyerek Bulgaristan gibi bağımsız birer ülke olmak için toprak istemelerini, arkalarında olacaklarını hissettirerek yeni bir bölüşme savaşının başlamasına yeşil ışık yakmaya başlamışlardır.
Rusya’ yı bu kadar uzun yazmak zorunda kalışımızın nedenleri de, Rusya nın yaptıklarının bir o kadar çok olmasıydı. Neredeyse o yıllarda her sorunun altından Ruslar çıkmakta ve ortaya çıkan anlaşmazlıklar sonucunda genellikle kaybeden tarafın Osmanlı Devleti olmasının verdiği üzüntünün ve yıkımın büyük olmasıdır.
Bundan sonra İngiltere, Fransa ve İtalya’ nın oluşturduğu bölüm pek o kadar uzun olmamasının nedeni, bu ülkelerin Rusya kadar büyük ve derin sorunlar yaratmadığından olsa gerek diye düşünüyorum. Rusya anlatımımın da tarihi olaylara nesnel bakışımın gereği olarak olabildiğince tarafsız ve yorumsuz aktarmaya çalışarak okuyucunun kendi bilgi ve düşüncesiyle , kendi yorumunu yapabilmesini sağlamak içindir.